Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə158/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   154   155   156   157   158   159   160   161   ...   189

şi'râ-üş-şâmî, şi'râ-yi şâmî astr. Küçük Köpek, Kelbülasgar, burcunda en parlak yıldız, (Procyon); lât. alpha Canis Minoris.

sirâ'-güşâ (a.f.s.) yelken açan.

şîr-âne (f.zf.) arslancasına, arslana yaraşır yolda. (bkz: esed-âne, gazanfer-âne, haydâr-âne).

hamle-i şîr-âne arslanca saldırış.

şirâ-ül-hanek (a.b.i.) anat. damak eteği, fr. voile du palais.

şîrâz (f.i.) müz. Türk müziğinde eski bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur. [hâlen Azerî müziğinde de bu isimle bir makam vardır].

şîrâze (f.i.) 1. kitap ciltlerinin iki ucunda bulunan ve yaprakları muntazam tutan, ibrişimden örülmüş ince şerit. 2. pehlivan kispetinin paçası. 3. mec. esas, düzen, nizam. 4. bağ, örgü. 5. kispet paçası.

şirâze-bend (f.b.s.) şirâze bağlayan. 2. düzen veren, düzenleyen.

şîrâze-gîr (f.b.s.) şirâze yapılmaya elverişli [kitap].

şîrâz-sünbüle (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinde birkaç asırlık bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

şirb (a.i.) su hissesi, suya ait hak; ekin ve hayvan sulama nöbeti.

şirb-i hâss huk. [eskiden] muayyen kimselere mahsus olan akar sudan su alma hakkı.

şîr-bân (f.b.i.) arslan bekçisi.

şîr-ceng (f.b.s.) arslan cenkli, arslan gibi savaşan.

şîrdân (f.i.) 1. şirden, geviş getiren hayvanların ikinci midesi, geviş bağırsağı. 2. içine süt konulan kap, süt kabı.

şîr-dâr (f.b.s.) sütlü, süt veren.

şîr-der-zencîr (f.b.s.) zincire vurulmuş arslan.

şîr-dil (f.b.s.) arslan yürekli, cesur. (bkz. şîr-merd).

şîre (f.i.) 1. süt. (bkz: şîr2). 2. şıra. (bkz. usâre).

şîre-i engûr üzüm suyu; şarap.

şi'ren (a.zf.) şiir olarak, şiir yoluyla.

şîr-gîr (f.b.s.) 1. arslanı tutacak derecede kuvvetli ve cesur olan. 2. çakırkeyif, yarı sarhoş.

şîr-hâr (f.b.s.) 1. süt içen, henüz memede olan. (bkz: sabî). 2. tar. acemiliğe alınmayan veya sayısı beşten eksik olan esirlerden bir kısmı.

şi'rî (a.s.) şi're mensup, şiirle ilgili.

şîrîn (f.s.) 1. tatlı. 2. sevimli, cana yakın, sempatik. 3. müz. Türk müziğinde bir büyük usul olup şeyh Abdülbâki Dede tarafından terkîbedilmiştir. Herhalde zamanında bu usul ile hiç olmazsa bestekârı tarafından birkaç eser yazılmışsa da zamanımıza bir tek nümunesi intikal etmiş değildir. 44 zamanlı ve 22 darblı olup peşrev ve beste gibi şekillere mahsustur. Muhtelif şekillerde vaz edilmiş 11 tane sofyandan mürekkeptir, darbları şöyledir düm (4 zamanlı, kavi) te (l, nim kavi), ke (l, zayıf), te (l, nim kavi), ke (l, zayıf); düm (2, kavi), tek (2, nim kavi); tek (4, kavi), te (2, nim kavi), ke (2, zayıf); te (2, nim kavi), ke (2, zayıf); düm (2, kavi), te (l, nim kavi), ke (l, zayıf); düm (2, kavi), düm (2, nim kavi), tek (4, kavi); te (2, kavi), te (2, nim kavi); te (2, kavi), ke (2, nim kavi).

Şîrîn (f.h.i.) Ferhâd (Husrev) ile Şîrîn hikâyesinin kadın kahramanı.

şîrîn-âvâz (f.b.s.) tatlı sesli, sesi tatlı.

şîrîn-cemâl (f.a.b.s.) sevimli yüzlü.

şîrîn-edâ (f.b.s.) lâtif edalı.

şîrîn-güftâr (f.b.s.) tatlı konuşan, hoş sohbet.

şîrîn-güvâr (f.b.s.) tadı hoş olan.

şîrînî (f.i.) 1. tatlılık. 2. sevimlilik, canayakınlık, sempati.

şîrîn-kâm (f.b.s.) tatlılığı damağında kalmış, tadı damağında kalmış.

şîrîn-kâr (f.b.s.) tatlı, hoş muamele eden.

şîrîn-kelâm (f.a.b.s.) sözü tatlı, hoş sohbet.

şîrîn-suhan (f.a.b.s.) sözü tatlı, hoşsohbet.

şîrîn-tab' (f.a.b.s.) yavaş yumuşak tabiatlı.

şîrîn-ter (f.b.s.) daha şirin, daha tatlı, daha sevimli.

şîrîn-zebân (f.b.s.) tatlı dilli, dilitatlı.

şîristân (f.b.i.) arslanı çok olan yer.

şirk (a.i.) müşriklik, Allah'a şerik, ortak koşma, Allah'dan başka bir Allah bulunduğuna inanma.

şirket (a.i.) 1. ortaklık. 2. ticaret için meydana gelen kurul.

şirket-i a'mâl fık. çalışmayı sermâye olarak kabul eden şirket.

şirket-i ayn fık. muayyen ve mevcut olan maldaki ortaklık.

şirket-i deyn huk. [eskiden] alacakta iştirak.

şirket-i emvâl huk. [eskiden] şeriklerin ortaya sermâye olmak üzere birer miktar mal koyarak birlikte, yahut ayrı ayrı, yahut mutlaka ahz ü îtâ etmek ve hâsıl olacak ribhi aralarında paylaşmak üzere kurduklan şirket.

şirket-i ibâhe fık. kimsenin malı olmayan şeylere (su gibi) sahip çıkmak salâhiyetinde âmmenin ortak olması.

şirket-i ihtiyâriyye serbest irade ile birden çok kişinin kurduğu ortaklık.

şirket-i inân huk. [eskiden] şerikler arasında tam müsavat (eşitlik) şart edilmeksizin akdolunan şirket.

şirket-i mefâlis (bkz: şirket-i vücûh).

şirket-i milk huk. [eskiden] esbâb-ı temellükten olan iştira ve iltihap ve kabûl-i vasiyet ve tecâvüz gibi bir sebeple, yahut halt ve ihtilât-ı emval ile yânî malları kabil-i temyîz ve tefrik olmayacak surette karıştırmak, yahut malları o surette yekdiğerine karıştırmakla bir şeyin birden fazla kimseler arasında müşterek olması. [Meselâ bir kimse bir malını iki kişiye hibe veya vasiyet edip de onlar da tesellüm ve kabul etseler, mal, bu iki kişi arasında müşterek olur].

şirket-i mudârebe fık. bir taraftan sermâye, diğer taraftan emek olmak üzere kurulan şirket.

şirket-i mufâvaza fık. ortaklık sermâyesi olabilecek malları ve sermâye miktarı ve hisseleri müsâvî olarak bir, iki veya daha çok kimselerin kurdukları şirket.

şirket-i vücûh fık. kredi ile mal alıp satmak üzere kurulan şirket.

şîr-merd (f.b.s.) arslan yürekli, cesur. (bkz: şîr-dil).

şîr-merdân (f.b.i.) 1. yürekli, cesur, kahraman kimseler. 2. kutsal kişiler.

şîr-pençe (f.b.i.) "arslan eli" hek. en çok ensede ve sırtta çıkan, çabuk genişleyen ve tehlikeli bir halde olabilen, çoğu istafilokok mikrobundan ileri gelen bir kan çıbanı.

şirret (a.i.) 1. şerirlik, kötülük. 2. (o.s.) geçimsiz, hırçın, huysuz, kavgacı.

şirrîr (a.s.c. eşirrâ, eşrâr) [çok] şerir, şer işleyen, (bkz: şerîr), ["şirrîr" şekli asıl olduğu halde bizde "şerîr" olarak kullanılır].

Şirvânî (f.s.) 1. Şirvan şehri ile ilgili. 2. h. i. Şirvanlı.

şiryân (a.i.c. şerâyîn) anat. atardamar.

şiryân-ı âdûdî anat. bâzûda bulunan damar.

şiryân-ı cefnî anat. gözkapağı.

şiryân-ı ebher anat. temiz, kırmızı kanı yürekten vücûda dağıtan atardamar.

şiryân-ı iklîlî anat. kalbi besleyen ve kırmızı kanı nakl ve sevk eden damar.

şiryân-ı ku'berî anat. bilek damarı.

şiryân-ı nâzil hek. aşağı inen atardamar.

şiryân-ı rievî anat. akciğerlerin içine dağılan ve kırmızı kanı dağıtan damar.

şiryân-ı sâid hek. kalbden çıkan atardamar.

şiryân-ı sübâtî anat. şahdamar [boynun iki yanında olan].

şiryân-ı şefevî anat. dudak atardamarı.

şiryân-ı şezen anat. soluk borusu.

şîryân-ı taht-et-terkova anat. köprücük altı damarı.

şiryân-ı zülâkî anat. mideye giden damarların hepsi.

şiryânî, şiryâniyye (a.s.) anat. şiryan (atardamar) ile ilgili.

şirzime (a.i.c. şerâzim) 1. bir şeyin küçük bir parçası. 2. küçük, az olan topluluk.

şîşe (f.i.) şişe, sırça, (bkz: karûre).

şîşe-bâz (f.b.i.) şişelerle numara, oyun yapan, hokkabaz.

şitâ (a.i.) kış. (bkz: zemistan).

Mevsim-i şitâ kış mevsimi.

şitâb (f.i.) acele, sür'at, çabukluk.

şitâbân (f.i.) acele eden, çabuk olan, koşan, seğirten, ["olmak" yardımcı fiili ile kullanılır]. (bkz: mütehâlik).

şitâî (a.s.) kışa ait, kışla ilgili.

şitâiyye (a.s.) 1. kışlık. 2. i. girizgâh kısmı kışdan bahseden veya kış tasviriyle başlayan kaside.

şitevî, şiteviyye (a.s.) 1. kışa ait, kışla ilgili. 2. i. kış sebzesi.

şivâz (a.i.) 1. dumansız ateş. 2. susama, (bkz. atş, şuvâz).

şîve (f.i.) 1. naz, eda.

şîve-i dil-ber güzelin nazı, edası.

şîve-i reftâr yürüyüş tarzı, yürüyüşteki eda. 2. leng. söyleyiş, yerli veya yabancı konuşma tarzındaki telâffuz hususiyetlerinin bıraktığı umûmî intibalar, fr. accent.

şîve-bâz (f.b.s.) şîveli, cilveli. (bkz. işve-bâz).

şîve-bâzî (f.b.i.) şîvelilik, cilvelilik.

şîve-ger (f.b.s.). (bkz. şîve-kâr)

şivegî (f.b.s.). (bkz: şîve-kâr).

şîve-kâr (f.b.s.) 1. şiveli, işveli, cilveli, (bkz: gannâc, işve-bâz). 2. i. kadın ismi.

şîven (f.i.) matem, yas; inleme, sızlanma. (bkz: nevha).

şîven-gâh, şîven-geh (f.b.i.) matem, yas yeri, matem evi.

şîve-nümâ (f.b.s.) 1. naz gösteren. 2. i. müz. Türk müziğinde bir mürekkep makam olup, üç asırlık kadardır. Sabâ ile ferah-fezâ'dan mürekkeptir. (Ferahfeza, acem aşîran ile sultanî yegâh'dan ibaret olup, sonradan Ahmet Ağa tarafından -belki şîvenümâ'dan ilham alınarak- tertîbedilmiştir; sultanî yegâh ise, bundan da sonra müstakil ve isimli makam olarak -Dede Efendi tarafından- kullanılmaya başlanmıştır). Ferahfeza (yânî sultanî yegâh) ile yegâh (re) perdesinde kalır. Güçlüler, birinci derecede -sabâ'nın durağı ve sultanî yegâh'ın güçlüsü olan- dügâh (la), ikinci derecede de -sabâ ile acem aşîran'ın güçlüleri olan- çargâh (do) perdeleridir. (Üçüncü derecede, acem aşîran'ın durağı acem aşîran da gösterilebilir). Donanımına sabâ ile "si" koma bemolü ile "re" bakıyye bemolü konulur ve sabâ'nın tiz "la" bakıyye bemolü, ferahfezanın "si" bekar, "re" bekar, "si" küçük mücenneb bemolü (ve sultanî yegâh 'ın"do" bakıyye diyezi) icâbettikçe nota içerisinde kullanılır.

şiya' (a.i. şîa'nın c.) şîalar.

şiyem (a.i. şîme'nin c.) huylar, tabîatlar.

şöhre (a.s.) şöhretli, ünlü, şöhreti ağızlarda dolaşan.

şöhre-i âfâk bütün dünyaca tanınmış.

şöhre-i şehr bütün şehrin dilinde gezen.

şöhret (a.i.) 1. ün, ad yapma. 2. ad, san.

şöhret-i âfâk her tarafça meşhur.

şöhret-i kâzibe yalancı şöhret.

şöhret-gîr (a.f.b.s.) şöhreti yayılmış, ün salmış.

şöhret-şiâr (a.b.s.) şöhretli ünlü. (bkz: meşhur).

şöhret-yâb (a.f.b.s.) şöhret bulan, şöhretli.

şû[y] (f.i.) yıkama.

Şüst ü şû yıkama, temizleme.

-şû, -şûy (f.s.) "yıkayan, temizleyen" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler yapar.

Câme-şûy Çamaşır yıkayan.

Mürde-şûy ölü yıkayıcı, (bkz: gassal).

şuâ' (a.i.c. eşi'a, şiâ', şuâât) 1. ışın, Güneş'ten veya başka bir ışık kaynağından uzanan tel tel ışıklar.

Hayt-üş- şuâ' Güneş'in iplik iplik olan ışıkları. 2. vektör, fr. vecteur.

şuâ-i mer'î fiz. görme ekseni.

şuâ-i merkezî fiz. özek ışın.

şuâ-i mün'akis fiz. yansıyan ışın.

şuâ-i nısf-ı kutr fiz. yarıçap vektörü.

şuâ-i vârid fiz. gelen ışın.

şuâ-i ziyâî fiz. ışık ışınlan.

şuâât (a.i. şuâ'ın c.) şualar, ışınlar.

şuâât-ı münkesire fiz. kırılan ışınlar.

şuâât-ı şemsiyye fiz. Güneş ışınları.

şuâb (a.i. şu'be'nin c.), (bkz. şuabât).

şuabât (a.i. şu'be'nin c.) şubeler, bölükler, kısımlar, takımlar; dallar, budaklar.

şuâbat-ı tedrîsiyye öğretim kolları.

şuâî (a.s.) şua'a mensup, şua ile, ışınla, vektörle ilgili.

şuâiyye (a.i.) zool. ışınlılar, fr. radiolaires.

şual (a.i. şu'le'nin c.) alevler, ateş alevleri.

şuarâ (a.i. şâir'in c.) 1. şâirler, ozanlar, (bkz: şâirân).

şuarâ-üş-şâmiyye (kevkebi) astr. prosyon, fr. procyon.

şuarâ-yi câhiliyye İslâm dîninden evvel Hicaz'da görünen Arap şâirleri.

şuarâ-yi Yemânî astr. Sirius. 2. Kur'ân'ın 26. sûresi olup içinde şairlerin zikri geçtiği için bu adı almıştır. Mekke'de nazil olmuştur, 227 âyettir.

şubân (f.i.) çoban, (bkz: şûbân).

şubân-ı vâdî-i eymen Hz. Musa.

şûbân (f.i.) çoban, (bkz: şubân).

şu'be (a.i.c. şiâb, şuab, şuabât) 1. şube, bölük, kısım, takım, bölüntü. 2. dal, budak.

şube-i safâ müz. Maragalı Abdülkadir oğlu Abdülaziz'in adlandırdığı bir makam.

şube-i şâhî müz. Maragalı Abdülkadir oğlu Abdülaziz'in Sultan II Mehmet'e armağan olarak adlandırdığı bir makam.

şu'bede (f.i.) elçabukluğu, hokkabazlık. [Arapçada"şa'beze" dir].

şu'bede-bâz (f.b.i.) hokkabaz.

şu'bede-bâzâne (f.zf.) el çabukluğu ile, hokkabazcasına.

şufeyre (a.i.) zool. nemf. (bkz: şüfeyre).

şugl (a.i.c. eşgal, şugul) 1. iş, uğraşacak, meşgul olacak şey; dert, gaile. 2. müz Türkler tarafından bestelenmiş Arapça güfteliİlâhî'lere verilmiş bir ad, ilâhîden başka bir dînî eserin güftesi Arapça ise, bu isim verilemez. Eski Arap müziğinde şugl, bambaşka bir mânâdadır. Buna kıyâsen hangi Türk bestekârının ilâhi şeklinin Arapça güftelerini tefrik için bu ismi verdiğini bilmiyoruz. Pek çok şugl elimizde mevcuttur. Meselâ Zekâi Dede 36 şugl bestelemiştir.

şugul ("gu" uzun okunur, a.i. şugl'ün c.) işler, uğraşacak, meşgul olacak şeyler; dertler, gaileler.

şûh (f.s.) 1. hareketlerinde serbest. 2. neşeli, şen ve oynak [kadın]. 3. açık saçık, hayasız [kadın].

şûh-i cefâ-cû cefakâr güzel.

şûh-çeşm (f.b.s.) edepsiz, utanmaz, arsız; küstah.

şûhî (f.i.) şuhluk, oynaklık, (bkz: delâl)

şûh-meşreb f.a.b.s.) açıkmeşrepli, şen ve neşeli.

şûh-rû (f.b.s.) edepsiz, utanmaz, küstah.

şuhûm (a.i. şahm'ın c.) içyağlar; don yağları.

şuhûm-ı ma'deniyye mineral yağlar.

şuhûs (a.i. şahs'ın c.). (bkz: eşhas).

şûh-zebân (f.b.s.) ağzı kalabalık, münasebetsiz, küstah.

şukka (a.i.) 1. parça; kumaş veya kâğıt parçası. 2. küçük tezkere, yazı.

şukuk ("ku" uzun okunur, a.i. şakk'ın c.) yarıklar, çatlaklar.

şu'le (a.i.c. şual) 1. alev, ateş alevi.

şu'le-i bî-ziyâ-yi hüzn-i kamerAy'ın hüznünün ışıksız parıltısı.

şûle-i cevvâle havada döndürülerek yanan bir odun parçasının meydana getirdiği çember.

şu'le-i cihân-sûz cihanı yakan alev.

şu'le-i şemşîr-i tâb-dâr parlak kılıcın alevi, parıldaması. 2. atlarda beyaz tüylerden oluşan benekler. 3. kadın adı.

şu'le-bâr (a.f.b.s.) ışıklı, (bkz: şu'le-dâr, şu'le-ver, şu'le-zen)

şu'le-dâr (a.f.b.s.) alevli, alevlenmiş, (bkz: şu'le-bâr, şu'le-ver, şu'le-zen).

şu'le-gîr (a.f.b.s.) alev alan, tutuşan.

şû'le-hîz (a.f.b.s.) ışık saçan, parıltılı.

şu'le-nümâ (a.f.b.s.) alev gösteren, alevli.

şu'le-perver (a.f.b.s.) alevlendirici, ışıklandıran.

şu'le-pûş (a.f.b.s.) alevle örtülü, alev içinde kalmış.

şu'le-reng (a.f.b.s.) alev renkli.

şu'le-rîz (a.f.b.s.) alev saçan, ışıldayan.

şu'le-ver (a.f.b.s.) ışıklı, aydınlık. (bkz. şu'le-bâr, şu'le-dâr, şu'le-zen).

şu'le-zen (a.f.b.s.). (bkz: şu'le-bâr, şu'le-dâr, şu'le-ver).

şûlîde (f.s.) karma karışık.

şu'm (a.i.) şeamet, uğursuzluk.

şûm (f.s.) şom, uğursuz, (bkz: menhus, meş'ûm).

şu'm (a.i.) şom. (bkz: şûm).

şun (a.ha.). (bkz: şın).

şûne (a.i.) anbar.

şûr (f.s.) 1. tuzlu. 2. kekremsi. 3.şamata, gürültü.

şûrâ (a.i.) 1. konuşmak için toplanma. 2. konuşma yeri.

şûrâ-yı askerî süel *danıştay.

şûrâ-yı devlet (devlet şûrası) danıştay, idare dâvalarına bakmak, hükümetçe hazırlanan kanun tasarıları ve imtiyaz mukaveleleri üzerine düşüncesini bildirmek gibi vazifeleri olan ve üyeleri Büyük Millet Meclisi'nce seçilen yüksek kurul.

şûrâ-yı devlet başmüddeiumûmîsi

huk. başkanın sözcüsü.

şûrâ-yı devlet müddeiumumisi huk. kanun sözcüsü.

şûrâ-yı saltanat tar. Sevr muahedesinin imzasından önce, İstanbul'da bizzat Sultan'ın riyaseti altında padişahlığın büyük me'murlarından ibaret fevkalâde meclis.

şûrâb, şûrâbe (f.s.) kirli, acı su. (bkz: ücâc). mec. gözyaşı.

şûr-baht (f.b.s.) talihsiz, bahtsız. (bkz. bed-baht, bed-tâli', bî-baht).

şûre (f.i. ve s.) 1. çorak, verimsiz toprak. 2. tuzlu [nesne]. 3. güherçile.

şûr-efgen (f.b.s.) kargaşalık çıkaran, karma karışık eden.

şûre-ger (f.b.s.) güherçile yapan.

şûr-engîz (f.b.s.) şamata, gürültü yapan.

şûre-zâr (f.b.i.) çoraklık yer. (bkz: şûr-istân).

şûr-gâh (f.b.i.) kargaşalık yeri, kavga yeri.

şûrî (f.i.) müz. Türk müziğinde eski bir mürekkep makam ve eskiden kullanılmış perde isimlerinden birisi. Kantemir oğlundaki “la” bir saz semaîsi makama misaldir. Hâlen Azeri müziğinde de bu isimde bir makam vardır.

şûrîde (f.s.) 1. karışık, perişan. 2. âşık, tutkun, (bkz: meftun, şeydâ).

şûrîde-baht (f.b.s.) bahtsız, talihsiz.

şûrîdegî (f.i.) 1. karışıklık. 2. tutkunluk, düşkünlük.

şûrîde-hâl (f.a.b.s.) hâli perişan olan.

şûride-hâtır (f.a.b.s.) aklı dağınık, fikri perişan [kimse].

şûr-istan (f.b.i.) 1. çorak, verimsiz yer. (bkz: şûre-zâr). 2. tuzlu yer.

şûriş (f.i.) karışıklık, kargaşalık.

şûrîş-gâh (f.b.i.) kavga, karışıklık yeri.

şurrâh (a.s. ve i.) sarihler, şerhtiler, şerh edenler.

şurta (a.i.) 1. önde gidip düşmanla savaşan asker; çarhacı askeri.

Sâhib-i şurta inzibat me'muru. 2. [yelkene] uygun rüzgâr.

şurûb (a.i. şurb'dan) 1. şurup, çok kaynatılarak koyulaştırılmış şerbet. 2. sulu ve şekerli ilâç.

şurût (a.i.c.).(bkz. şerâit).

şurût-ı isticâr kiralama şartları.

şurût-ı salât namazın şartları.

şutût (a.i. şatt'ın c.) büyük nehirler.

şuûb (a.i. şa'b'ın c.) 1. cemaatler, taifeler; kabileler. 2. Kızıldeniz'den çıkarılan dallı budaklı taşlar.

şuûbiyye (a.i. şa'b'dan) tar. Abbasîler zamanında İmparatorluktaki Arap baskısının karşısında olan ve Arapları hakir gören bir siyasî akım.

şuûn (a.i. şe'n'in c.) işler, yeni çıkan işler, hâdiseler (olaylar), vak'alar.

şuûn-ı dâhiliyye iç olaylar

şuûn-ı hâriciyye dış olaylar.

şuûnât (a.i. şuûn'un c.) ; hâdiseler, olaylar, (bkz. şuûnât).

şuûr (a.i.) anlama, anlayış, hissetme, duyma.

Bî-şuûr şuursuz.

şuûr nüvesi fels. bilinç ocağı, fr. foyer de la conscience.

şuûr (a.i. şa'r'ın c.) kıllar, (bkz: şiâr).

şuûrî (a.s.) şuurla ilgili, şuura ait.

şuvâz (a.i.) 1. dumansız ateş. 2. susama, (bkz: atş, şivâz).

şuveyy (a.s.) yavaş.

şûy (f.i.) koca. (bkz: şevher, zevç).

şûy-dîde (f.b.s.) kocaya varmış, evlenmiş kadın.

şûyîde (a.s.) yıkanmış, (bkz: magsûl, merhûz).

şübbân (a.i. şâbb'ın c.) gençler, delikanlılar, yiğitler.

şubbân-ı vatan vatan gençleri, vatan yiğitleri.

şübeh (a.i. şübhe'nin c.) şüpheler, kuşkular.

şübhe (a.i.c. şübeh, şübühât) şüphe, kuşku, (bkz: reyb, şekk, zann).

şebhe-i akd huk. [eskiden] sûreten mevcut olan bir akd-i nikâhtan hâsıl olan şüphedir ki buna şüphe-i nikâh da denir ve bununla had sâkıtdır.

şübhe-i ibâha huk. [eskiden] bir şeyin alınması mubah olması hakkındaki şüphe.

şübhe-dâr (a.f.b.s.) şüpheye kapılan, işkilli.

şübühât (a.i. şübhe'nin c.), (bkz. şübeh).

şücâ' (a.i.) 1. şecâatli, cesur, yiğit. 2. astr. Arslan ve Yengeç arasında yıldız kümesi, fr. hydre. (bkz: eş-Şücâ).

şüc'ân (a.s. şecî'in c.), (bkz. şicâ', şüceâ).

şüceâ (a.s. şecî'in c.) cesurlar, yürekliler, yiğitler, (bkz: şicâ').

şüceyr (a.i.); bot. (bkz. şüceyre).

şüceyre (a.i.) bot. ağaççık, çalı. (bkz: nihâl).

şücûn (a.i. şecen'in c.) 1. dallar, budaklar. (bkz: agsân).

Zû-şücûn dallı budaklı; karışık. 2. mec. karışık.

şüd (f.fi.i.) 1. gitti, geçti; gitme, gidiş, [dâima "âmed" kelimesiyle birlikte kullanılır].

Amed şüd; Amed ü şüd geldi gitti; gelip gitme. 2. mec. öldü.

şüde (f.s.) 1. gitmiş, giden. 2. mec. ölmüş.

şüdegân (f.b.i.c.) gidenler, geçmişler.

şüf’a (a.i.) fık. bir mülk, kaça satın alınmışsa, o mülke o para ile sâhibolma.

Hakk-ı şüf'a satılık bir mala ortak veya komşu olanın, aynı para ile satın almak üzere başkalarına tercih olunması hakkı, fr. droit de preemption.

şüfeâ' (a.s. şefi'in c.) şefaat edenler, ediciler, bir suçun bağışlanması için aracılık edenler.

şüfeyre (a.i.) bot. nemf, fr. nymphe. (bkz: şufeyre).

şüfre (a.i.c. eşfâr) 1. yassı bıçak, (bkz: sikkîn). 2. kılıç ağzı. 3. kirpik biten yerler.

şühedâ' (a.i. şehîd'in c.) şehitler.

şühûd (a.i.) 1. (şâhid'in c.) şahitler, tanıklar. 2. s. maddî, mer'î. 3. vücut bulma, var olma, görünme.

Âlerm-i şühûd görülen âlem [bu dünyâ]. 4. görme, (bkz: müşahede).

şühûdî (a.s.) şühûd ile ilgili.

Mâzî-i şuhûdî (bkz: mâzî).

şühûr (a.i. şehr'in c.) aylar.

şühûr-i kameriyye kamer ayları, arabî aylar [muharrem, safer, rebîülevvel, rebî-ülâhir, cemâziyel evvel (cümâd-el-ûlâ), Cemâ-ziyel âhir (cümâd-el-âhire), receb, şa'ban, ramazan, şevval, zil'ka'de, zilhicce]

şühûr-i selâse (üç aylar) receb, şa'ban, ramazan.

şühûb (a.i. şihâb'ın c.) 1. kıvılcımlar. 2. akan yıldızlar, (bkz: şihbân).

şükât (a.i. şâkî'nin c.) şikâyetçiler, şikâyet edenler.

şükr (a.i.) görülen iyiliğe karşı gösterilen memnunluk, minnettarlık, (bkz. teşekkür).

şükran (a.i.) 1. teşekkür etme, iyilik bilme. 2. kadın adı.

şükrâne (a.i.) şükran alâmeti, iyilik bilme nişanesi.

şükrâniyyet (o.i.) şükranlık.

şükr-âvîz (a.f.b.i.) tas. sofiyenin başlarına giydikleri taçlara sarılan parça, [buna "risâle" de denilir].

şükr-güzâr (a.f.b.s.) teşekkür eden, iyilik bilen, iyilik bilir, (bkz: müteşekkir).

şükr-güzarâne (a.f.zf.) iyilikseverlere, iyilikbilirlere yaraşır yolda, iyiliksever, iyilikbilircesine.

şükr-güzârî (a.f.b.i.) iyilik bilme.

şükûfe (f.i.) 1. çiçek. 2. g. s. süslemede sırf çiçek motiflerine dayanan bir tarzın adı. 3. kadın adı. [aslı "şikûfe" dir].

şükûfe-dân (f.b.i.) türlü maddelerden yapılan çiçeklik, çiçek vazosu.

şükûfe-zâr (f.b.i.) çiçek yeri, çiçek bahçesi.

şüküfte-gî (f.b.i.) açılma, açılmış olma, açılmışlık.

şükûh (f.i.) ululuk, (bkz: azamet, celâl, mehabet).

şükûk (a.i. şekk'in c.) şekler, şüpheler, zanler.

-şüküfte (f.s.) "açılmış" mânâsına gelerek birleşik kelimeler yapar.

Nev-şüküfte yeni açılmış.. gibi.

şümâr (f.i.) 1. hesap, sayı.

Bî-şümâr hesapsız, sayısız, (bkz: lâ-yuad).

-şümâr (f.s.) "sayan, sayıcı, eden, edici" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler yapar.

Hatve-şümâr adım sayıcı.

Lokma-şümâr herkesin lokmasını sayan.. gibi.

Şükr-güzâr şükür ve dua edici.

şümârende (f.s.) hesâbeden, sayan, sayıcı.

şümârîde (f.s.) hesaplanmış, sayılmış.

şümû' (a.i. şem'in c.) 1. balmumları. 2. mumlar.

şümûl (a.i.) 1. içine alma [ma'nen], kaplama, (bkz: ihata). 2. ait olma, delâlet etme; mânâları arasında bir mânâsı daha olma. 3. fels. kaplam, fr. extension.

şümûlî (a.s.) kaplamlı, fr. extensif.

şümûliyyet (a.i.) fels. kaplamlılık, f r. extensivite.

şümûs (a.i. şems'in c.) şemsler, güneşler.

şümürde (f.s.) hesâbedilmiş, sayılmış. (bkz. ma'dûd).

şüpüş (f.i.) bit. (bkz: kaml).

şürb (a.i.) içme, içilme.

şürb-i hamr şarap içme.

şürb-i hâss fık. sayılı kimselere mahsus olan akar sudaki içme hakkı.

şürb-i müdâın devamlı içme.

şürb-i yahûd gizli gizli şarap içme.

şürb-ül-habeş (a.b.i.) bot. hekimlikte kullanılan kurt dökücü bir ilâç.

şüref (a.i. şerefe, şürfe'nin c.) şerefeler, (bkz: şürefât).

şürefâ' (a.s. şerîf3ün c.) Hz.Hüseyn vasıtasıyla Hz. Muhammed soyundan olanlar.

şürefât (a.i. şerefe, şürfe'nin c.) şerefeler, (bkz. şürüfât).

şürekâ (a.i. şerîk'in c.) şerikler, ortaklar.

şürfe (a.i.c. şüref, şürefât, şürüfât). (bkz. şerefe).

şürşûriyye (a.i.) zool. serçegiller.

şürû' (a.i.) başlama, (bkz: mübâşeret).

şürûd (a.i.) kaçma.

şürûh (a.i. şerh'in c.) şerhler, izahlar, açıklamalar.

şürûr (a.i. şerr'in c.) şerler, kötülükler, fenalıklar; kavgalar, gürültüler.

şürût (a.i. şart'ın c.) şartlar, koşullar. (bkz. şurût).

şürüfât (a.i. şerefe, şürfe'nin c.), (bkz: şürefât).

şüs (f.i.) akciğer, (bkz: rie).

şüst (f.i.) yıkama.

şüst ü şû yıkama.

şüste (f.s.) yıkanmış.

Nâ-şüste yıkanmamış.

şüş (f.i.) karaciğer, (bkz: kebed).

şüşî (f.s.) karaciğere ait, karaciğerle ilgili.

şüş-pistân (f.b.s.) sarkık memeli [yaşlı kadın].


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   154   155   156   157   158   159   160   161   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin