Bibi. Osman Nuri, Abdülhamid-i Sânî ve Devri Saltanatı, I, İst., 1327, s. 39-45; Memduh Paşa, Mir'at-ı Şuûnat, İzmir, 1328, s. 96; Cevdet, Tezâkir, IV, 159-160; Mahmud Celaleddin Paşa, Mir'at-ı Hakikat, I, İst., ty, s. 189-192; Danişmend, Kronoloji, III, 280-282, H. Ertürk, iki Devrin Perde Arkası, İst., 1957, s. 10-13; Sir H. F. Woods, Türkiye Anılan, İst., 1976, s. 112.
NECDET SAKAOĞLU
ÇEŞMELER
Temizlik ve su içme amacıyla yapılan çeşmeler İstanbul kent mekânının estetiğine katkıda bulunan çarpıcı odak noktaları olmuşlardır. İstanbul'da özellikle kent içi su tesislerinin yapımının hızlandığı 16. yy'dan sonra çok sayıda çeşme inşa edilmiştir. Ana kaynaklardan künk-lerle saraylara, konaklara ve halka ait konutlara özel su dağıtımı sağlanmış ve hemen hemen her sokakta bir ya da birkaç tane olmak üzere yüzlerce çeşme hayır yapısı olarak kullanıma açılmıştır.
İstanbul çeşmelerinin çoğu kitabeli-dir. Bunların içinde günümüze ulaşmış en eski çeşme Davud Paşa Camii yanında bulunan 890/1485 tarihli çeşmedir. Ancak kitabesiz çeşmeler içinde II. Mehmed (Fatih) döneminden (1451-1481) kaldığı ileri sürülen çeşmeler de bulunmaktadır. Bozdoğan Kemeri'nin dibinde o-lup 1942'de Atatürk Bulvarı açılırken kaldırılan Kırkçeşme ve Arkeoloji Müzesi bahçesindeki çeşmenin Fatih döneminden günümüze ulaştığı düşünülmektedir. Kitabeli çeşmelerin içinde ünlü hattatların yapıtları dikkati çekmektedir. Bunların içinde Yedikule'de Samatya Caddesi üzerinde bulunan 970/1562 tarihli Uşşâkî Tekkesi Çeşmesi'nde Hattat Kara-hisarî'nin ünlü besmelesinin bir benzeri ayna taşına yontulmuştur. Ayasofya'da Lala Hayreddin Mescidi'nin kapısı yanında bulunan 1230/1814 tarihli Başçuhadar Seyyid Ömer Ağa Çeşmesi'nde Enderun-lu Vasıf m manzum tarihi, Hattat Rakım tarafından ta'lik hatla yazılmıştır.
İstanbul çeşmeleri kullanış amacına uygun olarak çok değişik konumlarda yapılmıştır. Saray ve konaklarda iç mekân çeşmelerinden yontusal nitelikte değerli örnekler günümüze kadar gelmiştir. Bu tür çeşmeler duvarda çeşme aynası, musluk ve yalaktan oluşur. Ancak, musluk çevresi dönemin bezeme anlayışına göre titiz bir işçilikle bezenmiştir. Topkapı Sarayı'nda bu tür çeşmelerin zengin örnekleriyle karşılaşırız, örneğin Sultan İbrahim'in (hd 1640-1648) sünnet odası, I. Ahmed (hd 1603-1617) ve I. Abdülhamid'in (hd 1771-1789) yatak o-dalarmda bulunan çeşmeler bu tiptedir. Dış mekân çeşmeleri ise birer anıtsal yapı olarak tasarlanmışlardır. Bu çeşmeler tek ya da bir başka yapıyla birlikte düşünülmüştür. Tek başına olanlar ya duvar yüzüne paralel ya da köşede ve çukurdadır. Serbest tasarlanmış olanlar, III. Ahmed çeşmeleri gibi, bir meydan ortasında yer alırlar. Bu tür çeşmeler daha çok Batılı anlamda kent tasarımının geliştiği 18. yy'dan sonra ortaya çıkmıştır. Serbest tasarlanmış çeşmeler içinde avlu ya da bahçe içinde kullanıma açılmış çılanları da vardır.
Koca Mustafa Paşa Camii avlusundaki 1150/1737 tarihli Hacı Beşir Ağa, Tarab-ya'daki 1247/1812 tarihli Nevnihal Hatun çeşmeleri bu türe örnek gösterilebilir.
İstanbul çeşmelerinin bir bölümünün başka bir yapıyla birlikte tasarlandıkları-
nı görmekteyiz. Sebille birlikte olanlar çoğunluktadır.
1216/1801 tarihli Eyüp'teki Mihrişah Sultan Çeşmesi ve Zeyneb Sultan Camii avlusunun köşesindeki 1191/1777 tarihli L Abdülhamid Çeşmesi sebile bitişiktir. Eminönü YeniCami'deki 1151/1738 tarihli Rukiye Kadın Çeşmesi türbeyle birlikte tasarlanmıştır. Koca Mustafa Paşa Caddesi'ndeki 1147/1734 tarihli Heki-moğlu Ali Paşa Camii'nde avlu kapı düzenlemesine çeşme de katılmıştır. Kadırga Limanı'ndaki 1182/1768 tarihli Esma Sultan ve Edirnekapı-Rami arasındaki Topçular'da bulunan 1027/1617 tarihli Sadrazam Mehmed Paşa çeşmelerinde örtü, namazgah olarak kullanılmıştır. Haydarpaşa-Salacak arasındaki çukur a-razideki 1064/1654 tarihli çeşmeyle Beylerbeyi'ndeki 1249/1833 tarihli çeşmenin arkasındaki çimenlik, birer namazgah sofasıdır. Günümüzde mevcut olmayan Yenibahçe'deki Gürcü Mehmed Paşa ve Attar Halil Ağa çeşmelerinin üstüne caminin minareleri oturtulmuştur. 1169/1755 tarihli Fındıklı'daki Zevki Kadın Çeşmesi ise sıbyan mektebinin altındadır.
Çeşme yapısı fiziksel biçimlenişe göre de değişik görüntüye sahiptir. İstanbul çeşmelerini fiziksel biçimlenişe dayalı tipolojik incelemede cephe sayısına göre grupİandırabiliriz. Köşe ve meydan çeşmeleri çok cepheli çeşmeler grubunda değerlendirilebilir. Özellikle hayvanların kullanımına açık çeşmelerde musluk sayısı çoğalmaktadır. Üsküdar'da Pa-şalimanı'nda bulunan 1874 tarihli Hüseyin Avni Paşa Çeşmesi bu nedenle on muslukludur. Tek musluklu olup Aya-sofya Üçüzlü Çeşmesi gibi, çok kanatlı tasarlanmış olanlar da vardır. Fiziksel biçimlenişe dayalı tipolojide gövde biçimlenişi de önemli çeşitlilik yaratmaktadır. Çeşmelerin büyük çoğunluğu küp ya da dikdörtgen prizma gövdelidir. 18. yy'da, 1197/1782 tarihli Emirgân Çeşmesi'nde görüleceği gibi çokgen gövdeli çeşme yapımı yaygınlaşmıştır. Gövde biçimi olarak seçilen bir öteki geometrik biçim silindirdir. Sütun biçimindeki silindir gövdeli çeşmeler daha çok küçük boyutludur. 1150/1737 tarihli Koca Mustafa Paşa Camii avlusundaki Hacı Beşir Ağa Çeşmesi, silindir gövdeli çeşme türüne örnek gösterilebilir.
İstanbul çeşmelerinde cephe tasarımına dayalı tipolojik çözümleme, klasikten çağdaşa doğru üslupsal gelişme sürecini somut bir biçimde sergilediği i-çin Osmanlı mimarlığının gelişmesini kavramak açısından çok önemlidir.
Cephe tasarımının çözümlenmesinde çeşme öğelerinin birbirleriyle olan ilişkilerinin tanımlanması ve bütün içinde kurdukları düzenin çözümlenmesi gerekir. Klasik dönemde musluk, sivri kemerle biçimlenen derin bir niş içine yerleştirilmiştir. Kimi örneklerde sivri kemer yerine dilimli yarım yuvarlak kemer kullanıldığı görülür. Dikdörtgen bir blok oluşturan yazı, dış duvar yüzeyin-
Serbest
tasarlanmış ve
silindir gövdeli
çeşmelerden
Koca Mustafa
Paşa Camii
avlusundaki
Hacı Beşir Ağa
Çeşmesi.
Yavuz Çelenk,
1994
de, niş üzerindedir. Nişin sivri kemeriyle kitabe bölümü arasında kalan alan köşelik olarak değerlendirilmekte ve bu bölüme simetrik olarak iki rozet yerleştirilmektedir. Çeşme cephesinin simetri ekseni üzerinde dizilen bu öğeler çoğu kez bir silmeyle dikdörtgen çerçeve içine alınmıştır. Köşeleri dik açıyla oluşan çeşme gövdesi kimi örneklerde burmalı ince sütuncuklarla yuvarlatılmıştır. Klasik üslubun İstanbul'daki görkemli örnekleri, Edirnekapı'da yer alan 973/1565 tarihli Mirahor Nuh Ağa ve Şehzadeba-şı'nda yer alan 1012/1603 tarihli İbrahim Paşa çeşmeleridir.
18. yy'la birlikte klasik şemada çözülme başlar. 1740'lara değin vardırabi-leceğimiz bu dönüşüm sürecinin başlarında klasik dönemin düzenlemesi değiştirilmeden uygulanmıştır. Buna karşılık bezemesel öğelerin niteliğinde önemli bir değişim olmuştur. Bu aşamada dikkati çeken klasik dönemin ussal düzeni Avrupa baroğunun dışavurumcu anlatımına doğru çözülmeye başlamasıdır. Klasik dönemde çeşme cephesi geleneksel taç kapı ve mihrap düzenlemesini yineler. Değişik ölçek ve konumda dikdörtgen alanların birbirleriyle olan i-lişkileri duvar düzeyinin estetiğini oluşturur. 18. yy'da ise, doğal öğelerin katılımıyla klasik üslubun dikdörtgen prizma gövdesi kemirilmeye başlar. Rumî-ler, palmetler ve lotusların karşısına bu-ketli vazolar, meyveli kâseler çıkartılmıştır. Stilizasyonla doğalcılık yan yana, birlikte var olmuşlardır. Bâb-ı Hümayun Çeşmesi'nde görüleceği gibi, yeni bezeme öğeleri kimi yerde stilize edilerek kullanılmış, kimi yerde de üçüncü boyut denemeleriyle doğalcı üslup abartılmıştır. Osmanlı imgeleminin yaratıcı gücü böylece yepyeni bir doğrultuda ürün vermeye yönelmiştir. Değişim yalnızca yüzey bezemesine değil, kütle biçimlenişine de yansır. Bu dönemde küp göv-
denin yerini çokgen gövde almıştır. Çokgen prizma gövdede dışbükey eğrisel dönüşler gözlenir. Yine bu dönemle birlikte kent dokusunda belirmeye başlayan meydanların merkezlerinde geniş saçakla son bulan anıt niteliğinde meydan çeşmeleri yapımı hızlanmıştır. 18. yy'da yapı malzemesinde de farklılaşma izlenir. 16. yy'm kesme taştan yapılmış çeşmeleri yerine 18. yy'da mermer kaplamalı çeşmeler yaygınlaşır. 1700-1740 arası olarak belirleyeceğimiz bu dönem, geleneksel Osmanlı üslubundan Batı üsluplarına geçiş dönemidir. Cephe düzeninin ana şeması korunmuş, ancak yeni örgeler kullanılmıştır. Dönem için en karakteristik öğe yuvarlak kemerli az derin niş ve ışınsal gelişen niş örtüşüdür. Niş örtüsünün başlangıç çizgisini mukarnaslı bir korniş belirler. Kimi örneklerde de mukamaslı korniş, gövdeyle örtü arasında saçak kornişi olarak yer alır.
Bezeme örgelerinde başlayan çözülme 1740'larda düzenlemede de kendini belli eder. Az derin bir niş oluşturan "C" kıvrımlı kemer, sütunçelerle desteklenir. Kitabe, klasik dönemdeki gibi duvar yüzeyinde, niş üzerindedir. Duvara bitişik örneklerde de saçak oluşturulmaya başlanmıştır. Saçak ince gövdeli pilastr-larla iki yandan desteklenmektedir. Yine bu yıllarda bezemede de niteliksel bir değişim gözlenir. "C" kıvrımlı yapraklar yüzeysel bezemenin asal öğeleridir. Örgelerde ince ve kıvrak çizgiler egemendir. Saadeddin Efendi Çeşmesi (1741) dönem üslubunu en iyi tanımlayan örnektir. Zevki Kadın Çeşmesi (1755) dönemin bir çeşitlemesidir. Niş derinleşmiş, kemer içbükey ve dışbükey hareketlenmelerle biçimlendirilmiştir.
Yüzyılın ortalarında çeşme cephesinde değişim hızlanır. Yapısal ve bezemesel öğeler yeni bir içerik içinde değerlendirilmeye başlanmıştır. Abartılmış öğeler yontusal değerleri güçlendirirler. Cep-
ÇEŞMELER
490
491
ÇETİNTAŞ, SEDAT
Beykoz işi bir çeşmibülbül sürahi (solda) ile günümüzde Şişe ve Cam Fabrikaları AŞ tarafından üretilen bazı çeşmibülbüller. ha Çelik (sol), Nazım Timuroğlu (sağ)
Başka bir yapıyla birlikte tasarlanmış çeşme örnekleri: Rukiye Kadın Çeşmesi (türbe-çeşme), Eminönü (solda); Hekimoğlu Ali Paşa Camii avlu kapı düzenlemesine katılmış çeşme, Koca Mustafa Paşa Caddesi (ortada); Mihrişah Sultan Sebili'ne bitişik aynı adı taşıyan çeşme, Eyüp (sağda). Yavuz Çelenk 1994 (sol ve orta), Nazmı Timuroğlu, 1994 (sağ)
he yüzeyinde düşey ve yatay bölünmeler değişik düzlemler oluşturacak biçimde çoğalırlar. "C" kıvrımlı kemerler "S" kıvrımlı kemerlere dönüşürler, iri gövdeli sütunları baştabanda yivli gövdeli ve volütlü başlıklı pilastrlar izler. Destek ve korniş ikilemi arasında denge kurulur. Işınsal biçimlenen niş örtüsü kemer kıvrımlarıyla uyum içinde gelişir. Gövdenin üst bölümü geniş bir baştaban o-luşturur, kitabe baştabana alınmıştır. Kanatlı cephe düzenlemeleri bu dönemde yaygınlaşır. Bu dönemin en ilginç örneği Nuruosmaniye Külliyesi'ndeki III. Osman Çeşmesi'dir (1756). Musluk tablasını oluşturan pilastrla baştaban düzenlemesinin birkaç kez yinelenmesi ilginç bir tasarı uygulamasıdır. Bir tiyatro dekoru gibi üçüncü boyut yaratılmak istenmiştir. Yusuf Efendi Çeşmesi'nde (1757) cephe düzenlemesi iri kare kesitli yivli
pilastrlarla üç kanada ayrılmaktadır. Yan kanatlarla orta kanat arasındaki ölçek farkı ve kanatlar arasında içbükey, dışbükey profillerle geçişler barok üsluba uygun çözümler olarak gözükmektedir.
Yüzyılın ortasında karşılaşılan yenilikler 1770'li yıllarda da sürmektedir, ancak oransal ilişkiler ve bezeme öğelerinin değerlendirilmesinde farklılaşma belirmiştir. Akant yaprağı-istiridye kabuğu örgesi ön plandadır. Musluk tablasının asal bezeme öğesi olan akant yaprağı-istiridye kabuğu örgesi, ayrıca düşey kesitte "S" kıvrımı oluşturacak biçimde baştabanda yer alır. Saçak kornişi belirgin bir biçimde genişler. Baştabanın yükseltilmesiyle gövdede oransal ilişkiler de değişmiştir. Musluk çevresi, yonca yaprağı ya da çok kıvrımlı kemer türleriyle oluşan sıra kemerlerle sınırlanmıştır. Emir-gân Çeşmesi (1783), meydan çeşmesi anlayışındaki değişimi gösterir. Kütlenin düşey gelişimi, değişimin en belirgin özelliğidir. Bu düzenlemenin uzantıları 1806 tarihli Hatice Sultan Çeşmesi ve 1874 tarihli Hüseyin Paşa Çeşmesi'yle 19. yy' da sürmüştür. 1771 tarihli Hamidiye Çeşmesi, 1780 tarihli Sineperver Valide Sultan Çeşmesi ve 1780 tarihli Dülgeroğlu Çeşmesi bu tipin çeşitlemeleridir.
1770'lerin düzenlemesi 1790'larda musluk tablasında silmeli dikdörtgen çerçevenin belirmesinden sonra değişir. Bu grubun örnekleri Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi (1791), Haznedar Usta Çeşmesi (1791) ve Eyüp'teki Mihrişah Sultan Çeşmesi'dir (1792).
"S" kıvrımlı bezemeleri bulunan
Nuruosmaniye Külliyesi'ndeki III. Osman
Çeşmesi.
Yavuz Çelenk, 1994
19. yy'm ilk yarısında çeşme tasarımı yeni bir karakter kazanır. Bu düzenlemede musluk bölgesi gömme bir yay kemerle çevrilidir. Çeşme köşeleri kimi zaman gövdeleri yivli ve iyon başlıklı, kare kesitli, az derin pilastrlarla belirlenmiştir. Yalın silmeli bir korniş, örtüye yakın bir yükseklikte gövdeyi dolanır. Kitabe kornişle oluşturulan üst bölüme yerleştirilmiştir. Cephe düzenlemesine yeni bir öğe katılır: Tuğra. Üsküdar'daki III. Selim Çeşmesi (1802) yeni düzenlemenin ana ilkelerini yansıtan ilk örnektir. Küçüksu'daki Meydan Çeşmesi'nin (1806) uzunlamasına gelişen dikdörtgen prizma
gövdesi üzerindeki düzenleme yeni anlayışın meydan çeşmelerine de yansıdığının kanıtıdır. Dört cephede yer alan musluklar gömme yay kemerle çevrilidir. 18. yy'ın ikinci yarısında yaygınlaşan akant yaprağı-istiridye kabuğu kilit taşı örgesi, keskin çizgilerle yontulmuş hotoz biçimine dönüşmüştür. Duvar yüzeyinde yaprak örgeleri biçim değiştirerek kumaş dökümlerine dönüşmüşlerdir. Madalyon örgesi, dönemin karakteristik öğelerinden biridir. Çevri Kalfa Çeşmesi'nde görüleceği gibi, III. Selim döneminde geliştirilen düzenleme, II. Mah-mud döneminde de benimsenmiştir. Çeşme aynasında akant yaprağı-istiridye kabuğu yerine, madalyon, amfora, tüye dönüşmüş yaprak örgeleriyle oluşan bir düzenleme geliştirilmiştir. Talimhane'deki II. Mahmud Çeşmesi bu dönemin klasik şemasına örnektir.
II. Mahmud döneminin bir diğer ö-zelliği ampir üslubunun(->) etkisi altında oluşmuş dönem üslubunun, ana karakteri korunarak çeşitli tasarım şemalarının denenmiş olmasıdır. Beylerbeyi'ndeki II. Mahmud Çeşmesi (1811) gövde biçimi ve profiliyle geleneksel meydan çeşmesi anlayışından uzaklaşmaktadır. Dönemin örgeleriyle oluşturulan tepeliğin klasik dönemden sonra yeniden kullanımı ilginçtir. Maçka'daki Bezmiâlem Valide Sultan Çeşmesi'nde (1839) yeniden küp gövde biçimine dönülmüştür. Gövde köşelerini belirleyen enli kare kesitli pilastrlar üzerinde yatay derzler açılarak yapay doku farkı yaratma yeni bir denemedir. Musluk aynasında bu kez çeşitli asalet simgeleri yer almaktadır. Kolon-kiriş-kemer üçlüsünün düzeni ve ölçüleriyle Roma takı görünümünde olan Eyüp' teki Pertevniyal Kadın Efendi Çeşmesi (1856) arkitektonik yapısıyla dikkati çeken bir örnektir. Yapısal öğeler irileş-miş, bezemesel öğeler dolgunlaşmıştır. Çeşme cephesinde plastik değerler antik çağ üslubu içinde yorumlanmıştır. Gir-land örgesi bezeme sözlüğünün yeni öğesidir. Topkapı Mezarlığı duvarına yerleştirilmiş II. Mahmud Çeşmesi'nde (1843) sütunların gövdeden ayrılması, bir öteki tasarım denemesidir. Bu yapıtta da gövde bir tepelikle taçlanmaktadır.
Madalyon örgesinin kullanıldığı Çevri Kalfa
Çeşmesi.
Nazım Timuroğlu, 1994
19. yy'ın ilk çeyreği ve 20. yy'ın başı, çeşme tasarımında yeni düzenlemelerin denendiği bir dönemdir. Dönemin anıtsal yapılarında karşılaşılan eklektik yaklaşım çeşme cephelerine de yansır. Değişim Aksaray'daki Pertevniyal Valide Sultan Çeşmesi'yle (1881) başlatılabilir. Cami avlusuna girişte kapı düzenlemesi o-luşturan çok yalaklı çeşmede, Topkapı II. Mahmud Çeşmesi'nde olduğu gibi sütunlar serbestir, ancak bezeme niteliğinde değişim olmuştur. Bezeme hem yü-zeyselleşmiş, hem de rumî, palmet ve lotuslarla birlikte klasik dönemin stilizas-yonuyla biçimlenmiştir. 18. yy'ın ilk çeyreğinde var olan mukarnaslı korniş, cephe tasarımında yeniden yerini almıştır. Yıldız'daki II. Abdülhamid Meydan Çeşmesi (1888), Aksaray'daki Valide Çeş-mesi'ndeki kimi değerleri sürdürmektedir, ayrıca kum saati başlığı ve tabanıyla duvar nişi örgelerine de yer verilmiştir. D'Aronco Çeşmesi olarak tanınan Galata' daki çeşmeyle bugün Maçka Parkı'nda bulunan II. Abdülhamid Çeşmesi, eklektik üslubun art nouveau(->) akımı etkisiyle biçimlenen ilginç örnekleridir. Gala-ta'daki çeşmede Osmanlı mukarnas sistemi niş örtüsünde soyutlanarak kullanılmıştır. Bir yandan da art nouveau akımının bitki motifli öğeleri tasarıma katılmıştır. II. Abdülhamid Çeşmesi, Osmanlı mimarlığında eklektik üslup örneği olarak özgün bir yapıttır. O zamana değin kapalı kütle olarak tasarlanan çeşme gövdesi bu örnekte doluluk ve boşluk değerleri düşünülerek biçimlendirilmiştir. Bâb-ı Hümayun Meydan Çeşmesi'ni anımsatan geniş saçak iki ayakla desteklenmektedir. Ayaklar arasında baştaban dolgu duvar olarak düşünülmüştür. Mermer bir blok üzerinde yer alan musluk aynası tunç şebekeyle tümlenmektedir. Kabartmalarda Osmanlı, barok ve rokoko
izleri görülür. Tunç şebeke kullanımı sebil ve hazireli çeşmeler etkisiyle gelişmiş olabilir.
Osmanlı çeşmelerinin en son tipi I. Ulusal Mimarlık Dönemi'nde oluşturulmuştur. Sivri kemerli niş, yazıt, rozet, mukarnaslı kornişle Kısıklı Çeşmesi (1914) klasik Osmanlı üslubunu yeniden yaşatma isteğini dolaysız olarak yansıtmaktadır. Sivri kemer ve kanatlı biçimlenişiyle Sultanahmet'teki Üçüzlü Çeşme, klasik dönemin genel tasarım öğelerinden yararlanarak günün üslubuna uyarlama çabasını gösterir.
Kent içi çeşme cepheleri üzerine geliştirdiğimiz tipolojik çözümleme Osmanlı sanatında yaratıcı gücün sınırsızlığını sergilemektedir. 18. yy'm başından Cum-huriyet'in kumlusuna değin geçen süre içinde çok çeşitli tipler üretilmiştir. Tasarımda biçimsel değişmelere karşın özde Osmanlı karakteri sürekli olarak korunmuştur.
Bibi. S. Eyice, "istanbul", lA, V/2, 1214/89-99; ay, "Çeşme", DİA, VIII, 277-287; Kuban, Barok; A. Arel, 18. Yüzyıl İstanbul Mimarisinde Batılılaşma Süreci, İst., 1975.
AYLA ÖDEKAN
ÇEŞMİBÜLBÜL
Osmanlı cam sanatında Beykoz işi(-») diye adlandırılan ürünlerden biri. "Bülbül gözü" anlamına gelir.
1845'te devlet yönetimine geçen Bey-koz-Çubuklu'daki cam ve kristal irrialat-hanesiyle, bu semtte daha önce kurulmuş olan imalathanelerde üretilmiştir.
Çeşmibülbül kelimesinin yöredeki "Çeşm-i Bülbül" adlı eski bir çeşmenin adından mı yoksa ürünlerin üstündeki çizgilerin bülbül gözüne benzetilmesinden mi geldiği kesinlik kazanmamıştır.
Çeşmibülbül diye adlandırılan cam eşyaların benzerlerine ilk kez 16. yy'da Venedik'te rastlanmaktadır. Venedikli cam ustalarının buluşu olan çeşmibülbüller zamanla bütün Avrupa'ya yayılmış, istanbul'da da beğeniyle karşılanmıştır. Ancak çeşmibülbüllerin istanbul'da yaygınlık
kazanması 19. yy'a rastlar, istanbul'da bu yüzyılın ortasında, Avrupa'da üretilen çeşmibülbül türü eşyanın Türk zevkine göre geliştirilmiş biçimleri üretilmeye başlanmıştır.
Çeşmibülbüller önceden hazırlanmış cam çubuklar halindeki kalıp üzerine sıcak cam sarılması, döndürülerek üflenmesi, normalden biraz daha düşük ısılı fırınlarda uzun süre bekletilmesi gibi zahmetli, özen gerektiren bir dizi işlem sonunda üretilir. Beykoz işi çeşmibülbüller, üzerlerinde ince çizgiler yanında kalın çizgiler de bulunması, ince ve kaliteli olmalarıyla Batı'da üretilen benzerlerinden ayrılırlar. Çeşmibülbül, bir cam üretim tekniği olarak en çok sürahi, karlık, bardak, vazo, gülabdan, avize, laledan, kâse, fincan, yemişlik ve tespih gibi eşyalar üzerinde uygulanmıştır. Spiral çizgilerin uyum halinde yerleştirilmesi esasına dayanan çeşmibülbüllerde en çok kullanılan renkler süt mavisi, koyu kırmızı, zümrüt yeşili ve beyazdır. Ayrıca altınlı, kabartma çiçekli ve tezhipli çeşmibülbüller de vardır.
Çeşmibülbül üretimi, Şişe ve Cam Fabrikaları AŞ tarafından, eski istanbul zevkinin cam eşyada yeniden canlandırılması amacıyla günümüzde de sürdürülmektedir.
Bibi. F. Bayramoğlu, Türk Cam Sanatı ve Beykoz işleri, İst., 1974; N. Bayraktar, İstanbul Cam ve Porselenleri, İst., 1982; Ö. Küçü-kerman, Cam Sanatı ve Geleneksel Türk Camcılığından Örnekler, Ankara, 1985; ay, Beykoz Fabrikası; Boğaziçi'nde Başlatılan Sanayi, Ankara, 1988; ay, "Boğaziçi Camcılığının Ünlü Eserleri: Çeşmibülbüller", Türkiyemiz, S. 66 (1992), s. 4-12; Büngül, Eski Eserler, I, 88-89; Ü. Özgümüş, "Cam", DÎA, VII, 38-41.
istanbul
ÇETİNTAŞ, SEDAT
(1889, Arapgir - 6 Ocak 1965, İstanbul) Mimar.
1918'de Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi) Mimarlık Bölü-mü'nü bitirdi. Bir süre serbest çalıştıktan sonra Maarif Vekâleti Hars Müdürlü-
ÇEVRE SORUNLARI
492
493
ÇEVRE SORUNLARI
İSTANBUL'DA 1979-1993 ASASINDA YAŞANAN ÇEVRE
- 15 Kasım 1979'da İstanbul Boğazı'nda petrol yüklü Independenta tankeri birkargo gemisiyle çarpıştı. 48.000 ton ham petrol denize yayıldı ve bir ay süre ileyandı. Patlamalardan çevredeki binalar zarar gördü, yoğun bir hava kirliliği yaşandı, Deniz ürünlerinde azalma ve kalite bozulması görüldü. Geminin hurdasıyıllarca; görsel kirlilik yarattı.
- 28 Ekim! 1988'de yabancı bir kargo gemisinden Marmara/ Denizi'ne 1.850 tonamonyak yayıldı. ::
- Ağustos 1988'de :Kafadeniz kıyısına vuran 367 adet varilde DDT ve türevleri,klorin, benzen, toluen vb zehirli ye tehlikeli atıklar bulunduğu saptandı.
-: Mart 1990'da Boğaz'da yüzlerce koyun yüklü bir gemi battı. Denize vereceği organik kirlEik yükünün yaratabileceği şok etkisini azaltmak için, tedrici yayılı-mı sağlayacak önlemler alındı.
- 24 Nisan 1993'te Ümraniye Çöplüğü'nde biriken metan gazı patladı. Çöplerinçevredeki konut alanları üzerine yığılması sonucu 39 kişi yaşamım yitirdi.
- 20 Eylül 1993'te İstanbul'un su kaynaklarından Elmalı Barajı, su toplama havzasındaki yoğun yapılaşma nedeniyle kirlendiği için, İl Hıfzıssıhha Kurulu'nunkararı ile devreden çıkarıldı.
ğü'nde (Milli Eğitim Bakanlığı Kültür Müdürlüğü) mimar olarak görev aldı. 1933' te Eski Eserleri ve Anıtları Koruma Heyeti üyeliğine atandı. 1954'te Eski Eserler ve Röleve Bürosu'ndan emekli oldu. 1957-1960 arasında istanbul milletvekilliği yaptı.
Çetintaş'ın istanbul'daki eski eserlerle ilgili çalışmalarının başında röleveleri gelir, ilk olarak 1932'de Chicago sergisine gönderilmek üzere Şehzade Camii' nin on iki pafta halinde rölevelerini hazırladı. Ardından Sokollu Mehmed Paşa Camii'nin rölevesini çıkardı. Anıtlar Kurulu üyesiyken Sultanahmet'teki İbrahim Paşa Sarayı'nı araştırdı ve o zamana, kadar yanlış bilinen birçok hususu aydınlattı. Bu konudaki çalışmalarını İbrahim Paşa Sarayı (1939) adlı kitapta topladı. Ayrıca Süleymaniye Camii (1938), Davut-paşa Sarayı (1939) ve II. Mahmud Tür-besi'nde (1942) yapmış olduğu araştırmalarda ilginç sonuçlar elde etti.
Çetintaş, istanbul'un sorunları üzerine eğilmiş, 1950'den sonra kent nüfusunun bilinçsizce artmasının önemi üzerinde durmuş, yöneticilerin dikkatini bu konuya çekmeye çalışmıştır. Daha genç yaşlarında iken "İstanbul'un İmarı", "Yetim İstanbul" yazılarını İkdatrida. yayımlayarak kent sorunlarının çözümü ve tarihi eserlerin korunması üzerinde durmuştur. "İstanbul büyümüyor, şişiyor", "Müstakbel İstanbul için bir felâket", "İstanbul'u bir kaç milyonluk bir şehir olarak şimdiden plânlamazsak ileride göreceğiniz manzara yüreklerinizi sızlatacaktır", "İstanbul tam yüz senedir şişiyor", "Bu şehir plânsız, projesiz bir ur gibi nasıl şişmeye başladı" yazılan günümüzde de güncelliğini korumaktadır.
Bibi. E. Yücel "Mimar Kemalettin ve Mimar Vedat Beylerin Üslûbunu Sürdüren Restora-tör Mimarlar", Birinci Milli Türkoloji Kongresi Bildirilen, İst., 1980, s. 467-481; T. Uya-roğlu, "Kaybettiğimiz Kıymetler: Sedat Çetintaş İdealist Bir Eski Eserci", Mimarlık, S. 7 (1965), s. 23-24.
\ ERDEM YÜCEL
\ ÇEVRE SORUNLARI
İstanbul metropolü, ulusal potansiyelin yarısına yakınım barındıran sanayii ve on milyonu aştığı tahmin edilen nüfusu ile, pek çok çevre sorununun yaşandığı bir kent olma özelliğini taşımaktadır. Coğrafi konumu, topografyası, doğal ve kültürel zenginlikleriyle dünya kentleri arasında özgün bir yer tutan İstanbul'un çevre sorunları da bir ölçüde bu konumunun bir uzantısıdır.
Ülke genelinde olduğu gibi İstanbul özelinde de henüz sistematik bir çevre envanteri gerçekleştirilmemiştir. Ancak çeşitli bilim kurumlan ile bazı yerel ve merkezi kamu kuruluşları, meslek odaları ile gönüllü çevre örgütleri, 1960'lardan başlayarak İstanbul'un doğal kaynakları ve alıcı ortamları üzerinde araştırmalar yapmış, projeler geliştirmişlerdir.
Aynı sorunlardan (plansız kentleşme ve sanayileşme, ekolojik boyutu olma-
yan planlama kararlan, teknolojik yetersizlik, veri tabanı eksikliği, belgeleme -izleme-denetleme mekanfzmalannda yetersiz kalan yasal ve örgütsel yapı, toplumun bilinç ve kararlara katılma düzeyi vb) kaynaklanan, dolayısıyla aynı sonuçlan (yaşam çevresinin kalitesizleşmesi, doğal kaynak ve ortamların kirlenmesi veya azalması, biyolojik türlerin tükenmesi, ekolojik dengenin bozulması) doğuran ve bir diğeri ile sürekli etkileşim içinde olan çevre sorunlarını birbirinden kesin çizgilerle ayırmak olanaksızdır. Ana başlıklar, yalnızca, sorunların yoğunlaştığı alanları ifade eder.
içme Suyu Kaynaklarının Korunması: Ülke genelinin tersine, İstanbul'un içme ve kullanma suyu kaynaklarının çok zengin olmayışı, tarih boyunca bu kaynakların korunması ile, taşıma ve dağıtımda kayıpların en aza indirilmesi için önlemler alınmasını gerektirmiştir. İlk düzenli su kaynaklarını oluşturan Belgrad Ormanı pınar ve bentleri başta olmak üzere, tüm su kaynaklarının su toplama havzalarındaki yoğun orman dokusu, asırlarca buralarda başka kullanımları önlemiştir.
Günümüzde İstanbul'un su gereksinmesi, Avrupa yakasındaki Terkos ve Ali-beyköy barajları ile Büyükçekmece Gö-lü'nden ve Asya yakasındaki Ömerli ve Darlık barajlarından karşılanmaktadır. Elmalı Barajı, 1993'te, kirlenme nedeniyle devreden çıkarılmıştır. Hızlı nüfus artışı, kişi başına 1990 için hedeflenen 260 it/ güne ulaşılmasını engellemiş, 1992'de kente verilebilen su miktarı ancak 162 it/gün olabilmiştir.
1990'larda İstanbul'un su kaynakları, her türlü yapılaşmanın yasak olduğu mutlak koruma bandı dahil, kısa, orta ve uzun mesafeli koruma bantlarında gelişen yoğun yapılaşmanın tehdidi altındadır. Su kaynaklarına veya beslenme havzası içindeki derelere doğrudan bağlanan yerleşmelerin ve endüstri tesislerinin atıklarının yamsıra, yüzey suları ile taşınan tarımsal ilaçlar (yapay gübreler,
pestisitler vb) ve yine beslenme sahası içinde bulunan çöp depolama sahalarının sızıntı suları, içerdikleri yoğun tok-sik maddeler nedeniyle su kaynaklan i-çin büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Büyükçekmece ve Ömerli havzalarında yürütülen ayrıntılı çalışmalarda, yaygınca bilinen kirleticilerin yamsıra, saptanan a-ğır metallerin büyük facialara yol açabileceği de ifade edilmektedir.
İstanbul'da, atık su bakımından izlenmekte olan 2.000 endüstriyel tesisin azım-sanmayacak bir bölümü, halen su toplama havzaları içinde faaliyetlerini sürdürmektedir. İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi'nin (İSKİ) İçme Suyu Kaynakları Koruma Yönetmeliği uyarınca yürütülen çalışmalarla bu tesisler, kirletici parametreleri ve atık su debileri bazında sınıflandırılmış, 235'inin havza dışına taşınmasına karar verilmiştir. Bunlardan 158'i taşınmış veya kapatılmış, ötekilerinin havzada kalması belirli koşullara bağlanmış, bunlardan da yalnızca bir bölümü yükümlülüklerini yerine getirmiştir.
1980'li yıllarda, imar ıslah planları ve imar afları ile koruma alanları iskâna a-çılmış, orman dokusunun tahribine olanak veren yasalar da bu yapılaşmayı hızlandırmıştır. Çeşitli yönetmelik ve protokollerin tüm sınırlamaları, bu gelişme karşısında etkisiz kalmıştır.
Su şebekesi olmayan bölgelerde ve yaz nüfusunun arttığı ikinci konut alanlarında kuyulardan fazla su çekimi, kuyulara deniz suyunun karışmasına neden olmakta, bu suların sulama amaçlı kullanılması durumunda ise, toprakta tuzlanmaya yol açmaktadır. Kuyu sulan, ayrıca, bilgisizce uygulanan foseptiklerin sızıntılarının da tehdidi altındadır.
Yeşil Alanların Korunması: İki denize ve bunları bağlayan Boğaz'a kıyısı olan coğrafi konumu ve topografyası, İstanbul' da farklı ekosistemlerin gelişmesine olanak tanımıştır. Ormanlar, fundalıklar, bataklık ve kumullar, değişik flora ve faunanın barındığı ortamlardır. Yabando-muzundan sincaba, Tekirdağ çiğdemin-
den ıhlamura uzanan bu biyolojik zenginlik, kent içi parklarda ve korularda da kendini hissettirmektedir.
Kent insanının doğadan kopmasını engelleyen, kentin nefes almasını sağlayan, yörenin yağış rejiminin düzenlenmesinde önemli rol oynayan yeşil alanların tahribi, İstanbul'da, hava kirliliği, gürültü ve su kaynaklarının kirlenmesi gibi sorunları daha da ağırlaştırmaktadır.
Hızlı nüfus artışı ve yoğun göçlerin yarattığı konut talebi, 1960 ve 1970'lerde, hazine arazilerinin ve koruma statüsüne sahip alanların gecekondular tarafından işgal edilmesine yol açtı. Daha sonra, kuzeydeki ormanları güvence altına alan nâzım planın iptalinin yamsıra, üst üste gelen imar afları, ıslah imar planları, yeşil alanlarda yoğun bir yapılaşma yarattı. Bu dönemde, yeşil alanların ikinci konuta açılmasıyla, Zekeriyaköy, Uskum-ruköy, Kilyos, Şile, Sarıyer ve Polonez-köy, doğal karakterlerini yitirdiler.
6831 sayılı Orman Kanunu'nun, orman alanlarını, orman sınırı dışına çıkarmada ve özel-tüzel kişilere tahsiste getirdiği kolaylıklar, özellikle Beykoz civarındaki ormanların hızla yok olması sonucunu doğurdu; uygulamada yasal sınırlar zorlandı; örneğin Saip Molla Özel Ormanı'n-daki yasal yüzde 6 yapılaşma oram, yüzde 35'e yükseldi.
Kent içi ve kentler arası ulaşım yollarının genişletilmesi ve sürat yollarının yapımının bu akslara çektiği konut alanları, ticaret merkezleri ve endüstri tesisleri, yeşil alanların bu amaçlarla kullanımı doğrultusundaki baskıyı da artırdı. İkinci Boğaziçi köprüsü ve bağlantı yollan, orman alanlarının yok oluşunda ö-nemli rol oynadı.
1984'te çıkarılan Maden Kanunu, her tür parlatılabilir taşı maden kapsamına alırken, işletme sahasından çıkan posaların değerlendirilmesine de olanak vererek, mermer ocağı ruhsatı ile taş, kum, çakıl işletme yolunu açtı. Böylece, Orman İdaresi'nce yakın zamanda ağaçlandırılmış alanlar da dahil olmak üzere, İstanbul orman alanlarının yansını oluşturan 60.000 hektarlık bir alan, bu kapsamda verilen işletme ruhsatlarına konu oldu. Maden yasası gereğince, işletme bitiminde arazinin ormanlaştırmaya hazır olarak Orman İdaresi'ne devredilmesi zorunluluğu ise, ruhsatların 10-60 yıl süreli olması nedeniyle pratikte işlerlik kazanamadı.
Bu yolla gerçekleşen orman tahribi, Kilyos-Karaburun kıyı şeridinin Kum-burgaz-Ağaçlı bölümünde en yoğun biçimde yaşandı. İstanbul'u besleyen linyit yataklarının yer aldığı bu alan, açık işletme sonucunda tamamen çölleştirile-rek, zengin bir doğal ortam yok edildi. Her metreküp linyiti elde etmek için çıkarılan 40 m3 moloz, kıyıya boşaltıldığı için, Karadeniz sahil şeridindeki balık yuvaları da tahrip oldu ve deniz yoğun biçimde kirlendi.
Marmara Denizi'nin doğal kıyı çizgisi, yerel yönetimlerin kente yeni yeşil
Özel
yerleşmelerin
tehdidi
altındaki
Ömerli Barajı.
Bünyamin Çelebi,
1994
alanlar sağlama girişimleri ile benzer biçimde bozuldu. Yapılaşma baskısının tükettiği kent içi yeşil alanların yeniden üretilmesi, kentsel çevre için bir kazanım sayılmasına karşın, kıyı çizgisindeki bozulmanın deniz ekolojisine olası etkilerinin gözetilmemiş oluşu, bilinçli çevrelerin tepkisine yol açtı.
Kan Atıklar: İstanbul'da günde ortalama 6.000 ton evsel katı atık üretilmektedir (bak. çöp). Bunlar, kaynakta hiçbir ayrım yapılmaksızın yerel yönetimlerce toplanarak, kent çevresinde bu amaca ayrılmış alanlara dökülmekte ve a-çıkta biriktirilmektedir.
Kentteki yüzlerce sağlık kuruluşunun her tür mikroplu (enfekte) ve toksik atığı da, evsel atıklarla birlikte toplanmakta, aynı yöntemlerle aynı alanlara yığılmaktadır. Toplanması, uzaklaştırılması ve depolanması sırasında hiçbir önlem alınmayan hastane atıkları arasında, yüksek dozda radyoaktivite içeren maddeler bile bulunabilmektedir.
Endüstriyel katı atıklar da İstanbul'da, evsel atıklarla birlikte ve herhangi bir özel önlem alınmadan toplanmaktadır. Bunlar miktar olarak evsel atık toplamına eşit ise de içerdikleri tehlikeli ve zararlı öğeler nedeniyle, çok daha büyük bir risk potansiyeli taşımaktadırlar. Cıva, kurşun, kadmiyum gibi toksik özelliği herkesçe bilinen maddelerin yamsıra, çok sayıda kirletici madde barındıran endüstriyel katı atıklar için henüz hiçbir yasal tanımlama ve sınırlama getirilmemiştir.
En büyükleri, Ümraniye, Yakacık, Halkalı ve Kemerburgaz'da bulunan ve hepsi de İstanbul'un su toplama havzaları içinde kalan katı atık biriktirme alanlarında, çevresel kirlenmenin hiçbir türüne karşı herhangi bir önlem alınmış değildir. Tabanları geçirimsizleştirilmediği için, çöplerin sızıntı suları, toprağı ve su kaynaklarını kirletmektedir. Yüzey sularının çöplük alanına girmesini önleyen bir drenaj sistemi ve setleme olmayışı, sızıntı sularının debisini artırmaktadır. Çöplerin üzerlerinin açık oluşu, zararlı maddelerin kuşlar, kemirgenler ve memeliler aracılığıyla taşınmasını kolaylaştırmaktadır.
İstanbul'da çöp biriktirme alanları, yerleşim alanlarından yalıtılmış değildir. Bu konudaki yasal düzenlemelerin varlığı, soruna pratikte bir çözüm getirememektedir. Örneğin Yakacık Çöplüğü, yerleşim alanları ile iyice iç içe kalınca, İl Çevre Kurulu'nun karan ile kapatılmış, o-nun yerine devreye sokulan Aydınlı Çöp-lüğü'nün kısa sürede dolması sonucu, sorun yine çözümsüz kalmıştır. Bu iç içeliğin yarattığı tehlikelerin en somut örneği, Nisan 1993'te yaşanmış, Ümraniye Çöplüğü'nde oluşan metan gazının patlaması sonucunda gecekonduların ü-zerine yıkılan çöp dağı, 39 kişinin ölümüne yol açmıştır.
İstanbul çöpleri, biriktirme alanlarında da geri kazanımlara olanak verecek sistematik bir ayrıma sokulmamaktadır. Çöp biriktirme alanlarının yarattığı önemli ve yaygın çevre sorunlarından biri de kokudur. Bu alanların seçiminde rüzgâr yönü hesaba katılmadığı için, özellikle organik atıkların çözünmesinden kaynaklanan koku, yaz aylarında, kentin büyük bir bölümünde etkili olabilmektedir. Ayrıca kent içinde çöplerin geçici biriktirme noktalarında yakılarak imha edilmeleri, hava kirliliğini artırmakta, içerebilecekleri toksik parametreler nedeniyle, çevrede yaşayanlar, özellikle de yaşlı ve çocuklar için bir risk oluşturmaktadır.
Hava Kirliliği: Hava kirliliğine katkıda bulunan üç temel kaynak -evsel ısıtma, ulaşım araçları ve endüstri- sürekli artarken, yoğun yapılaşma ve yeşil örtünün azalması gibi nedenlerle kent meteorolojisini karakterize eden güneş radyasyonu, sıcaklık, rüzgâr hızı, bağıl nem ve bulut kapalılığı gibi parametreler de bugün fazlasıyla olumsuz etkiler altındadır ve kentin havası yüksek düzeyde kirlenmiştir.
İstanbul'un hava kirliliğinde en ağırlıklı etmen evsel ısıtmadır. Yakma sistemleri ve yakıt üzerinde ciddi bir denetim yoktur. Kentin yakıt gereksiniminin yüzde 90'ını gideren Kilyos-Karaburun sahil bandı linyitleri, kentin hava kirliliğinin oluşmasında çok önemli bir rol oynamaktadır. Yüzde 30 oranında rutubet, yüzde 23-35 mineral madde ve ortalama
Dostları ilə paylaş: |