cem (a.i.) 1. hükümdar, şah. 2. Şark mitolojisinde şarap ve içkinin icatçısı. 3. Süleyman Peygamber'in lâkabı. 4. Büyük iskender'in lâkabı. 5. karikatürist Cem tarafından istanbul'da yayımlanmış haftalık bir gazete.
cem' (a.i.c. cumû) l . toplama, yığma. 2. birden fazla insan, hayvan ve eşyayı gösteren isim. 3. a. gr. çoğul.
cem'-i müennes gr. müfredinin şeklini bozmadan, sonundaki müennes alâmeti olan e (t) kaldırılıp yerine at getirilir müslime (t), müslimat... gibi.
cem'-i mükesser (kırık cemi) a. gr. cemi yapılacağı zaman müfredinin şekli bozularak yapılan cemi. kitab, kütüb.. gibi.
cem'-i müzekker a. gr. müfredinin şeklini bozmadan sonuna în, ün getirilerek yapılan cemi müslimîn, müslimûn.. gibi.
cem'-i sahîh (salim) a. gr. sağlam cemi' mânâsında kullanılan bir cemî olup, bu cemî yapıldığı zaman müfredinin şekli bozulmaz, iki türlüdür cemi müzekker, cemi müennes. 4. mat. toplam.
cem'ül-cem cem'in cem'i.
cemâat (a.i. cem'den. c. cemâat) 1. insan topluluğu, (bkz: ma'şer). 2. imamın arkasında namaz kılanlar.
cemâat (a.i.c. cemâat'ın c.) 1. insan toplulukları. 2. imamın arkasında namaz kılanlar. 3. bir mezhepten olan topluca halk. 4. tar. Yeniçeri teşkilâtında birkaç odadan meydana gelen kısım.
cemâat-i çilingirân-ı hâssa tar. saraydaki çilingirlik işlerini yapmakla görevli sanatkâr zümresi.
cemâat-i hademe-i ehl-i hiref tar. saray işlerini görmek için görevlendirilmiş sanatkârlar zümresi.
cemâat-i mücellidân-ı hâssa tar. saraydaki kitapları ciltlemekle görevli sanatkârlar zümresi.
cemâd (a.i.c. cemâdât) taş gibi cansız olan şey.
cemâdât (a.i. cemâd'ın c.) cansızlar.
cemâdî (f.s.) ruhu olmayan, cansız cisim.
cemâdiyet cansızlık.
cemâdiyyet (a.i.) cansızlık, ruhsuzluk, donukluk.
cemâh (a.i.) baş sertliği, narinlik [atta].
cemâhîr (a.i. cumhûr'un c.) cumhurlar, cumhuriyetler, cumhûrluklar.
cemâhîr-i müttehide birleşik devletler.
cemâl (a.i.) 1. yüz güzelliği.
Arz-ı cemâl yüz gösterme, görünme. 2. erkek adı.
cemâli (a.s.) güzellikle, kusursuzlukla ilgili.
Cemâliyye (a.h.i.) Halvetiyye ve Uş-şâkiyye tarikatları şubelerinin adlan. [Cemâ-lüddîn-i Aksarâyî neslinden olan Mehmet Ha-mîdüd-dîn-ül Cemâli tarafından kurulmuştur].
Cemâliyye-i sâniye-i halvetiyye tas. Uşşâkıyye-i Ahmediyye şubelerinden birinin adı olup Edirneli Şeyh Mehmed Cemâleddin efendi tarafından kurulmuştur.
cemâl-ullah (a.it.) Allah'ın lütfü.
cem'an (a.zf.) bir yere toplamak suretiyle.
cem'âniyye (a.i.) ahi. ortakçılık, kolektivizm, fr.
cemâzi-yel-âhir (a.b.i.) arabî ayların altıncısı ("doğrusu" bkz: cümâd-el--âhire).
cemâzi-yel-evvel (a.b.i.) 1. arabî ayların beşincisi ("doğrusu" bkz: cümâd-el-ûlâ). 2. bir kimsenin geçmişi.
cemder (f.i.) bir çeşit bıçak veya kama.
cemed (a.i.) 1. buz. 2. kar. 3. dondurma.
cemedî (a.s. cemed'den) çok soğuk, buz gibi.
cemel (a.i.c. cimâl) erkek deve.
cemeliyye (a.i.) zool. devegiller.
cemel-il-bahr (a.b.i.) 1. kılıç-bahğı. 2. balina, (bkz: cemel-ül-mâ').
cemel-ül-mâ' (a.b.i.) 1. kılıçbalığı. 2. balina, (bkz: cemel-ül-bahr).
çemen (f.i.) çardak.
cemerât (a.i. cemre'nin c.) cemreler.
cemî1 (a.e. cem'den) cümle, hep, bütün.
cem'î (a.s. cem'iyyet'den) 1. cemiyete ait, cemiyetle ilgili. 2. sosy. ortaklaşa, fr. collectif.
cemî'an (a.zf.) hep, bütün, tekmil.
cemîl (a.s. cemâl'den) 1. güzel.
Zikr-i cemîl 1) iyilikle anma; 2) [eskiden] mekteplerde verilen mükâfat. 2. i. erkek adı.
cemîlât (a.i.c.) güzel hareketler, güzel düşünceler.
cemile (a.i. cemâl'den) 1. hoşa gitmek için yaranma. 2. kadın adı.
cemîle-kârî (a.f.zf.) iyilik severlik.
cemîle-kâr (a.f.b.s.) iyiliksever. -
cemîle-kârâne (a.f.t.b.i.) iyiliksevercesine.
cemîle-kârlık (a.f.b.i.) iyilik severlik.
cem'iyyât (a.i. cem'iyyet'in c.) cemiyetler, kurumlar, dernekler. cem'iyyet cj-ua. (a.i.c. cem'iyyât) 1. topluluk.
cem'iyyet-i akvam (milletler cemiyeti) birinci cihan harbinden sonra kurulan ilk birlermiş milletler cemiyetinin bizdeki adı.
cem'iyyet-i beşeriye insan topluluğu. 2. kurum, dernek. 3. düğün dernek. 4. ed. genek "tenasübü", gerek "tezâd" dolayısıyla birbirine uygun, yahut karşı bulunan kelimeleri bir arada bulundurma, [böyle söze "cem'iyyetli" denilir].
cem'iyyet-i hatır akıl ve fikir topluluğu.
cem'iyyet-i kelâm bir kaç mânâsı bulunan söz. 5. tas. zihin ve hatırın yalnız Allah için meşgul olması.
cem'iyyet-gâh (a.f.b.i.) toplanılacak yer, toplantı yeri.
cem'iyyet-geh (a.f.b.i.). (bkz: cem'iyyet-gâh).
cemm (a.i.) büyük sayı, çokluk, kalabalık.
cemm-i gafîr insan kalabalığı.
cemmâl (a.i.) deve sürücüsü, deveci. (bkz. şütür-bân).
cemmâş (f.s.) zampara.
cemmâz (a.s.) hızla giden.
cemmâz (a.i.) hızlı giden erkek deve. [müen. "cemmâze" dir].
cemmâz-süvâr (a.f.b.s.) hızlı giden erkek deveye binen.
cemre (a.i.c. cemerât) 1. ateş hâlinde kömür. 2. şubat ayında azar azar artan sıcaklık.
cemre-i ûlâ [fi-1-hevâ] birinci cemre [hava (da) ya].
cemre-i saniye [fi-l-mâ] ikinci cemre [su (da) ya].
cemre-i sâlis [fı-t-türâb] üçüncü cemre [toprak (da)'a]. 3. hac töreninde bir defa taş atılması. 4. hek. iltihaplı bir çıban, kara kabarcık. 5. ufak çakıl taşı.
cemreviyye (a.i.) dîvan şâirleri tarafından bayramlar, baharlar gibi cemre vesilesiyle, zamanlarındaki büyük adamlar için yazılan şiirler.
Cemşâsb (f.h.i.) 1. Hz. Süleyman. 2. Cemşîd'in oğlu.
Cemşîd (f.h.i.) Cemşâsb'ın babası.
Cemşîd-i mâhî-gîr 1) Hz. Süleyman; 2) Hz. Yunus; 3) meç. Güneş.
cem' ü telfîk (toplama ve birleştirme), ed. (bkz: tenâsüb).
cenâb (a.i.) 1. "şeref, onur ve büyüklük" terimi olarak kullanılır, hazret.
Cenâb-ı Hakk, Cenâb-ı Halik Allah. 2. huzur1.
cenâb-ı hilâfet-penâhî (hilâfetin sığındığı yüce kişi) pâdişâh.
Cenâb-ı Kibriya, Cenâb-ı Kerem Allah.
Cenâb-ı lem-yezel Allah.
Cenâb-ı Mevlevi Hz. Mevlânâ.
Cenâb-ı mühavvil-ül-havli ve-1-ahvâl havli, kuvveti ve halleri başka şekle sokan, Allah. 3. erkek adı. 4. avlu.
cenâb-ı südde-i devlet-meâb pâdişâh kapısının avlusu.
cenabet (a.i.) 1. guslü gerektiren durum. 2. bu durumda olup ta henüz gusletmemiş olan kimse, [bkz: cünüb]. 3. pis. [küfür olarak].
cenah (a.i.) 1. kanat, kuş kanadı. 2. kol, pazı. 3. aşk. yan; kol. 4. âhiret.
cenâh-ı ma'dilet adalet kanadı.
cenâh-ı semek balık kanadı.
cenâh-ı tâir kuş kanadı.
cenâheyn (a.i cenâh'dan) iki kanat, iki yan.
Zü-1-cenâheyn 1) dünyâsı da, âhi-reti de iyi olan; 2) iki tarafa da yaranmasını bilen, iki yüzlü, (bkz: mürâî).
cenâib, cenâyib (a-i- ce-nîbe'nin c.) yedek hayvanlar, binekler.
cenan (a.i.) kalp, yürek, gönül.
Hâlis--ül-cenân kalbi temiz.
cenaze (a.i.c. cenâiz) insan ölüsü, [cinâze [ = tabut) mânâsına gelir].
cenb (a.i.) yan, taraf.
cenbî (a.s.) yan tarafa ait.
cenbiyye (a.i.) Arapların yan taraflarına takmak suretiyle kullandıktan bir çeşit eğri kama; hançer.
cendâl (f.s.) bayağı, aşağılık, adî [kimse].
cendel (a.i.) nehirlerde bulunan büyük kaya.
cendeliyye (a.i.) rufâiyye tarîkatinin on iki şubesinden biri. [ötekiler Harîriyye, Kiyâliyye, Sayyâdiyye, Uzeyriyye, Acelâniyye, Katnâniyye, Fazliyye, Vâsıtıyye, Cebertiy-ye, Zeyniyye, Nûriyye'dir].
cender (f.i.) eşya ve elbise gibi şey.
cendere (a.f.i.) 1. tazyik, baskı. 2. dar dere, boğaz. 3. kalın oklava. 4. meç. sıkı ve dar yer.
cendere-hâne (a.f.b.i.) kumaş ve elbise ütülemek üzere birbirine bitişik iki silindirden oluşan bir çeşit ütünün bulunduğu yer, oda.
ceng (f.i.) savaş, vuruşma.
ceng-i harbî muz. Türk müziğinde bir küçük usul olup 10 zamanlı ve 10 vuruşludur. Başta iki adet nîm sofyan sonra iki yürük semaî vardır. Özellikle mehter müziğinde kullanılan çok hareketli bir usuldür. Vuruşları (hepsi l zamanlı olmak üzere) düm, tek+düm, tek+ düm, tek+düm, tek, tek. Tabiî mertebesi 10/8 dir.
ceng-i zergerî yalancıktan yapılan savaş.
Der ceng-i evvel ilk ağızda.
ceng-âver (f.b.s.c. ceng-âverân) cenkçi, dövüşken.
ceng-âverân (f.b.s. ceng-âver'in c.) cenkçiler, dövüşkenler, savaşçılar.
ceng-âverâne (f.zf.) cenkçiye, dövüşkene yakışacak surette.
ceng-âverî (f.b.i.) cenkçilik, dövüşkenlik.
ceng-azmâ (f.b.s.) savaş tecrübesi olan kimse.
ceng-âzmûde (f.b.s.) savaş tecrübesi olan [kimse],
ceng-âzmûdegî (f.b.i.) savaşta tecrübe sahibi olma.'-
ceng-bâz (f.b.s.) kahraman, savaşçı.
ceng-cû (f.b.s.) cenk arayıcı, kavgacı.
ceng-cûyâne (f-b.zf.) savaşçıya yakışır yolda, kavgacı bir şekilde.
cengel (f.i.) orman.
cengel-istân (f.b.i.) orman, sık ağaçlık.
cengî ' (f.i.) savaş hâlinde bulunan.
Cengîziyân (f ' c ) Cengiz soyundan gelenler, bunlara tâbi olanlar.
ceng-nâme (f.b.i.) savaş hikâyelerini anlatan kitap.
cenîbe, cenîbet (a.i.c. cenâib, cenâyib) yedek hayvanı, çıvgar.
cenîbe-keş (a.f.b.s.) yedek hayvanı çekip götüren.
cenîn (a.i.) karındaki çocuk, döl.
Iskat-ı cenîn çocuk düşürme.
cenîn-i gayr-i müstebîn-il-hilka anat. âzası kısmen teşekkül etmiş cenîn.
cenîn-i kâzib gerçek olmayan gebelik, dış gebelik.
cenîn-i müstebîn-il-hilka anat. âzası belirmiş olan cenîn.
cenîn-i sakıt düşen çocuk, düşük.
cenîn-i tâmm-ül-hilka hek. uzuvları tamamen teşekkül etmiş cenîn (= karındaki çocuk, döl).
cenîver (f.i.) sırat köprüsü.
cenkâr (f.i.) bakır pası renginde olan yeşilimsi madde, [aslı jenkâr, zenkâr'dır].
cenkârî (f.s.) bakır pası renginde olan.
cennân (a.i.) bahçıvan.
cennât (a.i. cennet'in c.) cennetler, uçmaklar; bahçeler.
cennât-i adn cennet bahçeleri.
cennet (a.i.c. cinân, cennât) 1. uçmak. 2. bahçe. 3. çok ferah ve havadar yer. Sekiz cennet vardır [dâr-ül-celâl, dâr-üs-selâm, cen-net-ül-me'vâ, cennet-ül-huld, cennet-ün-naim, cennet-ül-firdevs, cennet-ül-karar, cennet-ül--adn]. (bkz: bihişt). 4. kadın adı.
cennet-i a'lâ cennet katlarının en yükseği, sekizinci cennet.
cennet-i a'mâl, cennet-i ef'âl, cennet-i nefs cennetin maddî düşünülüşü.
cennet-i kalb, cennet-i ruh, cennet-i sıfat, cennet-i za'f cennetin manevî düşünülüşü.
cennet âsâ (a.f.b.s.) cennet gibi.
cennet âşiyân (a.b.s.) yeri cennet olan
cennet-i vesile (bkz. cennet-i a'lâ).
cennet-üd-dünyâ dünyâ, yeryüzü cenneti,
cennet-makam (a.b.s.) makamı yeri cennet olan.
cennet-makarr (a.f.b.s.) yeri cennet olan.
cennet-mekân (a..b.s.) yeri cennet olan.
cennet-nazîr (a.b.s.) cenneti andıran.
Centiyâniyye (a.i.) bot. centiyan giller.
cenûb -j'-~ (a.i.) güney.
cenûb-i garbî coğr. güneybatı.
cenûb-i şarkî coğr. güneydoğu.
cenûben (a.zf.) cenup, güney yönünden.
Cenûbî (a.s.) cenuba mensup, güneyde bulunan.
cer (a.i.) suyu yudum yudum içme. (bkz. cür'a).
cer (f.i.) yarık, çatlak, husûsiyle yarılmış yer.
cerâb (a.i.) dağarcık, torba.
cerabe (a.i.) dağarcık.
cerâbe-i hafiyye biy., bot., zool. üreme dağarcığı, fr. conceptacle.
cerâd (a.i. cerâde'nin c.) 1. çekirge. 2. meç. yağmacılar güruhu.
cerâd-ı münteşir yayılmış yağmacılar.
cerâd-ül-bahr denizden çıkarılan ve teke denilen ufak, kırmızı bir böcek.
cerahat (a.i.c. cerahat) 1. irin; yara. 2. cerrahlık [aslı cirâhat" dir].
cerahat (a.i.c. cerâhat'ın c.) cerahatler, irinler, yaralar, [aslı "cirâhat" dır], (bkz: cirâhat).
cerâhor (o.i.) tar. Osmanlılar tarafından ordu hizmetlerinde kullanılan Hristi-yan esirlere verilen bir ad.
cerâid (a.i. cerîde'nin c.) gazeteler.
cerâid-i yevmiyye günlük gazeteler.
cerâim (a.i.) cerîme'nin c.) suçlar, kabahatler, cinayetler.
cerâim-i cinâiyye huk. cinayet suçlan.
cerâim-i müştereke ortak, müşterek suçlar.
cerâsîm (a.i. cürsûme'nin c.) dipler, kökler, tomurcuklar; mikroplar, hasta tohumlar.
cerâsim-i mütenâsile bot. yeşil yosun hücreleri, fr. gonidies.
cerâye (a.i.) vakıf tarafından verilen yiyecek.
cerâyet (a.i.) cariyelik hâli.
cerâzet (a.i.) oburluk.
cerbân uyuz hastalığına tutulan, uyuz. (bkz: cerib).
cerbeze (a.i.) 1. güzel konuşma; beceriklilik. 2. kurnazlık, hilekârlık.
cerbiyye (a.i.) zool. uyuz böcekleri, fr. acariens, acarides.
cerd j (a.i.) elbisesinden soyma, çıplak bir hâle getirme.
cerdâ (a.s.) 1. mahrum, çıplak. 2. dazlak, tüysüz. 3. verimsiz, çorak, (bkz: cerid). 4. karıştırılmamış [şarap].
cerdân (f.i.) dilenci çanağı.
çerde (f.i.) san renkli, donu san, kuladan açık olan at. çerde . (a.i.) Mekke'de hacılara eşlik eden atlı muhafız. 2. s. tüysüz, dazlak.
cereb (a.i.) uyuz hastalığı, uyuzluk.
cerebî (a.s.) hek. uyuzu olan, uyuz olmuş, uyuza tutulmuş olan.
cerebiyye (a.i.) zool. uyuz böcekleri.
cerebiyyet (a.i.) hek. uyuzluk.
cereb-nâk f.s.) uyuz [kimse].
cereb-ül-ayn (a-b-i-) hek. göz kapaklarının iç kısmında çıkan sivilceler.
cered (f.i.) yaralı, (bkz: mecruh).
cered (a.i.) çıplak bir hâle getirme.
cerem (a.i.) 1. hurma toplarken yere düşenleri yeme. 2. günah. 3. cinayet. 4. hatâ.
Lâ-cerem şüphesiz, elbette, mutlaka.
cereme (a.i.) 1. başka birinin yaptığı za-ran ödeme. 2. para cezası, (bkz: cerime).
cereng (f.i.) çan ve zil sesi, kılıç ve topuzun çarpmasından çıkan ses.
ceres (a.i.) 1. çan. 2. hayvanın boynuna takılan çıngırak. 3. zindan.
ceres-dâr (a.f.b.s.) çıngıraklı, çıngırak taşıyan.
ceres-hay-ı zerrin altın çı ngıraklar.
ceresiyye (a.i.) bot. çançiçeğigiller, fr. campanulacees.
cereyan (-i-) l- akma, akım, geçme. 2. gidiş, hareket. 3. olma, oluş.
cereyân-ı daimî doğru akım.
cereyân-ı hevâ hava akımı.
cereyân-ı müvellidî jeneratör. ca.
cereyân-ı mütenâvil alternatif akım.
cereyân-ı mütemadi f iz. doğru akım,
cereyân-ı mesâlih işlerin oluşu.
Cereyan-ı galvânî f i z. volt.
cereyân-ı elektrîkî elektrik akımı.
Cergand (f.i.) 1. bumbar dolması. 2. ışık ve ışık konacak yer.
cerge (f.i.) bir yerde bulunan insan kümesi.
cerh (a.i.) 1. yaralama; yaralanma. 2. çürütme; meç. kabul etmeme.
cerh fî-hükm-il-hatâ huk. ihtiyarî olmayan bir fiil ile vukua gelen cerh.
cerh-i amd birini gerek yaralayıcı âletle ve gerek başka bir şey ile haksız olarak kasden cerhetme.
cerh-i gerdan (dönen çark) dünyâ (bu-).
cerh-i hatâ huk. kasıtsız olarak ve bir yanlışlık sonucu birini yaralama.
cerh-i mushin huk. bir cerhtir ki bununla mecruh olanın bir gün ve bir günden daha az bir müddet yaşaması tevehhüm olunmaz.
cerh-i mühlik huk. mecruhun ölümüne sebep olan yaralama.
cerha (a.s.) yaralı.
cerî. (a.i.). (bkz. cery).
cerî' (a.s. cür'et'den) cesur, yiğit, gözü pek, yürekli.
cerî-ül-Iisân sözünü esirgemeyen.
cerib (a.s.) uyuz hastalığına tutulan, uyuz. (bkz: cerbân).
cerîb (a.i.) 1. imparatorluk devrinde Arabistan ülkelerinde kullanılan aşağı yukarı 216 litrelik bir hacim ölçüsü. 2. tarla ve arazî ölçüsü. 3. dönüm.
cerîb-üt-taâm dört kâfiz arpa ve buğday alan bir ölçek.
cerid, ceride (a.s.) verimsiz, çorak [yer], (bkz. cerdâ3).
ceride (a.i.c. cerâid) 1. gazete. 2. zabıtname, tutanak.
cerîde-i feride eşsiz, tek gazete.
cerîde-i havadis Çörçil adında bir ingiliz tarafından 1840 da çıkanlmış olan ilk husûsî gazete.
cerîde-i nüfûs nüfus kütüğü.
cerîde-i resmiyye T.B.M.M. hükümetinin resmî yayın organı, Resmî Gazete. 3. süvari kolu.
ceride (f.s.) yalnız, tenha.
cerîh (a.s. cerh'den) yaralanmış, yaralı. (bkz: mecruh).
cerîh-ül-fuâd, cerîh-ül-kalb yüreği yaralı.
ceriha (a.i.) yara.
cerîha-i iltiyâm-nâ-pezîz onulmaz yara.
cerîha-dâr (a.f.b.s.) yaralı.
çerim (a.s.) kabahatli, cânî, suçlu.
cerime (a.i. cürm'den. c. cerâim) 1. cürüm, suç. 2. us pahası, cereme, suç ödeme.
çerin (a.i.c. ecrân, ecrine, cürün) hurma kurutma yeri.
cerîre (a.i.) kabahat, suç.
cerm (a.i.c. cürüm) 1. bir çeşit Arap kayığı. 2. kesme. 3. koyun kırkma. 4. günâh işleme.
cermüze (f.i.) sefer ve misafirlik.
cerr (a.i.) 1. çekme, sürükleme. 2. gr. Arapça'da ait olduğu ismi meksûr (kesreli = esreli) okutan harf veya edat. (bkz. harf-i cerr). 3. para, eşya ve şâire çekme.
cerre çıkma [eskiden] medrese talebesinin, mübarek üç aylarda köylere dağılıp halka, dînî öğütlerde bulunmak, namaz kıldırmak veya müezzinlik etmek suretiyle para ve erzak toplaması.
cerr-i eskal ağır bir yükü kaldırma. cerr-i kelâm (etmek) bir konu hakkında konuşmağa zorlanma (k).
cerr-i menfaat çıkar sağlama.
cerrah (a.i.) operatör [doktor].
cerrâh-hâne (a.f.b.i.) Osmanlı imparatorluğu'nda orduya cerrah yetiştiren müessese.
cerrâh-hâne-i âmire [eskiden] Avrupai metotla ameliyat yapan cerrahlık kurumu. [II. Mahmut devrinde Tophane'nin kuruluşundan 5 yıl sonra 1832 de açıldı. Sonralar (1838) Tıp Okulu ile birleştirildi].
cerrahî (a.i.) operatörlük [doktorlukta].
cerrahîn (a.i. cerrah'in c.) cerrahlar, operatör doktorlar.
cerrâhiyye (a.s.) 1. cerrâhî'nin müennesi. 2. i. Halvetiyye tarîkatinin bir kolu.
cerrâh-nâme (a.f.b.i.) eskiden cerrahlığa dâir yazılan kitap.
cerrar (a.s.) 1. çekici. 2. i. dilenci. 3. arkasından sürükleyen. 4. i. harp aletleriyle donatılmış kalabalık ordu.
cerrâre (a.i.) küçük, san ve zehirli akrep.
cerre (a.i.) toprak testi.
cerş (a-i-) bir Şyi kazıma, bir şeyin kabuğunu soyma.
cerşeft (f.i.) ed. hiciv.
cerûz (a.s.) obur. (bkz: ekûl).
cerv (a.i.) 1. yırtıcı hayvan yavrusu, enik. 2. ufak meyva.
cery (a.i.) cereyan.
cerz (a.i.) 1. kesme. 2. yok etme. 3. öldürme.
cesamet - (a.i. cism'den) büyüklük, irilik, (bkz: kıt'a).
cesaret (a.i.) cesurluk, yiğitlik, yüreklilik.
cesâset (a.i.) merak, (bkz: tecessüs).
cesed (a.i.c. ecsâd) ölü vücut.
cesîm , cesîme (a.s. cesâmet'den) iri, büyük, kocaman.
cesîm-ül-cüsse iri vücutlu.
cesk (f.i.) mihnet, keder; musibet.
cess (a.i.) l. elle yoklama. 2. araştırma. 3. soruşturma.
cessâs (a.i.) çok meraklı.
cessâse (a.i.) kruvazör, harp gemisi.
cest (f.i.) 1. atlayış, sıçrayış. 2. çabuk hareket eden. 3.sıçrayarak, atlayarak.
cestân (f.s.) atlayan, sıçrayan.
cestân cestân (f.zf.) sıçraya sıçraya, sıçrayarak.
ceste (f.s.) sıçramış, fırlamış.
ceste ceste (f.zf.) yavaş yavaş; kısım kısım, parça parça, azar azar. (bkz: tedricî).
ceste-gîr (f.b.s.) arsız, dilenci.
cesten (f-fi-) sıçramak, atlamak, atılmak, kaçmak, kurtulmak.
cesur (a.s. cesâret'den) cesaretli, yürekli, yiğit.
cesûrâne (a.f.zf.) cesaretle, yiğit-çesine, yüreklice.
ceş (f.i.) mavi boncuk.
ceşn (f.i.) 1. ziyafet, şölen. 2. bayram, eğlence.
ceşn-i büzürg eski İran'da 21 Martta yapılan bayram.
ceşn-i Meryem doğum yaparken Meryem'in yanında bulunduğu ağacın taze hurma vermesi anılarak yapılan bayram.
cev (f.i.) arpa. (bkz: şaîr).
Dâne-i cev arpa tanesi.
cevâb-ı bâ-savâb doğru cevap.
cevâb-ı redd ret cevabı.
cevâb-ı safî inandırıcı cevap.
cevâb-ı kat'î kesin söz..
cevâb- nâ-sevâb doğru olmayan karşılık.
cevâb-I müskit sessizce verilen cevap
cevâb kıla. (a.i.c. cevâbât, ecvibe) sorulan şeye verilen karşılık [sözle, yazı ile].
cevâb ale-1-cevâb cevaba cevap.
cevâbât (a.i. cevâb'ın c.) sorulan şeylere verilen karşılıklar, (bkz: ecvibe).
cevâb-dih (a.f.b.s.) cevap veren.
cevaben (a.zf.) cevap, karşılık olarak.
cevabî (a.s.) cevap, karşılık.
cevabî (a.i. câbî'nin c.) câbîler, tahsildarlar.
cevâb-nâme (a.f.b.i.) cevap olarak yazılan yazı.
cevâb-nüvîs (a-f-b.s.) kâtip, yazman.
cevâd (a.s. cûd'dan) 1. cömert, eli açık. 2. i. erkek adı.
cevâdd (a.i. câdde'nin c.) caddeler, büyük, işlek yollar.
cevahir (a.i. cevher'in c.) 1. cevherler, elmaslar, kıymetli taşlar. 2. mayalar, özler.
cevâhir-i ulviyye felekler, gezegenler.
Cevâhir-ül-ahbâr (iyiliklerin cevherleri) sofi bilginlerden Antakyalı Şeyh İsaoğlu Şeyh Kasım'ın, önce Arapça olarak yazıp sonra Türkçeye çevirdiği din ve ahlâk bilgileri veren eseri.
Cevâhir-ül-ebrâr büyük Türk mistiği Ahmet Yesevî'nin menkıbelerini, tarikatının âdabını anlatan, bir kısmı Türkçe, bir kısmı Farsça olan eser.
Cevâhir-ül-esdâf 1392 (H. 795) den 1439 (H. 843) a kadar Kastamonu'da beylik süren Candaroğullan'ndan tsfendiyar Bey'in emriyle oğlu ibrahim Bey için adı bilinmeyen bir zât tarafından meydana getirilmiş Kur'an tefsiridir.
Cevâhir-ül-kelimât Şemsî adında bir zâtın Arapçadan Türkçeye kaleme aldığı 108 sayfalık bir lügat kitabıdır, [istinsahı, 1666 (H. 1077) dir].
cevahiri (a.i.) cevahirci, elmas alıp satan.
cevâib (a.i.c.) halk arasında dolaşan haberler.
cevâiz (a.i. câize'nin c.) verilen bahşişler, armağanlar, (bkz: caize).
cevâlî (a.s.c.) bulunduğu diyarı terket-mek zorunda kalanlar.
cevâmi' (a.i. cami' ve câmia'nın c.) 1. ibâdet yerleri, mescitler, [mescitlerde cuma namazı kılmak caiz değildir]. 2. toplu şeyler.
cevâmid (a.s. câmid'in c.) cansızlar, hayatsız, donmuş şeyler.
cevâmîs (a.i. câmûs'un c.) mandalar, su sığırları.
cevân (f-s.). (bkz. cüvân).
cevanan (f.i. cevân'ın c.), (bkz. civânân).
cevânî (f.i.). (bkz. civânî)
cev'ân (a.s. cû'dan) aç, acıkmış, mîdesi boş. (bkz: câyi').
cevânib (a.i. cânib'in c.) taraflar, yanlar.
cevânib-i erbaa dört taraf.
cevânih (a.i. câniha'nın c.) 1. (bkz: câniha). 2. g. s. bir yazı sitili.
cevârî (a.i. câriye'nin c.) halayıklar, hizmetçi kızlar.
cevâr-il-Künnes gezegenler; Utarit (Merkür), Zühre (Venüs), Merih (Mars), Müşteri (Jüpiter) ile Zuhal (Satürn)..
cevârih (a.i. câriha'nın c.), (bkz. câriha).
cevâsîs (a. s. câsûs'un c.), (bkz. casus).
cevaz (a.i.) caiz olma, izin, müsâade.
cevâz-ı istihdam karârı atanabilme kararı.
cevâz-ı kanunî kanunî bir yasağı olmayan.
cevâz-ı şer'î yapılması şerîatçe suç sayılmayan.
cev cev (f.zf.) tane tane, parça parça.
cevder (f.i.) öküz. (bkz: gâv).
cevdet (a.i.) 1. iyilik, güzellik. 2. olgunluk. 3. büyüklük. 4. tazelik. 5. kusursuzluk. 6. erkek adı.
cevdet-i fikr fikir, düşünce tazeliği, üstünlüğü.
cevdet-i fehm anlayış iyiliği, tazeliği, üstünlüğü.
cevdet-i karîha kavrama tazeliği, üstünlüğü.
cevdet-izihn zihnin tazeliği, düşünce üslüğü.
cevelân, cevlân dolaşma, dolanma, gezinme.
cevelân-ı dem kanın cevelânı, dolaşması.
cevelân-gâh, cevelân-geh (a.f.b.i.) dolaşılan yer, dönüp dolaşma yeri; koşu, savaş yeri.
cevelân-ger, cevlân-ger (a. f.b.i.) cevelân edici, dolaşıcı; atlı.
cevelân-gerî, cevlân-gerî (f.b.i.) cevelângerlik, cevelân edicilik, dönüp dolaşıcılık.
cevfî içe gövdeye ait gövde ile ilgili.
cevher (a.i.c. cevahir) 1. maya, öz. 2 . elmas, değerli taş ["cevahir" en çok bu mânâda kullanılır]. 3. [evvelce] Horasan'da ve Şam'da yapılan kılıçların demirlerinde görülen siyah ve beyaz dalgalı benekler, çizgiler. 4. ed. yalnız noktalı harfler hesâbedilmek suretiyle ve "eb-ced" hesabıyla yazılan, çok defa manzum olan târih, (bkz: cevherin, mu'cem, menkut). [zıddı "mühmel"]. 5. fels. kendi kendine bir varlığı olup, gerçekleşmesi için başka bir nesneye ihtiyâcı tılmayan. 6. hüner, marifet.
cevf 1. boşluk. 2. oyuk. 3. iç; kalb.
cevf-i a'lâ anat. gövde boşluğu.
cevf-i arz dünyânın içindeki boşluk.
cevf-i batnî anat. karın boşluğu.
cevf-i fem anat. ağız boşluğu.
cevf-i galsamî biy. solungaç kovuğu.
cevf-i hicâbî biy. 'gözevi, fr.orbite.
Dostları ilə paylaş: |