levz (a.i.) badem.
levzaî (a.s.) zarif, akıllı, ince [kimse].
levze (a.i.) 1. [bir tek] badem. 2. anat. [bir tek] bademcik, f r. amygdale.
levzetân (a.i.) anat. iki bademcik, bademcikler, fr. amygdalites.
levzeteyn (a.i.c.) anat. bademcikler. (bkz. levzetân).
levzî (a.s.) 1. badem biçiminde olan. 2. bademle ilgili.
levzîn (a.i.) hek. badem hulâsası.
levzîne (f.i.) 1. badem helvası. 2. bademli helva.
levzînec (a.i.) bademli helva.
levziyyât (a.i.c.) bademle yapılmış tatlılar.
levziyye (a.i.) bot. badem, erik, kayısı, şeftali, vişne, kiraz ve benzerlerinin içinde bulundukları fasile.
ley (f.i.) 1. kab, zarf. 2. çamur, (bkz: vehal).
leyâil (a.i. leyl'in c.) geceler, (bkz: leyâl, leyâlî).
leyâl, leyâlî (a.i. leyl'in c.) geceler.
leyâl-i hasret hasret geceleri.
leyâl-i hoş-nümâ güzel görünen geceler.
leyâl-i vesvese-hîz vesvese koparan geceler.
leyân (f.s.) parlayan, parlayıcı.
leyân (a.i.) konforlu, lüks hayat.
leyin (a.s.). (bkz: leyyin).
leyk (f.e.) lâkin, amma, fakat, ancak. (bkz: lîk).
leykîn (a.e.) lâkin, (bkz: lîk, lîkin).
leyl (a.i.c. leyâil, leyâl, leyâli) gece. (bkz. şeb, şev)
Nısfü’l-leyl gece yarısı.
Tesâvî-i leyl ü nehâr astr. gece ile gündüzün müsavi (*eşit) uzunlukta oluşu, fr. equinoxe. [21 Mart ile 21 Eylülde yılda iki kere olur].
leyl-i dimağ dimağın gecesi, karanlığı.
leyl-i serd soğuk gece.
leyl-i tarîk karanlık gece.
leyi ü nehâr gece gündüz.
Leylâ' (a.h.i.) Leylâ ile Mecnûn hikâyesinin kadın kahramanı.
Leylâ vü Mecnûn Fuzûlî'nin ünlü mesnevisi.
leylâ (a.i.) 1. çok karanlık gece. 2. arabî aylarının son gecesi. 3. kadın adı.
Leyle-i leylâ çok uzun ve ıztıraplı gece.
leylâk (a.i.) bot. leylâk, lât. syringa vulgaris.
leylâkî (a.s.) leylâk renginde olan, mor.
leyle (a.i.) 1. bir gece, bir tek gece. 2. gece. (bkz: leyi, şeb).
leyle-i bedr ayın ondördüncü gecesi.
leyle-i berât Arabî aylarından şabanın on beşinci gecesi.
leyle-i erbaa çarşamba gecesi.
leyle-i hâmûş susmuş gece.
leyle-i kadr (kadir gecesi) ramazanın yirmi yedinci gecesi.
leyle-i mi'râc (mîrâc gecesi) Hz. Muham-med'in göğe çıktığı gecedir ki, kamer aylarından receb'in yirmi yedisine rastlayan kandil gecesidir.
leyle-i regaib (rağbetler gecesi) Hz. Âmine'nin Hz. Muammed'e gebe kaldığı kamer aylarından receb'in ilk cuma ve kandil gecesidir.
layletü’l-arûs Hz. Mevlânâ'nın âhirete intikali günü hâtırası olarak yapılan tören.
leyletü’l-isrâ1 mîrac gecesi, (bkz: leyle-i mi'râc).
leylen (a.zf.) geceleyin, gece vakti.
Leylî (a.h.i.). (bkz. Leylâ).
leylî, leyliyye (a.s.) 1. gece ile ilgili, gece olan; gece gibi karanlık, hüzünlü. 2. gece kalınan, yatılı.
Câriha-i leyliyye zool. gece kuşları [başkuş, puhu gibi].
leylî mekteb yanlı okul.
leylî talebe yatılı öğrenci.
leymûn (a.i.) limon.
leynet (a.i.) yumuşak koltuk yastığı.
leys (a.i.) yokluk, (bkz: adem).
leys-el-haberû ke-l-ıyân işitmek görmek gibi olmaz.
leys (a.i.) 1. arslan. (bkz: dırgam, esed, haydar, gazanfer, şîr). 2. hızla hücum eden kimse.
leysiyye (a.i.) fels. nihilizm, fr. nihilisme.
leyte (a.e.) olsaydı, keşke, ne olurdu, [tahakkuku mümkün olmayan şeyler için kullanılır].
leyte laalle "bakalım, bugün, yarın" gibi sözlerle vakit geçirme, işi sürüncemede bırakma, savsaklama.
leyyin (a.s.) yumuşak, (bkz: mülayim).
leyyinü’l-cânîb yumuşak tabiatlı, kanı sıcak kimse.
lezâiz (a.i. lezîze'nin c.) tatlı şeyler, zevk alınacak şeyler.
lezâiz-i dünyeviyye dünyâ lezzetleri, dünyâ zevkleri.
lezez (a.i.) kapıkulu askerine verilen maaşın (ulufenin) dördüncü üç aylığını (şevval, zilka'de, zilhicce) belirten bir tâbirdir.
lezim (a.i.). (bkz. malzem).
lezîr (f.s.) akıllı.
leziz, lezize (a.s. lezzet'den) lezzetli, tatlı, hoşa gider [şey].
lezûk (a.i.) hek. yakı gibi vücuda yapıştırılan ilâç.
lezz (a.i.) lezzet, tad, çeşni.
lezzât (a.i. lezzet'in c.) tatlar, çeşniler.
lezzet (a.i.c. lezzât) 1. tat, çeşni. 2. meç. zevk, haz, keyif.
lezzet-i ilm ilmin lezzeti.
lezzet-i nân ekmeğin lezzeti.
lezzet-i pehlû yan lezzeti, yanyana bulunma tadı.
lezzet-i sahbâ şarabın tadı.
lezzet-şinâs (a.f.b.s.) tat alan, tadına varan.
lezzet-yâb (a.f.b.s.) lezzet alan, tat duyan.
lıss (a.i.c. elsâs, lüsûs) hırsız, (bkz: lass, luss).
li- (a.e.) "için, ötürü, dolayı, yüzünden" mânâsına gelir.
li-zâlike bundan dolayı, onun için, gibi.
Mâm (a.s. leîm'in c.) alçak, aşağılık, pinti kimseler, (bkz: leîmân).
Hân (a.i.) 1. lâ'netleşme, birbirine lâ'net etme. 2. karı kocanın hâkim huzurunda şer'î usûlüne uygun olarak dörder defa şahâdetde bulunduktan sonra karşılıklı kendi nefslerine lâ'net okumaları.
libâb (a.s. lebîb'in c.) akıllılar.
libâçe (f.i.) elbise.
libân (a.i.) kadın sütü, insan sütü. (bkz: rızâ').
libân (a.i.) süt emzirme, (bkz: ırza').
libâs (a.i.c. elbise) esvap, (bkz: câme).
libâs-ı fâhir tar. pâdişâh veya vezirlerce birine taltif olarak verilen değerli kumaş, elbise veya giydirilen kürk, kaftan.
libâs-ı fersude eskimiş esvap.
libâs-ı matem matem elbisesi.
libâs-üt-takvâ îman; haya.
libs (a.i.) Kabe'ye örtülen örtü.
libse (a.i.) giyiş, elbise giyme.
licâm (a.i.c. elcime, elcüm, lücüm) hayvanın ağzına vurulan gem. [Farsça "ligâm" dan alınmıştır].
licâm-ı kadîb anat. zekerin altındaki dil.
li-eb (a.zf.) baba tarafından, baba yoluyla.
li-ebeveyn (a.zf.) baba ve ana tarafından, ana baba yoluyla.
li-ecl (a.zf.) ... den dolayı, için, maksadıyla.
li-ecl-il maşlaha iş için.
li-ecl-il muhakeme muhakeme için.
li-ecl-it-tahsîl tahsil için, okumak için.
lif (a.i.c. elyaf) 1. biy. tel. 2. yıkanırken sabunu köpürtüp yıkanmak üzere kullanılan ve bâzı nebatları (bitkilerin) telleri didiklenerek yapılan gevşek yumak.
lîf-i adali anat. kas teli.
lîf-i hayvani anat. hayvansal tel.
lîf-i hücrevî anat. gözeli tel.
lîf-i isfencî anat. sünger teli.
lîf-i nebatî bot. bitkisel tel.
lifâfe (a.i.c. lefâif) 1. hek. sargı. 2. bot. bâzı çiçeklerin etrafını çeviren değişik yapraklar.
lîfî (a.s.) lif gibi, life benzer.
lîfîn (a.s.) biy. fibrin, kanın terkibine dâhil olan beyaz bir madde.
lif (a.zf.) tel tel, ince ince.
ligâm (f.i.) gem; dizgin, (bkz: licâm).
ligam-rîz (f.b.s.) dolu dizgin, son sürat.
lihâ' (a.i.) ağaç kabuğu, (bkz: luhâ, kışr).
lihâ (a.i. lihye'nin c.) sakallar.
lihâ (a.i. lehât'm c.) anat. küçük diller, (bkz: lehâ, lehevât, lihî, lühî).
lihâb (a.i. lihb'in c.).(bkz. elhâb, lühûb).
lihâf (a.i.c. lühûf) 1. örtünecek şey. 2. yorgan. 3. sargı. 4. bot. zar, kabuk.
lihâfî (a.s.) bot. tohum zan ile ilgili.
lihâm (a.i.) 1. lehim. 2. lehimleme.
lihâz (a.i.) 1. düşünme, (bkz: mülâhaza). 2. riâyet etme.
li-hâzâ (a.zf.) bunun için, bundan dolayı.
lihb (a.i.c. elhâb, lühûb, lihâb) iki tepe veya kayalık arasındaki boğaz, dar geçit.
lihevî (a.s.) lihye, sakal ile ilgili.
lihî (a.i. lehât'ın c.) anat. küçük dil. (bkz: lehâ, lihâ, lehevât, lühî).
li-hikmetin (a.zf.) bir hikmete mebnî olarak.
lihyânî (a.s.) uzun sakallı.
lihye (a.i.c. lihâ, luhâ) sakal, (bkz: rîş).
İrhâ-yi lihye sakal koyuverme.
Azîm-ü’l-lihye uzun sakallı.
Teysü’l-lihye keçi sakallı.
lihye-i beyzâ beyaz, ak sakal.
lihye-i hut zool. balina balıklarının kanatlan.
lihye-i şerife Hz. Muhammed'in sakallarının kırpıntısından toplanıp muhafaza edilen kıl veya kıllar.
lihyetü’t-teys bot. keçisakalı.
lihye-dâr (a.f.b.s.) sakallı.
lîk (f.e.) lâkin, fakat, amma, ancak, (bkz: leykîn, lîkin, velî).
lika' ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. görme, rast gelip kavuşma. 2. yüz, çehre.
Meh-lika Ay yüzlü.
Hurşid-lika Güneş yüzlü, yüzü Güneş gibi.
Bed-lika çirkin yüzlü.
likâ-yi âfâk Gökyüzlü.
lîka (a.i.) [eskiden] mürekkep hokkalarına konulan ham ipek, lök.
likâf (a.i.) palan.
likâf-i müzeyyen süslü palan.
likâf-i zerrin yaldızlı palan.
li-kailihi ("ka" uzun okunur, a.cü.) söz söyleyenin.
likat ("ka" uzun okunur, a.i.) başak toplama.
lika-Ullah ("ka" uzun okunur, a.b. i.) Allah'a kavuşma.
lîkin (f.e.) lâkin, (bkz: lîk, leykîn).
li-külli (a.e.) hepsi için.
li’l-arzîyye (a.s.) astr. yermer-kezli, jeosantrik, f r. geocentrique.
li’l-beşeriyye (a.s.) antroposantirik, fr. anthropocentrique.
li’1-eneiyye fels. beniçincilik, fr. egocentrisme.
lillâh, lillâhi (a.e.) Allah'a mahsus, Allah için.
El-hamdü lillâh hamd, ancak Allah'adır.
El-hükmü lillâh hüküm ancak Allah'ındır.
Elminnetü lillâh minnet ancak Allah'a mahsustur.
Rızâen lillâh Allah rızâsı için.
lillâhi ve resûlihi Allah ve resul hürmetine.
lillâhi derre derrühu hayrı, Allah için artsın.
li'llâhi taalâ (a.cü.) ulu Tanrı aşkına.
li-maslahatin (a.zf.) iş îcâbı.
lîme (f.i.) parça, küçük ve uzun dilim.
lîme lîme parça parça.
limmî (a.s.) mant. "önsel, fr. a priori. (bkz: kablî).
limmiyyet (a.i.) mant. önsellik, fr. a priorile.
lîmû (f.i.) limon.
li-muharririhi (a.zf.) muharriri, yazan tarafından.
li-müellifihi (a.zf.) müellifi, yazan tarafından.
li-münşihi (a.zf.) nesri yazan tarafından.
li-mütercimihi (a.zf.) mütercim (çeviren) tarafından.
lînet (a.i.) yumuşaklık, mülâyimlik, ishal.
-lîs (f.s.) yalayan, yalayıcı.
Kâse-lîs çanak yalayıcı, dalkavuk, ["lîsîden" mastann-dan]. (bkz: müdâhin).
lisâm (a.i.) yüz örtüsü, yaşmak, (bkz: nikab).
lisân (a.i.c. elsine, elsün, lüsn, lüsün) 1. dil [ağızdaki]. 2. konuşulan dil.
Fasîh-il--lisân fasîh, açık, düzgün olarak söz söyleyen, uzdilli.
İlm-i lisân yer yüzündeki bütün dilleri ses, şekil, mânâ ve sintaks bakımından umûmî veya mukayeseli olarak inceleyen ilim, lengüistik, f r. linguistique.
lisân-ı avam halkın konuşma dili.
lisân-ı edeb edep ve edebiyat dili.
lisân-ı erâzil adî, aşağılık kimselerin dili, argo. (bkz: lisân-ı hazele).
lisân-ı hâl insanın, yüzünün hareketlerinden, duruşundan anlaşılan şey.
lisân-ı hazele adî, aşağılık kimselerin dili, argo. (bkz: lisân-ı erâzil).
lisân-ı kal konuşma dili; nağme, kuş nağmesi.
lisân-ı kâmil tannsal olgunluğu olan insan.
lisân-ı Kıbtî Çingene dili, Çingenece.
lisân-ı mâder-zâd ana dili.
lisân-ı ma'sum temiz, günahsız dil.
lisân-ı mimâr anat. küçük dil.
lisânü’l-asâfîr bot. kuş dili.
Lisan ül Gayb (Gayb'ın, Allah'ın dili) fala bakılması dolayısıyla Hâfız-ı Şîrâzî'nin divanına verilen ad.
lisânü’l-hayye bot. aslandili denilen bir bitki.
lisânü’l-kelb bot. köpekdiline benzeyen yapraklan hekimlikte kullanılan bir bitki.
lisânü’n-nâr ateşin parıltısı, alevi.
lisân-üs-savt azıdişi çıkarmaya yarayan kerpeten.
lisân-üs-sevr bot. sığırdili denilen çok yapraklı bir nebat (bitki).
lisân-âşnâ (a.f.b.s.) dilbilir, yabancı bir dil bilen.
lisânen (a.zf.) ağızdan, (bkz: şifahen).
lisânı (a.s.) lisâna, dile mensup, dille ilgili.
lisâniyyât (a.i.c.) dil ilmi, lengüistik, fr. Hnguistique.
lisân’Ullah (a.b.i.) Kur'ân-ı Kerîm
lisât (a.i. lise'nin c.) hek. diş etleri.
lise (a.c. lisât) hek. diş eti. (bkz: lisse).
li-sebebin (a.zf.) bir sebepten dolayı.
lisevî (a.s.) diş etlerine ait, diş ederiyle ilgili.
lisse (a.i.c. lisât). (bkz: lise).
liş-şemsiyye (a.s.) astr. günmerkezli, fr. heliocentrique.
litâf (a.i. lâtifin c.), (bkz. lâtîf).
litâm (a.i.) el ayasıyla vurma, tokat atma.
li-ümm (a.b.i.) ana bir kardeş.
lîv (f.i.) Güneş, (bkz: Âf-tâb).
liva’ (a.i.c. elviye) 1. bayrak. 2. mülkî idarede kaza ile vilâyet arasında bir derece, sancak. 3. aşk. *tugay. 4. aşk. tuğgenaral.
livâ-i saadet Hz. Muhammed'in bayrağı.
livâ-i şerif Hz. Muhammed'in bayrağı.
livâü’l-hanıd Hz. Muhammed ümmetinin mahşer günü altında toplanağma inanılan bayrak; Makam-ı Ahmedî.
Mîr-livâ miralay ile ferik arasındaki paşa rütbesi, tuğgeneral.
livâta (a.i.) lûtîlik, erkekler arasındaki cinsî sapıklık, kulamparalık.
livâz (a.i.) 1. sığınmak, (bkz: iltica). 2. birbirinin arkasına gizlenme.
lîve (f.s.) yaltaklanıcı, aldatıcı; şakacı; çevik.
liyâkat (a.i.) 1. lâyık olma, değerlilik, yararlık. 2. iktidar, hüner, fazilet. 3. değim, yararlık.
liyâkat-mend (a.f.b.s.c. liyâkat--mendân) liyakatli, değerli; faziletli.
liyâkat-mendân (a.f.b.s. liyâkat--mend'in c.) liyakatliler, değerliler, faziletliler.
liyâkat-mendâne (a.f.zf.) liyakatli olarak, değerlilikle.
li-yâlike (a.zf.) bunun için, bundan dolayı, bu sebepten.
lizâm (a.i.) lâzım olma, lüzum, gereklilik.
li-zâtihi (a.zf.) kendiliğinden.
lizâz (a.s. lezîz'in c.) lezzetli, tatlı, hoşa gider şeyler.
luâb (a.i.) fizy. 1. salya. 2. bal, şeker gibi şeylerle yapılan tatlı. 3. meç. sevinç gözyaşı.
luâb-ı ankebût örümcek ağı.
luâb-ı gâv ışığın, güneşin parlaklığı.
luâb-ı sürür sevinç tükrüğü.
luâb-ı şems, luâb-üş-şems serap, pusarık.
luâbü’n-nahl bal.
luâbî (a.s.) 1. luâba mensup, salya ile ilgili. 2. salya gibi yapışkan.
luâbîn (a.i.c.) luâb'ın, sudan başka, terkibinde bulunan maddelerin hepsi.
luâbiyye (a.s.) ["luâbî"nin müen.] (bkz: luâbî).
lu'b (a.i.) oyun, eğlence.
lu'bet (a.i.) 1. oynanan, oynanılan şey, oyuncak. 2 . herkesi hayrette bırakan şey, hâl.
lu'bet-bâz (a.f.b.i.) oyuncu, hokkabaz, hayalci, kuklacı.
lû'bet-bâzân (a. f.b.i.) lû'bet-bâz'ın c.) oyuncular, hayalciler, kuklacılar.
lu'bet-gâh (a.f.b.i.) oyun yeri; tiyatro.
lu'betü’l-ayn (a.b.i.) gözbebeği.
lu'bî (a.s.) oyun ile ilgili olan.
lu'biyyât (a.i.c.) oyunla ilgili eğlenceler. [canbaz, hokkabaz, tiyatro... gibi].
lûc (f.s.) şaşı.
lügat (a.i.c. lügat) 1. kelime, söz. 2. her milletin konuştuğu dil ve bu dilin her kelimesi. 3. lügat kitabı (sözlük).
îlm-i lügat lügatçilik (sözlükçülük), fr. lexicologie.
Ehl-i lügat lügatçilikten anlayan, lûgatçi (sözlükçü), lügat sahibi.
Lûgat-i Nâcî Muallim Naci'nin, Osman-lıcada en çok kullanılan Arapça ve Acemce kelimeleri içine alan ve 1904 te basılan bir lügati. (bkz: Nâcî).
Lûgat-i Nimetullah (Nimetullah'ın sözlüğü) Sofyalı Nimetullah Efendi'nin 1540 da düzenlediği Farsçadan Türkçeye sözlük.
lügat ("ga" uzun okunur, a.i. lûgat'in c.) 1. lügatler, kelimeler, sözler. 2. lügat kitapları, sözlükler.
lûgat-çe (a.f.b.i.) küçük lügat, sözlük, *sözlükcük.
lûgat-nüvîs (a.f.b.s.) lügat yazan, sözlük yapan.
lûgat-perdâz (a.f.b.s.) lügat paralayan, konuşmasında seçme kelimeler kullanan.
lûgat-şinâs (a.f.b.s.) iyi lügat bilen.
lûgavî (a.s.) 1. lügate mensup, lügat anlayan. 2. mecazî olmayıp hakiki bir mânâya delâlet eden kelimeye ait olan.
lûgaviyyât (a.i.c.) lügat ilmi, lügat bilimi, fr. lexicologie.
lûgaviyye (a.s.) ["lûgavî"nin müen.]. (bkz: lûgavî).
lûgaviyyûn (a.i.c.) lügat (sözlük) ile uğraşanlar, lûgatçiler (sözlükçüler).
lûgaz (a.i.c. elgaz) 1. bilmece, bulmaca; yanıltmaca. 2. e d. manzum bilmece, eski dîvanların çoğunda bulunan ve halk dilinde hece vezni ile yazılmış olan bilmece: "Bir küçücük fıçıcık / içi dolu turşucuk". limon. "Bir küçücük Arabcık / Başındadır tablacık": çivi, gibi.
lûhâ (a.i.). (bkz. lihâ).
luhayme (a.i.). (bkz. lühayme).
lûhâza (a.i.) gözucu ile bir şeye dikkatli dikkatli bakma.
luhûd (a.i. lâhd'in c.), (bkz. lühûd).
lûkata (a.i.). (bkz. lukta).
lûk (f.i.) lök, kısa tüylü yük devesi.
Lûkmân (a.h.i.) islâmlıktan önceki Araplarda efsânevi bir şahsiyet olup, Kur'ân'da da zikredildiği gibi, sonraki devirlerin efsâne ve şiirinde öğüt veren sözleriyle meşhur olan pek eski bir hekimin veya hikayecinin adı.
lûkme (a.i.) lokma.
lûkme-şümâr (a.f.b.s.) herkesin lokmasını sayan; meç. hasis, pinti, (bkz: bahîl).
lûkta (a.i.) yerden toplanan şey. (bkz: lûkata).
lûl, lûlî (f.i.) 1. şarkı söyleyen, oynayan kadın. 2 . utanmaz, hayâsız, namussuz [kadın]. 3. s. nâzik ve zarif.
lüle (f.i.) 1. lüle, çeşme, musluk gibi şeylere takılan küçük boru. 2. halka gibi durulmuş şey, lüle. 3. kâğıt külah.
lûrî (f.i.) miskinlik denilen hastalık. (bkz: cüzam).
luss (a.i.c. elsâs, lüsûs) hırsız, (bkz: lass, sarık).
lusûs (a.s. lass, lıs ve luss'un c.) (bkz. lüsûs).
Lût (a.h.i.) Hz. ibrahim'in yeğeni olan peygamber.
Kavm-i Lût Lût peygamberin çağırışına ehemmiyet vermeyerek ahlâksızlığa düşkünlüklerinden dolayı Allah tarafından yok edilen Sodom ve Gomorrah halkı.
lût (f.s.) 1. çıplak. 2. tatlı yemekler.
lûtf (a.i.) 1. hoşluk, güzellik. 2. iyi muamele; iyilik.
lutf-i ahlâk huy, ahlâk, yaradılış güzelliği.
lûtf-i amîni kamu işlerinin düzenliliği.
lûtf-i mizaç tabîat, ahlâk güzelliği.
lûtf-i yâr sevgilinin lütfü.
lûtf-dîde o-ıjikJ (a.f.b.s.) lütuf, iyilik gören.
lütfen (a.zf.) bir lütuf olarak, hoşlukla, tatlılıkla, (bkz: inâyeten).
lûtfi (a.s.) 1. lûtfa ait, lûtufla ilgili. 2. i. erkek adı.
lûtfiyye (a.s.) 1. ["lûtfT'nin müen.]. (bkz. lûtfi"). 2. i. kadın adı.
lûtf-kâr (a.f.b.s.) hoş, güzel, iyi, lûtfıle muamele eden.
lûtf-kârane (a.f.zf.) lûtufkâr olana yaraşır yolda.
lûft-kârî (a.f.b.i.) lütufkârlık, iltifatçılık, cana yakınlık, iyilikçilik; lûtufkâr, iyilikçi, cana yakın.
lûtf-perver (a.f.b.s.) (bkz: lûtf-kâr).
lûtf-şiâr (a.b.s.) lûfeden, iyilikte bulunan.
lutf-ullâh (a.it.) 1. Allah'ın lütfü, kayrası. 2. i. erkek adı.
lûtî (a.s.) Lût kavminin çirkin hallerini tekrarlayan [kimse], kulampara.
luveyha (a.i.) 1. lavhacık. 2. fiz. lamel.
lübân (a.i.) günlük, kendir.
lübân-ı Câvî Cava zamkı.
lübb (a.i.) 1. iç, öz. 2. (i.c. elbâb) aklıselim, sağduyu. 3. (s.c. lübûb) her şeyin iyisi, hâlisi.
lübb-i sinn hek. dişözü.
lübbü’l-cevz ceviz içi.
lübbiyye (a. s.) ["lübbî" nin müen.] (bkz. lübbî) Öz ile ilgili.
lübs (a.i.) giyme.
lübse (a.i.) sözün karışıklığı.
lübûb (a.s. lübb'ün c.) 1. içler, özler. 2. meç. her şeyin iyileri, hâlisleri. 3. kabuklu meyvalann içi.
lübûs (a.i. libâs'ın c.) esvaplar, (bkz: elbise).
lücc (a.i.) kalabalık, güruh, cemaat.
lücce (a.i.c. lücec) 1. engin su. 2. kalabalık, güruh, (bkz: cemm-i gafîr). 3. gümüş. 4. ayna.
lücce lücce (a.zf.) dalga dalga.
lücec (a.i. lücce'nin c.) 1. engin sular. 2 . kalabalıklar, cemaatler.
lüceyn (a.i.) gümüş.
lücme (a.i.) coğr. ırmak ağzı.
lücüm (a.i. licâm'ın c.) gemler.
lüç (f.s.) çıplak.
lüfâh (a.i.) bot. güzelhatunçiçeği.
lüfâhîn (a.i.) ; bot. atropin.
lüfeyfe (a.i.) 1. bot. bürümcük. 2. bot. küçük çiçek yaprağı topluluğu.
lüffâh (a.i.) büyük ve geniş yapraklı, kokulu bir bitki olup evvelce büyücülükte kullanılırdı, lât. mandragora officinalis.
lüffân (a.i.) ekşi nar.
lühât (a.i.) anat. küçükdil. ["lehât, lihât" şekilleri de vardır].
lühaymât (a.i. lühayme'nin c.) etçikler.
lühayme (a.i. lahm'den. c. lühaymât) etçik.
lühayme-i dem'iyye biy. gözyaşı etçiği.
lühî (a.i. lehât'ın c.) anat. küçük dil. (bkz. lehâ, lihâ, lehevât, lihî).
lühûb (a.i. lihb'in c.) (bkz: elhâb, lihâb).
lühûd (a.i. lahd'in c.) çukurlar, mezarlar, kabirler.
lühûd-i şühedâ' (şehitlerin kabirleri) şehitlik.
lühûf (a.i. lihâfın c.) örtüler, sargılar; örtünecek şeyler.
lühûk (a.i.) ulaşma, erişme.
lühûm (a.i. lahm'ın c.) etler.
lühûm-i lezize lezzetli etler.
lühûn (a.i. lahn'ın c.) lâhinler, nağmeler, ahenkler.
lük (f.i.) 1. yoğun ve kalın şey. 2. kızıl boya. 3. lök. 4. ur; sıraca.
lükah ("ka" uzun okunur, a.i.) bot. kankurutan, adamotu, lât. mandragora officinalis.
lükata ("ka" uzun okunur, a.i.) yere atılmış veya yerden alınmış değersiz şey; buluntu.
lükate-çîn ("ka" uzun okunur, a.f.b.s.) değersiz, artık şeyleri toplayan.
lüknet (a.i.) pelteklik, dil basıklığı, söz söylerken dildeki tutukluk, kekeleme.(bkz: lükûnet, lüknûnet).
lüknet-i elhân seslerin, nağmelerin peltekliği.
lüknûnet (a.i.) pelteklik, dildeki tutukluk; kekeleme, (bkz: lüknet, lükûnet).
lükta (a.i.) fık. sokakta bulunup alınan ve sahibi belli olmayan şey.
lükûnet (a.i.) pelteklik, dildeki tutukluk, kekeleme, (bkz: lüknûnet, lüknet).
lü'lü‘ (a.i.c. leâlî) 1. inci. (bkz: dürr). 2. meç. bakire, el değmemiş.
lü'lü'-i lala parlak inci.
lü'lü'-i meknûn midyenin, kabuğunun içinde saklı bulunan inci.
lü'lü'-i münazzad 1) inci dizisi, inci kolye. 2) meç. düzgün dişler.
lü'lü'-i şehvâr iri inci.
lü'lü'-bâr (a.f.b.s.) inci yağdıran, inci yağmuru.
lü'lü'-feşân (a.f.b.s.) inci saçıcı, inci saçan, (bkz: lü'lü'-pâş).
lü'lü'-pâş (a.f.b.s.) inci saçıcı, inci saçan, (bkz: lü'lü-feşân).
lünc (f.i.) 1. dudak. 2. ağzın içi. 3. s. çolak.
lüseyn (a.i.) küçük dil, dilcik.
lüsn (a.i. lisân'm c.) diller, konuşulan diller, (bkz. elsine). [pek az kullanılır].
lüsûk (a.i.) 1. yapışma, yapışıp tutma, bitişik olma. 2. ulaşma.
lüsûs (a.s. lass, hs ve luss'un c.) hırsızlar.
lüsûsiyyet (a.i.) hırsızlık etme. (bkz. lesâs, sirkat).
lüsün (a.i. lisân'm c.), (bkz: elsine, elsün, lüsn).
lüsün-i atîka leng. eski diller.
lütre (f.i.) 1. ancak iki kişi arasında başkalarının anlayamayacağı şekilde görüşülen uydurma dili, kuşdili. 2. s. boşboğaz.
lüveyf (a.i.) anat. sinirtelciği.
lüveyfî, lüveyfiyye (a.s.) küçük lifle, telcikle ilgili.
lüzûb (a.i.) yapışma, yapıştırma, birbirine kafes gibi sokup yapıştırma.
lüzûcet (a.i.) 1. yapışkanlık. 2. yapışıp uzayan şeyin hâli.
lüzûcî, lezcî (as.) lüzûcet-li, yapışkan; kopmadan uzayan.
lüzûciyyet (a.i.) kopmayış, çekilip uzayış.
lüzum (a.i.) 1. lâzım olma, gereklik. 2. bir işe yarama. 3. sayma.
lüzûm-i gayr-i münfekk ayrılmazlık.
lüzûm-ı mâlâyelzem ed. şiirde zengin kafiye yapma, (bkz: i'nât).
lüzûm-ı muhakeme huk. muhakeme lüzumu; eski usûl-i muhâkemât-ı cezâiyye kanununa göre ceza işlerinde, yapılan tahkikat neticesinde işin mahkemeye tevdî lüzumunu ifâde eden kararlar.
lüzûm-ı vakf huk. vakfın rücûu kabil olmayacak surette kat'î bir hâle gelmesi.
mâ' (a.i.c. miyâh) su. (bkz: âb).
Bi'1-mâ' hidra
Havz-ı mâ' su havuzu
Kibrît-i mâ' kim. hidrosülfirik
Klor ma' kim. hidroklorik
Mikyâs-ı mâ' fiz. hidrometre
Müvellidü'l-ma' kim. hidrojen, fr. hydrogene
Müvellidü'l-humûza kim. oksijen, fr. oxygene
Tedavi bi'l-mâ' su tedavisi
mâ'-i carî akarsu
mâ'-i billûrî billûrlaşma suyu
mâ'-i câmid donmuş su
mâ'-i dahilî coğr. gün değmemiş su
mâ'-i ebyaz hek. bir perdeden dolayı görüş kuvvetinin kaybolması
mâ'-i hamim sıcak su
mâ'-i harâciyye Arap topraklan dışındaki [Dicle, Fırat gibi büyük nehirler]
mâ'-i kils kim. kireç taşı
mâ'-i mukattar damıtık su
mâ'-i râkid durgun su
mâ'-i verd (bkz: mâ-verd)
mâ'-i zerrin altın suyu
mâ'ü'l-bahr deniz suyu
mâ'ü'l-hayât hayat suyu. (bkz: âb-ı hayât)
mâ'ü'l-verd gül suyu. (bkz ; mâ-verd)
mâ- (a.e.) 1. o şey ki, şu nesne, ... daki. 2. nefi edatı, (bkz: la)
mâ-ba'd alttaki, sondaki
Dostları ilə paylaş: |