bengâh (f.b.i.) 1. keçeden yapılmış Türkmen evi. 2. emîr'lere ve büyük rütbeli kimselere mahsus çadır.
bengere (f.i.) çocukları uyutmak için söylenen ninni.
bengî (f.s.) benk tiryakisi, esrarkeş.
benî (a.i.c.) oğullar.
benî Âdem Ademoğullan, insanlar.
benî beşer insanlar.
benî Hâşim Hâşim oğulları.
benî İsrâil İsrail oğulları, Yahudiler.
benî Ümeyye Emevîler. [benî kelimesi, benîn'in muzaf halinde n si düşmek suretiyle meydana gelir].
benîk (f.i.) çok zaman çorap yapılan adî ipek.
benîka (a. i. c. benâyık) 1. atın göğsünden yukarı, boğazı üstünde çıkan tüyden iki dâirenin biri. 2. esvabın koltuk altındaki parçası.
benîn (a. i. ibn'in c.) 1. oğullar. 2. s. akıllı, temkinli [kimse].
Beniyye (a. i.) "Kâ'be-i muazzama".
benka (f.i.) bot. burçak nevinden, mercimeğe benzer bir mahsûl.
bennâ (a.i. binâ'dan) yapı yapan, mimar, kalfa, dülger.
bennâk (a.i.) tar. raiyyet yazılı olanların timar sahibine verdikleri resimlerden birinin adı. [bu resim, kazanç vergisi kabilinden bir vergi idi].
benne (a.i. c. binan) güzel koku.
benş (a i) ; tembellik, ihmal.
benû, benûh (f.i.) yığın, küme. (bkz. benve).
benûn, benû (ibn'in c.) oğullar.
ben-vân (f-b.i.)tarla, harman, ekin bekçisi.
benve (f.i.). (bkz. benû, benûh).
bepga ("ga" uzun okunur, f.i.) dudu, papağan, (bkz. bebga).
ber (f.e.) üzere.
ber-nehc-i şer'î huk. şer'î usul veçhile.
ber-vech-i âtî, ber-vech-i zîr aşağıdaki gibi, aşağıda olduğu gibi.
-ber (f.s.) alan, getiren götüren.
Dil-ber gönül alan.
Peyâm-ber (peygamber) haber getiren.
ber (f.i!) 1. göğüs, sîne.
Semen-ber ak göğüslü. 2. meyva, yemiş. 3. meme. 4. kucak. 5. yaprak, [berg'in hafifletilmişi]. 6. genç kadın. 7. evin kapısı. 8. en, genişlik.
ber' (a.i.) l. hasta iyiliğe dönme, (bkz: bur', buru1). 2. yaratma.
berâat (a.i.) fazilet, meziyet, olgunluk, iyilik, güzellik.
berâat-i istihlâl ed. bir kitabın, bir şiirin veya bir makalenin başında, içindekiler hakkında toplu bir fikir verecek surette güzel sözler kullanma.
berâber (f.b.s.) birlikte bulunan, bir arada, müsâvî, bir hizada, farksız.
berâberî (f.i.) beraberlik, farksızlık, müsâvîlik.
berâbir, berâbire (a.i.) Berberistan adamları.
berâcim (a.i bürcüme'nin c.) mafsallar, boğumlar.
berâet (a.i.) bir dâva sonucunda temiz ve ilişiksiz çıkma, aklık, anlık, aklanma.
berâet-i zimmet zimmetinde bir şey olmayış, aklık.
berâgîs (a.i. bürgus'un c.) pireler.
berâh (a.i.) açık, işlenmemiş ve ağaçsız bölge.
berâhîde (f.s.) yola çıkanlmış, gönderilmiş, yollanılmış.
berâhîhte, berâhencîde (f.s.) çekilmiş, çıkanlmış. [çok zaman silâh hakkında].
berâhime (a.i. berehmen'in c.) Hint ve Mecûsîlerin ruhanî reisleri, başkanlan.
berâhîn (a.i. bürhân'ın c.) deliller, tanıklar.
berâhîn-i aleniyye meydanda olan deliller.
berâhîn-i katıa kat'î, kesin deliller, tanıklar.
berâhîn-i kaviyye sağlam deliller.
ber-akis (f.a.b.e.) tersine, aksine.
Berâmike (a. h. i. Bermekî'nin c.). (bkz. Bermek).
berânis (a.i. bürnüs'ün c.), (bkz: bürnüs).
berârende (f.s.) üste getiren, üzerine getiren.
berârî (a.i. berriyye'nin c.) çöller, sahralar.
beras abraşlık, leke hastalığı.
berâsin (a.i. bürsün'ün c.) yırtıcı hayvan pençeleri.
berât (a.i.c. berevât) [eskiden] rütbe, nişan ve imtiyaz verildiğini bildiren ferman.
berât-ı cibâyet vergi, resim ve icâre gibi hazîneye yahut vakfa ait paralan toplamak yetkisini veren vesika.
berât gecesi Peygamberimize, peygamberliğin bildirildiği Şaban ayının onbeşinci gecesi.
berât-ı hümâyûn pâdişâhlara mahsus ferman.
berât-ı terhânî gördüğü büyük bir hizmet karşılığı olarak vergiden muaf tutulması hakkında pâdişâh tarafından verilen ferman.
berâtî (f.i.) fukaraya verilen eski elbise.
berâtîl (a.s. bırtîl'in c.) rüşvetler; hediyeler.
ber-âver (f.s.) yemiş ağacı.
berâverde (f.s.) l. yukarı kaldırılmış ve yükseğe götürülmüş şey. 2. iltimas ve himaye ile ileri sürülmüş kimse. 3. ayrılmış, seçilmiş şey.
berây (f.e.) için, maksadıyla.
berây-ı cinsiyyet cinsiyet için, hemcins olması dolayısıyla.
berây-i hâtır hatır için.
berây-i isticvâb sorgu maksadıyla.
berây-i istikbâl karşılamak için.
berây-i ma'lûmat bilgi vermek için.
berây-i maslahat iş için.
berây-i nezâket nezâket, kibarlık îcâbı.
berây-i tasdîk tasdik etmek, doğrulamak için.
berây-i tebdîl-i hevâ hava değişimi için.
berây-i tedâvî tedâvî için.
berây-i tenezzüh gezinti için.
berâyâ (a.i. beriyye'nin c.) 1. halk, insanlar, mahlrkat, yaratıklar. 2. halkın, haraç ve vergi vermeyen Müslüman ve kılıç ehli kısmı, [bunun dışındakilere reaya denirdi].
Reâyâ ve berâyâ bütün halk.
ber-bâd (f.b.s.) 1. perişan, harap, viran. 2. pis, fena, kirli.
berbah (a.i.) anat. erbezi üstü, fr. epi-didyme.
berbâr, berbâre (f.i.) 1. çardak, sundurma. 2. tahtaboş. 3. kameriye. 4. evin damında bulunan oda. (bkz: cihân-nümâ).
ber-batt (a.f.s.) 1. kaz göğüslü. 2. i. lâvuta (lavta) denilen bir çalgı, lir, f r. lyre.
ber-belend (f.b.s.) gayet yüksek yer veya rütbe.
ber-bend (f.b.i.) çocuğu annesinin sırtına bağlamaya yarayan göğüs kuşağı.
berber (f.i.) 1. tıraş eden, saç kesen kimse. 2. Afrika'nın kuzeyinde bulunan bir kavim.
berber-hâne (f.b.i.) berber dükkânı.
berberî (a.s.) Berber kavmine mensup olan, Afrika'nın bütün kuzeyinde -Mısır hâriç- oturan halktan olan.
Berberistân (h.i.) Berberler ülkesi.
ber-câ (f.s.) yerinde, tam, doğru ve münâsip, (bkz: çespân).
Nâ-bercâ yerinde değil, münasebetsiz, uygunsuz.
Pâ-bercâ sabit, sebat edici.
berced (a.i.) 1. kalın kilim. 2. Türk halısı.
ber-ceste (f.b.s.) 1. sağlam ve lâtif. 2. seçme. 3. ed. zahmetsizce hatıra geliveren, fakat yüksek bir mânâ taşıyan mısra.
Bercîs (a.i.) 1. "Müşteri" denilen yıldız. 2. sütü çok olan deve. (bkz. bircîs).
berçîde (f.b.s.) toplanmış, devşirilmiş.
berçîde-dâmen (f.b.s.) eteği toplu, dünyâdan elini eteğini çekmiş, münzevî.
berd (a.i.) soğuk.
berd-i acûz kocakarı soğuğu, (bkz: berd-ül acûz
berdâht düzeltme, düzleme. 3. pürüzünü giderme. 2. parlatma, cilalama. (bkz. perdaht).
berçîn (f.s.) toplayıcı.
ber-dâr (f.s.) 1. salbedilmiş, asılmış [insan], (bkz. maslûb). 2. yemişli.
berdâşte (f.s.) yükseğe kaldırılmış.
berde (f.i.) esir, köle, karavaş, tutsak. (bkz. bende).
berde (a.i.) hek. mîde dolgunluğu.
Dâ-ül-berdet mîde dolgunluğu hastalığı.
berdegî (f.i.) ' kölelik, esaret, esirlik.
Berdeng (f.s.) çöl ortasında bulunan küçük dağ ve tepe.
ber-devâm (f.a.b.s.) devam üzere, dâim, devamlı, (bkz. daimî).
berdiyy (a.i.) 1. vaktiyle Kahire 'de dış kabuğundan hasır, içindeki özünden kâğıt yapılan bir bitki, hasır otu. 2. Suriye'de iki nehir, bir köy, Hicaz'da bir dağ adı.
ber-dûş (f.b.zf.) omuz üzerinde, omuzda.
Hâne ber-dûş (evi omuzunda) serseri.
berd-ül-acûz (a. b. i.) kocakarı soğuğu, [rûmî şubatın 26 sından itibaren 7 gün şiddetle devam eden bir soğuk].
bere (f.i.) kuzu. (bkz: hamel).
bere-i felek Güneş'in 21 Mart'ta dâhil olduğu burç, hamel burcu, on iki burçtan biri.
bered (a.i.) en çok fırtınalı havada yağan dolu.
ber-efşân (f.b.i.) muz. Türk müziğinin büyük usûllerindendir. 32 zamanlı ve 14 darplıdır. Gene 32 zamanlı olarak mevcut olan 22 darplı muhammes ve 26 darplı hafif den daha az kullanılmıştır. Bu usûl, peşrev, kâr, ilâhi gibi eserlerde kulanılmıştır. iki yürük semaî ile türlü şekillerde dizilmiş 5 adet sofyan'dan mürekkeptir. Tabiî mertebesi 32/4 dür. 32/2 mertebesine ağır berefşan ve 32/8 mertebesine de yürük berefşan denilir.
berehmen (a.i.c. berâhime) 1. Hint ve Mecûsîlerin ruhanî başkanı. 2. Brahma dîninde olan.
berehmen, berhemen (f-s.) puta tapan, puta tapanlann papazlanyla ateşe tapanlann bilgin ve soysop olanları,
berehne (f.s.) çıplak, (bkz: bürehne, üryan).
berehnegî (f.i.) çıplaklık, (bkz: bü-rehnegî).
berehrehe (a.s.) çok yakışıklı ve güzel [kadın].
berekât (a.i. bereket'in c.) 1. bolluklar. 2. meymenetler, saadetler, mutluluklar; hayırlar.
berekât-ı kelâm-ullah Tanrı kelâmının verdiği feyizler, bereketler, bolluklar.
bereket (a.i.c. berekât) 1. bolluk. 2. meymenet, saadet, mutluluk; Tanrı vergisi.
berem (f.i.) 1. üzüm çubuklarının altına konulan çatal ağaç, herek. 2. asma ve kabak çardağı.
berencen, berencîn kadın bileziği, (bkz: ebrencen, sivar).
berend (f.i.) 1. keskin hançer, kılıç, pala gibi âletler. 2. nakışsız ipek kumaş. 3. kılıcın suyu.
berendâhte (f.s.) 1. yükseğe kaldırılmış. 2. üste, yükseğe çıkarılmış.
ber-endâz (f.s.) 1. yukarıya kaldırıp atan, bir yana atan. 2. yok eden.
ber-endâze (bkz: ber-endâz).
berere (a.s. berr'in c.) hayır sahibi olan doğru kimseler, iyilik severler.
berevât (a.i. berât'ın c.) [eskiden] rütbe, nişan ve imtiyaz verildiğini bildiren fermanlar.
berevât-ı şerîfe pâdişâhlar tarafından verilen beratlar.
berf (f.i.) kar. (bkz: sele).
berf-âb (f.b.i.) karsuyu, karlı soğuk su.
berf-âlûd (f.b.s.) kara batmış, kar içinde.
berf-dân (f.b.i.) buzhane, karlık.
berf-dâr (f.s.) karlı.
berfend (f.i.) 1. asker. 2. s. güzel söz. 3. s. derin yer.
berfîn (f.b.s.) kardan, kar ile ilgili.
berf-nâk (f.b.s.) kış yaz karlı olan, karı eksik olmayan.
berf-pâre (f.b.s.) kar parçası.
berfûz, berfûs (f.i.) ağzın dış kenarı, dudakların çevresi.
berg (f.i.) bent, set. (bkz: berig).
berg (f.i.) yaprak.
berg-i bîd bot. 1) söğüt yaprağı; 2) söğüt yaprağı biçimindeki süngü ucu. (bkz: berg--bîd).
berg-i çeşm göz kapağı.
berg-i diraht ağaç yaprağı.
berg-i gül gül yaprağı.
berg-i hâllkârî g. s. altın yaldızla işlenmiş hâlkâr yaprak motifi.
berg-i hazân sonbahar yaprağı.
berg-i ıtrî g. s. çini veya tezhipte kullanılan, kenarları tırtıllı büyük yaprak motifi.
berg-i sebz 1) yeşil yaprak; 2) hediye.
berg-i ter bot. yeşil yaprak.
berg ü nevâ geçinecek şey.
berg ü sâz, berg ü bâr malzeme, gereç, mal, yük. [kelime Farsçada "azık, yiyinti; hazırlık; azm; niyet; takat, kuvvet, ahenk, nağme; dervişlerin bellerine bağladıkları pösteki; Tah-ran'da hamurdan yapılan erişte yemeği" mânâlarına da gelir].
berg ü şâh bot. dal budak.
bergab (f.i.) su bendi, su biriktirilen yer.
bergamân (f.i.) büyük yılan, ejder.
bergâşte (f.s.) yüz çevirmiş.
berg-bîd (f.b.i.). (bkz. berg-i bîd).
bergerde (f.s.) ezberlenmiş, hatırda tutulmuş.
bergeşîde (f.b.s.) 1. çekilmiş, sıyrılmış. 2. tartılmış.
bergeşte (f.s.) tersine dönmüş, ters olmuş, yüz çevirmiş.
bergeşte-ahter (f.b.s.) yıldızı tersine dönmüş.
bergeşte-baht (f.b.s.) fena talih, talihi ters.
bergeşte-hâl (f.a.b.s.) geçimi güçleşmiş, işi bozulmuş, düşkün.
bergeşte-rûz (f.b.s.) günü dönmüş, talihsiz.
berg-rîz (f.b.s.) yaprak döken, sonbahar, güz.
berg-rîzân (f-b.s.) yaprak döken, yaprak dökümü, sonbahar.
bergüstvân (f.i.) at eyerinin altına örtülen sırmalı veya şeritli örtü, haşa. (bkz: gaşiye1, nemed-zîn).
bergüzâr (f.b.s.) hediye, hâtıra, andaç.
ber-güzîde (f.b.s.) seçme, seçkin.
berh (f.i.) 1. parça, az şey, hisse, nasîp. 2. su birikintisi. 3. şimşek. 4. yaş odunun yanarken çıkardığı yaşlık. 5. balık, (bkz: semek).
berhâbe (f.b.i.) 1. minder; döşek, yatak. 2. bir döşekte beraber yatılan kimse.
berhâne (f.b.i.) eski veya harap bulunan büyük ev.
berhâste, berhâst (f.b.s.) kalkmış, ayaklanmış.
ber-hayât (f.a.b.s.) sağ, diri.
berhe (a.i.) müddet, zaman.
berhe min-ez-zemân bir müddet için.
berhem (f.s.) karışık, dağınık, ters.
berhem-hurde (f.b.s.) "çarpışarak" birbirine girmiş.
berhem-zede (f.b.s.) karmakarışık, altı üstüne getirilmiş.
berhem-zen (f.b.s.) karmakanşık eden, altını üstüne getiren.
ber-hevâ (f.a.b.i.) havaya gitmiş, kaybolmuş, uçurulmuş.
berhîhte (f.s.) silâh çekilmiş, hamle edilmiş.
berhîz (f.b.s.) kalkan, sıçrayan, atılan.
berhûd (f.s.) saçmasapan söz.
berhûh (f.i.) sabun.
berhûn (f-i-) l- çember, kemer; dâire, ortası boş nesne. 2. varoş, hisar, duvar ve bostan kenarlarına ve tarla aralarına diken ve çalı-çırpı ile yapılan çit. (bkz. bürhûn). 3. küçük ev, oda. (bkz: berhüyûn).
berhûr (f.i.) hisse, nasip, pay.
ber-hurdâr (f.b.s.) berhudar olan, ınes'ut olan, onan.
berhur-dârî (f.b.s.) berhudar olma, sevinme, onma.
berhûz (f.i.) dağarcık, torba.
berhüyûn (f.i.). (bkz: berhûn).
berî (a.s. berâet'den) salim, kurtulmuş; temiz.
berîa (a.s.) güzelliği ve olgunluğu ile akranından üstün olan sevgili, kadın.
berîcen (f.i.) içinde ekmek pişirilen ocak, fırın, (bkz. benzen).
berîd (a.i.c. berîdân) postacı, haberci, tatar, ulak.
berîd-i cânân sevgilinin habercisi.
Berîd-i felek Satürn gezegeni (Zuhal).
berîd-tayr (a.b.i.) haber kuşu.
berîdân (f.i. berîd'in c.) postacılar, haberciler, ulaklar.
berig (f.i.) bent, set. (bkz: berg).
berîk (a.i.) ışık, parıltı, (bkz: pertev, ziya).
berîke (a.i.) un helvası, (bkz: buruk, habîs, habîsa).
Berîn pek yüksek, en yüce.
Bâd-i berîn tan zamanı esen yel. 2. yarık, yırtık, delik.
berî-üz-zimme (a.b.s.) zimmeti temiz olan, aklanmış.
beriyye (a.i.c. berâyâ) 1. halk, insanlar, yaratık.
Hayr-ül-beriyye Hz. Muhammed. 2. çöl, kır, sahra.
berîzen (f-i-)- (bkz: berîcen).
berj (f.i.) şiddetli kasırga, girdap, su çevrintisi. (bkz: bevj).
berk (a.i.c. buruk) şimşek, (bkz: beve).
Ra'd ü berk gök gürültüsü ile şimşek.
berk-ı hâtıf göz kamaştıran şimşek.
berk-ı şerer-hîz kıvılcım yağdıran şimşek.
berk-ı Yemânî Yemen kılıcı.
berkan (a.i.) şakıma, parıldama.
Berkan (f-'-) kıvırcık tüylü kuzu postu, kürkü.
ber-karâr (f.a.b.s.) kararlı, yerli, daimî, devamlı.
berk-âsâ (f.b.s.) şimşek gibi yakıcı.
berk-âşiyân (a.f.b.s.) yuvası şimşek olan.
berk-efşân (f.b.s.) şimşek saçan.
ber-kemâl (f.a.b.s.) mükemmel.
berkend (f.s.) genç irisi.
berk-endâz (a.f.b.s.) parlayıcı, pırıldayın.
berkende (f.s.) koparılmış, sökülmüş, kökünden çıkarılmış, (bkz: kal'), [kelime Farsça "berkenden" mastarından geliyor].
berkeşîde (f.b.s.) 1. çekilmiş, kınından çıkarılmış; meç. çekilip meydana getirilmiş, ilerletilmiş.
berkıyye (a.s.) 1. ["berkî'nin müen"].
Sür'at-berkıyye şimşek gibi, çarçabuk. 2. i. elektrik.
Seyyâle-i berkıyye şimşek gibi, çarçabuk. 2. i. elektrik
Ahbâr-ı berkıyye telgraf haberleri
berkî (a.s.) şimşek gibi, parlak.
berku' (a.i.) peçe. yüz örtüsü, (bkz: bürka1, bürku').
Berkuk (a.i.) şeftali; kayısı; zerdali.
berm (f.i.) ezberleme, hatırda tutma.
bermâh, bermâhe (f.i.) burgu, (bkz: matkab, miskab).
bermâl (f-i.) dağ tepesi, doruk, (bkz: şahika, zirve).
Bermek (a.h.i.) Harûn-ür-Reşîd zamanında vezirlik eden bir ailenin Hâlit, Yahya, Fâzıl, Cafer adında dört oğlunun soyadı, [bağış, cömertlik örneği tutularak bermekî-meşrep, bermekî-haslet gibi sıfatlar yapılmıştır].
ber-minvâl-i sâbık (a.b.zf.) eskisi gibi. (bkz: kemâ-kân).
ber-mûcib (f.a.zf.) mucibince, gereğince, uyarına göre.
bermûde (f.i.) şey, nesne.
bermûde-i fermûde buyurulan, emredilen şey.
ber-murâd (f.a.b.s.) arzusuna kavuşan, dileğine eren.
ber-mû'tâd (f.a.zf.) alışıldığı, âdet olduğu, her zaman olduğu üzere.
bernâ (f.s.) genç, delikanlı, yiğit.
Pîr ü bernâ ihtiyar ve genç. (bkz: burna, bürnâh, bürnâk).
bernâî (f.i.) gençlik, delikanlılık, tecrübesizlik, toyluk.
bernâme (f.b.i.) 1. mektup başlığı, (bkz: unvan). 2. fihrist. 3. zarfın üzerine yazılan adres.
bernîk (a.i.) zool. su aygın.
berniş (f.i.) l- kann ağrısı, sancı. 2. mafsal ağrısı, romatizma sancısı.
berniye (a.i.c. berânî) 1. büyük küp. 2. küçük horoz.
bernûn (f.i.) Çok ince ipek kumaş; ince tül.
berpâ (f.s.) ayakta, ayak üzerinde, yıkılmamış.
berr (a.i.) kara toprak.
Bahr ü berr deniz ve kara.
berr-i atîk (eski karalar, topraklar) Asya; Avrupa; Afrika.
berr-i cedîd (yeni karalar, topraklar) Amerika; Avustralya.
berr (a.i.c. ebrâr) doğru sözlü, hayır işleyen kimse.
berrâde (a.i.) su soğutmaya mahsus kap, karlık, soğutmaç, (bkz: müberrid).
berrak (a.s.) nurlu, pek parlak, duru, açık.
berrâka (a.i.) 1. nurlu, parlak, güzel kadın. 2. güzelliği birden çarpan kadın.
berrânî (a.s. berr'den) 1. sahra ve kıra ait, yabani. 2. haricî. 3. şer'î hükümlere riâyet etmeyen.
berrât (a.i.) 1. törpü. 2. bıçkı.
berren (a.zf.) kara yoluyla.
berreyn (a.i.c.) (iki kara) Asya ve Avrupa ki talan.
berrî (a.s.) karaya [toprak] ait, kara ile ilgili.
berriyye (a.i.c. berârî) çöl, ova. (bkz: beyaban).
berriyyet-üş-Şâm Şam çölü.
berrüste (f.i.) 1. kavun, karpuz, çayır, çimen gibi dal budak salıp yükselmeyen nebat, bitki. 2. s. meç. rezil, edepsiz, alçak adam.
bers (a.i.) çukur, yumuşak yer.
ber-sâbık (f.a.b.s.) eskisi gibi.
ber-sâm (f.i.) zâtülcenp, satlıcan; fr. pleuresıe.
bersiyâh (f.s.) esmer.
berş (a.f.) 1. afyon şurubu, keten yaprağı ile yapılan bir çeşit müsekkir macun. 2. arzu, gönül isteği.
berş-i rahîkî Rahîkî adlı birinin yaptığı bir çeşit macun.
berşân (f.i.) 1. ümmet. 2. bir peygamberin din ve kitabını kabul ve tasdik eden halk.
bertaft (f.i.) dönüş, büküş; döndü.
ber-taraf (f.a.b.s.) 1. bir yana atılan. 2. z f. şöyle dursun, lâzım değil, ne ise ne. Zenginliği bertaraf insan adamdı.
ber-teng (f.b.i.) 1. at koşumunun sırt kayışı. 2. cübbe veya ferace kuşağı. 3. küçük çocuğu anasının sırtına bağlamaya yarayan göğüs kuşağı.
berter, berterîn (f.b.s.) daha, pek, çok en yüksek, a'lâ, üstün, meziyetli, değerli.
berûmend (f.s.) 1. taze. 2. verimli, faydalı. 3. hisseli, nasipli, isteğine ulaşan.
berûmendî (f.i.) faydalı, menfaati! olma.
berûz (f.i.) kavga, savaş.
Rûz-i be-rûz savaş günü.
bervak (a.i.) sanzambak [çiçek].
bervâr, bervâre (f.i.) 1. havadar mesken, köşk. 2. sayfiye. 3. evin küçük kapısı, arka kapısı.
bervâze (f.i.) gezinti için tertiplenen yemek.
ber-vech (f.a.zf.) olduğu gibi, olarak.
ber-vech-i âtî aşağıda olduğu gibi.
ber-vech-i peşîn peşin olarak, önceden.
ber-vech-i tafsîl tafsilâtlı, teferruatlı olarak.
ber-vech-i tahkik tahkik edilerek, incelenerek.
ber-vech-i yesîr kolaylıkla.
ber-vech-i zîr (bkz: ber-vech-i âtî)
ber-vech-i meşrûh anlatıldığı üzere
ber-vech-i iştirâk ortaklıkla.
berz (f.i.) ziraat, ekim.
ber-vech-i bâlâ yukarıda olduğu gibi.
berzah (a.i.) 1. ince, uzun kara parçası, dar dil [denizde]. 2. s. can sıkıcı yer, veya şey. 3. s. zor, güç. 4. ölülerin ruhlarının kıyamete kadar bulunacakları yer.
berzah-ı belâ içinden çıkılmaz belâ.
berze (f.i.) 1. ipekli kumaş. 2. s. yakışıklı, nâzik. 3. lâtiflik, zariflik. 4. dal, budak. 5. ekin, ziraat.
berzec (a.i.) kadife gibi kumaşlarda beliren pürüz.
herzede (f.s.) toplanılmış, biriktirilmiş, bir araya getirilmiş.
berze-gâv (f.b.i.) çift öküzü, tarla sürecek öküz.
herzen (f-i-) l- sokak; köşebaşı; cadde, mahalle. 2. sahra.
Berzenciyye (f.i.) Kibreviyye tarikatının şubelerinden birinin adı.
berz-gâr, berz-ger (f.b.i.) ekinci, (bkz: fâlih).
berz-gerî (f.i.) çiftçilik, ekincilik, (bkz: fılâhat, harâset, zirâat).
berzîger (s.i.) (bkz: berz-gâr, berz-ger.
berzûg (a.i.) etine dolgun delikanlı. (bkz. burzag2).
bes (f.e.) yeter, yetişir, tamam, kâfi. 2. çok.
be's (a.i.) 1. zarar, ziyan. 2. zahmet, zorluk. 3. azap, şiddet, korku. 4. fenalık. [A-rapçada sıkıntı ve fukaralıktan fena durumda olmak veya savaşta şiddetli harekette bulunmak" mânâlarına gelir].
besâ (f.e.) nice nice, pek çok, hayli.
besâit (a.s. basît'in c.) basit olanlar, sâde şeyler.
besâk (f.i.) sazdan, ağaç dallarından veya türlü türlü çiçeklerden yapılarak bayram ve nevruz günlerinde giyilen başlık, zafer tacı.
besâlet (a.i.) dilâverlik, bahadırlık, kahramanlık, yiğitlik, cesurluk, yararlık, (bkz: şecaat).
besâmet (a.i.) güleryüzlülük, be-sîmlik.
besâre (f.i.) divanhane, sofa, salon.
besâre-nişîn (f.b.s.) sofada oturan; hizmetçi, uşak.
besâret (a.i.) göz açıklığı, derin görüş.
besât (a.i.) ; 1. düz yer. 2. kazan, tencere gibi yayvan kap. [kelime bisât şeklinde de kullanılabilir].
besâtet (a.i.) 1. dilde düzgünlük, serbest söyleyiş. 2. basitlik, düzlük.
besâtet-i arz yer düzlüğü.
besâtîn (a.i. büstân'ın c.) bostanlar, sebze bahçeleri, [cemi' olarak besâtûn şekli de vardır].
besâvend (f.i.) 1. ed. şiir kafiyesi. (bkz. pesâvend). 2. aralarında kesin bir bağ bulunan iki şey.
besbâs (f.s.) herze, saçmasapan [söz].
besbese (a.i.) çok çabuk yürüme.
besek, besdek (f.i.) 1. harman yerinde toplanılan buğday ve arpa demeti. 2. esneme.
besend, besende (f.e.) kâfi, tamam, yetişir, yeter.
be-ser (f.s.) baş üstünde.
be-ser ü çeşm (baş ve göz üstüne) bâşüstüne.
besgûy (f.s.) geveze, çenesi düşük, çalçene.
besî (f.i.) l, çokluk, ziyâdelik, fazlalık. 2. s. birçok.
besîc (f.i.) 1. hazırlık, yol hazırlığı, sefer hazırlığı. 2. yol azığı.
besîm (a.s. besm'den) güleryüzlü, güleç [adam], (bkz. bâsim, bessâm).
besîr (a.s.) çok, birçok.
besîse (a.i.) 1. bir çeşit yemek. 2. un ile yağdan yapılan bir çeşit bulamaç. 3. nifak, iftira, ağız karası.
beskele (f.i.) kapı mandalı, kapı sürgüsü.
besmân (f.i.) bir anlaşmadan sonra rehin olarak bırakılan şey, kaparo.
besme (a.i.) rastık, (bkz: vesnıe).
besmele (a.i.) 1. "Bismillâh-ir-Rah-mân-ir-Rahîm" cümlesinin adı. 2. başlangıç.
besmele-hân (a.f.b.s.) besmele çeken, (bkz: besmcle-keş).
besmele-keş (a.f.b.s.) besmele çeken, "Bismillâh-ir-Rahmân-ir-Rahîm" diyen, (bkz: besmele-hân).
besr, besere (a.i.c. besûr) vücutta çıkan sivilce, ufak çıban.
besere-i habîse karakabarcık denilen ve çıktığı yeri kangren eden öldürücü bir hastalık.
bess (a.i.) 1. dağıtma, yayma, saçma. 2. meydana çıkarma.
bess-i şekvâ şikâyeti meydana çıkarma.
bessâm (a.s.) güler yüzlü, çok gülen adam. (bkz: bâsim, besîm).
Bessâse (a.i.) Mekke-i Mükereme.
best (f.i.) düğüm, (bkz: ukde).
beste (f.i.) 1. muz. şarkının makam ve ahengi. 2. s. kapalı, bağlı; bitiştirilmiş, bağlanmış.
Dil-beste dili bağlı. 3. s. donmuş. 4. Esterâbâd ve Gürgan'da yapılan basma nakışlı ipek kumaş.
beste-dehân (f.b.s.) ağzı kapalı, dili bağlı, sükût eden, susan.
beste-dem (f.b.s.) nefesi tutulmuş.
bestegî (f.b.i.) 1. bağlılık.
Dil-bestegî gönül bağlılığı, açıklığı, (bkz: merbûtiyyet). 2. kapalı olma, kapalılık.
beste-hân (f.b.i.) beste okuyan, şarkıcı.
beste-hisar muz. adı Nasır Abdülbaki'nin Tedkik ve Tahkik'inde geçen makam.
beste-ısfahân muz. İsfahan makamı gibi başladıktan sonra özatışla ırak perdesinde karar veren makam.
beste-kâr (f.b.s.) besteleyen, besteci, kompozitör, f r. compositeur.
beste-leb (f.b.s.) dudağı kapalı; tutuk.
beste-nigâr (f.b.i.) muz. en eski mürekkep Türk makamlanndandır. Husûsî ve orijinal bir kıymet taşıyan bu makam rağbetle kullanılmıştır ve hâlen de kullanılmaktadır. Bilhassa kuvvetli hüzün, ıztırap ve dindarlık mevzularında kullanılabilir. Sabâ makamına Irak makamının pest dörtlüsünün (yâni Irak perdesindeki segah dörtlüsünün) ilâvesinden meydana gelmiştir. Bu dörtlü ile Irak perdesinde durur. Güçlü, birinci derecede kuvvetli olarak kullanılan çargâh do perdesidir ki, sabânın güçlüsüdür. Donanımına sabâ gibi si için koma ve re için bakıyye bemolü konulur. Lâhin içinde icâbeden yerlere sabânın tiz sekizlisi için la bakıyye bemolü ve Irak'ın pest dörtlüsü için de fa bakıyye diyezi ilâve olunur.
Dostları ilə paylaş: |