beste-nigâr-hisârek muz. adı anonim ve manzum bir edvarda geçen makam.
beste-nigâr-ı atîk muz. adı ilk önce Nasır Abdülbaki'nin Tedkik ve Tahkik'inde geçen makam.
beste-nigâr-ı kadîm muz. adı ilk olarak Nasır Abdülbaki'nin Tedkik ve Tahkik'inde terkipler arasında geçen makam.
beste-pâ (f.b.s.) ayağı bağlı.
beste-rahim (f.a.b.s.) kısır kadın, (bkz: betrâ').
besûr (a.i. besr'in c.) sivilceler, küçük çıbanlar.
besûs (a.i.) 1. okşadıkça süt veren deve. 2. Araplarda çok meşhur ve meş'um bir kadın, [eş'emu min Besûs Besûs'tan daha uğursuz].
beşâat (a.i.) 1. yiyinti ve içintilerdeki acılık. 2. kabahat.
beşâm (a.i.) Hicaz'da yetişen ve misvak yapılan hoş kokulu bir ağaç, balsama ağacı.
beşânika (a.i.c.) [boşnak kelimesinin cemi olarak kullanılmıştır] boşnaklar.
beşâret (a.i.) 1. müjde, muştu, (bkz: bişâret). 2. çirkin kıyafet; yeni çıkan garip şey. [2 nci mânâsı ekseriya kadınlar arasında kullanılmaktadır].
beşâret-âver (a.f.b.s.) müjdeci, muştucu, haberci.
beşâret-nâme (a.f.b.i.) Hurûfi bir şâir olan Refîî'nin hurûfîliğe dâir yazdığı 110 sahifelik bir eseri.
be-şartı an ki (f.a.zf.) şu şartla ki.
beşâşet (a.i.) güler yüzlülük; güler yüz.
beşe (f.i.) zool. atmaca [kuş].
beşel (f.i.) 1. iki şeyin birbirine sarılması; iki kimsenin birbiriyle tutuşması. 2. "asıl, sarıl!" mânâsına beşelîden mastarından emir.
beşem (f.s.) 1. kederli, yaslı, mahzun. 2. güç hazmolan şey.
beşen (f.i.) 1. cisim, beden. 2. uzun boy. 3. taraf, kenar, uç.
beşenc (f.i.) yüz lâtifliği, güzelliği, parlaklığı ve gençliği.
beşer (a.i.) insan.
Eb-ül-beşer Hz. Âdem.
Nev'-i beşer insan cinsi.
Hayr-ül-beşer, Seyyid-ül-beşer Hz. Muhammed.
İlm-ül-beşer antropoloji, fr. anthro-pologie.
beşere (a.i) 1. insan derisinin dış tabakası. 2. bot. kütikül.
beşere-i muhât-ı rasafî anat. yassı epitelyum, fr.epithelium pavimenteux.
beşere-i muhât-ı üstüvânî anat. silindirsel epitelyum.
beşere-i muhâtiyye biy. vücudun içindeki "gışâ-yı muhâtî" denilen derinin dış yüzü.
beşere-i muhâtiyye-i mi'de biy. mide sümük zan.
beşeriyyât (a.i.c.) antropoloji, fr. anthropologie.
beşerî, beşeriyye (a.s.) beşere, insana mensup, insanî.
beşeriyyet (a.i.) 1. beşerlik, insanlık. 2. başyazarı Dr. Nevzat olan ve Paris'te yayımlanmış aylık bir dergi.
beşg (f.i.) 1. naz, işve. 2. dolu; kar; şebnem, çiy.
beşî' (a.s.) acı, ekşi, tadı fena şey.
beşîr (a.s.) 1. müjde getiren, müjdeci. 2. güleryüzlü, güleç [adam], (bkz: beşuş).
beşm (f.i.) 1. kırağı, (bkz: şebnem). 2. dinsiz, mezhepsiz. 3. Rey ile Taberistan arasında havası çok soğuk bir yer.
beşme (f.i.) 1. tabaklanmamış ham deri. 2. hek. "çeşmezen" denilen bir göz ilacı. 3. beş parmak da denilen, ayrı renkli beş çubuk motifi ile süslenmiş bir çeşit kumaş.
beştek, beştük (f.i.) vazo; kap; zarf; kâse, çini saksı.
beşûş (a.s.) güleryüzlü, şen. (bkz: beşîr2).
beşûş-âne (f.b.zf.) güleryüzlülükle.
beşyûn (f.s.) semiz, yağlı, besili.
beta' (a.i.) oturma [bir yerde], (bkz: ikamet).
be-tahsîs (a.b.zf.) husûsiyle, hele.
betât (a.i.) kat'î, kesme.
Bey-i betât kat'î satış.
beter (f.s.) daha fena, çok çirkin, (bkz: bed-ter).
betîl (a.i.) 1. Hz. Meryem'in lâkabı. 2. ana ağaçtan ayrılıp başka kök salan fidan. 3. nehirlerdeki akıntı. 4. salkımları sarkık olan ağaç.
betîle (a.i.) ayrılmış hurma fidanı.
betkîş (f.i.) ok mahfazası, okluk, atılacak oklar içine konulup omuza alınan mahfaza, (bkz: tîrdân).
betr (a.i.) 1. kesme. 2. kusurlu, eksik bırakma.
betrâ' (a.s.) kısır kadın, (bkz: beste-rahim). [kelime ebter in müennesidir].
betre (a.s.) dişi eşek.
bett (a.i.) tiftikten yapılmış şal, sof.
bettâr (a.s.) çok kesen, çok keskin, (bkz: bürrân).
Seyf-i bettâr çok keskin kılıç.
bettât (a.i.) salcı, şal yapan ve satan.
betûk (f.i.) yuvarlak tabla, bakkal tablası, sepeti.
betûk (a.s.) çok keskin, (bkz: bettâr).
betûl (a.s.) 1. erkeklerden çekinen namuslu kadın. 2. i. Hz. Muhammed'in kızı Fâtımat-üz-Zehrâ ile Hz. Meryem'in lâkapları, (bkz: betîl). 3. i. ayrı kök salan fidan.
betûliyye (a.i.) 1. bot. kayıngiller. 2. gürgengiller, fr.betulinees.
betyâb (f.i.) dert, keder, mihnet.
betyâr, betyâre (f.i.) 1. şeytan, ifrit, gulyabâni; dev. 2. düşman. 3. görülmesi istenilmeyen şey.
bev' (a.i.) 1. kulaç, kulaçlama. 2. atın seyrek basması. 3. sataşma. 4. s. kuytu, sıkışık [yer].
bevâ' (a.i.) benzer, beraber, beraber oluş.
bevâbet (a.i.) kapıcılık, kapı bekçiliği. [Kamûs-i Muhît'e göre "bivâbet" şekli de kullanılır], (bkz: bivâbet).
bevâbî (a.i.) kapıcılık.
bevâdî (a.i. bâdiye'nin c.) sahralar, çöller, kırlar.
bevâdir (a.i. bâdire'nin c.) olagelen hâdiseler, (bkz: badire).
bevâh (a.s.) meydanda, aşikâr, belli, (bkz: hüveydâ).
bevâhe (a.i. bûhe'nin c.) 1. dişi baykuşlar. 2. ahmak adamlar. 3. çakır doğanlar [kuş].
bevâh-en (a.zf.) aşikâr, belli olarak.
bevâhid (a.i.c.) belâlar, âfetler, musibetler [kelime, müfret gibi kullanılan cemidir].
bevâik (a.i. bâika'nın c.) belâlar, mu-sîbetler, felâketler [kelime müfret gibi kullanılan cemidir].
bevâis (a.s. bâis'in c.), (bkz. bâis).
bevâkî (a.s. baki ve bâkiye'nin c.) kalanlar, dâim olanlar.
bevân (a.i.c. büven, ebvine). (bkz: bi-vân, bevvân).
bevânî (a.i.) 1. kaburga kemikleri. 2. deve ayakları.
bevâr (a.i.) 1. yok olma, mahvolma, çürüme.
Dar-ül-bevâr cehennem. 2. kocaya varmayarak kadının evde çürüyüp kalması.
bevârî (a.i. bâriyâ, bâriyye, bâriyy'in c.) hasırlar, ince kamıştan örülen hasırlar.
bevârid (a. s. bârid'in c.) 1. soğutulmuş şeyler, yemekler. 2. sakat şeyler. 3. [Ahterî'ye göre] kulaklar arasında ensede veya omuzlarla boyun arasında, gerdanın yanında olan etler.
bevârih (a.i. bârih'in c.) samyeli denilen sıcaklar ve şiddetli rüzgârlar.
bevârik (a.s. bârika'nın c.) 1. şimşek, yıldırım parıltıları. 2. parıltılar, göz kamaştırıcı şeyler.
bevârik-i süyûf kılıçların parıltıları.
bevâs (f.i.) l sıkıntı, keder. 2. yokluk.
bevâsîr (a.i. bâsûr'un'c.) basurlar, mayasıllar.
bevâşe (f.i.) çiftçilerin harman savurduktan yaba.
bevâtıl (a.s. bâtıl'ın c.) bâtıl, yaramaz şeyler.
bevâtın (a.i. bâtın'ın c.) gizli, kapalı şeyler, [zıddı "zevahir" dir].
bevbât (a.i.) sahra, kır, çöl. (bkz: bâdiye).
bevâtir (a.i. bâtire'nin c.) keskin kılıçlar.
bevc (a.i.) 1. yorulma. 2. şimşek, (bkz: berk). 3. haykırma.
bevc (a.i.) 1. ziynet, süs, debdebe. 2. büyüklük, gösteriş, (bkz: beviç).
bevd (a.i.) kuyu. (bkz: bi'r, çâh, çeh).
bevg (a.i.) galip gelme, üstünlük.
bevga' (a.i.) yumuşak toprak.
bevh (a.i.) 1. zahir, aşikâr, meydanda. (bkz. bevâh, hüveydâ). 2. belâya uğrama, kederlenme.
Bevh (a-.i.) 1. ateşin sönmesi. 2. hiddet ve kızgınlığın geçmesi.
bevh (a.i.) 1. düşünme; haberli olma. 2. lanet etme, sövme, beddua etme, ilenme. 3. çiftleşme [kadın ve erkek].
beviş (f.i.) farzetme, tahmin, oranlama.
bevj (f.i.) şiddetli kasırga, girdap, su çevrintisi. (bkz: berj).
bevk (a.i.) 1. fenalık, düşmanlık, keder ve belâ meydana getirme. 2. musibet, felâket. 3. izinsiz ve habersiz olarak bir yere apansızın gelme. 4. çalıp çırpma. 5. s. yalan söz. 6. s. boşboğaz [adam]. 7. şiddetli yağmur.
bevk (a.i.) 1. sıçrayıp binme. 2. bir araya geliş. 3. su kaynağını karıştırıp açma. 4. karmakarışık olma.
bevkâ' (a.i.) kargaşalık.
bevl (a.i.c. ebvâl) 1. idrar, sidik, çiş.
Habs-i bevl küçük aptesini tutma. 2. işeme.
bevle (a.s.) 1. çok işeyen adam. (bkz: bevvâl). 2.i. kız çocuğu. 3.i. biy., kim. üre.
bevlî, bevliyye (a.s.) sidikle ilgili.
bevn (a.i.) mesafe, iki şey arasındaki uzaklık, açıklık.
bevn-i baîd uzak mesafe, çok açıklık.
bevn (f.i.) hisse, nasip, pay.
bevne (a.i.) küçük kız çocuğu.
bevr (a.i.) 1. yoklama, sınama. 2. yokolma, mahvolma. 3. mal, eşya, sermâye azalma, kıtlaşma. 4. sürülmemiş yer.
bevs (a.i.) l/acele; ileri geçme, ileri gitme. 2. bıktırıncaya kadar ısrar etme. 3. bir kimseden kaçıp gizlenme. 4.s. bir şeyin rengi.
bevsâ' (a.s.) 1. iri kıçlı kadın. 2. Arap çocuklarının çok oynadıkları bir oyun.
bevs "etmek" (a.t.m.). 1. bahis ve teftiş "etmek". 2. dağıtma "k".
bevş (f.i.) çalım, gösteriş, debdebe.
bevt (a.i.) zengin iken fakirleşme, düşme, düşkünlük.
bevvâ (a.i.) Hindistan cevizi.
bevvâb (a.i.c. bevvâbîn, bevvâbân) kapıcı, çocukları evlerine getirip götüren okul hademesi.
bevvâb-ı mi'de mîde kapısı.
bevvâbân (a.i. bevvâb'ın c.) kapıcılar.
bevvâbet (a.i.) kapıcılık.
bevvâbîn (a.i. bevvâb'ın c.) kapıcılar.
bevvâbîn-i medâris ü mekâtib mektep (okul) ve medreselerin kapıcıları.
bevvâl (a.s. bevl'den) çok, sık sık işeyen, (bkz: bevle).
bevvâl-i çeh-i zemzem zemzem kuyusuna işeyen [yalnız şöhret kazanmak ve adı anılmak için uygunsuz bir iş yapan].
bevvân (a.i.c. büven, ebvine) çadır direği, (bkz: bevân, bivân).
bevz, bevzek (f.i.) 1. rutubet dolayısıyla yiyecek ve giyeceklerde meydana gelen yeşil küf. 2. eşek ansı. 3. ağacın köküne yakın olan yerleri.
bevz (a.i.) 1. devamlı oturuş. 2. kaybolan çillerden sonra yüzün güzelleşmesi.
bey' (a.i.c. büyü') satma, satış, satılma, satın alma.
bey' bi-l-isticrâr huk. sonradan mecmu bedeli verilmek üzere belli bedelle ceste ceste mal satmak, [bakkallardan deftere yazılmak suretiyle mal almak bu kabildendir].
bey bi-l-istiglâl huk. satanın malı kiralamak üzere vefâen bey'etmesi.
bey' bi-l-mücâzefe huk. götürü satmak.
bey'-i bi-l-vefâ eko., huk. belirli bir süre içinde satılanı geri almak şartıyla yapılan akit.
bey'-i bât kat'î satış.
bey'-i bâtıl eko. hükümsüz olan satış.
bey'-i câiz sahih olan satış.
bey'-i fâsid eko., huk. akdin yapılmış olmasına rağmen bâzı dış nitelikleri itibarıyla geçersiz olan satış.
bey'-i gayr-i lâzım huk. kendisinde hı-yârattan birisi bulunan bey'-i nafiz.
bey'-i lâzım huk. hıyârattan ârî olan bey'-i nafiz.
bey'-i mevkuf eko., huk. başkasının iznine bağlı olan satış, [fuzûlî'nin bey'i gibi].
bey'-i mukayaza huk. aynı ayna, yânî na-kitten başka olarak malı mal ile değiştirmektir ki trampadan ibarettir.
bey'-i mün'akid huk. in'ikad bulan satış akdi demektir ki sahih, fâsid, nafiz, mevkuf kısımlarına ayrılır.
bey'-i nâfiz huk. üçüncü şahsın hakkı taallûk etmeyen satış akdidir ki lâzım ve gayr-i lâzım kısımlarına ayrılır.
bey'-i sahih huk. zâten ve vasfen meşru olan satış akdi.
bey'-i teâtî huk. alıp vermekle olan fi'lî bir satış akdi. [pazarlıksız ve lâkırdısız müşterinin parayı, ekmekçinin de ekmeği vermesi gibi].
bey' men yezîd artırma ile satış.
bey ü şirâ' alım satım.
beyâ (f.s.) 1. dolmuş, dolu. 2. i. girilecek yer, kapı.
beyâbân (f.i.) kır, çöl.
beyâbân-ı gam gam çölü.
beyâbânî (f.i.) çöl adamı, (f.b.s.) aşîret, göçebe, yurtsuz.
beyâbân-nişîn (f.b.s.) bedevî.
beyâd (a.i.) yok olma, mahvolma, (bkz: bîd, büyûd, beydûdet).
beyâdıka, beyâzıka (a.i. beydak, beyzak'ın c.) 1. [satranç oyununda] paytaklar, piyadeler. 2. s. küçük yapılı ve çabuk yürüyen [adamlar], paytaklar.
beyâdir (a.i.c.) harmanlar.
beyâh (a.i.c. büyâh) ufak balık, ["biyâh" şeklinde de kullanılır], (bkz: biyâh).
beyân (a.i.c. beyanât) 1. anlatma, açık söyleme, bildirme. 2. ed. belagat ilminin, hakikat, mecaz, kinaye, teşbîh, istiare gibi bahislerini öğreten kısmı, (bkz. belagat).
beyân-ı efkâr fikirleri söyleme.
beyân-ı hâl hâlini bildirme, anlatma.
beyân-ı matlab istenilen şeyin beyân edilmesi, dileğin bildirilmesi.
beyân-ı zarûret huk. beyâna mevzu olmayan bir nevi söz, söylenmediği halde söylenmiş sayılan hüküm.
beyânât (o.i. beyân'ın c.) nutuk, *söylev, *demeç.
beyân-nâme (a.f.b.s.) 1. bildirge. 2. hâli yazı ile bildiren açıklama.
beyâre (f.i.) kısa, boysuz, bodur olarak yerde yetişen fidan, sebze ve meyva.
beyâriş (f.i.) çâre, tedbir; ilâç.
beyât (a.i.) gece uyuma, gece iş görme, geceyi iş ile geçirme.
bey'at (a.i.). (bkz. bîat).
bey'at-ün-nisâ (kadınlar anlaşması) Hz. Muhammed ile Medîneli 12 kişi arasında yapılan anlaşma.
beyâtî (f.i.) muz. Türk müziğinin en eski makamlarından olup, hâlâ kullanılmakta ve çok kullanılmış bur makamdır. Bu makam, uşşak dörtlüsüne pûselik beşlisi ilâvesinden meydana gelen ve Türk müziğinin 5 numaralı basit makamı olan uşşak'ın inici şeklidir. Uşşak gibi dügâh [la perdesinde durur ve güçlüsü neva] re dir. Bu güçlü perdesinin uşşak'dan daha ehemmiyetli olarak kullanılması ve ekseriya bu perdeden başlayarak bestekârların bir hicaz geçkisi yapmış olmaları, makamın yapısıyla alâkalı değildir. Uşşak'dan farkı, tiz perdelerden başlaması, bu perdelerde gezinerek ikinci bir şekilde karar etmesidir. Donanımına uşşak gibi si için bir koma bemolü konulur. Niseb-i şerîfesi 8 dir. Orta sekizlideki sesleri şöyledir (peşten tîze doğru) dügâh, segah, çargâh, neva, hüseynî, acem, gardâniye, muhayyer. Beyâtî, uşşak kadar ruha huzur verici değildir. Uşşak'ın tasavvufî ve felsefî karakterine mukabil beyâtî'nin biraz hüzne kaçan bir karakteri vardır.
beyâtî-arabân (f.b.i.) muz. Türk müziğinin mürekkep makamlanndandır. Çok eski bir terkip ise de, bir kaç asır tutulmuş ve XVIII. asrın son senelerinde Sâdullah Ağa tarafından tekrar ortaya atılarak ihya olunmuştur. Beyâtî-arabân, isminden de anlaşıldığı üzere araban (yâni şetaraban) makamına beyâtî ilâvesinden mürekkeptir. Terkibindeki beyâtî ile, onun gibi dügâh [la perdesinde kalır; bu perde, şetaraban'ın da güçlüsü olmaktadır. Beyâtî'nin güçlüsü ve şetaraban'ın durağı olan neva] re perdesi, makamın birinci derece güçlüsüdür. Donanımına beyâtî'nin si koma bemolü ile şetaraban'ın yalnız mi bakıyye bemolü ve fa bakıyye diyezi arızaları konulur. Lâhin içinde beyâtî icra olunurken son iki arıza bekar yapıldığı gibi şetaraban için si bekar ve si bakıyye bemolü kullanıldığı da çok vâkidir. Ancak şetaraban'ın dördüncü arızası olan do bakıyye diyezi'nin beyâtî araban'da bulunmayışı, eskiden yalnız "araban" diye anılan makamda do perdesinin natürel olarak kullanılması ve hattâ araban'ın yegâh gibi bâzan dügâh perdesinde de kalması ile alâkalıdır. Esasen beyâtî araban'da şetaraban dizisi bütün sesleriyle tam olarak yapılmaz. Beyâtî araban'ın terkibi bu şekilde ise de, son yarım asırda biraz değişikliğe uğrayarak, bestekârlar tarafından hicaz beşlisinde fazla dolaşan bir karcığar gibi kullanılmağa başlanmıştır. Beyâtî makamının karcığar geçkilerine çok elverişli olması ve karcı-ğar'ın sonunda da şetaraban başmdaki beşli'nin bulunması buna sebebolmuştur. Esasen güçlü, durak, hattâ donanım ve seyir hususiyetleri karcığar ile müşterektir.
beyâtî-arabân-pûselik (f.b.i.) muz. Fahri Efendi'nin terkîbettiği bir makamdır ki, onun fahte peşrevi ile saz semaîsi, makamın yegâne numuneleridir. Beyâtî-ara-ban makamının sonuna bir pûselik beşlisi ilâvesinden ibarettir. Makam ekseriya beyâtî araban'ın güçlüsü olan neva perdesinden îtibâ-ren bir pûselik dörtlüsü göstererek ve sonra istenirse tam bir pûselik dörtlüsü göstererek, ve sonra tam bir pûselik dizisi veya hüseynî perdesini güçlü ittihâz ederek inici bir şekilde sıralanan pûselik beşlisi ile seyir ve böylece bu dizi parçası ile dügâh perdesinde karar kılmaktadır. Beyâtî-araban gibi donanır ve pûselik dizisinin îcâbeden seslerinde, bu arızalar bekar yapılır.
beyâtî-hisâr muz. adı anonim bir edvar-ı ilm-i musikide geçen makam.
beyâtî-pûselik muz. Zekâi Dede'nin terkîbettiği bir mükekkep makamdır. Beyâtî ile pûselik makamının ekseriya tam dizisinden müteşekkildir. Pûselik makamı ile dügâh perdesinde kalır. Güçlü birinci derecede beyâtî'de olduğu gibi neva ve ikinci derecede pûselik'de olduğu gibi hüseynî perdeleridir. Donanımına beyâtî gibi si için bir koma bemolü konulur. Nota içinde pûselik için si bekar ve sol bakıyye diyezleri kullanılır.
beyâvâr (f.i.) meşguliyet, uğraşma, iş, güç.
beyâz (a.i.) 1. aklık. 2 umurta akı. 3. aydınlık. 4. s. ak.
beyâzî l- beyazlık, aklık. 2. uzunluğuna açılan yazma kitap ve mecmua; sığır dili.
beydâ' (a.s.) 1. tehlikeli yer. 2. i. sahra, çöl. 3. i. Mekke ile Medine arasında düz bir yer.
beydâh (f.i.) sert başlı, haşan at. (bkz: bîdah). [kelime bidah şeklinde de kullanılabilir].
beydaha (a.i.) etine dolgun, iri ve şişmanca kadın, (bkz: beyzah).
beydak (a.i.c. beyâdıka) satranç oyununda piyade denilen taşların her biri, paytak.
beydâne (a.i.c. beydânât) yabani dişi eşek.
beyder (a.i.) 1. ekin harmanı, harman yeri. 2. doğru lügat.
beydere (a.i.) ekini harman etme.
beyderî (a.s.) harmana mensup, harmancı.
beydûdet (a.i.) yok olma. (bkz: bîd, beyâd, büyûd).
bey-gâh (f.i.) pazar yeri, pazar.
bey-gar, beygare ("ga" uzun okunur, f.i.) sövme; tekdir; çıkışma, başa kakma.
bey hân l- sır saklamayan, dâima aklındakini ve kalbindekini söyleyen, boşboğaz. 2. i. kadın adı.
beyhen bot. bir çeşit beyaz çiçek, mısır gülü.
beyhuşt (f.i.) kökünden, dibinden kopmuş, koparılmış olan şey.
bey'iyye (a.i.) eko. pul, kıymetli kâğıt ve benzeri şeylerde satıcıya bırakılan satma payı.
beykem (f.i.) sofa ve salon, yazlık köşk.
beylek (f.i.) berat, ferman, hüccet, vesîka.
beylem (a.i.) 1. açılmamış pamuk kozası. 2. kazma; rende.
beyn (a.i.) 1. ara, aralık. 2. arada, araya, arasında.
Gurâb-ül-beyn ayrılık kargası; meç. nefret edilen kimse.
beyn-ed-dıl'î anat. eğeler arası, fr. inter-costal.
beyn-el-ahâlî ahâli arasında.
beyn-el-akrân akranlar, yaşıtlar arasında.
beyn-el-bahreyn muz. adı anonim bir edvarda geçen makam.
beyn-el-cinseyn fels. cinsarası. fr. inter-sexuel.
beyn-el-enâm halk arasında.
beyn-el-esâbî biy. parmaklararası, fr. in-terrigital.
beyn-el-eviddâ ahbaplar, gerçek dostlar arasında.
beyn-el-guzât gaziler arasında.
beyn-el-halk halk arasında.
beyn-el-havf ve-r-recâ korku ile ümit arası.
beyn-el-hücrevî biy. hücrelerarası, fr. in-tercellulaire.
beyn-el-ihvân eş dost arasında.
beyn-el-kıtaât coğ. karalar arası.
beyn-el-medâreyn coğr. tropikler arası, fr. intertropical.
beyn-el-mefâsıl anat. *eklemlerarası, fr. interarticulaire.
beyn-el-ulemâ âlimler arasında.
beyn-el-üdebâ edipler arasında.
beyn-en-nâs halk arasında.
beyn-en-nehreyn iki nehir arasında.
beyn-en-nevm ve-l-yakaza uyku ile yarı uyanıklık arası.
beyn-es-semâi ve-l-arz yerle gök arasında.
beyn-es-seyyârât (gezegenler arası) astr. Güneş çevresinde dolanan cisimler arasındaki boşluk, fr. interplanetaire.
beyn-ez-zevceyn karıkoca arasında.
beyne beyne (a.b.zf.) ne iyi ne kötü, ikisi ortası.
beyn-ed-düvel devletlerarası.
beyne-hû beyn-Allah (a.c.) onunla Tanrı arasında, bir Allah bir kendi bilir.
beynehümâ (a.zf.) ikisi arasında.
beyn-el-milel (a.s.) milletlerarası, fr. international.
beynûnet (a.i.) 1. iki şey arasındaki mesafe, aralık. 2. ihtilâf, anlaşmazlık, ara açıklığı. 3. astr. gezegen-yer-Güneş üçlüsünün oluşturduğu *açı, f r. elongation.
beynûhet-i a'zamiyye ast. uzanım, fr. elongation.
beyrem (a.i.c. beyârim) 1. marangoz rendesi. 2. kazma [âlet]. 3. sert ve uzun taş. 4. eritilmiş sürme, yağlı sürme.
beyt (a.i.c. büyüt) 1. mesken, hâne, ev, oda, oba.
beyt-i ahzân 1) gam ve keder yuvası; 2) (bkz: beyt-ül-ahzân).
beyt-i ankebût, beyt-ül-ankebût örümcek yuvası; meç. derme çatma ev.
beyt-i halfî biy. ardoda, fr. chambre posterieure.
Beyt-i Harâm (bkz: Beyt-ül-Harâm).
beyt-i iddet huk. evlilik devam ederken kan ile kocanın birlikte oturduklan ev.
beyt-i kuddâmî biy. önoda, fr. chambre anterieure.
beyt-i muzlim fotoğraf kutusu,karanlık oda.
beyt-i şerîf Kabe. (bkz: Beyt-ullâh).
beyt-ül-ahzân 1) Yusufu kaybeden Ya-kub'un çadırı; 2) dünyâ.
beyt-ül-arûs gelin odası, (bkz: hacle, hacle-gâh),
beyt-ül-Haram Kabe.
beyt-ül-hüzn hüzünlü, gamlı, kederli ev.
beyt-ül-mâl mâliye hazinesi, [islâm hukukunda].
beyt-ül-ma'mûr, beyt-i ma'mûr yedinci kat gökte, Cennet-i Firdevs'de bir köşk olup Hz. Âdem'le yeryüzüne indirilmiş -Kabe mevkiine- Tufandan sonra yine Çenetteki yerine alınmıştır.
Beyt-ül-Mukaddes (bkz. beyt-ül-Makdis).
beyt-üs-sadaka (a.b.i.) yardım sandığı.
beyt-üz-zifâf gelin odası, (bkz: beyt-ül-arûs). 2. (a.i.c. ebyât) e d. aynı vezinde iki mısra'dan ibaret söz.
beyt-i musarra' ed. mısrâlann ikisi de kafiyeli olan beyit.
beyt-ül-gazel ed. gazelin en güzel, en iyi olan beyti.
beyt-ül-kasîd ed. kasidenin seçilmiş en güzel beyti.
beytâr (a.i.) baytar, veteriner.
beytârâ (a.i.) baytarlık, hayvan hekimliği.
Beyt-i Mukaddes (a.h.i.) "Mukaddes ev" 1. Kudüs. 2. Kudüs camii, (bkz: Mescid-i Aksa). 3. i. Allah sevgisinden başka bir şeye bağlı olmayan bir gönül, (bkz: beyt-ül-hikme).
Beyt-Ullah (a.h.i.) "Allah'ın evi" Kabe. (bkz: Beyt-fŞerîf).
beytûtet (a.i. beyt'den) geceleme, gece kalma.
beyt-ül-arûs (a.b.i.) gelin odası, (bkz: beyt-üz-zifâf).
beyt-ül-hikme (a.b.i) "hikmet'in evi" Tann'ya âşık bir gönül, (bkz: beyt-i mukaddes3).
beyt-ül-kasîd (a.b.i.) ed. kasidenin en iyi beyti.
Beyt-ül-Makdis (a.h.i.). (bkz. beyt-i mukaddes), [aslî şekli Beyt-ül-Makdis' dir].
beyt-ül-mâl (a.i.) [eskiden] mâliye hazînesi.
beyt-ül-ma'mur (a.b.i.) gökte, Kabe hizasında Kerûbiyânın tavafı olan Beyt-i Şerif.
beyt-üz-zifâf (a.b.i.) gelin odası, (bkz. beyt-ül-arûs).
beyû (f.i.) gelin, (bkz: arûs).
beyûg (f.i.) gelin, (bkz: arûs).
beyûgânî düğün.
beyûn afyon.
beyûn (a.i.) dibi geniş kuyu, bostan kuyusu, (bkz: bâin).
beyûs (f.i.) 1. istek. 2. ümit. 3. tamah. 4. yaltaklanma; alçak gönüllülük.
beyûz ((a.s. beyzâ'dan) çok yumurtlayan.
Beyyâ' (a.i. bey'den) perakende satış yapan küçük tüccar.
beyyâb (a.i.) saka, sucu.
beyyâhe (a.i.) balık ağı.
beyyâkallah (a.n.) "Allah seni sevindirsin, güldürsün, isteğine kavuştursun" mânâsına gelen bir tâbir.
beyyin (a-s-) açık, aşikâr, (bkz: ayan, bahir, celî, hüveydâ).
beyyinât (a.i. beyyine'nin c.) deliller, şahitler, tanıklar.
beyyine (a.i.c. beyyinât) delil, şahit, tanık, (bkz: burhan).
beyyine-i âdile doğru şahit, tanık.
beyyinen (a.zf.) açık olarak, aşikâr olarak, (bkz: vâzıhan).
Beyyûmiyye (a.i.) Kadiriyye tarikatı şubelerinden birinin adı. [Mısır'da Beyyum'da (1108-1696) da doğmuş Alî Bin-il-Hâfız ibni Muhammed tarafından kurulmuştur].
beyz (a.i.c. buyuz) 1. yumurta [umûmî olarak]. 2. hayvanların, en çok atın ayaklarında peyda olan yumurta büyüklüğündeki şişler. 3. kuşun yumurtlaması.
beyzâ' (a.s.) 1. daha ak, çok beyaz.
Hilât-ı beyzâ (beyaz kaftan) şeyhülislâm kaftanı.
Millet-i beyzâ islâmlar.
beyzâ bâz (a.f.b.s. ve i.) yumurtalarla gözbağcılığı ve elçabukluğu yapan oyuncu.
beyzah (a.i.) etine dolgun, iri yapılı şişmanca [adam], (bkz: beydaha).
beyzâr (a.i.) tenasül âleti.
beyzâr, beyzâre (a.s.) 1. geveze, çalçene. (bkz. bî-hûde-gû).
beyzâre (a.i.) uzun, büyük sopa.
beyzavî (a.s.) yumurta şeklinde. (bkz: beyzî).
beyze (a.i.) 1. yumurta. 2. haya. (bkz: husye). 3. demir başlık, (bkz. miğfer).
beyze-i âftâb Güneş.
beyze-i âteşîn, Güneş.
beyze-i çarh, Güneş.
beyze-i zer, Güneş.
beyze-i subh, Güneş.
beyze-i zerrîn Güneş.
beyze-i İslâm (a.it. ve i.), (bkz: beyzet-ül-İslâm).
beyzeteyn (a.i.c.) hayalar, (bkz: husyeteyn).
beyzet-üd-dîk (a.it. ve i.) horoz yumurtası, meç. bulunmaz şey.
beyzet-ül-akr (a.it ve i.) "kısırlık yumurtası" 1. horoz yumurtası. 2. meç. çok nâdir şey.
Dostları ilə paylaş: |