Kendi Gök Kubbemiz adlı ilk şiir kitabında yer alan öteki şiirlerin çoğu İstanbul'u kendi tarihi, doğal güzellikleri, şairin yaşadığı ruh hallerinin oluşmasında etkili olan yapıları, mevsim değişimleri bakımından anlatır. İstanbul'un yoksul ve eski semtleri Beyatlı'nın tarih ve millet anlayışını somutlayan ve yaşamakta olan en yetkin örnekleridir. "İstanbul Fethini Gören Üsküdar", "Hayâl Şehir", "Ziyaret", "Atik-Valde'den İnen Sokakta", "Üsküdar'ın Dost Işıkları", "Koca Mustâpaşa" adlı şiirler bu anlayışla yazılmıştır. Şairin İstanbul'da yaşamaya başladığından ölümüne kadar geçen dönemde (1912-1958) henüz doğal özelliklerini yitirmemiş olan Boğaz, Anadolu yakası, Adalar gibi sayfiye semtleri, İstanbul'un Beyatlı'nın güzelliklerine hayran olduğu semtleridir. Buraları konu alan şiirlerinde yer yer daha kişisel ve öznel davranarak gönül serüvenlerini, ruh hallerini, duygularını anlatır. Bu şiirlerde yine de semtlerin "cemaat" niteliğindeki toplumsal yapıları, tarihleri, camileri, evleri söz konusu olur. "Gece", "Akşam Mûsikîsi", "İstinye", "Eylül Sonu" gibi şiirleri Boğaz'i; "Fenerbahçe", "Maltepe", "Bedri'ye Mısralar", "İstanbul' un O Yerleri", "Moda'da Mayıs", "Eren-köyü'nde Bahar", "Viranbağ" gibi şiirleri İstanbul'un Anadolu yakasını ve Adalar'ı mekân alan şiirlerdir.
Beyatlı'nın ikinci şiir kitabı, adından da anlaşılacağı gibi Divan şiiri geleneğini sürdürdüğü, Eski Şiirin Süzgânyle'de ise eski İstanbul'u anma, özlem ve tarih vardır. İstanbul'un fethi, eski eğlenceler, acılı günler, kentle özdeşleşmiş ilginç kişiler şiirlerinin başlıca konularıdır:
U
R
H
Varlık ne kadar enfüsî!
Ne zamandan beri etrafıma bakarken diyordum, toprağın en güzel beldesinde yaşıyoruz. Karşıdan binbir kubbesiyle yükselen bu efsâneler payitahtı... Üs-tâd-ı seki Theophile Gautier'nin, toprakla semâ arasında dalgalanan en güzel hat dediği Boğaziçi... Bu sâhilsaraylar, bu Osmanlı yalıları... Bu harap bahçeler... Kuytu Haliç ve müntehâsında eski Sa'dâbâd... Surlar ve etrafında ölümün servileri... Şehri çepeçevre kuşatan bu surlar... Bu beyaz Anadolu sahili.. Karşısında siyah adalar, acaba bu bir rü'yâ mı? Çünkü bu iklim o kadar seyyâl. Hayâli pek fazla it'âb etmeden, içinde başka bir devri, başka bir beldeyi, başka bir hayâtı tenasüh ettirebiliyoruz. Akşam Haliç kıpkırmızı bir Venedik kesiliyor... Bir uc-dan bir uca göl göl giden Boğaziçi ayniyle İsviçre, Marmara'nın Anadolu sahili de havasında mûsikî titreyen bir İtalya değil mi? Ne kadar seyyâl bir belde.
Maamâfih bütün bir âlem bir toz gibi, bir türlü taayyün edemiyor. Böyle bir memleketin sahilinde yaşarken, muttasıl başka iklimlere seyahati bir saadet biliyoruz. Bâzılarımız gecesi demir bir kapak gibi üstüne kapanan Paris'de hayâtı daüssılayla diliyor. Bâzılarımız bir köşk istiyor ki pencereleri Roma'ya doğru açılsın. Bâzılarımız Kurtuba'da raksları, Britanya'da çanları, Felemenk'de yelde-ğirmenlerini düşünüyor.
Türk eshâb-ı huzûzunu, hâriçte gören bir ruh münekkidi, bu rengin, güzelliği bu kadar bol, bu ziya beldesi ahâlîsinden değil, ufukları çepçevre duvar bir arsada sakin insanlar sanır. Acaba bu içinde yaşadığımız havza bize neden bu kadar dar geliyor.
Şarkın bu ebedî payitahtını bu asırda bir şehr-i medenî yapmak isteyen hayırhahlar var. Diyorlar ki: Eğer bizde de dağlara tırmanan demir yolları, her köşede mutantan bir palas-otel, kadınlarla serbest görüşülen eğlence yerleri, kibar kumar mahâfili, şu ve bu olursa o zaman aklımız, fikrimiz burada olur; zevklerimizi burada sürer, paramızı burada bırakır, hep burada haşr ü neşr oluruz. Hattâ o zaman cenubî Amerika'nın şeker ve pamuk tüccarından, Rusya'nın zadeganından, İngiltere'nin servet sahiplerinden türeyen her dem seyyah sefâhat-perestler ziyayı, aşkı, huzûzu harıl harıl içmek için buraya koşarlar.
Bu temeddünkâr zevatın hakkı var. Bu fikirlerle bu şehir. Nice, Monte-Carlo gibi bir mezbele yapılabilir. Huzûzu yalnız behîmiyyet ve mîdesiyle, sekiz, dokuz, açılan oyun kâğıdlarımn, sun'î beygir koşularının istirâhat-bahşâ otel odalarının muhitinden alanlar için, mutantan bir mev'id-i mülâkaat olur. Herhalde biz böyle bir nasîbi İstanbul'un üstüne yormayız. O îtikaddayız ki bugün toz hâlinde sallanan bu iklîm, asırların uykusundan, bunca san'at beldeleri gibi, bir gün sıyrılacak.
Birçokları diyorlar ki Şark'ı Barbarlar istilâ etti. Hâlâ orada oturuyorlar. Şark'ı bizim ruhumuzda bulamıyan bu gibiler, bizi başka bir iklime mensup sanıyor, asıl toprağımıza gönderiyorlar. Afakî olarak belki Osmanlı payitahtı yoktur. Şark şehirlerinden, târihin kazâsıyle, biz Türkler bir gün çekilsek bile o şehirler Türk kalacak. Çünkü mevcudiyetleri bizim ruhumuzdan bir nebzedir. Lâkin yine taaccübe şayandır ki muasır Türkler, biz, etrafımızda Şark'ı görmeden yaşıyoruz.
Evet varlık ancak enfüsîdir...
Y. K. Beyatlı, Aziz istanbul, İst., 1974, s. 148-150
için önemli olan "Türk İstanbuP'dur. İstanbul'un Türkler tarafından alınmasını bir yazgı gibi önceden belirlenmiş ve değişmez olarak görür. Kitaptaki yazılardan anlaşılacağı gibi Beyatlı Türk tarihi alanındaki geniş bilgisini adeta İstanbul'u tarihteki yerine oturtmak için yönlendirir ve kullanır. Kimi yazılarda düşle tarih, kimi yazılarda İstanbul'un imarıyla ilgili tasarılar, kimi yazılarda İstanbul yaşayışına sinmiş ama birbirine yabancı din ve dünya görüşleri söz konusu edilir: "Türk İstanbul I-II", "Çamlar Altında Musahabe I-II", "Ezan ve Kur'an", "Ezan-sız Semtler", "Kör Kazma", "İstanbul'un imârı". Yahya Kemal "İstanbul'u imardan önce İstanbul'un Türk halkım imar etmeli..." derken belki de şairce bir önseziyle İstanbul'un 1990'lardaki karmaşasını o günlerden görüyordu.
Beyatlı'nın öteki kitaplarının hemen hemen hepsinde konu ağırlığı yine İstanbul'dadır. Beyatlı İstanbul'u vatanın bütün özelliklerini yansıtan ve belki de vatana, sahip olması gereken özellikler konusunda örnek olan bir "belde" olarak görür. Beyatlı için İstanbul Türk tarihini, Müslüman toplumu, bunların ya-nısıra bütün bir Roma-Bizans uygarlığını gözler önüne seren büyük bir sahne gibidir. Eğil Dağlar'daki yazılarda "İstiklâl Harbi" konu edilirken arka görünümde yine İstanbul vardır. Anılarında ise "İstanbul'a İlk Gelişim", "1912'de Pa-ris'den İstanbul'a Geliş" başlıklı yazılardan başka edebi ve siyasi anılarında da İstanbul'dan söz eder.
Beyatlı, şiirleri ve yazılarında İstanbul'u yaşatmak için tarih, mekân ve günlük yaşayış olarak İstanbul'un içinde yaşamış ve İstanbul'u içinde yaşatmış bir sanatçıydı diyebiliriz.
Bibi. K. Akyüz, Batı Te'sîrinde Türk Şiiri Antolojisi, Ankara, 1953; H. Yücebaş, Bütün Cepheleriyle Yahya Kemal, ist., 1953; N. S. Banarlı, Yahya Kemal Yaşarken, İst., 1959; H. Eralp, Yahya Kemal için, ist., 1959; A. Ş. Hisar, Yahya Kemal'e Veda, İst., 1959; A. H. Tanpmar, Yahya Kemal, ist., 1962; N. Tam-türk, Açıklamalı Yahya Kemal Antolojisi, İst., 1972; S. S. Uysal, işte Gerçek Yahya Kemal, ist., 1980; A. S. Ünver, Yahya Kemal'in Dünyası, İst., 1980; Ş. Elçin-M. Tevfikoğlu-S. K. Tural (haz.), Ölümünün Yinnibeşinci Yılında Yahya Kemal Beyatlı, Ankara 1983; C. Tan-yol, Türk Edebiyatında Yahya Kemal-İncele-meler-Amlar, İst., 1985.
ERAY CANBERK
Dostları ilə paylaş: |