mahrek müstevîsi astr. yörünge düzlemi
mahrem (a.i.) iki dağ arasındaki yol
mahrem (a.s. harâm'dan c. mahârim) 1. haram, şeriatın yasak ettiği şey. 2. nikâh düşmeyen, şerîatçe evlenilmesi yasak edilen. 3. şerîatçe, kadının kendisinden kaçmadığı [erkek]. 4. [biriyle] çok samimî, içli dışlı olan. 5. gizli olan, herkese söylenmeyen. 6. herkesçe bilinmemesi îcâbeden
Nâ-mahrem nikâh düşen, kendisinden kaçılan erkek. 7. tas. Tanrı'nm sırlarını öğrenmeye başlayan kimse
mahrem-i esrar kendisine sır söylenen kimse; sırdaş
mahrem-i râz kendisine sır verilmiş kimse. tas. Allah'ın sırrına âşinâ olmaya başlayan kimse; velî
mahremân (a.i.c.) mahremler, en yakın olan teklifsiz dostlar
mahrem-âne (a.f.zf.) mahrem olarak, gizlice
mahremiyyet (a.i.) mahremlik, mahrem olma hâli, gizlilik
mâh-rû (f.b.s.c. mâh-rûyân) ay yüzlü, yüzü ay gibi olan, güzel
mahrûb (a.s.) mahrum edilmiş, elinden sermâyesi alınmış, eli avucu bomboş bırakılmış
mahrûb (a.s.) harâbedilmiş
mâh-ruh (f.b.s.) ay yanaklı
mâh-ruhsâr (f.b.s.) (ay yanaklı) parlak, güzel yanaklı; yanağı, yüzü ay gibi yuvarlak olan [kimse], (bkz: mâh-ruh)
mahrûk (a.s. hark'dan) yanmış, yanık, [maddî, manevî]
mahrûkü'l-fuâd yüreği yanık
mahrukat ("ka" uzun okunur, o.i. mahrûk'un c.) odun, kömür gibi yakılacak şeyler
nıahrûkat-ı mâyia kim. "akaryakıt
mahrûkat-ı tabîiyye kim. "doğal yakacaklar
mahrum (a.s. hirmân'dan) 1. bahtsız, nasipsiz. 2. istediğini, dilediğini elde edemeyen
mahrûm-âne (a.f.zf.) mahrumcasına
mahrûme (a.s.) ["mahrum" un mü-en.]. (bkz: mahrum)
mahrûmen (a.zf.) mahrum olarak, bir şeyi veya dilediğini elde edemeyerek
mahrûmiyyet (a.i.) mahrumluk, dilediğini, istediğini elde edememe
mahrûr (a.s. harâret'den) içi hararetli olan, ateşli, ateşlenmiş, kızmış
Dil-i mahrûr ateşli gönül
mahrûrâne (a.f.zf.) ateşli ateşli, hararetli bir şekilde
mahrûre (a.s.) ["mahrûr" un mü-en.]. (bkz: mahrûr)
mahrûs (a.s. hırâset'den c. mahârîs. muhafaza edilen, gözetilen, korunan
Memâlik-i mahrûse muhafaza edilmiş memleketler; Osmanlı ülkesi, (bkz: Memâlik-i Şahane )
mahrûsa (a.i.) büyük şehir, (bkz: medîne-i azîme)
Memâlik-i mahrûsa-i şâhâne Osmanlı ülkesi
mahrûsa-i muhabbet muhabbet şehri, sevgi ülkesi
mahrûse (a.s.) ["mahrûs" un müen.] (bkz: mahrûs)
mahrût (a.i.) geo. "koni
mahrût-ı kaim geo. "dikkoni
mahrût-ı nakıs geo. "kesikkoni, fr. tronc de cöne
mahrût-ı teberrüzî coğr. birikinti "konisi
mahrûtî (a.s.) geo. *konik
mahrûtiyyât (a.s.c.) mahrûti, konik olan şeyler
mahrûtiyye (a.i.) geo. konik
mahrûtiyyet (a.i.) mahrûtîlik, konik olma hâli
mâh-rûy (f.b.s.) . (bkz. mâh-rû)
mâh-rûyân (f.b.s. mâh-rû'nun c.) ay yüzlüler, yüzü ay gib| olanlar, güzeller
mahrûz (a.s.) rezil, kepaze, aşağılık
mahsebe (a.i.) sanma, şüphe etme
mahşer (a.i.) huy, tabiat
mahsub (a.s. hisâb'dan c. mahâsib, mahsûbât) 1. hesâbedilmiş, hesaba dâhil edilmiş, avans kapatma. 2. büyük bir zâta mensup kimse
mahsûbât (a.s. mahsûb'un c.) hesâbedilmişler, hesaba dâhil edilmişler
mahsuben (a.zf.) hesaba katılarak, alacağa tutularak, hesaba geçirilerek; avans olarak
mahsûbiyyet (a.i.) mahsuptuk
mahsûd (a.s. hased'den) hased olunan, hased edilen, (bkz: mahkud)
mahsûd (a.s.) 1. hasad edilmiş, ekini biçilmiş. 2. biçilmiş ekin
mahsûf (a.s. husûfdan) husufa uğramış, gölgelenmiş
mahsûl (a.s. husûl'den) 1. husul bulan, hâsıl olan, meydana gelen şey. 2. ürün. 3. verim
mahsûl-i bedîa güzel mahsul
mahsulât (a.i. mahsûl'ün c.) 1. hâsıl olan, elde edilen şeyler. 2. topraktan yetişen şeyler. 3. ehlî hayvanlardan elde edilen maddeler. 4. sanayi maddeleri
mahsûlât-ı arziyye toprak mahsulleri
mahsûlât-ı kimyeviyye kimya yoluyla elde edilen maddeler
mahsûlât-ı sınâiyye endüstri mahsulleri
mahsûl-dâr (a.f.s.) mahsul veren, verimli, bereketli
mahsun (a.s. hısn'dan) kuvvetlendirilmiş, istihkâmlı
mahsur (a.s.) 1. muhasara edilmiş, kuşatılmış. 2. hasredilmiş, sınırlanmış, belli edilmiş
Nâ-mahsûr sınırsız, pek çok. 3. menedilmiş; tazyik edilmiş, sıkıştırılmış
mahsur (a.s. hasr'dan) feri gitmiş, yorulmuş [göz]
Çeşm-i mahsur fersiz, yorgun göz
mahsûs (a.s. hiss'den) 1. hissedilen, beşduygu'dan biriyle duyulan, anlaşılan, duyulur. 2. belli, aşikâr, meydanda
mahsûs, mahsûse (a.s. husûs'dan c. mahâsîs, mahsûsât) 1. husûsîleşmiş;,başkasında bulunmayan, yalnız bir kimseye ait olan. 2. birine ayrılmış olan. 3. lâyık. 4. ayrı, müstakil, başlı başına. 5. zf. husûsî olarak, özel, bilhassa. 6. z f. isteyerek, bile bile. 7. zf. şakadan, yalandan
mahsûs ve nâ-mahsûs belli belirsiz
mahsûsa (a.s.) mahsus, husûsî
İdâre-i mahsûsa Sultan Abdülaziz zamanında istanbul'da ilk olarak deniz işletme idaresi olup, sonralan "Seyr-i Sefâin" ve şimdi de "Devlet Denizyolları" adını almıştır
İdâre-i azîziyye Sultan Abdülaziz zamanında istanbul'da ilk olarak deniz işletme idaresi olup, sonralan "Seyr-i Sefâin" ve şimdi de "Devlet Denizyolları" adını almıştır
mahsûsât (a.i.c.) gözle görülür şeyler, [ma'kulât'ın zıddı]
mahsûsen (a.zf.) mahsûs olarak, aynca, bile bile. (bkz: bi-1-iltizâm)
mahsûsiyyet (a.i.) mahsusluk, husûsî olma hâli (özellik)
mahşer (a.i. haşr'den) 1. haşroluna-cak, toplanılacak yer; kıyamette ölülerin dirilip toplanacaklan yer. 2. çok kalabalık
mahşerî (a.s.) mahşeri andıran, mahşer gibi
mahşûd (a.s.) toplanmış, yığılmış,
mahşûr (a.s. haşr'dan) toplanmış
mâh-tâb (f.b.i.) 1. ay ışığı, mehtap. 2. on dört gecelik Ay. (bkz: bedr). 3. maytap, şenlik gecesinde yakılan renkli kibrit veya fişek
mâh-tal'at (f.a.b.s.) yüzü ay gibi parlak, güzel olan
mahtûbe (a.i.) evlenmek için istenilen kadın
mahtûm (a.s.) 1. hâtemlenmiş, mühürlenmiş. 2. kilitlenmiş; bağlanmış
mahtûmü'l-ebsâr gözkapaklan kapalı olan kör
mahtûn (a.s.) hitan edilmiş, sünnet olunmuş
Tıfl-ı mahtûn sünnet edilmiş çocuk
mahtûr (a.s. hatar'dan) 1. hatar'a, tehlikeye yakın. 2. i. fikir ve endîşe
mahtût, mahtûte (a.s.) 1. hatlanmış, çizgilenmiş, çizilmiş. 2. yazılmış, (bkz: mektûb)
mahtûtât (a.i. mahtut'un c.) yazma kitaplar
ma'hûd, ma'hûde (a.s. ahd'den. c. maâhid) 1. ahdolunmuş, bilinen; sözleşilen. 2. sözü geçen, (bkz: mezkûr). 3. meç. [ikincisi] fena bilinen kadın
mâhûdâne (f.i.) kene otu denilen şiddetli müshil
mahûf (a.s. havfden c. mahâvif) 1. korkunç, korkulu [yer]. 2. tehlikeli
mahûfiyyet (a.i.) korkunçluk
mahûle (a.s.) kocası ölmüş kadın
mâhulyâ (f.i.). (bkz: malihulya)
mahûr (f.i.) meyhane, kumarhane
mahûr (f.i.) muz. Türk müziğinin en eski makamlarındandır. Neşeli, şuh, ferah verici bir makamdır. Asırlardan beri rağbet ile kullanılmıştır. Mahur, çargâh makamının rast (sol) perdesindeki şeddidir; yâni basit bir şed makamdır. (Acem-aşîran gibi ki, bu da mâhûr'un bir perde peşlinde kalan bir çargâh şeddidir). Güçlüsü -beşinci derece olan- neva (re) dır. Dizinin umûmî seyri inicidir. Donanımına "fa" için bir küçük mücenneb diyezi alır (yâni garb müziğindeki "sol majör"ün aynıdır.), orta sekizlisindeki sesleri -tizden peşte doğru olmak üzere- şöyledir: gerdaniye, mahur, hüseynî, neva, çargâh, pûselik, dügâh ve rast
mâhûr-i kebîr muz. Türk müziğinin en az, beş asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir numunesi yoktur
mâhûr-ı kebîr-i kadîm muz. adı Nasır Abdülbaki'nin Tedkîk ve Tahkîk'inde geçen makam
mâhûr-i sagir muz. Türk müziğinin en az, beş asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir numunesi yoktur
mahûr-aşîran (f.b.i.) muz. Türk müziğinin en az iki buçuk asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir numunesi yoktur
mâhûrek (f.b.i.) muz. Türk müziğinin en az iki asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir numunesi yoktur
mâhûr-hân (f.b.i.) muz. 1. Hakkı Bey'in terkîbettiği bir mürekkep makamdır. Mahur ile hicaz dizisinden bir parçanın birleşmesinden ibarettir. Donanımına mahur gibi "fa" küçük mücenneb diyezi konulur. Hicaz için si bakıyye bemolü, do bakıyye diyezi "fa" bekar ve "fa" bakıyye diyezi kullanılır. Hicaz dizisinde bir miktar seyrettikten sonra, kısa bir mahur parçası gösterir ve mahur dizisinin üçüncü derecesi olan pûselik "si" perdesinde kalır. Bu tariften de anlaşılacağı üzere bilgisizce terkîbedilmiş bir makamdır
mâhûr-pûselik (f.b.i.) muz. Türk müziğinin tahminen iki asırlık bir mürekkep makamıdır. Mahur ile pûselik beşlisi veya tam dizisinden ibarettir. Pûselik ile dügâh "la" perdesinde kalır. Güçlüsü -mahur makamının güçlüsü olan- neva (re) dır. Donanımına mahur gibi "fa" küçük mücenneb diyezi alır. Tam pûselik dizisi kullanılırsa "fa" bekar yapılır; yeden için de "sol" bakıyye diyezi konur
mahûza (a.s.) 1. hâlis, saf, katkısız. 2. temiz, şerefli, asîl
mâ-hüve'l-hakk (a.b.s.) hak olan şey
mahv (A.i.) 1. yok etme, ortadan kaldırma; harâbetme, perişan etme; batma, bitme, yok olma. 2. tas. beşerî nakîsalardan kurtulma hâli. [zıddı "isbât"]
mahv-i ayn-i abd tas. ayana vücut izafesini iskat
mahv-i ubûddiyye tas. ayana vücut izafesini iskat
mahv ü isbât bir müsveddenin bâzı yerlerini çizip, bazı yerlerini ilâvelerle düzeltme. 3. astr. Ay'daki siyahlık
mâh-vâr (f.b.s.) ay gibi. (bkz: meh-vâr1, meh-veş)
mâh-vâre (f.i.) aylık maaş. (bkz: mâh-âne, mâh-yâne)
mâh-veş (f.b.s.) . (bkz. meh-veş)
mahviyyet (a.i.) alçakgönüllülük, [yapma kelimelerdendir], (bkz: tevazu')
mahya, mâhye (a.i. mâhiy-ye'den) Ramazan'da birden çok minaresi olan camilerin minareleri arasına gerilen iplere kandil veya elektrik ampullleriyle yazılan yazılar, yapılan resimler
mâh-yâne (f.i.) aylık maaş. (bkz: mâh-âne, mâh-vâre, şehriyye)
mahz (a.i.) 1. su katılmamış, hâlis süt. 2. hâlis, katkısız, sâde; tam; ta kendisi, aslı
Hikmet-i mahzâ tam bir hikmet, hikmetin ta kendisi
mahz-i dikeni hikmetlerin hâlisi, akıllılığın, filozofluğun tâ kendisi
mahz-ı kerâmet tam keramet
mahz-ı ni'met nîmetin hâlisi, kendisi
mahzâ (a.s.) 1. ancak, yalnız, tek, sâde. 2. hâlis, katkısız, tam
mahzana (a.i.) güvercinlik
mahzar (a.i. huzûr'dan) 1. huzur yeri, büyük bir kimsenin önü. 2. hazır olma, görünüş, gösteriş
Nîk-mahzar görünüşü güzel olan. 3. birkaç kişi tarafından imzalanmış olan dilekçe. 4. mahkeme sicili
mahzen (a.zf.) ancak, yalnız, tek. (bkz: mahzâ)
mahzen (a.i. hazn'den c. mahâzin) l. içinde eşya saklanacak yer; yer altı, bodrum. 2. s. havasız, karanlık [yer]
Kurşunlu mahzen istanbul'da Galata'da, deniz kıyısında bulunan gümrük binası [Tanzimat'tan önce]
mahzen-i cûb istanbul'da, Tersâne'deki kereste anban
mahzen-i sürb istanbul'da Tersâne'deki levazım anban, kurşunlu mahzen
mahzû' (a.s.) huzûa ermiş, gönülden münkadolmuş, boyun eğmiş
mahzûb (a.s.) boyanmış, (bkz: mahdûb, masbûğ, mülevven)
mahzûf (a.s.) 1. hazfolunmuş, silinmiş, kaldırılmış. 2. ed. eski yazıda noktasız harflerle yazılmış manzum ve mensur söz. Buna "mühmel" ve "mücerred" de denir, (bkz: mücerred, mühmel)
mahzûl (a.s.c. mahâzîl) hor, hakir, perişan; rüsvâ
mahzûlen (a.zf.) hakir, rüsvâ olarak
mahzûlîn (a.s. mahzûl'ün c.) horlar, hakirler, perişanlar, rüsvâlar. (bkz: mahâ-zîl)
mahzun (a.s. hazîne'den) hazînede saklanan şey
mahzun (a.s. hüzn'den) hüzünlü, tasalı, kaygılı, (bkz: mükedder)
mahzûn-âne (a.f.zf.) mahzun-casına. tasalı, kaygılı olarak
mahzûnen (a.zf.) kaygılı, tasalı olarak
mahzûniyyet (a.i.) mahzunluk, tasalı, kaygılı oluş
mahzur (a.s. hazr'dan c. mahâzîr) haram edilmiş, yanına yaklaşılması yasak edilmiş; haram
mahzur (a.s. ve i. hazer'den) hazer olunacak, sakınılacak, korkulacak şey; engel; sakınca
mahzûrât (a.i. mahzûre'nin c.) şer'an yasak edilmiş olan şeyler
Ez-zarûrât tübîhül-mahzûrât zaruretler, yasak ve haram sayılan şeyleri mubah kılar
mahzûrât (a.i. mahzûr'un c.) hazer olunacak, sakınılacak, korkulacak şeyler; engeller, (bkz: mahâzîr)
mahzûre (a.i.) 1. sakınma, çekinme, sakınç. 2. çekinilecek şey, korku. 3. savaş, (bkz: ceng)
mahzûre (a.i.c. mahzûrât) men' ve haram edilmiş olan şey
mahzûz (a.s. hazz'den) hazetmiş, hoşlanmış, (bkz: memnun)
mahzûzât ~ . (a.i.c.) hoşlanılacak şeyler
mahzûziyyet (a.i.) mahzuzluk, haz etme, hoşlanma, (bkz: mesrûriyyet)
mâî, mâiyye (a.s. mâ'dan) 1. suya ait, su ile ilgili. 2. su renginde, mavi
maîb (A.i.c. maâyib) ayıp sayılan şey, kusur, leke
mâide (a.i.) 1. üzerinde yemek bulunan sofra
Sûre-i mâide mâide sûresi, Kur'-ân'ın 5. sûresi. 120 âyettir, Medine devrinde nazil olmuştur. 2. yemek, ziyafet
Mâide-i Mesîh Hz. îsâ ile Havarilerine gökten nazil olan sofra, (bkz: V. sûre)
mâide-i seniyye pâdişâh ziyafeti
mâide-i Süleyman Endülüs fâtihleri arasında nifaka sebebolan meşhur sofra takımı
mâide-sâlâr (f.b.i.) sofracı başı
mail (a.s. meyl'den) 1. bir yana eğilmiş, eğik, eğri. 2. hevesli, istekli, düşkün. 3. andırır, benzer, ...e çalar. 4. i. geo. eğik
mâil-i inhidam yıkılmaya yüz tutmuş, kağşamış, (bkz: müşrif-i harâb)
mail üstüvane geo. eğik silindir
maile (a.i.) coğr. aklan, fr. versant
mâiliyyet (a.i.) mâillik, eğrilik
maîn (a.i.) 1. saf, akar su. 2. geo. eşkenar dörtgen, fr. losange
maişet (a.i. ayş'den c. maâyiş) 1. yaşama, yaşayış. 2. geçinme, geçiniş, dirlik, geçinmek için lüzumlu olan şey. (bkz: iş). 3. ilmiye tarîkinin başlangıcında bulunanlara verilen tahsisat
maîşet-gâh (a.f.b.i.) maişet yeri, geçim temin edilen yer
mâiyye (a.i.) zool. susallar, fr. aquatiques
mâiyyet (a.i.) kim. hidrat, fr. hydrate
mâiyyet-i karbon kim. karbonhidrat
mâiyyet (a.i.) 1. beraberlik, arkadaşlık. 2. bir büyük me'mûrun emri altında bulunma
maiyyet-i seniyye pâdişâhın yanında bulunanlar
mâiyyet me'muru bir valinin yanında idare stajı yapan me'mur
mâiyyet vapuru kıyı ve ada valilerinin emrinde bulunan vapur, elçiliklerin istanbul'da bulunan gemileri
makabih ("ka" uzun okunur, a.i. makbaha'nın c.) yakışıksız, çirkin hareketler. makabir li- ("ka" uzun okunur, a.i. mak-bire'nin c.) mezarlar, (bkz: medâfin)
mâ-kabl (a.i.) ön, öndeki, üstteki, geçmiş; bir şeyin kendinden evvel olanı, [zıddı "mâ-ba'd"]
makable şümul geçmişe etkili olma
mâ-kable't-târih (a.b.s.) fels. tarihöncesi, fr. prehistoire
ma'kad (a.i.c. maâkid) akdedilecek yer
mak'ad (a.i. kuûd'dan c. makâid) 1. oturulacak yer, minder. 2. oturak yeri, geri, kıç, makat, (bkz. dübr, ist.)
mak'ad-i sıdk takva erbabının Cennet'te bulunacakları makam
makadim ("ka" uzun okunur, a.i. mak-dem'in c.) gelmeler, dönüp gelmeler
makadîr ("ka" uzun okunur, a.i. mik-dâr ve makdûr'un c.) miktarlar, kısımlar
makadîr-i müştereke aynı ölçü ile ölçülebilen miktarlar
makadîr-i mütenâsibe mat. orantılı çokluklar
makadir ("ka" uzun okunur, a.i. makde-ret'in c.) kudretler, kuvvetler
mak'ad-i sıdk (a.it.) takva erbabının Cennet'te bulunacakları makam
makâid ("ka" uzun okunur, a.i. mak'-ad'ın c.) rriakatler
makal ("ka" uzun okunur, a.i. kavl'den c. makalât) 1. söz, lâkırdı, (bkz: kavi). 2. söyleme, söyleyiş
Hüsn-i makal söz güzelliği
makalât ("ka" uzun okunur, a.i. makale'nin c.) 1. sözler. 2. gazetede veya dergide çıkan yazılar
makale ("ka" uzun okunur, a.i. kavl'den c. makalât) 1. söz. 2. nutuk. 3. tek bir bahis üzerine kaleme alınan şey
makalîd ("ka" uzun okunur, a.i. mık-lâd'ın c.) 1. kilitler, kilit dilleri, anahtarlar. 2. hazîneler
makalim ("ka" uzun okunur, a.i. mak-lem in c.) ucu budanmış şeyler
makam ("ka" uzun okunur, a.i. kıyâm'-dan c. makamât) 1. kıyam edilen, durulan, durulacak yer, durak. 2. me'mûriyet, me'mur-luk yeri. 3. ermişlerden birinin mezarı sanılan yer. 4. muz. bir durak ile bir güçlünün etrafında, onlara bağlı olarak toplanmış seslerin umûmî heyeti, fr. mode, ton. Nihâvend makamı, hicaz makamı., gibi
makam-ı âid yetkili makam, (bkz: merci'-i âid)
makam-ı âlî (yüce makam) nezâretler hakkında kullanılırdı
makam-ı evvel-i sânî seyyare (gezegen) lerin mahrek (yörünge) leri üzerindeki hareket noktası
makam-ı hizmet hizmet, iş görme yeri
makam-ı İbrahim Kabe'de saklı bulunan bir taş
makam-ı Mahmûd mahşer günü Hz. Muhammed'in diğer nebilerle velîlere melce' olan şefaat-i Kübrâ makamı. [Ta'bîrât-i Kur'âniyye'dendir]
makamât ("ka" uzun okunur, a.i. makam ve makame'nin c.) 1. makamlar. 2. meclisler, topluluklar, kalabalıklar
Sâhib-i makamât tasarruf ve hakikat vâdîsinde yüce mertebelere ermiş olan
makamât-ı âliyye yüce makamlar, nezâretler
makamât-ı Harîrî Arap edîbi Harîrî'nin hikâye kitabı
makamât-ı mûsikiyye mûsiki makamları, havalan
makamât-ı mübâreke Kudüs'te Müslümanlar ve Hıristiyanlarca mübarek addedilen makamlar
makamât-ı Rıdvan Cennetler
makame ("ka" uzun okunur, a.i.c. makamât) 1. meclis, cemâat, topluluk, kalabalık. 2. nutuk tarzında söylenilen sözler
makamı' ("ka" uzun okunur, a.i. mıkmaa'nın c.), (bkz. mıkmaa)
makani' ("ka" uzun okunur, a.i. mıkna' ve mıknaa'nın c.) başörtüleri
makarîz ("ka" uzun okunur, a.i. mikrâz'ın c.) kesecek âletler, makaslar
nıakarr (a.i. karâr'dan c. makarr) 1. karar edilen, durulan yer, karargâh. 2. oturulan yer. 3. ocak, merkez
Cennet-makarr durağı, yeri cennet olan. (bkz: cennet-mekân). 4. payitaht, başkent
makarr-ı hükümet hükümet merkezi, (bkz: pây-taht)
makarr-ı idare başşehir, başkent
makarr-ı sefil alçak durak
makarr-ı sefîl-i feryâd alçak feryat durağı, ıztırapla dolu dünyâ
makasid ("ka" uzun okunur, a.i. mak-sad'ın c.) maksatlar, niyetler; arzular, istekler
makasid-i insâniyyet insanlık maksatları
ma kasır ("ka" uzun okunur, a.i. maksure'nin c.) 1. camilerde etrafı parmaklıklı yüksek yerler. [Muâviyye tarafından ihdas edildiği söylenir]. 2. bir evin en mahrem tarafları
makass (a.i.c. makass) makas. [fasîhi mikass dır], (bkz: mıkrâs, mıkrâz)
makass ("ka" uzun okunur, a.i. makass ve mikass'ın c.) makaslar, (bkz: mıkrâs, mıkrâz)
makas(s)dâr (a.f.b.i.) elbise için kumaş biçen kimse
makatı' ("ka" uzun okunur, a.i. makta'ın c.), (bkz. makta')
makatiü'l-enhâr coğr. nehirlerin geçitleri
makatiü'l-evdiye derelerin aşağı ucu, suların dağıldığı yerler
makatil ("ka" uzun okunur, a.i. mak-tel'in c.) katledilen, öldürülen yerler
makavîl ("ka" uzun okunur, a.i. mik-vel'in c.) diller
makazif ("ka" uzun okunur, a.i. mik-zâf in c.) kürekler [gemide]
makbaha (a.i.c. makabih) yakışıksız, çirkin hareket
makbaza (a.i.) cerrahların cımbıza benzer bir âleti
makber, makbere (a.i.c. makabir) 1. mezar, mezarlık. 2. Abdülhak Hâmid'in, karısı Fatma Hamm'ın ölümü üzerine yazdığı uzun şiir
makbere-i sükûn sükûn mezarı, insanın ölünce dinleneceği mezar
makbere-i şühedâ şehitlerin mezarı
makbûh (a.s. kubl'dan c. makabîh) beğenilmeyen, fena görülen
makbûha (a.i.) hoşa gitmeyen hal veya iş
makbul (a.s. kabûl'den) 1. kabul olunmuş, alınmış, alınan. 2. beğenilen, hoş karşılanan; geçer
makbûlü'ş-şahâde şahadeti kabul edilmiş, edilen, [müen. makbule, kadın adı olarak da kullanılır]
makbule (a.s.) 1. ["makbul" ün müen.]. (bkz: makbul). 2. kadın adı
makbûliyyet (a.i.) makbullük, beğenil mişlik
makbûr (a.s. kabr'den) kabire konulmuş, gömülmüş, (bkz: medfûn)
makbûz (a.s. kabz'dan) 1. kabzo-lunmuş, alınmış, (bkz: me'hûz). 2. sıkılmış, daraltılmış. 3. i. bir şeyin alındığına karşı verilen mühürlü, imzalı kâğıt. 4. gr. "u" ve "ü" sesleri ile okunan "v" harfi [kayıt ve şart yerine kayd ü şart gibi]
makbûzât (a.i. makbûz'un c.) borçlulardan veya satıştan toplanan para
makdem (a.i. kudûm'dan c. maka-dim) 1. gelme; dönüp gelme. 2. tar. Osmanlılar zamanında kalyoncuların kullandığı ve üzerinde ucu saçaklı bir sargı sanlı olan başlık
makdem-i behâr bahânn gelmesi
makderet (a.i. kudret'den) güç, kuvvet, zor
Makdîsiyye (a.h.i.) Kadiri tarikatı şubelerinden biri. [kurucusu Abdüllâtîf Makdîsî'ye nisbetle bu adı almıştır]
makdûh (a.s. kadh'den) kadh olunmuş, beğenilmemiş, ayıp
Ahvâl-i makdûhe beğenilmeyen haller. ["memdûh"un zıddı]
nıakdûr (a.i. kadr'den c. makadîr, makdûrât) 1. güç, kuvvet, kudret. 2. Allah'ın takdiri, kader. 3. s. elden gelen
Bezl-i makdûr elden geldiği kadar yapma
Hasbe'l-makdûr bir kuvvetin üstünde, en fazlası
makdûr-i beşer insan için yapılabilecek
makdûrü'l-istîfâ istifası mümkün olan
makdûrü't-teslîm ele geçirilmesi mümkün olan
makdûrât (a.i. makdûr'un c.) 1. güçler, kuvvetler, kudretler. 2. Allah'ın takdirleri, kaderler
ma'kes (a.i. aks'den) akseden yer, akis yeri
makhûr (a.s. kahr'dan) 1. kahrolmuş, mağlûbolmuş, bozguna uğratılmış, yenilmiş. 2. Allah'ın gazabına uğramış
makhûr-i kahr-i ilâhî Allah'ın kahnyla kahrolmuş
makhûr-âne (a.f.zf.) kahra uğrayarak, kahra, bozguna, gazaba uğramışlara yaraşır surette
makhûren (a.zf.) kahrolarak, bozguna uğratılmış olarak, Allah'ın gazabına uğrayarak
makhûriyyet (a.i.) kahrolmuşluk; bitiklik, bitkinlik; Allah'ın gazabına uğrama
ma'kıl (a.i.c. maâkıl) sığınacak yer. (bkz. melce')
ma'kılî (a.i.) hiç bir parçasında yuvarlaklık olmayan, düz, dik ve köşeli bir yazı sitili
ma'kid (a.i.) akdedilecek yer; bağ, düğüm yeri
makil (a.i.) 1. öğle uykusu, (bkz: . kaylûle). 2. öğle uykusuna dalınacak yer
mâkir (a.s. meker'den) mekr eden, hileci, (bkz: hîlekâr)
mâkiriyye (a.i.) iskelelerin bazılarında alınan resimlerden biri
makis (a.s. kıyâs'dan) kıyâs edilebilir, benzetilebilir, fr. comparable
mâkis, mâkise (a.i.) mekseden, duraksayan
makit (a.s.). (bkz. mebguz)
rnâkiyân (f.i.) tavuk, (bkz: decâce)
makleb (a.i.) 1. kalbetme, bir şeyin altını üstüne çevirme, bir nesnenin sonunu ön ve önünü son yapma. 2. kalbedecek, değişecek yer
maklû'li (a.s. kal'den) kal'olunmuş, kökünden çıkarılmış, sökülmüş
Şecer-i maklû' sökülmüş ağaç
maklûan (a.zf.) kal'edilerek, sökülmüş, kökünden çıkarılmış olarak
maklûan kıymet fık. sökülmüşüne, yıkılmışına takdir edilen kıymet, [ağaç, bina... gibi]
maklûb ııi- (a.s. kalb'den) 1. kalbolun-muş, altı üstüne getirilmiş, ters döndürülmüş, başka şekle sokulmuş. 2. harfleri tersinden okunduğu zaman da yine aynı olan kelime veya cümle ["tut, mum, kak, pap, bab, Anastas mum satsana" gibi]
maklûb-i muavvec ed. bir kelimedeki harflerin düzensizce yer değiştirmesiyle ortaya başka bir kelimenin çıkması, çevirmece, bozuntu
maklûbiyyet (a.i.) maklûbolma hâli
maklûm (a.s.) yonulmuş, yontulmuş, kesilmiş
Ezfâr-ı maklûme kesilmiş tırnaklar
maklûm-üz-zufr tırnağı kesilmiş, yontulmuş
maklûme (a.s.) ["maklûm" un müen-nesi]. (bkz: maklûm)
makrebe (a.i.). (bkz. karabet)
makreme (a.i.) 1. sofra havlusu. 2. elbezi. 3. mahrama, bâzı köylü kadınların başlarına sardıkları nakışlı örtü. 4. peştemal [aslı "mıkreme" dir]
makrûh (a.s.) karhedilmiş, yaralanmış, (bkz: mecruh)
makrûn (a.s. karn'dan) 1. yakınlaş-ünlmış, yakın. 2. ulaşmış, kavuşmuş,
icâbet-makrûn kabule yakın, yaklaşmış
makrûn-i müsâade izne kavuşmuş, izin almış
makrûn-i sıhhat sıhhat ve hakikate yakın
makrûniyyet (a.i.) makrunluk, yakınlık yaklaşma
makrûz (a.s. karz'dan) ikraz edilmiş, ödünç verilmiş
maksad (a.i. kasd'den c. makasid) kasdolunan, istenilen şey. (bkz: meram)
maksad-ı teşbih (bkz: vech-i şebeh)
maksebe (a.i.) kamışlık, sazlık, (bkz: ney-istân, ney-sitân)
maksim (a.i.c. makasim) 1. taksim edilecek, bölünecek, dağıtılacak yer. 2. suyun kollara ayrıldığı yer, musluk, savak
Dostları ilə paylaş: |