bed-nesl (f.a.b.s.) soysuz, aslı fena, rezil.
bed-nigâh (f.b.s.) kötü bakışlı.
bed-nihâd (f.b.s.) rezil, aslı bozuk, soysuz.
bed-nijad (f.b.s.) aslı, soyu bozuk, bayağı [kimse].
bed-pesend (f.b.s.) 1. kötülüğü metheden, kötülüğü beğenen. 2. müşkülpesent, güçbeğenir.
bed-peymân (f.b.s.) andında, sözünde durmayan, sözünün eri olmayan.
Bedr (a.h.i.) Hz.Muhammed'in dinsizlerle çarpıştığı Mekke ile Medine arasında' bir yer olup, bu savaşa "Bedir Gazası" denir.
bedr (a.i.) ayın on dördüncü gecesi, dolunay.
bedr-i bülend ayın ondördü.
bedr-i kâmil ayın ondördüncü gecesi.
bedr-i münîr parlak dolunay.
bedr ü kemâl bir yazı stili.
bed-râh (f.b.s.) fena yola sapan.
bed-râm (f.s.) 1. sert başlı at. 2. zf. dâima. 3. hoş, lâtif, yakışıklı, süslü.
bed-rân (f.b.s.) 1. işleri kötü idare eden. 2. çapkın [kadın]. 3. orospu.
bed-rây (f.b.s.) kötü düşünceli.
bedre (a.i.c. bider) 1. kuzu, oğlak derisi. 2. içi altın dolu kese. [beşyüz kuruşa eskiden "kese" denilirdi], (bkz: bedri).
bed-reftâr (f.b.s.) hareketi, gidişatı fena olan.
bed-reg (f.b.s.) aslı kötü, huysuz, kötü damarlı [insan ve hayvan].
bedreka (f.i.) yol gösteren, kılavuz, delil. (bkz. bezreka).
bed-reng (f.b.s.) açıkla, koyu arasındaki kirli bir renk.
bedri (f.i.) 1. içi altın dolu kese. (bkz: bedre2). 2. erkek adı.
bedriyye (a.s.) 1. [bedri kelimesinin müen.]. (bkz. bedri). 2. i. kadın adı.
Bedriyye (a. h. i.) Sühreverdiyye tarikatının altı şubesinden biri [öteki şubeleri Zeyniyye, Bahâiyye, Kemâliyye, Ahmediyye, Necîbiyye'dir].
bedrûd (f.i.) veda, esenlik, esenleme. (bkz. bidrûdj.
bed-sigâl (f.b.s.) fena düşünceli, herkes hakkında kötü söyleyen.
bed-sîret (f.a.b.s.) kötü huylu, ahlâksız.
bed-sirişt (f.b.s.) tabiatı, yaradılışı kötü
bed-sûret (f.a.b.s.) hâli, tavrı, biçimi kötü.
bed-şükûn (f.b.s.) uğursuz.
bed-tâli' (f.a.b.s.) talihi kötü, talihsiz. (bkz: şûr-baht).
bed-tedbîr (f.a.b.s.) fena istekli, niyeti bozuk.
bed-ter (f.b.s.) daha kötü, çok kötü, beter.
bed-tıynet (f.a.b.s.) yaratılışı, tabiatı fena olan, soyu bozuk, bayağı adam. (bkz. bed-sîret).
bedûat (a.i.). (bkz. bedâat).
bedûh (a.i.) mektup zarflarının üstüne yazılan aslı meçhul bir kelime. Bunun yerine "ebced" hesabına göre karşılığı olan (2,4,6,8) sayılan da kullanılır.
be-dûş (f.e.) omuza, omuzda.
Abâ-be-dûş abası omuzunda, serseri.
Dûş-be-dûş omuz omuza.
bed-üslûb (f.a.b.s.) tavrı, gidişi kötü.
bed-zebân (f.b.s.) 1. ağzı pis, ağzı bozuk. 2.1. kötü dil.
bed-zehre (f.b.s.) korkak, yüreksiz, ödlek.
befm (f.i.) keder, tasa, iç sıkıntısı, [kelime "befem" şeklinde de kullanılır].
befş (f.i.) azamet, debdebe.
beft (f.i.). (bkz: zer-beft).
beftere (f.i.) avcılar tarafından kullanılan alıştırılmış kuş.
befterî (f.i.) sık dişli çulha tarağı, tezgâha mahsus ağaç tarak, (bkz. kefterî).
beganûş ("ga" uzun okunur, f.i.) eşkin, yürük at ve katır.
begas (a.i.c. bagsân) 1. lori [veya "lûri" kuşu [avcı olmadığı için adî, değersiz kuşlar arasında adı geçer]. 2. kartal; karga; doğan gibi hayırsız ve zararlı kuşlar, (bkz. bigas, bügas).
begayâ ("ga" uzun okunur, a.i.c.) askerlikte keşif kolu takımı.
begayet ("ga" uzun okunur, a.zf.) pek çok, aşın, son derecede, pek ziyâde.
begend (f.i.) 1. kümes, folluk. 2. yuva. (bkz. âşyân).
beğnek (f.s.) kuyruğu kesik, güdük [hayvan].
Begter (f.i.) eskiden kullanılan zırhlı elbise.
behâcet (a.i.) güzellik, güzel yüzlü oluş.
behâim (a.i.). (bkz. behîme). ;
be-hakkı (f.a.z.) hakkı için.
be-hakkı Hudâ Allah hakkı için.
Behâiyye (a.i.) Sühreverdiyye tarîka-tinin altı şubesinden biri. [öteki şubeleri Bed-riyye, Zeyniyye, Kemâliyye, Ahmediyye, Necîbiyye'dir].
behak (a.i.) insanın derisinde pul pul beyazlık ve alaca bir renk meydana getiren bir çeşit hastalık, (bkz: behek).
behâmîn (f-i-) bahar mevsimi.
behas (a.i) susama, (bkz: atş).
behatt (a.i.) sütlâç, süt lapası.
behbûd (f.i.) iyilik, sağlık, sıhhat.
behc (a.i.) keyfi her zaman yerinde olan [adam].
behcet (a.i.) 1. sevinç. 2. güzellik, güleryüzlülük, şirinlik. 3. erkek adı.
behdel (a.i.) 1. sırtlan yavrusu. 2. erkeğin memeleri büyük olma.
behek (f.i.). (bkz. behak).
behem (f.zf.) toplu, birarada, hep bir yere, hep bir yerde, (bkz: bâhem).
behem-ber-âmden (f.b.m.) 1. birikmek, toplanmak. 2. meç. kızmak, müteessir olmak.
be-heme-hâl (f.a.zf.) her halde, elbette, nasıl olursa olsun, mutlaka.
behem-zede (f.b.s.) cemiyeti dağıtmış, topluluğu bozmuş.
beher (f.b.s.) her, her bir, her biri.
be-her-hâl (f.a.zf.) her halde, mutlaka.
beher-mâh (f.b.i.) her ay.
behet (f.i.) 1. sütlâç. 2. Memûniye denilen ve pirinç unu ile pişirilen helva. [Abbasî halîfelerinden "el-Me'mûn" un çok sevdiği bir yemek olduğu söylenir].
behhâs (a.s.). (bkz. bahhâs).
behîc (a.s. behcet'den) şen, güzel, güleryüzlü [adam].
behîce (a.s.) 1. şen, güzel; güleryüzlü [kadın]. 2. kadın adı.
behîle (a.s.). (bkz. behîre).
behîm (a.i.) l. düz siyah şey, alacasız hayvan. 2. dik, pürüzsüz ses.
behîme (a.i.c. behâim, behâyim) dört ayaklı hayvan.
Behîmî (a.s.) hayvana mensup, hayvanlık, hayvanı.
behîmiyyet hayvanlık hâli, fr. hebetude.
behîr (a.s.) 1. nefesi sıkışıp çok soluyan [adam]. 2. göğüs darlığı hastalığı dolayısıyla solumaktan yol yürüyemeyen [adam].
behîre (a.s.) l şişmanlık dolayısıyla yürürken soluyan [kadın]. 2. hayır ve iyilik seven, soyu temiz [kadın], (bkz: behîle).
behişt (f.i.) cennet, uçmak, (bkz: adn, bihişt, fırdevs).
behişt-i dünyâ (dünyâ cenneti) yerdeki cennet = Semerkand vadisi, Şam ovası; Basra civan v.b.)
behişt-i gümgeşt kaybolmuş cennet.
behişt-âşiyân (f.b.s.) meskeni' cennette olan (= merhum).
behişt-hırâm (f.b.s.) cennete gitmiş.
behiştî (f.i.) behişte mensup, cennetlik,
behiştî-rû (f.b.s.) huri gibi güzel yüzlü.
behişt-nişîn (f.b.s.) cennette oturan.
behişt-sîmâ (f.a.b.s.) cennet gibi güzel yüzlü.
behişt-zâr (f.i.) cennet gibi yer.
behîte (a.i.) iftira, yalan söz.
behiyye, behî (a.s. behâ'dan) güzel.
Hediyye-i behiyye güzel hediye.
idâre-i behiyye güzel idare.
behkele (a.i.) narin, ince ve güzel vücutlu kız, sevgili, (bkz: behkene).
behken (a.s.) güzel ve gösterişli genç [erkek].
behkene (a.s.). (bkz. behkele).
behkeşe (a.i.) emir ve işte çabukluk, bir işi çabuk görme ve tutma.
behl (a.i.) 1. lanet, nefret. 2. s. az şey, az su.
behle (f.i.) kalın kuşçu eldiveni.
behlel (a.s.) abes, bâtıl, beyhude, boş, boşuna, (bkz. bühlel).
behlûl (a.s.) 1. çok gülen, çok gülücü. 2. hayır sahibi, çok iyi adam [Arapça'da fasîhi bühlûl dür], (bkz. bühlûl).
Behlûl (a.h.i.) Harûn-ür-Reşîd'in kardeşinin adı olup, delice hareketleriyle meşhur olmuştu.
behmân filan, filanca, (bkz: bâhmân).
behmâr (f.zf.) çok ziyâde, fazla.
behme (a.i.c. bühüm, bihâm ; c. c. bihâmât) 1. kuzu. 2. oğlak. 3. buzağı. 4. keçi otu. (bkz: bühme).
behmen (f.s.) 1. zekî, anlayışlı, kavrayışlı. 2. tedbirli. 3. i. bot. turpa benzeyen ve "kavza kökü" denilen bir ot.
Behmen (f.h.i.) îran hükümdarlarından Isfendiyâr'ın oğlu Erdşîr'in lâkabı.
beh-nâme (f.b.i.) . (bkz. bâh-nâme).
behnân (a.i.) l- güleç, güler yüzlü, iyi huylu ve dâima gülen adam. 2. erkek adı.
behnâne 1. güler yüzlü, iyi huylu ve dâima gülen kadın. 2. kadın adı.
behnâne (f.i.) 1. maymun. 2. beyaz pide. [doğrusu pehnâne'dir].
behne (a.s.) yumuşak [yer].
behneke (a.s.) şişmanca ve vücudu güzel kadın.
behnes (a.s.) sakîl, kaba, çirkin [adam].
behr (a.i.) 1. uzaklık, mesafe. 2. felâket. 3. ümidin boşa çıkması.
behrâ (f.zf.) onun için, ondan dolayı.
behrâm (f.i.) 1. Merih yıldızı. 2. Acem pehlivanlarından birinin adı. 3. Iran hükümdarlarından bir kaçının adı ki en meşhuru , yaban eşeği avına pek düşün olan "Behrâm Gür" dur.
behrâme (f.i.) 1. yeşil elbise. 2. (bkz: behrâmec).
behrâmec (a.i.) 1. her renkte olan leylâk çiçeği. 2. çiçeği kokulu olan bir cins söğüt ağacı.
behrâmen (f.i.) 1. bir nevi kırmızı yakut. 2. ipekten dokunmuş güzel bir kumaş. 3. asfur çiçeği, kırmızı gül. 4. kadınların kullandıkları allık, kırmızı düzgün.
behrâm-tel (f.i.) Behrâm Çubî'nin kestiği başlardan yaptırdığı minare.
behre (f.i.) hisse, pay, kısmet, nasip.
behre-ber (f.b.s.) şerik, ortak.
behre-berî (f.b.i.) şeriklik, ortaklık.
behrec (a.s.) 1. faydasız, işe yaramaz şey. 2. arzuya bırakılmış şey, iş. 3. eksik veya ayan bozuk para.
behre-dâr (f.b.s.) behreli, hisseli, paylı, (bkz: behre-mend).
behre-dârî (f.b.i.) behrelilik, pay-hhk.
behrek (f.i.) 1. çok çalışmadan dolayı el ve ayak derilerinin sertleşmesi. 2. yaralardan gelen irin.
behrem (a.i.) asfur çiçeği, kırmızı gül. (bkz: behrâmen).
behremân, behremen (f-i-) (bkz: behrâmen).
behreme (a.i.) 1. çiçeğin göz alıcı güzelliği ve parlaklığı. 2. Hindlileriıı ibâdeti. 3. saç ve sakalı kına ile boyama.
behreme (f.i.) burgu, (bkz: nıatkab, miskab).
behremend (f.b.s.) behreli. hisseli, (bkz: behre-dâr).
behre-mendî (f.b.i.) behremendlik, behrelilik.
behrever (f.b.s.) hisse ve nasibini almış.
behre-yâb (f.b.s.) hisse ve nasîbi olan.
behs neşe ve güleryüzle karşılama. 2. cür'et, yılmamazlık. 3. s. kahraman, yiğit [adam].
behsûs (a.s.) bir miktar, az şey.
beht (a.i.) şaşkınlık, hayranlık,
behte uğramak şaşakalmak, donakalmak, (bkz: mebhût olmak).
behtere (a.i.) yalan söyleme.
Behûriyye-i halvetiyye (a.b.i.) Ramazâniyye-i Halvetiyye şubelerinden birinin adı. [kurucusu Şeyh Muhammed-ül-Behûrî-yür-Rûmî'dir. Edirneli olup Alî-yür-- ûmî'den hilâfet almıştır, (d. ? - ö. 1039 (1629/1630)].
behût (a.i.c. bühüt) duyanları hayrete düşüren iftira, yalan.
be-hükm (a.zf.) hükmünce, hükmüyle.
behv (f.i.) 1. köşk. 2. sofa. 3. salon. 4. cumba. 5. çardak.
behv, behve (a.i.) 1. misafir odası. 2. yer altında hayvan ağılı, [bu iki mânâdaki c. "ebhâ, bühüvv" gelir], 3. geniş meydan, yer. 4. göğsün içi, boğazdan mideye kadar olan aralık. 5. rahim ile mahrecinin arası.
behz (a.i.) 1. şiddetle göğse vurma, ileri kakma. 2. Benû Selim kabilesinden bir cemâatin ismi.
beis (a.i.). (bkz. be's).
bejendî (f.i.) geçim darlığı.
bejmân (f-i-) l. hüzünlü, kederli, yaslı. 2. yırtık, dökük, pejmürde.
beka ("ka" uzun okunur, a.i.) devam, sebat, evvelki hal üzere kalmak, bâkilik.
beka-yı şöhret şöhretin bekası, iyi nâmın kalması.
bekâm (f.s.) maksat ve meramına ulaşan.
bekâm olmak ermek, kazanmak ve maksadına ulaşmak, (bkz: nail olmak).
bekâmet (a.i.) dilsizlik, fr. alalie. (bkz: bikâmet).
bekâr (a.s.) hiç evlenmemiş, ergen [kimscj.
bekâret (a.i.) erkek görmemiş kızın hâli, kızlık, kızoğlan kızlık, (bkz. bikr).
be-kavl (a.f.zf.) dediğine göre, sözüne göre.
be-kavl-i âri' kanunu koyana göre.
be-kef (f.a.zf.) el içinde, avuçta.
bekîl (a.s.) yakışıklı, süslü delikanlı, genç.
bekîm (a.s.) dilsiz [adam], (bkz. ahras, ebkem).
Bekke (a.h.i.) Mekke'nin eski adı. (bkz: Mekke).
Bekkem (f.i.) kırmızı boya ağacı, (bkz bakkam).
bekre (a.i.) l . kuyu vesâirede kullanılan çark, çıkrık, makara. 2. mafsallarda makara şeklinde bulunan oyuklu kemik.
bekrevî (a.s.) makara şeklinde olan [kemik ve sâire].
bekrî (a.i.) 1. erken, sabah. 2. s. çok içki içen, içkiye düşkün adam, sarhoş.
Bekriyye-i Halvetiyye (a. b.i.) Karabâşiyye-i Halvetiyye şubelerinden biri. Mustafa Bekri tarafından kurulmuştur. Mustafa Bekri 1099 (1687-1688) de Kudüs'te doğmuştur.
beksimat (f.i.) katı ekmek, peksimet, pesmet.
bektâş (f.i.) akran, eş. (bkz: küfv, muâdil).
bektaşlık müsâvîlik, eşitlik.
Bektâşî (a.h.i.) Hacı Bektâş Velî tarikatına mensup olan kimse.
Bektâşiyân (f.i. bektâşi'nin c.) 1. Bektâşiler. 2 . yeniçeriler.
bekûrî (a.i.) ilk doğan çocuk, ilk evlat.
bekûriyyet (a.i.) ilk evlâtlık.
be-küsiste (f.b.s.) 1. kopmuş, kopuk. 2 . çözülmüş, çözük, gevşek; düşük.
bel' (a.i.) 1. yutma, yutulma.
bel'-i lokma lokmanın yutulması. 2. emme.
bel (a.e.) belki.
bel (f.i.) ökçe.
belâ (a.e.) evet, hayhay, pekî.
Kalû-belâ evet dediler, (bkz: ârî, belî).
belâ (a.i.c. belâya) gam, keder, musibet, âfet, ceza, gayet zor iş, büyük gaile.
belâ-yı berzah iki belâ arasında berzah gibi olan yer.
belâ-yı hilkat yaratılış belâsı.
belâ-yı nâgâh apansızın gelen belâ.
belâ-yı siyâh (kara belâ) meç. acı olan hâdiseler, olaylar.
belâbil (a.i. belbâl'in c.) vesveseler, telâşlar, tasalar, kuruntular.
belâbil (a.i. bülbül'ün c.) bülbüller, (bkz: anadil).
belâde, belâd (f.s.) 1. kötü kimse, günahkâr, müzevir. 2. fena şey. (bkz: bilâ-de).
belâdet (a.i.) izansızhk, akılsızlık, sersemlik, budalalık, fr. abrutissement, apathie.
belâdır, belâdûr (f.i.) 1. [kadınların kullandığı], altın, gümüş, elmas, yakut, zümrüt gibi süs eşyası; gelin tacı. [belâdûr Araplarda "habbülfehm" denilen ve ilaç olarak kullanılan Hindistan'da yetişir bir meyva]. 2. belâ savmak için verilen sadaka.
belâ-dîde (a.f.b.s.) belâ görmüş, belâya çatmış.
belâg (a.i.) 1. yetiştirme, eriştirme. 2. yetiştirilen söz, şey.
belâg-ul-mübîn ilâhî teblîgat, Kur'ân-ı Kerîm.
belâgat (a.i.) 1. iyi, güzel, pürüzsüz söz söyleme, uzdillilik. 2. ed. sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve adamına göre söylenmesini öğreten ilmin adı. (bkz: beyân).
belâgat-fürûş (a.f.b.s.) uzdillilik taslayan.
belâgat-fürûşâne (a.f.zf.) uzdillilikle, uzdilli olana yakışacak surette.
belâgat-fürûşî (a.f.b.s.) belagat füruşluk, uzdillilik.
belâgat-perdâz (a.f.b.s.) iyi ve düzgün söz söyleyebilen.
belâhet (a.i.) bönlük, alıklık, kalın kafalılık.
belak (a.i.) ayaklan alacalı olan at.
belâ-keş (a.f.b.s.) belâ çeken, eziyet ve sıkıntı çeken.
belâ-keşîde (a.f.b.s.) belâ çekmiş.
belâkîk (a.i. bülukka'nın c.) çöller, düz ovalar.
belâl (a.s. ve i.) su gibi ıslatan, ıslatış, ıslaklık, [kelime bilâl şeklinde de kullanılır], (bkz: bilâl).
bel'am (a.s.) 1. terbiyesiz, aç gözlü, pisboğaz, obur. 2.i. Hz. Musa hakkında israillileri kandırarak fena söylediğinden dolayı tanınmış olan "Bel'am bin Bâurâ" adında israil kabilesinden bir zâtın adı.
belârek, belâlek (f.i.) 1. cevherli, iyi su verilmiş çelik, kılıç; kılıcın cevheri ve menevişi. 2. ok mahfazası, temreni.
belâ-senc (a.f.b.s.) belâ tartan.
belâyâ (a.i. beliyye'nin c.) felâketler, gamlar, kederler, tasalar.
belâ-zede (a.f.b.s.) belâya uğramış.
belbâl, belbâle (a.i.c. belâbil) vesvese, telâş, tasa, kuruntu, (bkz: belibil).
belbûs yabani soğan, sar-mısak, dağ soğanı. 2. bir çeşit haşhaş.
belde (a.i.c. bilâd, buldan) şehir, kasaba, memleket.
Belde-i Tayyibe Medîne-i Münevvere.
be-leb (f.b.zf.) dudakta.
Can-be-leb canı dudakta, ölecek halde.
beled (a.i.) şehir, memleket.
Beled-ullah, Beled-ül-Emîn Mekke-i Mükerreme.
beledî (a.s.) 1. şehirli, memleketli. 2. i. bir çeşit yerli kumaş, cilt bezi.
belediyye (a.i.) belediye, bir şehrin temizliğine, bayındırlığına ve intizâmına bakan dâire.
beleh (a.i.) bönlük, ahmaklık.
belel (a.i.) 1. yaşlık, ıslaklık. 2. s. hastalıktan iyileşen. 3. zafer. 4. mihnet, keder. 5. düşkünlük. 6. mücâdele, kavga.
belend (f.s.) 1. (bkz: bülend). 2. kapı pervazı ve çerçevesi, (bkz: belendîn).
belendîn (f.i.) kapı pervazı, pencere çerçevesinin alt tahtası, (bkz: belend2).
belensem (a.i.) katran.
belesân (f.i.) bot. pelesenk ağacı, balsama ve bu ağacın yağı.
belham (a.i.) saban [çiftçilikte].
belî (f.e.) evet. [Arapçadan Farsçalaş-tınlmıştır]. (bkz: ârî, belâ).
belîd (a.s. belâdet'den) iz'ansız, ahmak, sersem, budala, bön.
beliğ (a.s. belâgat'den c. bülega) 1. fasîh, düzgün söz söyleyen. 2. fasîh, düzgün [söz veya eser].
belîg-âne (a.f.zf.) beliğcesine, fasîh ve düzgün olarak.
belîha (a.s.c. bilâh) arkası büyük, geniş olan kadın.
belîl (a.s.) 1. yağmurlu, serin rüzgâr. 2. ıslanmış şey.
beliyyât (a.i. beliyye'nin c.) felâketler, kederler, gamlar, kasavetler, tasalar.
beliyye (a.i.c. belâya, beliyyât) felâket, keder, kasavet, tasa. (bkz. belvâ).
belka' ("ka" uzun okunur, a.s.) alaca, alaca bacaklı [at].
belka' (a.s.) tenha [çöl], harap ve boş [yer].
belki (f.e.) ihtimâl, umulur, olabilir, ne bilirsin, hattâ.
bell (a.i.) ıslatma.
bellûa (a.i.) 1. küçük aptest bozulacak yer. 2. suların lağıma akmasına mahsus delikli taş.
bellût (a.i.) pelit ağacı, meşe palamudu.
bellût-ül-arz bot. yer palamudu.
belmâ, belme (f.s.) faydasız, iri, kaba şey.
belmâ-rîş (f.b.s.) kabasakal, ahmak.
belme-rîş (f.b.s.). (bkz. belmâ-rîş).
belsemî pelesenk yağı ile "ilgili.
belsemiyye (a.i.) bot. kınaçiçeğigil-ler, fr. balsaminees.
beltem (a.s.) peltek [adam].
belû' (a.s. bel'den) çok yiyici, (bkz: ekûl).
Belûcî (f.h.i.) Belûcistanlı.
belûl (a.i.) kurtulma, hastalıktan kurtulma, (bkz: bülûl), [kelime "kesb-i belûl" veya, "-bülûl" şeklinde kullanılır].
bel'ûm (a.i.) [doğrusu bül'ûm'dur]. (bkz. bül'ûm).
belûs, bülûs (f.i.) l- hîle, yalan, dolan. 2. s. hîleci. 3. tevazu.
belût (a.i.) bot. 1. meşe ağacı. 2. meşe ağacı meyvası, palamut.
belûtiyye (a.i.) bot. palamutlar.
belvâ (a.i.) keder, gam, tasa, felâket, ıztırap. (bkz. beliyye, bilye).
belvâje (f.i.) şişe [nazımda "belvâre" olarak da kullanılır].
belvâye (f.i.) kırlangıç.
belvâz (f.i.) çıkıntı, duvardan dışarı çıkan direk ucu.
belyâd (f.i.) nakışsız, sâde kostüm.
bemm (a.i.) 1. muz. kanun, tambur gibi çalgılara takılan tel.
Zîr ü bemm en ince ve en kalın tel. [nazımda bem şeklinde kullanılır]. (bkz. bâm2). 2. pes perde.
ben (f.i.) 1. harman, ekin. 2. bağ. 3. çitlenbik.
benâbe (f.i.) defa, nöbet.
benâdık (a.i. bunduk'un c.) 1. yuvarlak, kurşunlar. 2. fındıklar.
benâdir (a.i. bender'in c.) ticâret yerleri, ticâret iskeleleri, [kelime Farsçadan Arapçalaştınlmıştır],
be-nâm (f.b.s.) namlı, ünlü, meşhur.
benâm (a.i.) parmak ucu.
benân (a.i.) parmaklar, parmak uçları.
Müşar-ün-b'il-benân parmakla gösterilir, meşhur, [bâzan "el" mânâsına da gelir].
benât (a.i. bint'in c.) 1. kızlar. 2. kuklalar, bebekler.
benât-ı Havvâ kadın kısmı, kadınlar.
benât-ı na'ş 1) naaş kızları. 2) astr. Dübb-i Ekber denilen yıldız kümesinin kuyruğunun ucunda bulunan kümenin en sönük yıldızı, lât. eta Ursus Majoris; fr. benetnash; ing. Alkaid.
benât-ül-lahm etli, semiz kızlar.
benâver (f.i.) iri çıban, kan çıbanı.
benbek (a.i.). (bkz: bünbek).
benbel (f.s.) 1. ekşi şey. 2. ekşi elma.
benc (a.i.) "ban otu" denilen, uyku verici ve gözbebeğini açan bir ot. (bkz: beng). ["bene", "beng"in Arapçalaştınlmasıdır].
bend (f.i.) 1. bağ, yular, rabıta, bağlama.
bend-i âhenîn (demir bağ) kelepçe.
bend-i dil gönül bağı, alâka, ilgi, sevgi. 2. birini emri altına alma. 3. boğum, mafsal. 4. makale, fıkra, madde. 5 . su biriktirmek için iki dağ arasında yapılan set, baraj. 6. su mecrası için yapılan kemer. 7 . s. bağlayan, bağlanmış, bağlı. 8. e d. başından sonuna kadar aynı vezinde bir çok beyitli parçalardan meydana gelen ve kısım kısım, gazel tarzında kafiyeleri değişen manzumelerin her bir parçası, (bkz: tercî-i bend, terkîb-i bend).
bend-i hisâr muz. sûz-i dil, pûselik ve sultanî yegâh makamlarından mürekkeptir. Yâni bir nevi hüseynî geçkisiz ve sonuna sultânî-yegâh ilâve edilmiş hisâr-pûselik'tir. Makam, sultânî-yegâh ile yegâh perdesinde kalmaktadır. Güçlü birinci derecede sûz-i dil'in durağı ve pûselik'in güçlüsü olan hüseynî mi, ikinci derecede pûselik'in durağı ve sultânî--yegâh'ın güçlüsü olan dügâh la dır. Evvelâ sûz-i dil'de uzunca bir müddet durulduktan sonra müşterek seslerden ve sûz-i dil'in durağı, aynı zamanda pûselik'in güçlüsü olan hüseynî perdesinden istifâde edilerek, sûz-i dil'in re perdesi bekarlaştırılmakta ve sonra, pûselik'in re şeddi yapılarak, sultânî-yegâh icra edilmektedir. Makam umumiyetle inicidir. Donanımına sûz-i dil gibi sol ve re bakıyye diyezleri konulur. Pûselik için re bekar, sultânî-yegâh için de sol bekar, re bekar, si bakıyye veya küçük mücenneb bemolü, do bakıyye diyezi lâhin içinde ilâve edilir.
bend ü belâ gönül bağlılığı ve bundan doğan eziyet.
bendaka (a.i.) 1. hiddetli bakma, sert bakış. 2. bir şeyi fındık gibi ufaklama.
bende (f.i.c. bendegân) 1. kul, köle, bağlı, (bkz. abd).
bende-i direm harîde para ile satın alınmış köle.
bende-i efgende düşkün köle.
bende-i halka-begûş kulağı halkalı köle, esir. meç. itaatli.
bendeferman ferman kölesi, emir kulu.
bende-i üfkende vurgun kul.
bende-i hirîde satın alınmış köle. 2. intisâbeden, taraftar.
bende-niz [eski nezâket dilinde] köleniz.
bende-gân (f.i. bende'nin c.) 1. kullar, köleler. 2. pâdişâh hizmetinde olanlar.
bende-gî (f.b.i.) 1. bendelik, kulluk, kölelik, (bkz. ubûdiyyet). 2. bendeye mensup, köleye ait.
bende-hâne (f.b.i.) [eski nezâket dilinde] köle evi, kölenizin evi (= bizim ev). (bkz. çâker-hâne).
bendek (f.i.). (bkz. bendeş).
bendene (f.i.) esvabın bâzı yerlerine dikilen düğme, kopça, (bkz: bendime, bendîme, bendine).
bende-nuvâz (f.b.s.) kölesini, kulunu, adamını taltif eden.
bende-nuvâzâne (f.b.zf.) bende-nuvâzcasına, öyle muamelede bulunan kimseye lâyık bir şekilde.
bende-perver (f.b.s.) kul, köle, adam besleyici.
bende-perverâne (f.b.zf.) bende-pervercesine.
bende-perverî (f.b.i.) köle besleyicilik; iyi muamelede bulunma.
bender (f.a.i.c. benâdir) ticâret yeri, işlek ticâret iskelesi.
benderek (f.i.) küçük iskele, liman ve boğaz ağzına yapılan küçük kale, mendirek.
bender-gâh, bender-geh (f.b.i.) işlek iskele, liman, şehir.
benderz (f.i.) çuvaldız.
bendeş (f.i.) atılmış pamuk yumağı, eğrilmek için hazırlanmış pamuk parçası, (bkz. bendek).
bende-zâde (f.b.i.) köle çocuğu. meç. çocuğunu onun kölesi yerinde tutup mütevazı muamelede bulunan.
bendî (f.i.) esir, köle.
bendîde (f.b.s.) 1. bağlı, bağlanmış. 2. esir, köle olan.
bendime, bendîme (f.i.) 1. düğme, ilik. 2. esvap yakasına ve kollarına açılan ufak delik, (bkz. bendine).
bendîne (f.i.) . (bkz. bendene, bendime, bendîme).
bendiş (f.i.) altın ve gümüş üzerine işlenilen nakış, savat.
bend-rûg (f.b.i.) cetvel, kanal, su bendi, tarla ve bostan kenarlarına suyun akıntısını kesip havuz gibi birikmesi için yapılan setli çukur.
bendukî (a.i.) keten bezinin en iyisi.
bene (f.i.) ince urgan, palamar, ip.
benefsec (a.i.) menekşe, (bkz: menefşe).
benefsenciyye (a.i.) bot. menekşegiller, fr. violacees.
benefş, benefşî (f.s.) mor renk, menekşe rengi.
benefşe (f.i.) 1. menekşe, (bkz: benefsec). 2. s. mor.
benefşe-gûn (f.b.s.) menekşe renkli, gökyüzü.
benefşe-zâr (f.b.i.) menekşelik,menekşe tarlası.
benek (f.i.) atlas zemin üzerine sırma işlemeli bir nevî kumaş.
benek-i büzürg eski kumaşlarda bulunan dairevî bir motifin adı.
benes (a.i.) kötülükten, fenalıktan kaçınma, çekinme.
benevî (a.s.) oğula mensup, oğul ile ilgili.
benevre (f.i.). asıl, esas, temel.
beng (f.i.) 1. afyon gibi uyuşturucu ve keyif verici "ban" denilen bir nebat ve bunun tohumu, esrar, (bkz: bene). 2. küçük çitlen-bik. 3. atlas üzerine işlenmiş sırma çiçekli bir nevî kumaş.
Dostları ilə paylaş: |