AKADEMİ SAYFASI – 01-10-2004
İnsanlar arasında çok cüz’î şeylerle satın alınabilecek kadar ucuz olanları bulunduğu gibi, dünyalar dolusu altın ve elmaslarla satın alınamayacak kadar pahalı olanları da vardır.
Milletleri yükselten de, işte bu ikinci kısımda olanlardır. Pahalı insanlar, yağmur yüklü bulutlar gibi, hep yüksek ideal ve faziletlerle yüklüdürler. Bilinsinler bilinmesinler, onların geçtikleri yerler arkalarından yeşerir gider...
Ömer Muhtar, İtalyanlara, “Ben ölüyorum; ebedî var olacağım. Fakat siz, ölümle biteceksiniz.” diyor. Müslüman, hayatını çok pahalıya satar; fâni hayatı verir, bâki hayatı alır. Bizi dünyaya bağlayan sıhhat ise, şu sıhhat dedikleri şey, birkaç günlük güzelliği üzerinde olan güle benzer, yani gül yaprağı gibidir. Gül yaprağı canlı, sıhhatli olduğunda çok dikkat çekicidir ama, pörsüdüğünde hiçbir kıymeti kalmaz.
AKADEMİ SAYFASI – 17-09-2004 Muhabbet Allah yörüngeli olmalı
Bizde insanî kemâlâta, olgunluğa ve eksiksizliğe karşı bir alaka vardır; ama bu alaka Hz. Hamza’ya, Hz. Ali’ye, Ka’kaa’ya ve Sa’d ibn Ebi Vakkas (radiyallâhu anhüm)’a duyduğumuz hayranlık gibi değildir. Biz bunları delicesine severiz. Ama bu muhabbet, Allah ve Rasûlüllah’tan ötürüdür. Binaenaleyh, insanlığın ayları ve güneşleri sayılan, eskilerin ifadesiyle bu kümmelîn’i (eksiksiz, kusursuz insanları) sevmek doğrudan doğruya Zat-ı Ulûhiyete karşı bir sevginin ifadesidir.
Soru: Allah ve Rasulü (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i seven ve onlara itaat eden zatlara karşı sevgi ve muhabbette ölçü nedir?
Soruda iki husus söz konusu: Allah’ı seven zatlar ve bu zatları sevmede ölçü. Allah sevgisi, Allah’a iman etmenin, iman ettikten sonra da Zat-ı Ulûhiyet’i tam tanımanın bir semeresidir. Allahu a’lem, Cenab-ı Hak böyle bir iman ve marifet sayesinde ayrı bir lütuf olarak muhabbetini insanın kalbine atıyor ve onu imandan sonra bir de muhabbetle şereflendiriyor. İşte böyle bir iman ve marifetin neticesi olarak da insan, muhabbet-i ilahiye ve bu muhabbete bağlı bir lezzet-i ruhaniyeye mazhar oluyor.
Dünyada elemsiz, kedersiz bir muhabbet varsa o da Allah’a olan muhabbettir. Daha sonra da ondan ötürü olan muhabbetlerdir. Zât-ı Ulûhiyet’ten ötürü olmayan muhabbetlerin neticesi elemdir, ızdıraptır ve mahbubları kaybetmenin neticesi de kederdir, ızdıraptır. Cenab-ı Hakk’a karşı duyulan muhabbettir ki, mebdei huzur ve hazz-ı manevi, neticesi de dâr-ı cinândır. Evet, böyle bir muhabbet ta ahiret âlemine kadar uzayıp gider. Orada Cemâl-i İlahi’yi müşahede etmenin ve daimi bir değişiklik içinde zevk-i ruhanî yaşamanın tek vesilesi de burada Cenab-ı Hakk’a karşı duyulan işte böyle bir muhabbettir. Ne var ki, ruhunda ve vicdanında ummanlar gibi muhabbeti duymayan bir insana bu muhabbet ve zevk-i ruhaniyi anlatmak da mümkün değildir.
Seven, sevdiğine itaat eder
Cenab-ı Hakk’a muhabbet çok yüksek bir pâyedir. Pek çok alim Kur’an’daki itaat ayetlerini muhabbetle te’vil ve tefsir ederler. Bu ayetlerdeki Allah’a itaat etmek, Allah’a karşı muhabbet etmek demektir. Haddizatında muhabbet ile itaat birbirinin lâzımı gibidir; bunları birbirinden ayırmak mümkün değildir. Bir insan Allah’ı seviyorsa O’na itaat edecektir. Rabia-i Adeviye’nin dediği gibi: “Lienne’l-muhıbbe limen yuhıbbü mutîu - Çünkü seven sevdiğine itaat eder.” Bir yerde buyuruluyor ki: “İnsan, sevdiği zâta eğer benzemek kabilse, fıtraten dahi benzemek ister.” (Onbirinci Lem’a, Onuncu Nükte) Hepimiz kılık ve kıyafetimizle dahi, kendisinin hayranı olduğumuz birisine benzemeyi arzu ederiz. “Keşke burnum, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in burnuna benzeseydi. Gözlerim ve kulaklarım da O’nunkiler gibi olsaydı.” arzusu Aleyhissalatü vesselam’a karşı muhabbet duyan hemen her ferdin içinden geçer. “Keşke şekil ve şemâilimde olsun O’nunla müşterek bir tarafım olsaydı.” demeyen mümin yok gibidir. İşte bu, sevenin sevdiğine şeklen dahi benzemeye çalışmasının ifadesidir. Binaenaleyh bir insanın Allah’a karşı içinde böyle delice bir muhabbet varsa, mutlaka Cenab-ı Hakk’a itaat edecektir. Biz itaatle sevgiyi birbirinden ayrı düşünemiyoruz. Bu bakımdan sualin içinde, Allah’ı seven ve Allah’a itaat edenler deniyor ki, burada birbirinin lâzımı olan iki şey anlatılmış oluyor.
Böyleleri, Kur’an’da veliyi tarif sadedinde vârid olan tarife uygun insanlardır: “İyi bilesiniz ki Allah’ın velîlerine korku yoktur, onlar üzüntüye de uğramazlar.” (Yunus, 10/62), “Zira benim mevlam, o kitabı indiren Allah’tır ve O bütün iyi kulların koruyucusu olup onları korur.” (A’raf, 7/196), “Rabb’imiz Allah’tır, deyip sonra da istikamet üzere, doğru yolda yürüyenler yok mu, işte onların üzerine melekler inip: ‘Hiç endişe etmeyin, hiç üzülmeyin ve size vaad edilen cennetle sevinin!’ derler.” (Fussilet, 41/30), “Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın nimetlerine mazhar olan nebîler, sıddîkler, şehidler, salih kişilerle beraber olacaklardır. Bunlar ne güzel arkadaşlar!” (Nisa, 4/69) ferman-ı sübhanileriyle anlatılanlar yani, Allah’a ve Rasûlüllah’a itaat edenler, iman edip istikamet içinde yaşayanlar, dürüst olanlar ve aynı zamanda Allah’a velilik mertebesine yükselenler ve dolayısıyla da dünyada ve ahirette kendilerinden korku durumu kalkmış olan kimseler, işte bunlar daima Cenab-ı Hakk’ın nazarında ve nezdinde yüce bir makama sahiptirler. Kudsî bir hadise göre bunlar, Cenab-ı Hakk’ın zimmetinde himaye-i ilahîde bulunduklarından dolayı, bunlara karşı adavet edenler iflah olmazlar. Bunlara karşı ilan-ı harp edenler Allah’a karşı ilan-ı harp etmiş sayılırlar ve onları Allah kıskıvrak kıstırır ve mahv u perişan eder. Bunlar evliyaullah, yani Allah dostlarıdırlar. Kerametleri olur veya olmaz, -hakiki veliler keramete tâlib ü râğıb değil; belki ondan râğıbdırlar yani yüz çevirmektedirler. Çünkü keramet, kulluklarına karşı dünyevi bir ücret gibidir- onlar bütün hasenatlarının neticesini Allah’tan beklerler ve onların bütün dertleri, davaları da Cenab-ı Hakk’ın kendilerinden hoşnut olmasıdır.
İşte bunlar, müstesna ve mümtaz bir zümre oldukları için, bir insanın bunları Allah hatırına sevmesi çok mühimdir. Onlar Cenab-ı Hakk’ın nezdinde bu kadar kıymetlidirler ve insanlar için hep bir yâd-ı cemil olarak zihinlerde yaşayacaklardır. Bunlara karşı saygı, dolayısıyla Allah’a karşı bir saygıdır. Mesela “Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Allah’ın mümtaz bir kulu ve Rasûlüydü.” diyoruz. Dolayısıyla da O’na karşı bir muhabbet duymaya başlıyoruz. Biz, Hz. Hamza’ya karşı da derin bir saygı duyarız. Çünkü seyyidinâ Hz. Hamza, Rasûlüllah’ı seviyordu ve bu sevgisi Allah’tan ötürüydü. Zira o, Efendimiz’le emsal idi; süt kardeşiydi, amcasıydı, çocuklukları beraber geçmişti; ama aslanlara meydan okuyan işte bu insan, gururunu kırmış, gelip Efendimiz’e inkıyat etmişti. Biz de gönüllerimizde din-i mübîni İslam’a hizmet etmiş ve bu davaya omuz vermiş herkese yaptıklarından ötürü alaka duyarız.
Mesela bize, seyyidinâ Hz. Hamza Efendimiz Fizan’da zuhur etmiş dense, öyle tahmin ediyorum ki birçoğunuz, sanki hacca gidiyormuş gibi derin bir iştiyak ile onu görmeye koşarsınız. Bunun için yapılabilecek her şeye katlanır ve bu rüyayı gerçekleştirirsiniz. İşte bu sevgi Rabb’imizden ötürüdür. Vâkıa bizde insanî kemâlâta, olgunluğa ve eksiksizliğe karşı bir alaka vardır ama, bu alaka Hz. Hamza’ya, Hz. Ali’ye, Ka’kaa’ya ve Sa’d ibn Ebi Vakkas (radiyallâhu anhüm)’a duyduğumuz hayranlık gibi değildir. Biz bunları delicesine severiz. Ama bu muhabbet, Allah ve Rasûlüllah’tan ötürüdür. Binaenaleyh, insanlığın ayları ve güneşleri sayılan, eskilerin ifadesiyle bu kümmelîn’i (eksiksiz, kusursuz insanları) sevmek doğrudan doğruya Zat-ı Ulûhiyete karşı bir sevginin ifadesidir.
İnsan, sevdiğiyle beraberdir
Bu arada bazıları ifrata gidebilirler. Bu da doğrudan doğruya Allah’ı hiç düşünmeden bir şahsın sevilmesidir. Bunlar, kendisinde mutlak kemal ve fazilet gördüklerinden dolayı Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e hiç bakmadan o şahsı sevebilirler. Bu bir yanlışlıktır ve bir ifrattır. Onlar bu sevginin mükafatını görmezler; ama biz, ölçülü olarak, Allah’ın sevdiği kullara ve Allah’a itaat eden kullara duyduğumuz sevginin mutlaka faydasını görürüz.
“El-Mer’ü mea men ehabbe - İnsan sevdiği ile beraberdir.” Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in mübarek bir hadisidir. Bir sahabi, Aleyhissalatü vesselam ile bulunamama endişesinden ötürü meseleyi sormuştu: “Ya Rasûlallah burada hep sizinle beraberiz; oturuyoruz, kalkıyoruz, doyuyoruz ve doygunluğa ulaşıyoruz. Acaba öbür âlemde durumumuz nasıl olacak?” Allah Rasûlü onun bir ateş haline gelmiş yanan sinesine su serper mahiyette: “el-Mer’ü mea men ehabbe - İnsan sevdiğiyle beraber olur.” buyuruyorlardı. Burada seviyorsanız orada da beraber olursunuz. Burada cismaniyet itibarıyla idrak edemediğimiz, fakat gönüllerimizde yaşattığımız o zatlarla beraber yaşıyoruz. Bu, bizde sevgi ve alaka adına ikinci bir fıtrat meydana getirecek ve ahiretteki münasebetler de bunun bir uzantısı olacaktır. Gideceğiz ahirete ve “Ya Rabbi! Onlar bizim dostlarımızdı.” diyeceğiz. Rabb’im oraya imanla gitmeye ve Allah dostlarını sevmeye muvaffak etsin!
Dostları ilə paylaş: |