Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə24/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   189

çâh-ı gabgab çenealtı çukuru.

çâh-ı Nahşeb Ortaasya'da Nahşeb'de bir müneccimin çukuru.

çâh-ı nisyân (-a atılmak) unutulmak.

çâh-ı pest 1) alçak çukur; 2) i. dünyâ.

çâh-ı Rüstem Rüstem'in üvey kardeşi tarafından tuzağa düşürülüp öldürüldüğü çukur.

çâh-ı sitâre-cû müneccim kuyusu.

çâh-ı Yûsuf Yusuf peygamberin, kardeşleri tarafından atıldığı kuyu.

çâh-ı zekân çene çukuru.

çâh-ı zemzem zemzem kuyusu.

çâh-ı zenahdân, çâh-ı zenah (çene kuyusu) çene çukuru.

çâh-ı zic rasat çukuru, (bkz: bi'r).

çâh-ı zulmânî 1) karanlık çukur; 2) ten, nefs.

çâh-ken (f.i.) kuyu kazıcı.

çâh-sâr (f.b.i.) kuyusu çok yer.

çâh-yûz (f.b.i.) kuyuya düşen şeyi almakta kullanılan âlet.

çâiye (a.i.) bot. çaygiller.

çak (f.i.) 1. yarık, yırtık. 2. yırtmaç.

çâk-ı girîbân yaka yırtmacı. 3. sabahın aydınlığı.

çakacak (f.b.i.) silâh çatışmalarından çıkan ses. (bkz: çekâçâk).

çak çak (f.b.s.) 1. çok yırtık, parça parça. 2. i. kılıç, bıçak gibi katı şeylerin çarpışmasından çıkan ses.

çak çak (etmek); parçalamak.

çâk-i girîbân (etmek) sıkıntısından yakasını yırtmak.

çâk-dâr (f.b.s.) çatlamış, yarılmış, yırtılmış.

çâker (f.i.) kul, köle, câriye, yanaşma, (bkz: bende).

çâker-âne (f.zf.) 1. kölecesine. 2. zm. "ben" mânâsına.

Ma'rûzât-ı çâker--âne mâruzâtım, bildirdiklerim.

çâker-hâne (f.b.s.). (bkz. bende-hâne).

çâkerî (f.i.) 1. kula ait. 2. kulluk, kölelik.

çâker-nevâz (f.b.s.) kölesini okşayan, [siz mânâsına da gelir].

çâker-nevâzî (f.b.i.) kul okşa-yıcılık.

çâker-perver (f.b.s.) kul kayıran, [siz yerine de kullanılır].

çâker-perverâne (f.zf.) köle okşayana, köle kayırana yakışır yolda.

çâker-perverî (f.b.i.) kul kayırıcılık.

çâker-zâde (f.b.i.) [nezâket dilinde] kul veya kölenin çocuğu, yâni konuşanın çocuğu.

çak etmek (f.t.m.) yırtmak.

çâkîde (f.s.) yarılmış, yırtılmış.

çâkûç (f.i.) çekiç.

çâlâk (f.s.) 1. çevik, eline ayağına çabuk, tez canlı olan. 2. adam öldüren hırsız, yolkesici. 3. yüksek yer; büyük adam.

çâlâkî (f.i.) çabukluk, eline ayağına çabukluk, tezcanlılık.

çâlbûs (f.i.) dalkavuk, yaltakçı, (bkz: câblûs, çâplûs).

çâlîk Li (f.i.) çelik çomak oyunu.

çâlîk-bâz (f.b.s.) çelik çomak oynayan kimse.

çâliş, çâlîş (f-'-) l savaşta düşmana karşı kibir ve naz ile yürüme. 2. savaş, mücâdele. 3. karşı durma. 4. çiftleşme, birleşme.

çâlîş-ger (f.b.s.) 1. salınarak yürüyen. 2. sevgiye, birleşmeye düşkün.

çâl-pâre (f.b.i.) ağaçtan yapılmış dört parçadan ibaret köçek zili, çalpara. (bk çâr-pâre).

çam (f.i.) 1. salınma. 2. eğrilme.

çâme (f.i.) şiir ve gazel.

çâme-gûy (f.b.i.) 1. şâir. 2. meç. hanende.

çamın sidik ve pislik, (bkz: çemîn).

çâne (f.i.) çene.

çapar (f.i-) postacı.

çâplûs (f.s.) dalkavuk, yaltakçı, (bkz: câblûs).

çar (f.s.) 1. dört. (bkz: cihar).

çâr-cihet dört taraf, dört yan. 2. i. çâre. 3. i. tuğla ve çanak çömlek fırını.

çâr-âgâzin (f.b.i.) muz. Santurî Ethem Efendi'nin yaptığı ve on örnek verdiği bir mürekkep makam olup suzidil ve zengû-lenin birleştirilmesiyle elde edilmiştir.

çâr-aktâr (f.a.b.i.) her taraf, her yön.

çâr-bâliş, çâr-bâlişt (f.b.i.) 1. [evvelce] pâdişâhların ve büyüklerin üzerinde oturdukları dört katlı şilte. 2. dört unsur.

çâr-bâliş-i erkân tabiatteki dört özellik (sıcaklık, soğukluk, kuruluk, rutubet).

çâr-cihet (f.a.b.i.) dört taraf, dört yön.

çâr-cû-yi fıtret insan vücudundaki dört unsur (kan, balgam, safra, lenfâ).

çâr-çeşm (f.b.s.) dört göz. [candan gönülden bekleme, isteme mânâsına].

çâr-çûbe (f.b.i.) çerçeve.

çâr-darb (f.a.b.i.) Melâmilikte saçı, sakalı, kaşı ve bıyığı ustura ile traş etme geleneği.

çâr-deh (f.b.s.) 1. on dört. 2. i. dolunay.

çâr-deh ma'sûm-i pak (a.f.cü.) "on dört pak masum' "isnâ aşeriyye" olanlarla tarikat erbabına göre on iki imam ile Hz. peygamber ve Fâtıme'dir.

çâr-dehûm (f.b.s.) on dördüncü.

çâr-dîvâr (f.b.i.) Dünyâ'nın dört tarafı.

çâr-duvâl, çâr-devâl (f.b.i.) ucu dört dilli kırbaç.

çâre (f.i.) 1. yol. 2. yardım. 3. ilâç, tedbir. 4. Me. 5. ayrılık. 6. bir kerre.

çâre-i halâs kurtuluş çâresi.

çâre-i hail hâl çâresi.

çâre-i' teennüs alışkanlık yolu.

çâr-ebru (f.b.s.) "dört kaşlı" ter bıyıklı genç.

çâre-cû (f.b.s.) çâre arayan.

çâre-cû-yâne (f.zf.) çâre arayana münâsip görülecek surette.

çâre-ger (f.b.s.). (bkz. çâre-cû, çâre--sâz).

çâr-emîn (f.h.i.) Hz. Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali. (bkz: Hulefâ-yi Râşidîn).

çâr-erkân (f.b.i.) meç. dört eleman.

çar erkân-ı cuvânî Pâdişâhın husûsi hizmetinde bulunan ve enderun'un büyüklerinden olan dört zat hakkında kullanılır; bunlar has odabaşı, silâhdar, çuhadar, rikâbdar'dır.

çâre-hâh (f.b.s.) çâre arayan.

çâre-perdâz (f.b.s.) çâre bulan, çözüm yolu bulan, (bkz: çâre-sâz).

çâre-sâz (f.b.s.) çâre bulan.

çâre-sâzî (f.b.i.) çâre buluculuk.

çâre-yâb (f.b.s.) çâre, çözüm yolu bulan.

çâr-gâh (f.b.i.) 1. dört taraf [doğu, batı, güney, kuzey]. 2. Dünyâ. 3. muz. Türk mûsikîsinin l numaralı basit makamı ve anadi-zisidir. Çargâh beşlisinin tiz tarafına bir çargâh dörtlüsü katılmasından meydana gelmiştir. Durağı kaba, çargâh ve güçlüsü rast perdeleridir. Orta sekizlideki sesleri şöyledir kaba çargâh, yegâh, hüseynî-aşîran, acem-aşîran, rast, dü-gâh, pûselik, çargâh. Bu şekilde hiç bir ânza yoktur. Makam çıkıcı olarak seyreder. Niseb-i şerife sayısı 9, yânî tamdır.

çâr-gâme (f.b.i.) 1. sür'atli giden yorga at. 2. işret meclisinin kızışması.

çâr-gûşe (f.b.s.) 1. dört taraf. 2. dört köşe.

çâr-gûşî (f.b.i.) dört köşeli şarap şişesi.

çarh (f.i.) 1. çark, tekerlek. 2. felek, gök. 3. yaka [elbisede]. 4. ok yayı. 5. çakır doğan. 6. tef. 7. s. devreden, dönen.

çarh-ı âb-kesî (su çeken çark) bostan dolabı.

çarh-ı âbnûs göğün dokuzuncu katı.

çarh-ı ahdar mavi gök kubbesi.

çarh-ı âhengerî demircilerin kullandığı bileği taşı.

çarh-ı çep-endâz hilekâr dünyâ, gaddar felek.

çarh-ı çihârüm Batlamyos sisteminde dördüncü felek.

çarh-ı devrân 1) (bkz: çarh-ı devvâr); 2) talih, kısmet, kader.

çarh-ı devvâr gök.

çarh-ı esir göğün esir tabakası kısmı.

çarh-ı felek 1) sihir, talih; 2) yanarken dönerek ateş saçan donanma fişeği; 3) hanımeline benzer bir çiçek, (bkz: cerh).

çark(h)-ı felek eski kumaşlarda görülen bir motif şekli.

çarh-ı gaddar zâlim felek, kötü talih.

çarh-ı kîne-sâz (bkz: çarh-ı nigân).

çarh-ı mînâ mavi gök kubbe.

çarh-ı nigân (altüst olmuş) kötü talih.

çarh-ı nühüm dokuzuncu gök.

çarha (f.i.) 1. çıkrık gibi dönen yuvarlak dolap. 2. ordunun ilerisinde bulunan askerin yaptığı tâlim.

çarh-âb (f.b.i.) "dönen su" girdap.

çarh-endâz (f.b.s.). (bkz. çarh--zen).

çarh-gâh (f.b.i.) mevlevî dervişlerinin semâ yaptıkları yer.

çarhî (a.s.) 1. devreden, dönen. 2. semavî, kutsal.

Çarh-nâme (f.b.i.) Ahmed Fakih'in dînî fikirlerini ifâde ettiği manzum eseri.

çarh-zen (f.b.s.) arbalet (oluklu ok) kullanan.

çâr-kûşe (f.b.i.) g. s. kitap ciltlerinin aşınmaması için köşelere konulan ve çok kere süslemeli olan bakırdan yapılma üçgencik.

çâr-mâder (f.b.i.) 1. dört unsur. 2. na'ş denilen dört yıldız.

çâr-mağz (f.b.i.) sert kabuklu yemişlerin içi.

çâr-mezheb (f.a.b.i.) dört mezhep(Sünnî, Maükî, Şafiî, Hanbelî).

çâr-mısra' (f.a.b.i.) ed. rübâî nazım şeklinin başka bir adı. (bkz: dü-beyt, terane).

çâr-mîh (f.i.) 1. "dön çivi" çarmık, suçluyu haça germek için kurulmuş put şeklindeki darağacı, salîp. 2. bir erkeğin diğer bir erkekle birleşme şekli.

çârmîh-ı hayât vücudun, hayatın esasını teşkil eden dört unsur.

çâr-nâ-çâr (f.b.zf.) çaresiz, ister istemez.

çâr-pâ (f.b.i.) dön ayaklı hayvanlar, [en çok "katır; eşek; deve; sığır; koyun" hakkında].

çâr-pâre (f.b.i.) 1. dört parça, dört kısım. 2. muz. çalpara, Türk müziğinde kullanılan bir usûl vurma âletidir ki, dört küçük parça sert tahtadan yapılmıştır; oyun havalarında kullanılır, [evvelce oyuncular bunu avuçlarının içerisine alarak bir çiftini birden vururlardı], (bkz: çâl-pâre).

çâr-sû (f.b.i.) dört taraf, dört tarafı olan şey; pazar, çarşı.

çâr-şeb (f.b.i.) çarşaf [giyilen].

çâr-şenbih (f.b.i.) dördüncü gün, çarşamba, (bkz: çehâr-şenbih).

çârtâ-çârtâre (f.b.i.) 1. dört telli tambur ve kemence. 2. Dünyâ. 3. dört unsur.

çâr-tak (f.b.i.) 1. çardak. 2. dört köşe çadır.

çâr-tekbîr (f.a.b.i.) dört defa tekrarlanan "Allahü ekber" sözü.

çârûb (f.i.) ; süpürge.

çârûb-furûş (f.b.s. ve i.) süpürge satan, süpürgeci.

çârûb-keş (f.b.s.) 1. süpüren. 2. tekke şeyhi.

çârûb-zen (f.b.s.) süpürücü.

çârug (f.i.) çarık.

çârû-keş (f.b.i.) tekke şeyhi.

çârüm (f.s.) dördüncü, (bkz: çehârüm).

çârümîn (f.b.s.) dördüncü, (bkz: çehârümîn).

çârümîn bâm, -felek, -sipihr Batlamyos sisteminin dördüncü feleği.

çâr-yâr (f.b.s.) dört dost. [Hz. Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali], (bkz: Hulefâ-yi Râşidîn).

çâr-yâr-ı güzîn (bkz. çihar-yâr-ı güzîn).

çâr-yârî (f.b.i.) çâryâr'a, ilk dört halîfeye bağlılık, Sünnîlik.

çâryek (f.i.) çeyrek, dörtte bir.

çâr-zebân (f.b.s.) geveze, çalçene.

çâsâr (f.i.) 1. kayser. 2. çar.

çâş (f.i.) hububat, tahıl yığını.

çâşnî (f.i.) çeşni, lezzet, tad; tadımlık, (bkz: tu'mz).

çâşnî-gîr (f.b.i.c. çâşnî-gîrân) [evvelce saraylarda] çeşnigir, yemeklerin lezzetine, tadına bakan kimse, ahçıbaşı, sofracıbaşı.

çaşnı-gıran (f.b.i. çâşnî-gîr'in c.) [evvelce saraylarda] sofra hizmetine bakanlar.

çâşt (f.i.) 1. kuşluk vakti. 2. kuşluk yemeği.

çâşt-dân, çâşdân (f.b. i.) ekmek ve başka yiyecek konulan sepet.

çâvele (f.i.) 1. hoş renkli bir çeşit gül. 2. s. eğribüğrü.

çavuş (f.i.) aşk. çavuş, onbaşıdan sonca gelen erbaş.

çâvûşân (f.i. çâvûş'un c.) çavuşlar.

-çe (f.e.) küçültme edatı. Bağ-çe= küçük bağ."

çeç (f.i.) 1. hububat elenen kalbur. 2. harman savurdukları yaba.

çeçek (f.i.) 1. gül. 2. çiçek hastalığı. 3. [vücuttaki] ben. (bkz. hâl).

çegale (f.i.) çağla.

çegane (f.i.) bir çeşit çalpara, çengi tefciği.

çegâne-bâz (f.b.s.) çegane denilen zilli maşayı çalan kimse.

çeh (f.i.) kılıç ve hançer gibi şeylerin kını, kılıfı'

çeh (f.i.) kuyu. (bkz: bi'r, çâh).

çeh (f.i.). (bkz. çâh).

çeh-i Bâbil (bkz. çâh-ı Bâbil).

çeh-i zemzem (bkz. çâh-ı zemzem).

çehân (f-s) damlayıcı, damlayan.

çehâr (f.s.) dört (bkz: çar, cihar).

çehâr-agâzin (f.b.i.) muz. (bkz: çâr-âgâzin).

çehâr-deh (f.b.s.) on dört.

çehâr-deh ma'sûm Hz. Muhammed ve kızı Fâtıma ile on iki imam.

çehârüm f.s.) dördüncü, (bkz: çârüm). -

çehârümîn (f.b.s.) dördüncü, (bkz: çârümîn).

çehâr-gâne (f.b.s.) dört unsur.

çehâr-pâ (f.b.s.) dört ayaklı hayvan.

çehâr-şenbih (f.b.i.) dördüncü gün, çarşamba, (bkz: çâr-şenbih).

çehâr-yâr (f.b.i.). (bkz. çâr-yâr).

çehre (f.i.) 1. yüz, surat. 2. surat asma. 3. şekil, [aslı "çihre" dir].

çehre-i gülgûn gül renkli (pembe) yüz. 4. tas. ilâhî tecellî nurlarının görünmesi, (bkz. çihre).

çehre-gû (-başı) (f.b.i.) [saraylarda] satranççı başı.

çehre-güşâ (f.b.s.) yüzünü açan, yüz açıcı.

çehre-nümûd (f.b.s.) yüz gösterici, yüzünü gösteren.

çehre-perdâz (f-b-i.) ressam.

çehre-perdâz-ı cihan Güneş.

çekâçâk (f.i.) kılıç, bıçak ve benzerleri gibi şeylerin çarpışmasından çıkan ses. (bkz. çakacak).

çekâçâk-ı süyûf kılıçların çarpışmasından doğan ses.

çekân (f-s.) damlayan, damlamış.

Hûn-çekân kan damlayan.

çekçâk (f.i.). (bkz: çekâçâk).

çekide (f.s.) 1. damlamış. 2. topuz, gürz gibi evvelce kullanılan savaş âleti.

çekre, çekle (f.i.) küçük sudamlası; serpinti.

çekûç (f.i.) 1. dişengi, taşçı tarağı. 2. değirmen taşı dişengisi. 3. çekiç.

çelenk (i.) mücevher veya herhangi bir mâdenden yapılıp başa takılan sorguç.

çelîpâ (f.i.) 1. haç, put. (bkz: but, salîb, sanem). 2. kavisli, kıvrık çizgi. 3. güzellerin kâhkülü. [evvelce kadınlar kâhküllerini haç şeklinde iki taraftan yanakları üzerine sarkıtırlarmış].

çeliyye (f.i.) ırmaklarda işleyen bir çeşit kayık.

cem (f.i.) 1. naz ve eda ile salınarak yürüme. 2. s. süslü, düzgün. 3. kazanılmış, toplanılmış. 4. mânâ. 5. kabahat, suç. 6. yemek.

ceman (f.s.) 1. naz ile salınarak yürüyen. (bkz: hırâmân). 2. i. şarap kadehi. 3. i.

çemen. çemâne (f.i.) içki kadehi, şarap kadehi. (bkz. piyâle).

çemânî (f.i.) 1. salıma, naz edici. 2. (bkz. meç. sâkî).

çemen (f.i.) l . yeşil ve kısa otlarla örtülü yer, çimen. 2. ağaç ve çiçeği olan çayır, yeşillik. 3. pastırmaya konulan bir ot.

çemen-ârâ (f.b.i.) bahçıvan.

çemen-der (f.b.i.) eşek.

çemen-istân (f.b.i.) çimenlik, bahçe.

çemen-pîrâ (f.b.s.) bağ budayıcı.

çemen-soffa (f.b.i.) bahçede, çimle kaplı bulunan oturacak yer.

çemen-zâr (f.b.i.) çimenlik.

Çemin (f-i-) sidik ve pislik, (bkz:çâmîn).

Çenâg (f.i.) çanak. çenâr i.

Çenâr (f.i.) çınar, çınarağacı. lat. platanus.

çenber (f.i.) 1. tahtadan veya demirden yapılan dâire veya halka, kasnak.

Der-çenber çenber içinde sıkıştırılmış. 2. başa bağlanan yemeni. 3. esirlik, bağlılık.

çenber-bâz (f.b.s. ve i.) çenberlerin arasından atlayıp geçen oyuncu.

çenber-i gerden anat. boyun kemiği.

çenber-i mînâ gökyüzü.

çenber-deş (f.b.i.) aynı çenberde bulunan noktalar.

çenberî (f.s.) çenber biçiminde olan.

çend (f.s.) birkaç.

Çend-bâr birkaç defa.

Çend-rûz birkaç gün. 2. zf. her ne kadar. 3. z f. tâki.

çendân (f.zf.) o kadar.

çendî (f.e.) biraz, bir müddet

çend-în (f.b.zf.) bu kadar,

çene (f.i.). (bkz: çâne).

çeneb (f.i) sünnet.

çene-bâz (f.b.s.) çok konuşan, çenesi düşük.

çeng (f.i.) 1. el. 2. pençe. 3. kanuna benzer, dik tutularak çalınır bir çeşit saz. 4. z f. eğri büğrü.

çeng-i meryem meryemeli denilen nebat. (bkz. buhûr-i meryem).

çengâl, rpngüi (f.i.) 1. çengel. 2. pençe.

çengâl-i şahin şahin pençesi.

çengâr (f.i.) 1. yengeç. 2. bakır pasından yapılan yeşil boya.

çengârî (f.i.) bakır pası renginde olan.

çengel (f.i.) 1. çengel. 2. pençe. 3. orman.

çengelistân (f.b.i.) sık orman.

çengî (f-i-) l- çeng denilen sazı çalan kimse. 2. oyuncu kız, çengi.

çengi-nâme (f.b.i.) köçekler için yazılan şiir.

çeng-nâme (f.b.i.) 1. ed. Dîvan edebiyatında manzum bir nevî. 2. Ahmet Dâî'nin Yıldırım Bayezit'in oğlu Süleyman Çelebi adına kaleme aldığı manzum eseri.

cep (f.s.) 1. sol. 2. falso, yanlış.

cep ü rast sağ ve sol.

çepçâp (f.i.) öpüş sesi.

çep-endâz (f.b.s.) hîlekâr.

çep-endâzâne (f.b.zf.) hîlekâra yakışır yolda, hîlekârcasına.

çep-endâzî (f.b.i.) hilekârlık.

çeper (f.i.) iki odayı birbirinden ayıran duvar, bölme.

cep ü rast (f.b.s.) sağ ve-sol.

çerâ (f.i.) l. otlama. 2. otlak.

çerâ-câ (f.b.i.) otlak, çayır, (bkz: çerâ-gâh, çer-gâh).

çerâ-çeşm (f.b.s.). (bkz: çeşm-Çerag).

çerâg (f-i-) 1. fitil, mum. 2. otlama; otlak.

çerâg-ı çeşm 1) göz nuru. 2) evlât.

çerâg-ı mugan şarap.

çerâg-ı seher sabah yıldızı.

çerâg-ı sipihr meç. 1) Güneş; 2) Ay; 3) yıldızlar.

çerâ-gâh, çerâ-geh (f.b.i.) hayvan otlatılan yer, çayır, otlak, (bkz. mer'a).

çerâgân (f.i.) 1. [evvelce] suçluların başlarına yaralar açarak ve herbirine fitiller koyarak uçlannı yakmak suretiyle edilen işkence. 2. etrafı aydınlatma, şenlik, donanma.

çerâg-bere (f.b.i.) şamdan, sokak feneri, (bkz: çerâg-pâ, çerâg-pâye).

çerâg-çeşm (f.b.i.) göz nuru, evlât.

çerâg-küş (f.b.s.) sır tutan, sır saklayan.

çerâg-pâ, çerâg-pâye (f.b.i.) şamdan, sokak feneri, (bkz: çerâg-bere).

çerâg-perhîz (f-b-s-) fener fanusu.

çerâg-vâre (f.b.i.) içinde "çerag" yakılan kap, kandil.

çerâ-hâr (f.b.i.) ot yiyen hayvan, otçul.

çerâ-hûr (f.b.i.). (bkz. çerâ-hâr).

çerâkese (a.i. çerkes'in c.) Çerkesler.

çerâm, çerâmîn (f-i-) otlak

-çerâ-zâr (f.b.i.) çayır, otlak.

çerb (f-s-) ! semiz, yağlı. 2. uygun. 3. fazla ve üstün olma.

çerb ü huşk semiz ile kuru; zengin ile fakir.

çerb-âhûr (f.b.i.) 1. yemi bol olan ahır. 2. nimet ve bolluk içinde yaşayan kimse.

çerbe (f.i.) 1. yağ. 2. yağlı kâğıt.

çerb-dest (f.b.s.) eline çabuk; eli işe yatkın.

çerb-gû (f.b.s.). (bkz. çerb-güftâr, çerb-zeban).

çerb-güftâr (f-b.s.)- (bkz. çerb-zebân).

çerbî (f-i-) 1.yağlılık, semizlik. 2. yu-ırAışaklik,'tatlılık; tatlı dillilik.

çerb-pehlû semiz yağlı, gövdeli.

çerb-zebân (f-b-s.) 1. tatlı ve güzel sözlerle halkı kendine çeken kimse. 2. yaltakçı, hîlekâr. (bkz. çerb-gû, çerb-güftâr).

çerde (f.s.) renk, yağız.

Siyeh-çerde kara yağız.

çerende (f.s.) otlayıcı, otlayan.

çeres (f-i-) l- zindan, hapis. 2. işkence. 3. üzüm teknesi. 4. otlak. 5. dilencilerin dilenerek biriktirdikleri şey.

çeres-dân (f.b.i.) fukara torbası.

çer-gâh (f.b.i.) çayır, otlak, (bkz: çerâ-câ, çerâ-geh).

çerge (f-i-) sürek avı.

çerge çerisi çingeneler hakkında kullanılan bir söz.

cerh (f.i.). (bkz. çarh).

çerkeşiyye (f.i.) Halvetiyye tarikatının ayrıca talî şubeleri de meydana gelmiş olan Nasûhiyye şubesinin ikinci derecedekiler-den birinin adı. [kurucusu Çerkeş'li Şeyh Hacı Mustafa Efendi'dir].

çerm (f.i.) insan ve hayvan derisi.

çerm-şîr (f.i.) kamçı, (bkz: tâ-ziyâne).

çerviş (f.i.) 1. hayvanın eritilmiş yağı. 2. kavrulmuş un ile yapılan bir çeşit yemek.

çesbân (f.s.). (bkz. çespân).

çespân (f.s.) lâyık, münâsip, yakışır, uygun, (bkz: bercâ, şâyeste).

çespîde (f.s.) lâyık, uygun, münâsip, (bkz: çespân, şâyeste).

-çeş (f.s.) "sınayan, deneyen, tadına bakan" manâsıyla birleşik kelimeler meydana getirir.

Nemek-çeş tuzlu.

çeşân (f.i.) gürz, topuz.

çeşende (f.s.) tadıcı, tadan, tadına bakan.

çeşide (f.s.) tatmış, tadılmış olan.

çeşm (f.i.c. çeşmân) göz. (bkz: ayn, dîde).

çeşm-i âhû ceylân gözü.

çeşm-i bed kem göz.

çeşm-i bed-dûr "kötü nazar değmesin" anlamında iyi bir dilek sözü.

çeşm-i bî-âb utanmaz, sıkılmaz, (bkz: çeşm-i derîde, bî-hayâ).

çeşm-i bülbül 1. noktalı veya damarlı sırça. 2. g. s. camdan yapılmış ve üzeri spiral renkli camlarla bezenmiş veya bu spiraller arasına çiçek motifleri yerleştirilmiş şurup vesaire konmak için kullanılan uzunca boyunlu, kulplu veya kulpsuz, kapaklı veya kapaksız bir çeşit sürahi.

çeşm-i câdû büyüleyen göz.

çeşm-i derîde edepsiz, hayâsız.

çeşm-i dünbâle-dâr (kuyruklu göz) boya ile kuyruk çekilmiş göz.

çeşm-i fettan büyüleyici ve çekici bakış, (bkz: gamze-i fettan).

çeşm-i firengî (frenk gözü) gözlük.

çeşm-i gâv, çeşm-i gâvmîş bot. sığırgözü denilen bir çeşit iri papatya.

çeşm-i gazal âhû gözü. meç. çok güzel göz.

çeşm-i gazûb kızgın bakış.

çeşm-i giryân ağlayan göz.

çeşm-i hâb-âlûde uykulu, mahmur göz.

çeşm-i ha bide uykulu göz.

çeşm-i horos horoz gözü, kırmızı şarap.

çeşm-i hoş-nigâh güzel bakışlı göz.

çeşm-i hûn-feşân (kan dökücü göz) zâlim, gaddar bakışlı göz.

çeşm-i hurûs 1) kırmızı şarap, (bkz: çeşm-I horos); 2) kırmızı dudak.

çeşm-i hûn-hâr, (bkz: çeşm-i hûn-feşân).

çeşm-i hûn-rîz (bkz: çeşm-i hûn-feşân).

çeşm-i İsmail kadere razı olan göz. [babası tarafından kurban edilecek olan ismail Peygamber'in gözü].

çeşm-i keşide çekik göz.

çeşm-i mahmur baygın, süzük göz.

çeşm-i mest sarhoş göz.

çeşm-i meygûn şarap gibi sarhoş edici göz.

çeşm-i mizan terazi kefesi, (bkz: çeşm-i terâzû).

çeşm-i nergis (nergisin taç yapraklan) güzel göz.

çeşm-i nergis mutasavvıfın, ulaştığı mutluluğu insan gözünden gizli tutuşu.

çeşm-i nerm sevimli, yumuşak bakışlı göz.

çeşm-i penam nazarlık [nazar değmesin diye yazılan muska].

çeşm-i pürhumâr mahmur, baygın, süzgün göz.

çeşm-i pür-mahmûr baygın, süzgün göz. (bkz: çeşm-i mahmur).

çeşm-i sepîd (beyaz, ak göz) ; meç. feri kaçmış, donuk göz.

çeşm-i sitâre-şümâr uykusuz göz. (bkz: çeşm-i şeb-peymâ).

çeşm-i siyah kara göz.

çeşm-i süzen 1) iğne gözü; 2) çok pintilik.

çeşm-i şeb (gecenin gözü) mc. ay ve yıldızlar.

çeşm-i şeb-peymâ uykusuz göz. (bkz: çeşm-i sitâre-şümâr).

çeşm-i şehlâ şehla göz.

çeşm-i ter ıslak, sulu göz.

çeşm-i terâzû terazi kefesi, (bkz: çeşm-i mîzân).

çeşm-i yâr sevgilinin gözü.

çeşm-i zağ (karga gözü) mavi, açık mavi

çeşm-i zahm nazar değme, (bkz: isâbet-i ayn).

çeşm-i zânû diz kapağı.

çeşm ü gûş (göz ve kulak) dikkat.

çeşmân (f.i. çeşm'in c.) gözler.

çeşmân-ı dil-fürûş gönlü aydınlatan gözler.

çeşm-ârû (f.b.i.) nazar boncuğu, muska.

çeşm-aşina (f.b.i.) göz âşinalığı olan, tanıdık.

çeşm-âşnâyî (f.b.i.) göz âşinalığı, tanışıklık.

çeşm-âvîz (f.b.i.) 1. peçe, yüz örtüsü. 2. atların yüzüne takılan meşin gözlük.

çeşm-bâz (f.b.s.) "göz oynatan" yalvaran.

çeşm-bend (f.b.s.) "gözbağcı" büyücü.

çeşm-bendek (f.b.s.) körebe gibi gözler bağlanarak oynanılan bir çocuk oyunu.

çeşm- beste (f.b.s.) gözü bağlı.

çeşm-bûs (f.b.s.) göz öpen.

çeşm-bûsî (f.b.i.) göz öpme.

çeşm-çerâğ (f.b.s.) seçkin, (bkz güzîde).

çeşm-dân (f.b.i.) gözevi. (bkz: çeşm-hâne).

çeşm-dâr (f.b.s.) gözleyen, bekleyen.

çeşm-daşt (f.b.i.) umma.

çeşm-derîde (f.b.s.) utanmaz, sıkılmaz.

çeşm-dûz (f.b.s.) bir şeye göz dikmiş olan.

çeşme (f.i.) musluklu su haznesi pınar, su kaynağı

çeşme-i âb-ı hayât ebedî hayat çeşmesi. (bkz: çeşme-i hayvan, çeşme-i Hızır).

çeşme-i âftâb güneşin parıltısı.

çeşme-i âteş-feşân Güneş,

çeşme-i germ Güneş

çeşme-i hâverî Güneş.

çeşme-i hayvan veya Hızır âb-ı hayât denilen suyun, bengisu'yun çeşmesi.

çeşme-i hıdr âb-ı hayât çeşmesi.

çeşme-i hızr âb-ı hayât çeşmesi.

çeşme-i hızır âb-ı hayât çeşmesi.

çeşme-i hıdır âb-ı hayât çeşmesi.

çeşme-i hurşîd (bkz: çeşme-i âftâb, çeşme-i germ).

çeşme-i nûr-bahş Güneş,

çeşme-i nûş 1) bengisu, (bkz: âb-ı hayât); 2) sevilen erkeğin ağzı.

çeşme-i rûşen Güneş, (bkz: çeşme-i âteş-feşân, çeşme-i hâverî, çeşme-i nûr-bahş).

çeşme-i sîm-âb Ay. (bkz: kamer, mâh).

çeşme-i süzen (bkz: çeşm).

çeşme-i tedbîr 1) dimağ, beyin; 2) düşünme kuvveti.

çeşme-i tîre-gûn gece. (bkz. leyi).

çeşme-i vasl kavuşma pınarı.

çeşm-efsâ (f.b.s.) nazar değmesine afsun eden.

çeşm-efsây (f.b.s.). (bkz: çeşm -efsâ).

çeşme-sâr (f.b.s.) çeşmesi bol olan yer.

çeşme-sâr (f.b.s.) pınarı, çeşmesi çok olan yer. (bkz çeşme-sâr)

çeşme-zâr (f.b.s.) pınarı, çeşmesi çok olan yer. (bkz çeşme-sâr)

çeşm-güşâ (f.b.s.) "göz açan" dikkatle bakan.

çeşm-hâne (f.b.i.) gözevi.

çeşm-hurde (f.b.s.) nazar değmiş.

çeşm-nişîn (f.b.s.) göz dolduran, her zaman görülebilen.

çeşm-pîş (f.b.s.) utangaç.

çeşm-pûş (f.b.s.) gözü kapalı, bakmayan.

çeşm-pûşî (f.b.i.)göz yumma, görmemezlikten gelme. 2. affetme, bağışlama.

çeşm-resîde (f.b.s.). (bkz çeşm-hurde).

çeşm-ter (f.b.s.) "gözü sulu" çok ağlayan.

çeşm-zahm (f.b.i.) nazar değme.

çeşm-zed (f.b.i.) 1. nazar boncuğu. 2. kısa bir zaman, bir an.

çeşn, çeşen (f.i.) 1. bayram. 2. ziyafet, şölen. 3. düğün.

çetr (f.i.) 1. çadır; gölgelik. 2. gece.

çetr-i âb-gûn (gök cadın, mavi çadır) gök yüzü.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin