ÇIRAĞAN SARAYI
504
505
ÇIRAĞAN SARAYI
Çırağan Sarayı'mn alt kat planı. Eldem, Boğaziçi Amları
mer sütunlu bu ahşap binaların mimarının kim olduğu konusundan daha önemli bir bahis, imparatorluğun geçirmekte olduğu, ekonomik ve sosyal büyük sarsıntıları bu yepyeni binanın yeterince yansıtmakta oluşudur. II. Mahmud'un yepyeni bir mekân ve değişik bir atmosfer özlemi, bu sarayın biçim almasında asıl rolü oynayan, ana faktördür.
II. Mahmud'un sarayı, bu üslup meselesinin dışında ileride çok bahsi edilecek olan başka ve önemli bir konuyu gündeme getirmişti: Eski Saray'ın Beşiktaş tarafında hemen yanı başında yer alan Mevlevihane. O zamana kadar çok iyi ilişkiler içinde olan, bu dini müessese ile saray, yeni ve geniş binanın yapımından dolayı ihtilafa düşmüşlerdi. Çünkü daha geniş bir saray, iki yanındaki eski kullanımları kaldırmak ihtiyacındaydı.
Cumhuriyet döneminde Çırağan Sarayı ile ilgili bütün yazılar, mevlevîhane-nin yıktırılıp Mevlevî büyüklerinin mezarlarının yeni binanın bodrum katına alınması olayının Abdülaziz zamanında (1861-1876) ve onun sarayı için yapıldığı bilgisini vermişlerdir. Halbuki eserini Abdülaziz'den çok önce yazmış olan Miss Pardoe açıkça bu işin II. Mahmud sarayında ve onun tarafında yapıldığını kaydeder. Tekke tahribi ve mezarların temel içine alınması, halk arasında uzun süren bir kanaatin yerleşmesine yol açmıştır.
r~ı
.. ı
::f r
\ h
Çırağan binalarının o tarihten sonra yaşadığı birçok talihsiz olayın kökeni, bu "Mevlevî beddualarının" etkisine bağlanmıştır.
Genç yaşta tahta çıkan Abdülmecid' in (hd 1839-1861) saltanatının başlarında birçok yılını babasının Çırağan Sara-yı'nda geçirmiş, resmi törenlerini burada yapmış, hattâ Batı musikisine dayalı ilk saray orkestrası olan Muzıka-i Hü-mayun'u da burada kurmuş ve yeni sarayı olan Dolmabahçe'ye, 1856'da, Kırım Savaşı'ndan sonra geçmiştir.
Tüberkülozdan mustarip olan bu genç padişah 5 yıl sonra dünyadan ayrılınca, Abdülaziz, ağabeyinin eseri olan ve onun hatıralarını taşıyan Dolmabahçe yerine, kendisine yepyeni, lüks döşeli bir saray yaptırma hevesine kapıldı. Avrupa seyahatinden dönüşte, Süveyş Kanalı'nm a-çılışına giderken ona da bir iade-i ziyarette bulunmak isteyen İmparatoriçe Eugenie için, alelacele, güzel bir saray yaptırmış ve 1869'da, bu amaçla Beyler-beyi'nin yeni sarayını yetiştirmişti. Fakat karşı sahildeki bu tek bina "yazlık" olarak düşünülmüştü. Ayrıca hacmi de küçük geliyordu. O yüzden bir merkezi bina ile, sağı ve solunda fer'iye (ikincil) binaları olan görkemli bir saray kolyesi, onun mizacına daha çok cevap verecekti. Ama bunun için, elde yeterli para yoktu. Bu, çok büyük bir engel sayıl-
madı. Çünkü bu hünkâr, hem bir sorumsuzluk ve israf karakterine sahipti, hem de son bir. yüzyıldır zaten iflas halindeki bir devlet politikasını miras olarak devralmış bulunuyordu, îki tarihçi (Ali Rıza ve Mehmed Galib), Mütercim Rüşdü Paşa'nın sadrazamlığı sırasında, büyük kısmı Anadolu'da İzmit'ten öteye yapılacak demiryoluna, bir kısmı da istanbul'un su ihtiyacına kullanılmak üzere dışarıdan alınan borcun büyük kısmı olan 4.000.000 altın liranın, padişah tarafından yeni sadrazam Şirvanîzade Rüşdü Paşa'nın zaafından yararlanarak, Çırağan Sarayı'mn yapımına kullanıldığını yazarlar.
Abdülaziz, sarayının yapımı için, Avrupa öğrenimli Ermeni mimar Garabet Kalfa'nm oğlu Sarkis Balyan'a yeşil ışık yaktı ve 12 yılda yapılar tamamlandı.
İnşaatın, bir ara yarım kaldığı ve çalışmaların bırakıldığı anlaşılıyor. Hoca-paşa yangınından 6 yıl sonra, yeterli para bulununca, inşaata devam edilmiş olduğunu kaydeden, dönemin resmi tarihçisi Ahmed Lûtfi Efendi, ayrıca yerli bankerlerden de yüzde 12 faizle ve bazı mülklerin geliri karşılık gösterilerek, borç alındığını belirtir. Sarayın yapımı ve iç döşemesi, 1872 başında tamamlanmış bulunuyordu.
Yeni sarayda binalar kompozisyonu şöyleydi: Yangın sonunda dört duvar ha-
linde kalmış olan (ve 1987'de içerisine beton katlar atılarak yeniden inşasına geçilen) esas yapı, hünkâr dairesi ve mu-ayede kısmı. Onun Beşiktaş ve Ortaköy yönlerine doğru dizilen ek yapılarına Fer'iye Sarayları adı verilmiştir. Çünkü bunlar şehzadelere, hareme, askeri-idari servis bölümlerine tahsis edilmiş saray kısımlarını oluştururlar.
Dıştan neoklasik bir stil verilen yeni sarayın ana binasında, arabesk ve klasik Osmanlı üslubu süslemeler esas tutulmuştu. Renkli ve masif mermer sütunların azameti ve içeride arabesk nakışlı süslemeler, fildişi ve sedef kaplamaların nefaseti, gerçekten göz kamaştırıyordu. Salonlardan birbirine geçişler, eski ahşap Osmanlı saraylarının havasına sahipti. Fakat malzeme, beyaz mermer, bordo ve yeşil porfir gibi, en değerli antik taşlara dayanıyordu. Kapı tokmakları başta olmak üzere birçok aksesuvar som gümüştendi. Sahne sanatçısı Ahmed Fe-him Bey, salonların tavanlarındaki yağlıboya peyzajlarının, kuş ve çiçek resimlerinin, dönemin bir tiyatro dekoratörü olan İtalyan sanatçı Marlo'nun fırçasından çıktığını kaydediyor.
Abdülaziz, muhteşem sarayında çok oturmadı. Tarihçi Lûtfi Efendi 1872 olaylarım naklederken padişahın "Dolmabahçe Sarayı'na avdet buyurduğunu" kaydediyor. 4 yıl sonra tahttan indirildiğinde önce Topkapı Sarayı'na götürülen sabık hünkâr, daha sonra Çırağan'ın Ortaköy yönündeki son binasına nakledildi. 4 Haziran 1876 Pazar günü sabahında, burada, daha sonra çok tartışma doğuran bir şekilde hayattan ayrıldı.
Bu olaydan sonra kapılarını dış dünyaya kapatan saray, kısa süre sonra yine tahttan indirilmiş bir padişah için açıldı. 3 aylık bir taht süresi sonunda akıl hastalığı gerekçesiyle tahttan indirilen yeğeni V. Murad (hd 1876), yeni padişah Ab-dülhamid tarafından Çırağan Sarayı'mn ana binasına, yani bugün onarılmış olan hünkâr dairesine kapatıldı.
Abdülhamid'in ilk ayları, büyük askeri ve siyasi çalkantılarla geçiyordu. Ruslarla yapılan savaşın kaybedilmesi, İstanbul'un göçmenlerle doluşu ve Mid-hat Paşa'nın uğradığı akıbet gibi olayların doğurduğu hoşnutsuzluktan yararlanan, ihtilalci ruhlu bir gazeteci olan Ali Suavi, topladığı 200 kadar göçmen işçiyle 20 Mayıs 1878'de mabeyin dairesini bastı ve bu çılgın teşebbüsünü hayatı ile ödedi. V. Murad'ı tekrar tahta çıkarmayı amaçlayan bu tedbirsiz teşebbüsten sonra Abdülhamid, ağabeyini annesiyle beraber önce Malta Köşkü'ne kapattı, kısa bir süre sonra da tekrar Çırağan Sarayı'na iade etti. Ancak bu kez, V. Murad'a ana saray binası değil, şimdi kız lisesi olan harem binası ayrılmıştı. Bu yapı geçen süre içerisinde, sabık bir hükümdarı ve az sayıdaki yakın çevresini, 30 yıla yakın bir süre, tam mahrumiyet şartlan içerisinde barındırmıştır. Gittikçe yaşlanan, duygulu ve melankolik V. Murad 29 Ağustos 1904'te vefat etti.
Ondan, 4 yıl sonra kardeşi Abdülhamid'in tahtını kaybetmesi ile açılan Meşrutiyet döneminde, Meclis-i Mebusan Reisi Ahmed Rıza Bey, parlamentonun açıldığı Ayasofya'daki adliye binasını yetersiz bularak, yeni sultan Reşad'dan, Çırağan Sarayı'na yerleşme iznini aldı. 3 Kasım 1809'da Meclis-i Mebusan ve Âyan'ın nakledildiği Çırağan Sarayı mabeyin binası bu açılıştan sadece 2 ay 4 gün sonra, 6 Ocak 1910'da birkaç saat içerisinde tutuşarak dört duvar haline geldi. Yangının elektrik kontağından çıktığı sonucuna varılmıştır. Fakat muhteşem binanın, kalabalık bir kullanım için tahsisinde en zorunlu önlemlerin alınmayışından, teknik kadroların düşünülmeyişinden, gelen itfaiyenin yetersizliğine kadar bir dizi noksanlar ve yetersizlikler, sosyolojik a-çıdan, "Batı tipi bina kültüründen yoksunluk" temeline dayanmaktaydı.
1924'te hilafet kaldırılıp hanedan mensupları da yurtdışına çıkarılırken, bunun için zorunlu olarak saptanan çok kısa süre içerisinde V. Murad'ın aile bireylerinin oturduğu, diğer 6 binadaki antika eşyalar haraç-mezat ve yok fiyatına satılarak, bütün yapılar boşaltılmış oldu.
Cumhuriyet döneminde, Beşiktaş tarafındaki birinci bina yani Fer'iye Saray-ları'nın ilki, önce ilkokula sonra İETT idaresine tahsis edildi. Ondan önceki boşluğa Et ve Balık Kurumu, çimento bir soğuk hava deposu inşa etti ve çevresini sundurmalarla doldurdu. Kıyıya dikine bakan eski harem binası, kız lisesi yapıldı. Yanmış saray binasından sonraki daha alçak yaverler binası, Yüksek Denizcilik Okulu; ondan sonraki yapı Galatasaray Lisesi ilk kısmı, onun yanındaki Beşiktaş Ortaokulu, son bina ise Kabataş Erkek Lisesi haline getirildi.
12 Eylül askeri operasyonundan sonra açılan dönemde, İETT deposu boşaltılıp restore edilerek, Devlet Konuk Evi haline getirildikten sonra, yeni siyasi iktidar, 1987'den sonra bu kıyıyı yeni bir düzenlemeye kavuşturdu. Uzun yıllar yanık ve terk edilmiş duran ve bahçesi Şeref Stadı olarak kullanılan saray için uluslararası bir ihale açılarak, Hünkâr Bah-çesi'ne bir otel binası inşa ettirildi ve dört duvar halindeki hünkâr dairesi, içerisi betondan inşaatla doldurulup otelin balo ve tören salonları ile restonlarının yerleşimine ayrıldı. Halen modern otel i-le saray binası Alman turizm şirketi Kem-pinsky'nin işletmesindedir. Ortaköy yönündeki fer'iye binaları ise, eğitim konulu kullanımlarına devam etmektedir. ÇELİK GÜLERSOY
Mimari:
Çırağan Sarayı, art arda dizilen Fer'iye Sarayları ile birlikte Boğaziçi'nde yaklaşık 1,5 km uzunluğunda anıtsal bir kordon oluşturur. Sönüp gitmekte olan bir imparatorluğun son pırıltısıdır ve aynı zamanda mimaride ulaşılan süzülmüş beğeniyi ve seçkinliği, el sanatlarındaki ustalığı işaret eden bir performans gösterisidir.
Saray, S. H. Eldem'in yayımladığı rölö-vesine göre yaklaşık 124x45 m boyu-
tunda ve yükseltilmiş bodrum üzerinde iki kadıdır. Kitle olarak, verilen boyutlarda ve yaklaşık 25 m yükseklikte bir dikdörtgenler prizmasıdır.
Çırağan Sarayı'mn zengin stilistik gösterisinin gerisinde planında ve kitlesinde şaşırtıcı bir açıklık ve sadelik gözlenir. Mimar geleneksel plan motiflerini, köşelerindeki birer odayla bir plan birimi o-luşturan eyvanlı sofaları, özgün oranlan ve olanca netliği içinde, karmaşaya yer vermeyen ekonomik bir kullanımla tek bir dikdörtgen içinde toplamıştır. S. H. Eldem'in mimarca bir heyecanla ve altını çizerek belirttiği yüksek kalite, öncelikle, geleneksel üç sofalı planın kristali-ze olmuş bir geometri ile çizilmiş olmasıdır. Bu geometri, plana klasik ve evrensel bir boyut kazandırmaktadır. İkinci önemli nokta planla cephe arasında birebir çakışma olmasıdır. Plan öğeleri, cepheye pencere ve kolon biçimlerindeki ayrıntılarla yansıtılır. Üçüncü nokta, simetrik ve aksiyal düzenlemenin işaret ettiği klasik disiplinin varlığıdır.
Bu özellikler, Çırağan Sarayı'ndaki mimari konseptin plan ve kitle komposiz-yonunda kendini gösteren iki ana bileşenini tanımlamaktadır: Geleneksel ve İstanbullu, klasisist ve Avrupalı. Cephe formülasyonuna bakıldığında ise klasisist altyapının veya kitlenin varlığı kuvvetle duyumsamr ama cephenin klasik olmayan öğelerle giydirildiği görülür. Formülasyonun birinci öğesi, birinci ve ikinci kat cephe düzeninin birbirinin tamamen aynı oluşudur. İkincisi, ritmik bir bölümlemenin varlığıdır. Her plan biriminin üç kez yinelenmesiyle cephede "a/b/a/c/a/bl/a/c/a/b/a" formülüyle gösterilebilecek gayet düzgün ve ritmik bir dizi oluşmaktadır. Planın ana motifi olan eyvanlı merkezi sofaların üçü de "zülvecheyn" denilen iki cepheli ve haç-vari biçimli mekânlardır. Bu sofaların cepheleri, çıkmalı kolon dizileriyle işaretlenmiştir, "b" ile işaret edilen sofa bölümlerinde kolonların öne çıkarılması ve köşelere çift kolon yerleştirilmesi, düzgün diziye barok bir vurgu getirmektedir. Orta sofanın tümü çift olan kolonları bu vurguyu, elbet ritmik dizilişi de, daha güçlendirmektedir. Bu abartısız vurguların canlandırdığı cephede birçok incelikli ayrıntı daha saptanabilir: Bağlantı mekânlarının dizideki "c" bölümünün, birinci katta kolonet, ikinci katta teras olarak düzenlenmesi ve yapıya abartısız bir kitle hareketi kazandırması gibi.
Cephede "a" bölümleri, üçlü bir pencere grubu ile belirtilmişlerdir. Bu grup, iki yanda düz dikdörtgen, yalnızca profilli söveleri olan percerelerle ortada kenarları yatay basık kemerli bir pencereden oluşan son derece sade bir birimdir. Sofa cephelerinde, "b" bölümlerinde, öne çıkmış kolonların gerisinde birer kolonetle çerçevelenen dikdörtgen pencereler vardır, "c" bölümünde yine iki yanında kolonetler olan ama yarım daire kemerli pencereler bulunur.
Birbirinden az farklı üç cephe motifi-
Dostları ilə paylaş: |