Zaaflarıyla İnsan
Biz kendimize takılıyoruz. Takıntı kendimizde. Hücumât-ı Sitte’deki viruslere takılıyoruz. Namazla, orucla, hacc’la, zekatla yükseliyorsun; fakat seni çileden çıkaracak birşey karşısında gayzını tutabilmen, bir şehvet karşısında bedenindeki o güce karşı koyabilmen, o ibadetlerle elde ettiğin yüksekliklerden daha da yüksekliklere çıkmana sebep olabilir. Dişini sıkmasını becerebilirsen, sendeki negatiflikleri pozitif güce çevirebilirsen, elde edeceğin güçle füze hızından daha aşkın bir hızla evc-i kemâle vasıl olabilirsin. Senin aklın cok ileri bir diyalektiğe, cerbezeye sahipse; o aklını arkadaşlarına karşı kullanmayarak hak ve hakikat adına onun cerbezesini dizginleyebilirsen, hak rızası için kullanabilirsen, iradenle o aklı, senin icin bir şerr-i cüz’i iken hayr-ı küllîye çevirebilirsin.
Hiçbir hadise karşısında zaaf göstermeyecek melekleri, rûhânî varlıklar şekilde ya “Rabbim, beni şu anda yarattığın gibi yarat” derdim. “Alabildiğine taşkınlıklarım olsun, ama bana neticede sana râm olan, senin rızanda olan öyle bir irade ver ki; ben o iradenin kemendi ile sana yükseleyim. Çünkü senin zaaftan ârî var. Ama ben insan olmak istiyorum. Odun olmak degil”, derdim. İçimde çok taşkınlıklar olabilir. Belki bunlar beni harab da ediyordur. Ama ben bu harâbiyet içinde iradenin gücüyle Allah’ın muradına varabileceksem, Cenab-ı Hakk bu gücü bana vermişse, ben de bu fırsatı en güzel şekilde değerlendirmeliyim.
Allah’ın sana verdiği herseyden razı olmanın yanında, sana da düşen, bütün negatifliklerini, zaaflarını, günahlarını aşarak, yanlış tavırların esiri olmadan Cenab-ı Hakk’a tam manasıyla râm olabilmendir. Allah seninle farklı bir espri ortaya koymuştur. Seninle birşey yapmak istiyordur. Yeter ki sen zaaflarının, boşluklarının zebûnu olma.. onları aşmasını bil... Ne bahtiyarız ki Nebiyy-i Server’imiz var, aleyhissalatu vesselam.. Kur’anımız var... Hiç birşeyimiz olmasa, Kur’anımız bize yeter.
Hz. Ali’ye güzel bir at vermişler. “İdarecilikten kaçmak için ne kadar da güzel.” demiş.
***
Bakmak ve Görmek
Eşyanın mülk ciheti (fizîkî yönü) adına bugün görebildiğimiz binde 4 diyorlar. Geleceğin ilim dünyasında bunun milyonda 4’e ve daha azına düşeceğini göreceğiz. Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin tecellisini görme hususunda çok darlık yaşıyoruz. Nasıl üç boyutlu resimlere ısrarlı ve farklı bir açıdan bakma neticesinde kareler şekilleniyor; eşyanın fizik ve metafizik, madde ile mana buutlarını beraberce ele alarak ısrarla ve farklı açılardan bakmasını becerebilirsek, mülk ciheti yanında melekût ciheti (fizikötesi yönü) de üç, dört, beş, altı boyutuyla bizim müşahedemize açılabilir ve eşyanın hakiki yüzünü görmeye başlayabiliriz.
Zihinler terbiyeli ama aynı zamanda da hür düşünceli olmalıdır.
Teveccüh teveccühü doğurur. Bakarsan bakılırsın. Çiçeğin güneşe bakışı gibi bakmayı becerebilirsen, yönelebilirsen, onun tecelliyatına muhatap olursun. Burada esas olan gönülden müteveccih olabilmedir. Eğer gönlünün sesini seslendiremiyorsan, ve nefse dayalı sûnî cilveleri fısıldıyorsan, o tecellilere muhatap olman da mümkün degildir. Gönülden müteveccih olmak, çok samimi olmak esasdır.
İnsan zaaflarının farkında olursa o zaaf Allah katında şefaatçi olur. Farkında olmak şefaatçi olması için gerekli
***
Yıkılan İmajımız
Kırılmış bir imajın tamiri hususunda ve neşr-i hak için neyi nasıl yaparız, ifade ederiz derdi, sancısı olmayınca nasıl olacak ki?!. Bir de gerçeklerle yitirdiğimiz İslamiyeti şakalarla düzeltemeyiz ki! Bırakalım yalanı.. doğru olalım.. doğru üzerine bir dünya kurmaya karar verelim.. hiç yalan söylemeyelim.. ve hiç bir yıkıcı harekette de bulunmamaya söz verelim. Hak ve hakikat adına gerçekten samimi olmaya, doğru söylemeye bakalım, doğru hareketler içinde bulunalım.
Aman ha!.. Bizde asla yeis yok; söylediklerimiz eksik ve kusurlarımızı görebilmek için. Eksiklerimizi göremezsek neyi, nasıl tedarik edeceğiz ki?
***
İnsan Aynası
İnsanın ruha kendi gücünü kazandırması mutlaka Allah’ın rızasını kazanması demek degildir. Ruhun gücünün kazandırılması mârifet-i ilâhî noktasından birşey ifade eder; yoksa yogilerin yaptığı şekil esas değildir. Atmosfer de, küre-i arz da hepsi birer aynadır. Aynalıklarıyla bütün tecellî-yi ilâhîyeyi aksettirirler. İnsan ise kainatta şuurlu tek aynadır. Zat-ı ulûhiyetin bilinmesi ancak insan gibi şuurlu bir ayna ile olur. O’nu gösterme hususunda insan çok iyi bir ayna olmuştur. Ama bir mîrî (anonim) sözde “mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür dâim” denildiği gibi Server-i Nebi (aleyhissalatu vesselam) bütün tecellilere aynaların aynası olmuştur. Eğer o aynada tecelliler aksetmeseydi heryer ve her mevcûdât zifiri karanlık olurdu. Allah bizleri hoşnutluğuna talip muktedilerden eylesin. Hidayetiyle birlikte istikamet nasip etsin.
Dine hizmet etmiş insanlara saygı dine saygının gereğidir.
Secdede birşey söylemeden, en derin bir mülâhaza ile istediğin kadar durabilirsin. Önemli olan, ısrarla kendini namaza salıvermektir. Bir tek şey söylersin, ama senin ufkun alır seni en derinliklere götürür. Bu, hissetme, duyma meselesidir; vicdanî bir mülâhazadır. Rasulullah’ın secdesinin uzunluğu, rukûdaki zaman kadardı. Rukû’daki duruşu kavmedeki kadardı. Kavmedeki duruşu da tahiyâttaki oturuşuna eşti. Bazen O’nun nafile olarak kıldığı bir rekat namaz, sizin teravihte kıldığınız kadardı. Halbuki siz senede bir ay kıldığınız teravih namazı ile çok namaz kıldığınızı düşünürsünüz.
KIRIK TESTİ – 15-01-2002 Paranoyak Ruhlar
Ona-buna eksiklik-bozukluk atfedenler, kendilerini ifade etmek için herkesi hor görürler. Bunlar gönüllerine göre kendilerini ifade edemedikleri için hep alemin kusurları ile meşgul olurlar. Aleyhissalâtü vesselam Efendimiz, “O bozuk, bu bozuk, şu da bozuk” diyene “Bozuk olan asıl kendisidir” manasına şöyle buyurmuştur: “İnsanlar helak oldu diyen asıl kendisi helak olmuştur.” Kişinin vicdanı ve kalbi duru olsa her şeyi duru görür. Mizaç bakımından herkeste kusur arayanları, birkaç hafta Cebrail Aleyhisselam’la buluştursan onda da kusur bulur ve “ayağını nasıl kaydırabilirim?” yolları araştırır. Aslında bozukluk bu tip insanların karakterlerindedir. Bunların ahlak anlayışı geçimsizliktir. Bu tip hiç kimse ile geçinemeyenlerin bütün derdi, kendini ifade etmektir. Bunlar sürekli kendilerinden bahsedilmesini, hep kendilerine değer verilmesini ve her zaman öne çıkarılmalarını isterler. Bir işi üstün bir başarıyla tamamladığın zaman şunu diyebiliyor musun: “Eğer şu arkadaş veya benden başka birisi yapsaydı, bu iş neticeleri itibarıyla daha çok hayırlara vesile olacak ve dolayısıyla daha fazla başarı elde edilmiş olacaktı.” İşte bu anlayış Kur’an ruhunun ve Peygamber ahlakının ifadesidir. Aksine hep beklenti içinde olup kendini her zaman öne sürmeye kalkanlar, hezeyanlarını bir ruh hastalığı içinde yaşayanlardır.
Fıtrî davranmak ihlaslı olmayı kolaylaştırır.
Dostları ilə paylaş: |