Bibi. Ali Şeydi Bey, Teşrifat ve Teşkilatımız, İst., ty, s. 145-149; Esad Efendi, Teşrifat-ı Kadime (tıpkıbasım), İst., 1979, s. 111-115; Uzunçarşılı, Saray, 184-1888; Pakalın, Tarih Deyimleri, I, 312-316.
NECDET SAKAOĞLU
CÜZAMHANELER
Haçlı seferleri sırasında yaygınlaşan ve ortaçağın en korkunç hastalığı olan cüzam (lepra) o dönemde tanrının bir cezası olarak görülüyordu. Cüzamlılar da hasta değil büyücü kabul edilmekteydi. Bulaşıcı olduğuna inanılan cüzamın başkalarına bulaşmaması için bu hastalığa yakalananlar cüzamhanelerde barındırılmaktaydı. Cüzamhaneler de genellikle şehrin dışında yapılırdı.
Osmanlılarda "miskinler tekkesi", "miskinler dergâhı" ve "miskinhane" adları da verilen cüzamhanelerin ilki II. Murad (hd 1421-1451) tarafından Edirne'de yaptırılmış ve l627'ye kadar faaliyetini sürdürmüştür. En önemli cüzamhane ise 1514'te İstanbul'da Karacaahmet'te yapılan Miskinler Tekkesi idi. 9 hücresi, mescidi ve çeşmesi vardı. Bahçe içinde bir binaydı ve hücrelerin kapı ve pencereleri iç avlu gibi kullanılan ikinci bahçesine açılmaktaydı. Her odada bir ocak ve önünde de ahşap bir revak bulunuyordu. Ayrıca hamamı ve çamaşırhanesi vardı. Miskinler Tekkesi kadı tarafından tayin edilen bir mütevelli tarafından yo-
netilmekteydi. Atik Valide Vakfı'ndan buraya her gün 40 ekmek, imaretten de çorba ve pilav gönderilirdi. Etleri de Kavak Mezbahası'ndan gelmekteydi. Diğer masraflar ise tekkenin önüne yerleştirilen üstü oyuk sadaka taşlarına bırakılan paralarla karşılanmaktaydı. Gözcü dede para bırakıldığını haber verdiğinde hastalar hep bir ağızdan para verenlere dua ederdi. 8 sadaka taşının bugün hiçbiri mevcut değildir.
İstanbul'da cüzamlı olduğu anlaşılanlar eşraftan bile olsalar derhal alınıp Üsküdar Cüzamhanesi'ne getirilir, şehirde dolaşmalarına izin verilmez, aileleri ile burada yaşarlardı. Ölen hastalar da arka taraftaki bahçeye gömülürdü. 1810'da yapılan onarımda yapıya 11 hücre eklenmiş, bir de çeşme yaptırılmıştı. Kagir cilan bina 1843'te tekrar onarım görmüştü. 1927'ye kadar cüzamlıları barındıran Miskinler Tekkesi, daha sonra bir yangın geçirmiş, 1938'e kadar harap bir halde kalmış, ondan sonra da tamamen yıkılmıştır. İbrahim Ağa Yolu açılırken Dedeler Mescidi adı verilen mescidi de yıkılmıştır. Cüzamhanem'n kitabesi Türk İslam Eserleri Müzesi'ndedir. Bugün cüzamha-nenin sadece çeşmesi bulunmaktadır.
15 Haziran 1927'de Toptaşı Bimarha-nesi'ndeki akıl hastaları Bakırköy'deki Reşadiye kışlalarında kurulan Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesi'ne taşınırken Mazhar Osman (Usman), daha iyi koşullarda barındırılıp tedavilerinin yapılabilmesi için Üsküdar'daki cüzamlıları da buraya nakletmiştir. Kadın ve erkek hastalar uzakta bulunan iki ayrı pavyona yerleştirilmiştir. Hasta sayısı artınca 1935' te yeni bir lepra (cüzam) pavyonu açılmış, 196l'e kadar cüzam servislerine senede ortalama 100 hasta kabul edilmiştir. Hastaların büyük bir bölümünü Tür-
kiye'nin doğusundan gelenler teşkil etmekteydi. En yüksek hasta girişi 1958' de 226 kişidir.
20 Kasım 1976'da Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, İstanbul Tıp Fakültesi ve Cüzamla Savaş Derneği'nin düzenledikleri ortak protokolle, biri boş, diğerleri harap olan 3 binadan ibaret olan lepra pavyonlarının onarılması ve işletmesi İstanbul Tıp Fakültesi'ne verilmiştir. Cüzamla Savaş Derneği'nin başarılı çalışmaları sonucu toplanan yardımlarla eski binalar yenilenmiş, 1979'da kadın hastaların bulunduğu binanın alt katında ameliyathane, ön tarafında çamaşırhane, üst katında da 10 yataklı kadın hastalara ait bir servis faaliyete geçmiştir.
16 Ocak 1981'de Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, İstanbul Tıp Fakültesi ve Cüzamla Savaş Derneği'nin düzenledikleri ortak protokolle İstanbul Lepra Hastanesi adıyla cüzam alanında uzmanlaşmış bir özel dal hastanesi statüsüne kavuşmuştur. Sağlık Bakanlığı'na bağlı olan hastanenin başhekimlik yetkisi de İstanbul Tıp Fakültesi Lepra Enstitüsü müdürüne verilmiştir. İstanbul Lepra Hastanesi bugün (1994) 50 yatakla hizmet vermektedir, başhekimi Prof. Dr. Türkan Saylan'dır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 246; Raif, Mir'at, 90-91; Evliya, Seyahatname, I, 475; S. Ünver, Türkiye'de Cüzzam Tarihi Üzerine Araştırmalar, ist., 1961, s. 3-14; F. Bayül-kem, Bakırköy Akıl Hastanesinde Lepra Servisleri, ist., 1961; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 235-237; N. Ersoy, "Üsküdar Cüzzamhane-si'nin Bugünkü Durumu", /. Türk Tıp Tarihi Kongresi Bildirileri, Ankara, 1992, s. 207-210; S. Başer, "Başlangıcından Bugüne Kadar istanbul'da Kurulan Lepra Hastaneleri" (Basılmamış yüksek lisans tezi), ist., 1992; M. Z. Palah, "Cüzzam", DİA, VIII, 150-151.
NURAN YILDIRIM
arasına ise eski geleneklere uygun olarak rüzgâra karşı koruyucu perdeler asılmıştı.
Batı mimarisi ve süsleme sanatından ilham alınarak ama bunları Osmanlı gelenek ve yaşam tarzı ile uyumlaştırarak yapılmış olan Çadır Köşkü II. Meşrutiyet yıllarından sonra bakımsız kalmıştır.
Çadır Köşkü 1930'ların sonlarında çevresinde bulunan bir ağacın yıkılmasıyla tahrip olmuş ve daha sonra da İstihkâm Yedek Subay Okulu'nun yapımı sırasında tamamen ortadan kalkmıştır. Bibi. Eldem, Köşkler ve Kasırlar, II, 370-373; Eldem, Sa'dâbâd; S. Eyice, "Kâğıthâne-Sadâ-bâd-Çağlayan", TAÇ, 1/1 (1986), s. 29-36; ay, "Çadır köşkü", DİA, VIII, 164-165.
SEMAVİ EYİCE
ÇADIR KÖŞKÜ
bak. MASLAK KASIRLARI
ÇADIR KÖŞKÜ
Günümüzün Yıldız Parkı içindeki iki tarihi köşkten biri.
Alçak tavanlı bir zemin kat ile üzerindeki tam tek katta, ortada bir giriş holü ve yanlarda iki odadan oluşan köşk, a-şağıdaki Çırağan Sarayı'nın 1871'de inşa edilen binası ile beraber, onun arka bahçesinde günübirlik geziler için yapılmış, bu sebeple yatak odası ve banyo tertibatı olmayan, bir "seyir köşkü" idi.
Abdülaziz zamanının (1861-1876) saray bahçesi dekoru olarak yapılan köşk, birkaç yıl, yani bu padişahın tahttan indirilmesine kadar, aşağıdan yukarıya doğru bir ziyaret trafiğine kucak açmıştır. Saray hekiminin kızı olan Şaire Leylâ Hanım, hatıralarında, belli günlerde hare-mağalarımn gözetiminde, onların "destur" nidaları ile saray koruluğunun personelini yol üzerinden uzaklaştırmaları ile, harem takımının bu bahçelere çıkarıldığını, bütün gün hava alan, oyun oynayan genç kızların, akşam alacalığı basmadan, yine aşağıdaki anayol üzerindeki taş köprüden topluca geçirilerek, saraya döndüklerini anlatır. Abdülaziz'in son döneminde yapılmış bu pavyonun, bu harem gezileri dışında, padişahla ilgili özel bir hatırası bilinmiyor.
Abdülaziz'in indirilmesinden sonra
Kâğıthane'deki Çadır Köşkü (solda) ve çevresini gösteren bir fotoğraf kartpostal. Nezih Başgelen koleksiyonu
Stamboal - 5 - Savlllon tt Gascades deş Baux tfStıropf
tahta çıkan yeğeni II. Abdülhamid (hd 1876-1909), sahildeki Çırağan ve Dol-mabahçe saraylarını, burada üst üste meydana gelen tahttan indirme ve ölüm o-laylan sebebiyle kendisi için hiç güvenli bulmayıp Yıldız Tepesi'ne yerleşince, burada birbiri peşine yaptırdığı, hafif malzemeli binalardan oluşan saray kompleksini aşağıdaki Çırağan'dan ayırmak üzere, Çadır Köşkü'nün kara tarafını kaplayan büyük havuzun hemen üstünden geçen çevre duvarını onarttı, yer yer yükseltti ve hep kapalı duran birkaç büyük kapı ile iki tarafın bağlantısını sağladı.
II. Abdülhamid'in kızı Ayşe Sultan i-se hatıralarında, genellikle cuma selamlığından sonra başta padişah eşleri ve kızları olmak üzere harem takımının önde gelenlerine, saray lisanında "Kırklık" adı verilen bu dış bahçeye geçme izni verildiğini, hanımların yanlarına hafif yiyecekler alarak, bu ağaçlıklarda ve köşklerde hoş saatler geçirildiğini anlatır. Dolayısıyla 30 yılı aşkın bir zaman da Çadır Köşkü bu kez yukarıdan aşağıya inen az sayıdaki hanım konuğa kapılarını açmakla yetinmiş demektir.
Pavyonun genellikle kapalı, çok durağan geçen hayatını dalgalandıran ö-nemli bir olay, II. Abdülhamid'in tahta geçtikten 5 yıl sonra siyasi bir hesapla, amcası Abdülaziz'in ölümünü bir cinayet senaryosuna çevirterek, sorumlu tuttuğu kişiler için kendi sarayı içinde ve gözlerinin önünde özel bir mahkeme kurdurması ile yaşandı. Çünkü sanıklar, Çadır Köşkü'nde alttaki bodrum katında tutuldular, onlara su içerisinde işkence ile sorgulama metotları uygulandı. Abdülhamid'in asıl hedefi olan Midhat Paşa'nın ise yukarı katta üst üste ifadeleri alındı.
Abdülaziz'in mabeyincisi Fahri Bey' in, Türk Tarih Kurumu'nca yayımlanmış hatıralarında, bu işkenceler ve sorgulamalar üstüne ayrıntılı bilgiler verilir ve birçok kereler padişahın bizzat katılıp sanık pehlivanlar ve mabeyincileri söyletebilmek amacıyla üzerine vardığı, hazin bir hikâye olarak anlatılır.
Midhat Paşa ve kader arkadaşlarının yargılanmaları ise çoğu kişinin sandığı ve birçok yazarın aynı yanlışa kapılarak naklettiği gibi, bu Çadır Köşkü'nde yapılmadı. Bunun için Malta Köşkü'nün arkasına kurulan büyük bir çadır kullanıldı. Çadır adı, sonradan böylece bir karışıklığa yol açmıştır.
Çadır Köşkü, bu sorgulama olayından sonra tekrar kapanmış ve ancak başlarda belirttiğim, harem gezilerinde birkaç saatliğine kullanılan bir pavyon fonksiyonunu sürdürmüştür. II. Abdülhamid'in düşüşünden sonra, devlet de dünya ve bölge olayları içinde büyük buhranlara sürüklendiğinden, Çadır Köşkü bir daha tarih sahnesine çıkamadı.
Cumhuriyet yılları boyunca da kapalı kalan köşk, 1940'ta zamanın valisi Dr. Lütfi Kırdar'ın Çırağan Sarayı'nın bu arka bahçesini (Yıldız Sarayı'nın ara duvarına kadar) Maliye Bakanlığı'ndan İs-
ÇADIRCI MESCİDİ
458
459
ÇAĞLAYAN
Çadır Köşkü'nün kuzey cephesi.
tanbul Belediyesi'ne devrettirerek "Yıldız Parkı" adı ile halka açması ile tekrar gündeme geldi ve basit bir onarım gördü. 1949'da köşk, belediye tarafından, Be-yoğlu'nun en seçkin iki pastanesinden biri olan Markiz'in işleticisi Avedis Çakır'a kiraya verildi. Bay Çakır, burayı yine basit bir şekilde elden geçirtti, denize bakan ön terası betonlayarak ortaya, zemini fayanstan bir dans pisti yaptırdı ve köşkün içini de kendi mali imkânlarının ve o devrin sınırlı görüşlerinin elverdiği kadar döşedi.
1960 askeri darbesinin yönetimi, bu kullanımı uygun bulmayarak, köşkü boşalttırdı. Birkaç yıl sonra TBMM Başkanlığı, Ihlamur Kasrı'nda dönemin valisi Ord. Prof. Fahrettin Kerim Gökay'ın kurmuş olduğu Tanzimat Müzesi'ni zorla tahliye edince, Gökay'ın girişimi ile bu müze, boş Çadır Köşkü'nde kuruldu. Bu kullanım -Tanzimat olayı ve dönemi ile Çadır Köşkü'nün ilgisizliği bir yana- binanın sağlığı için iyi bir tercih olmamıştı. Çünkü kapatılan panjurlar ve pencere içlerine gerilen siyah kumaşlarla güneş ışığı ve hava akımı engellenmiş oluyordu. Köşkte merkezi ısıtma donanımı da olmadığı için, bina içeriden çürüdü, zemin parkeleri basınca çökmeye başladı. Çatı akıntıları, tavan ve duvar süslemelerinin dökülmesine neden oldu.
1979'da istanbul Belediyesi ile imzalanan protokolle Yıldız Parkı'nın ıslahı ve içindeki Malta ve Çadır köşklerinin o-narımı Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından üstlenildi. Malta Köşkü restore edilip döşenerek, halka açık çay salonu haline getirildi, fakat müze hemen tahliye edilemediği için. Çadır Köş-kü'ne el sürülemedi, sadece çevresi ona-rılıp önündeki teras çiçek tarhları yapılarak, zemin çimentosu sökülüp traver-ten taşı kaplanarak ve döküm fenerleri
dikilerek, çay bahçesi haline getirildi. 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile bir süre, sözü geçen protokol işletilemedi. Belediye Başkanı Korgeneral İ. Hakkı Akan-sel ile Prof. Gökay, müzenin burada kalması tezinde idiler. Fakat 2 Temmuz 1982'de Devlet Başkanı Orgeneral Ev-ren'in konsey üyeleri, kuvvet komutanları, başbakan ve dışişleri bakanı refakatinde yerinde yaptıkları inceleme sonucunda, binanın hali görüldüğünden, Turing Kurumu'nun teklifi ile, Tanzimat Müzesi için Gülhane Parkı'nda kurumun bir bina yaptırıp bütün objeleri elden geçirterek oraya nakletmesi ve Çadır Köş-kü'nü restore ederek kafe olarak halka açması çözümü kabul edildi.
Kurum iki ay içinde önce binaya -yakıt deposunu dışarı yaparak- kalorifer tertibatı kurdu, sonra üst çatı yenilendi, duvar süslemeleri, Milli Saraylar elemanlarına, yer yer yeniden, yer yer ise tamamlanır şeklinde yaptırıldı. Zemin parkeleri değiştirildi. Döşemede hiçbir masraftan kaçınılmayıp, bu satırların yazarının emeği ile dönemin ağır kristal avizeleri ve tabloları kullanılarak, köşkün hakkı olan bir dekorasyon yerine getirildi.
Tablolar arasında, girişte sol odaya konulan, taçlı çerçevesi içinde, aileden satın alınma özgün bir Abdülhamid portresi, kayda değer. Onun karşısına, tarihe mal olmuş bir olayı simgelemek üzere, Midhat Paşa'nın bir portresi yaptırılarak asılmıştır. Bu jest, her iki şahsiyetin fanatik yandaşları tarafından basında polemik konusu yapıldı. Tablolardan kayda değer olan bir başkası, girişte sağ tarafta kalan iç odaya konulan, Hayette imzalı Topkapı Sarayı peyzajıdır. 19. yy' m ikinci yarısına ait resim, Cihangir sırtlarından saraya bakışı gösteren 1,80x1,10 cm boyutunda, ender bir yağlıboyadır.
Günümüzde Çadır Köşkü, tarihte da-
hil olduğu acı hatıraları unutmuş, İstanbul halkına ve turistlere temiz havayı, çiçek ve ağaç zevkini, klasik müziği sunan, Batı'mn üst standartlarında bir ağırlama mekânıdır.
ÇELiK GÜLERSOY
ÇADIRCI MESCİDİ
Eminönü Ilçesi'nde, Kumkapı Kadırga Caddesi, Balîpaşa Yokuşu üzerinde Çadırcı Camii Sokağı'ndadır.
Banisi Ahmed Ağa'dır. "Vakf-ı Hacı Ahmed b. Abdullahü'l Hayyam" ismiyle geçen vakfiyesi 894/1489 tarihlidir. Baninin kabri bilinmemektedir. Mescidin minberini solakbaşılardan "Samurkaş" lakabıyla tanınan Mehmed Ağa koymuştur. Kendisi 1178/1769'da vefat etmiş ve Halıcı Hasan Mescidi civarına gömülmüştür. Yapı 1952-1953 arasında Anıtlar Derneği tarafından tamir ettirilmiştir.
Dikdörtgen planlı fevkani yapı, arsaya yamuk bir şekilde oturmuştur. Beyaz kireçle sıvanmış cepheler iki sıra tuğla ve aralan moloz taşla dolgulanmıştır. Kiremit çatıyla örtülü yapının alt kısmında bir bodrum vardır. Batı cephesi harim boyunca sağır bırakılmış, sadece alt kısımda, basık kemerli bodrum pencereleri bulunmaktadır. Üst ve alt kısımdaki-ler basık kemerli dikdörtgendir. Mihrap duvarında ise mihrap çıkıntısının iki yanında yuvarlak kemerli büyük pencereler bulunmaktadır. Doğu cephesinde ise üç tane yuvarlak kemerli büyük pencere mevcuttur. Giriş kapısının üzerinde basık kemerli kare bir pencere bulunmaktadır. Caminin kuzey cephesine bitişik, kapının sağında, kesme taştan bir minare vardır.
Yapının içerisinde, duvar etekleri firuze renkli fayans ile kaplanmıştır. Mihrabı sade bir niştir. Ahşap minber yenilenmiş ve sadedir. Fevkani kadınlar mahfili iki beton sütuna oturmaktadır.
Caminin mihrap duvarı önünde doğu cephesinin bir kısmını çevreleyen naziresi bulunmaktadır. Batı cephesine bitişik hazire duvarları yükseltilmiş, üç tane kare pencere açılmıştır. Yapının avlusunda Osmanlı ampir üslubunu(->) yansıtan küçük mermer bir çeşme bulunmaktadır. Çeşmenin dikdörtgen gövdeli ayna taşı, köşelerde çiçek motifinin yer aldığı, aralarında ise dalga motiflerinin bulunduğu şeritlerle kareye bölünmüştür. Çeşmenin üst kısmım da ışınsal güneş motifi taçlandırmaktadır.
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 120; Ayvansarayî, Hadîka, l, 73; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 25-26 no. 133; Öz, istanbul Camileri, I, 40; Yüksel, Bâyezid-Ya-vuz, V, 231; Eminönü Camileri, 50-51.
EMİNE NAZA
ÇAĞATAY, ALİ RİFAT
(1867, İstanbul - 3 Man 1935, istanbul) Besteci udi.
Piyade Kaymakamı (yarbay) Hasan Rifat Bey'in oğludur. Kardeşi Samih Rifat da yazar ve besteciydi. Büyükbabası Hur-şid Bey Batı ve Türk musikileriyle uğraş-
mış amatör bir musikiciydi. Musikisever bir aile ortamında yetişti. Kavalalı Hane-danı'ndan Sadrazam Said Halim Paşa'nın kız kardeşi Zehra Hanımla evlendi.
Çağatay, iyi bir eğitimle musikiye başladı. Önce kemence, ud, sonra viyolonsel ve tanbur çalmayı öğrendi. Özellikle udu çok iyi çaldığı için "Udi Rifat Bey" adıyla da anıldı. Uddaki ustalığından dolayı, ünlü ud yapımcısı Manol Usta imal ettiği udların içini Çağatay'a imzalattırır, bu udlar hemen satılırdı.
Çağatay, Türk musikisine Batı musikisi tekniğini uygulamaya çalıştı. Birçok klasik Türk musikisi eserini çokseslen-dirdi. Türk musikisinde "konser musikisi" ortamı yaratmayı ilk defa düşünenlerdendir. Viyolonsel, kontrbas, piyano, flüt gibi Batı musikisi sazlarını da kullandığı Türk musikisi konserleri verdi. Konserlerini o günkü görgü kurallarına aykırı düşmemek için yüzü dinleyiciye dönük biçimde yönetmiştir.
Kızıltoprak ve Libade'de oturduğu köşkler dönemin musiki adamlarının sık sık toplandığı, İstanbul'un önemli bir musiki mahfiliydi. Kadıköy'de önce Le-von Hancıyan ve Bestenigâr Ziya Bey'le birlikte Şark Musiki Cemiyeti, daha sonra Türk Musikisi Ocağı adıyla kurduğu musiki toplulukları Türkiye'deki resmi olmayan musiki eğitiminin önemli kurumlan arasında tarihi yerini aldı. Bu iki özel musiki okulundan İstanbul kültürüne mal olan çok sayıda musikici yetişti. Çağatay, Suphi Ziya Özbekkan, Mesud Cemil, Udi Sami Bey, Selahattin Pınar ve Şerif Muhittin Targan gibi musikicilerin de hocasıydı.
İstanbul Belediye Konservatuvarı Türk Musikisi Tetkik ve Tasnif Heyeti'nde, muallim İsmail Hakkı Bey'in ölümüyle boşalan üyeliğe getirilince, burada Rauf Yekta, Ahmed Irsoy ve Suphi Ezgi'yle birlikte yürüttüğü çalışmalarla çok sayıda klasik Türk musikisi eserinin yayımlanmasını sağladı. Musiki konularında makaleler de yazan Çağatay, birçok eseri notaya alıp bunlara Said Halim Paşa koleksiyonunu da ekleyerek pek çok klasik eserin günümüze aktarılmasında önemli bir rol oynadı.
1924'te resmen kabul edilerek 1930'a kadar çalınan "İstiklal Marşı"nın da bes-
tecisidir. Altmış dolayında eser bestelemiştir, istanbul'un sanat ve eğlence hayatında önemli bir yeri olan operet türünde de eser vermiş olan Çağatay'ın "Acep ey şiveli yarim" mısraıyla başlayan suzidil yürük aksak şarkısı "Kâğıthane Havası" adıyla ün kazanmıştı. Orhan Sey-fi Orhon'un şiirinden bestelediği "Sarahaten acaba söylesem darılmaz mı?" mısraıyla başlayan "Tereddüd" adlı ünlü nihavent fantezisi bir dönemin İstanbul'una özgü toplumsal hayatındaki "muâ-melât-ı muâşaka"yı yansıtan esprili bir şarkıdır.
Bibi. Ergun, Antoloji, II; Öztuna, BTMA, I; M. Rona, 50 Yıllık Türk Musikisi, ist., 1960; M. N. Özalp, Türk Musikisi Tarihi, Ankara, 1986.
MEHMET GÜNTEKİN
ÇAĞLA, CEVDET
(8 Mayıs 1900, İstanbul - 22 Şubat 1988, İstanbul) Besteci ve keman sanatçısı.
Acıbadem'de doğdu. Babası topçu subayı Eşref Bey keman, annesi Nâzıma Hanım piyano, kız kardeşleri ise piyano ve ud çaldığı için müzikle iç içe bir ortamda büyüdü. Babasının teşvikiyle 7 yaşında Andonyadis'ten Batı musikisinde keman öğrenmeye başladı. Daha sonra Mu-sullu Hafız Osman Dede Efendi'den Türk musikisi dersleri aldı. Bebek'teki Frerler Mektebi'ne devam ederken, okul orkestrasında keman çaldı. Daha sonra Kadıköy Sultanisi'nde okudu; burada Münir Nurettin Selçuk'la tanıştı.
19l6'da Maarif Nezareti'nce Batı musikisi öğrenimi için gönderildiği Berlin' de iki buçuk yıl kaldı. Dönüşünde İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi'ne devam etti. "Darüttalim-i Musiki" topluluğuna kemani olarak kabul edildi. Türk musikisi öğretim tarihinde önemli bir yeri olan ve henüz kitle iletişim a-raçlarının gelişmediği bir dönemde, istanbul halkına üstün nitelikli musiki dinleten bu toplulukla 15 yıl çalıştı. "Papazın Bağı" gibi önde gelen mesire yerlerinde, açık havada, bu toplulukla verdikleri konserler, o dönem İstanbul'unda önemli sanat faaliyetlerindendi. Aynı toplulukla Almanya'da, "Polydor" firması adına plaklar doldurdu; Almanya ve Mısır'da konserler verdi.
Ali Rıfat
Çağatay
(sağda),
Ahmed Irsoy
(Zekâizade
Hafız Ahmed
Efendi) (solda)
ve Rauf Yekta
(Bey) (ortada),
1927.
Fikret Bertuğ arşivi
Cevdet Çağla
Fikret Bertuğ
1926'da İstanbul Radyosu'nun kuruluş aşamasında, çekirdek kadrodaki elemanlardan biriydi. 1935-1938 arasında, İstanbul musiki piyasasında çalıştığında, bu ortamın da aranılan bir saz sanatçısıydı. 1938-1950 arasında Ankara Radyo-su'nda çalıştı. Aynı yıllarda Ankara Musiki Cemiyeti'nde de keman sanatçısı ve yönetici olarak görev aldı. 1950'de döndüğü İstanbul Radyosu'nda 6 yıl Türk Musikisi Kısmı şefliği görevinde bulundu. 1956-1959 arasında Bağdat Konser-vatuvarı'nda keman öğretti. Yurda dönüşünde gene İstanbul Radyosu'nda önce Türk ve Batı musikileri yayın şefi, sonra şef prodüktör olarak çalıştı. 1965'te e-mekli olduktan sonra aynı radyoda kemani ve koro şefi, Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'nda da keman öğretmeni olarak görev aldı.
Eserleri radyolarda sık sık okunan bestecilerdendir. "Geç kalmış bir klasik" diye nitelendirilen Çağla, bestecilik konusunda çok titizdi. Kürdilihicazkâr curcuna "Bir yaz gecesi Çamlıca mehtabına geldin" ve nihavent "Pırıl pırıl sular Marmara'nın sahilinde" şarkıları, İstanbul i-çin bestelediği eserlerdir. Cevdet Çağla' nın, 85 dolayında eseri bulunmaktadır. Bibi. R. Kalaycıoğlu, Türk Musikîsi Bestekârları Külliyatı, ist., ty; M. Rpna, 50 Yıllık Türk Musikîsi, İst., 1960; M. N. Özalp, Türk Musikîsi Tarihi, Ankara, 1986; Y. Öztuna, BTMA, I. MEHMET GÜNTEKİN
ÇAĞLAYAN
Kâğıthane İlçesi sınırları içerisinde E-5 ve TEM otoyolları arasında yer alan bir mahalledir.
Doğusunda Kâğıthane İlçesi'ne bağlı Hürriyet, kuzeyde Yahya Kemal, batıda Merkez, güneyde Telsizler mahalleleriyle çevrilidir. Osmanlı döneminde Çağlayan Kasrı'nın(->) da yer aldığı bahçelik, sulak, çağlayanlarıyla ünlü bu çevre, 1950-1960 döneminde önce bir gecekondu semti
ÇAĞLAYAN
460
461
ÇAKERCIBAŞICAMÜ
İlmi ve teknik elemanlar, serbest meslek sahipleri ve bunlarla ilgili diğer meslekler
|
4,85
|
8,80
|
Müteşebbisler, direktörler, üst kademe yöneticileri
|
1,60
|
2,90
|
fdari personel vb çalışanlar
|
7,12
|
7,63
|
Ticaret ve satış personeli
|
11,76
|
13,50
|
Hizmet işlerinde çalışanlar
|
11,41
|
9,82
|
Tarım, hayvancılık, ormancılık, balıkçılık ve avcılık işlerinde çalışanlar
|
0,70
|
4,90
|
Tarım dışı üretim faaliyetlerinde çalışanlar ve ulaşım makineleri kullananlar
|
56,54
|
46,20
|
İşsiz olup iş arayanlar
|
5,95
|
6,20
|
Çağlayan Kasrı'nın bahçe cephesinin sol kanadının çizimi. Eldem, Sa'dâbâd
Tablon Çağlayan Mahallesi'nde ve İstanbul Genelinde İstihdam Yapıları
Çağlayan Mahallesi'nde Gözlenen Yüzde Ağırlık (<*>
Son Hafta Tuttuğu iş
Kaynak: (a) Devlet istatistik Enstitüsü Başkanlığınca istanbul Ansiklopedisi için özel olarak hazırlanan mahalleler
itibariyle döküm tablolarından hesaplanmıştır, (b) 1990 Genel Nüfus Sayımı îstanbulîli kitabı, Tablo 18'den hesaplanmıştır.
Dostları ilə paylaş: |