BAYRAMÎLİK
106
107
BAYRAMLAR
Kurban Bayramı öncesinde kurbanlık koyunlarını satmak üzere Beyazıt Meydam'nda toplanmış satıcıları gösteren yüzyılın başından bir kartpostal.
Gökhan Akçura koleksiyonu
Efendi (ö. 1687) ve Gazanfer-i Sanî (ö. 1700) meşihat görevini yürütmüş, 18. yy başında bu Melamî merkezi önce Şaba-nî, ardından Kadirî tarikatına geçerek 1925'ten kısa bir süre önce Süreyya Baba tarafından Bektaşîliğe bağlanmıştır. Rumeli Melamîlerinin örgütlendiği ikinci merkez olan Kasımpaşa'daki Paşmakçı Tekkesi ise, Haşimî Osman Efendi'nin halifeleri tarafından idare edilmiş, fakat sonradan Kadirî ve Rıfaî tarikatlarına geçmiştir. Rumeli Melamîlerinin İstanbul'da kurdukları son büyük merkez, Eyüp'teki Taşlıburun Tekkesi'dir(->). "Lagarî" lakabıyla anılan Belgradlı Şeyh Mehmed Efendi (ö. 1682) tarafından kurulan bu tekkedeki Melamî faaliyeti uzun ömürlü olamamıştır. Klasik Bayramîliğin mirasını devralan Himnıetîliğin bu dönemde istanbul'da yaygınlaşmaya başlaması bir bakıma güç dengesinin Melamîlik aleyhine bozulmasına yol açmış ve bu zümre 18. yy'dan itibaren tekke organizasyonu dışına çıkarak yalnızca "gavsiyet" makamındaki tarikat temsilcisinin denetimiyle şekillenen serbest bir örgütlenme modelini benimsemiştir.
16. yy ortalarından itibaren istanbul' daki etkinliğini özellikle Halvetîlik ve Melamîlik karşısında kaybetmeye başlayan klasik Bayramîliği 17. yy'da yeniden canlandıran mistik akım Himmetîliktir. Bayramîlikten kendi adına kol ayıran Şeyh Himmet Efendi (ö. 1683), önce Şa-banî, ardından Bayramî hilafeti alarak Fatih Yenibahçe'deki Defterdar ibrahim Efendi Mescidi bünyesinde Bayramîliği yaymaya başlamış ve onun bu çabası sonucunda tarikat, 1925'e kadar devam eden en güçlü dönemini yaşamıştır. Himmet Efendi aynı zamanda istanbul'un tasavvuf kültürüne damgasını vuran ve Himmetzadeler olarak tanınan büyük şeyh ailesinin de kurucusudur. Bayramîliğin 17. yy ortalarından başlayıp 20. yy'ın ilk çeyreğine kadar devam eden yoğun faaliyetine hep bu aileye mensup şeyhler yön vermişlerdir.
Yenibahçe'de faaliyet gösteren Himmet Efendi Tekkesi, Hacı Bayram-ı Velî Âsitanesi'ne bağlı olup Bayramîliğin İstanbul'daki merkez tekkesidir. Bu tekkenin bütün şeyhleri Himmet Efendi'nin ailesinden gelmiş ve hilafet verme yoluyla diğer tarikatlara ait tekkelerde de Bayramî meşihatinin sürmesini sağlamışlardır. Himnıetîliğin ikinci önemli merkezi, Üsküdar'daki Bezcizade Muhyî Efendi Tekkesi'dir. Aslen Melamî olan Mehmed Muhyî Efendi'nin (ö. Iöl6) kurduğu bu Halvetî tekkesi, vefatından bir süre sonra Himmetîlerin denetimine girmiş ve böylece Bayramîlik her iki tekkeyi de kapsayan ortak meşihat modeline göre idare edilmiştir. Salı Tekkesi olarak da tanınan bu ikinci merkezin sonradan Yenibahçe'deki Himmetzade Tekkesi'nin yerine geçtiği, vefat eden Bayramî şeyhlerinin buraya gömülmelerinden anlaşılmaktadır.
Bayramîliğin 18. yy başlarından itibaren daha önce Halvetîlik karşısında ko-
ruyamadığı güç dengesini yeniden kendi lehine kurmaya çalışması dikkat çekicidir. Özellikle bu noktada", Halvetîliğin , Sivasî kolu ile Bayramîlik arasında yakın bir ilişkinin mevcut olduğu söylenebilir. 16. yy sonlarında Yavsî Baba Tekkesi'n-deki Bayramî meşihatine son veren ünlü Halvetî Şeyhi Abdülmecid Sivasî ve onu izleyen Abdülahad Nuri'nin(->). yetiştirdikleri halifeler aracılığıyla İstanbul'daki önemli tasavvuf merkezlerinde oluşturdukları Halvetî zümreleri, 18. yy ortalarından itibaren Himmetîlik yoluyla Bayramîliğin nüfuz alanına girmeye başlamışlardır. Özellikle Çarşamba'daki Mehmed Ağa Tekkesi ile Şehremini'deki Yavaşça Mehmed Ağa Tekkesi, Sivasîlikten Bayramîliğe geçen iki önemli Halvetî merkezidir. Yenibahçe Himmetzade Tekkesi Postnişini Abdüssamed Efendi'nin (ö. 1737) halifelerinden Abdülha-lim Efendi (ö. 1759) Yavaşça Mehmed Ağa Tekkesi'ndeki Abdülahad Nuri Efen-di'ye uzanan Sivasî meşihatine son vermiş ve Bayramîlik burada kendisinden sonra oğlu Mehmed Habib Efendi tarafından 1770'e kadar temsil edilmiştir. Yine Çarşamba'daki Mehmed Ağa Tekkesi'nde Abdülahad Nuri Efendi'ye dayanan Sivasî meşihati, Abdüssamed Efendi halifesi Mehmed Efendi (ö. 1751) aracılığıyla Bayramîliğe bağlanmış ve oğullan Yahya Efendi (ö. 1808) ile Ali Efendi tarafından burada 1855'e kadar Bayramî meşihati sürdürülmüştür.
Tarikatın faaliyet sahası, yalnızca, bu tekkelerle sınırlı değildir. Yenibahçe ve Üsküdar'da iki önemli merkeze sahip bulunan Bayramîlik, Himmetzadelerin yoğun faaliyetleri sonucunda diğer tarikatlara ait tekkelerde de belli sürelerle meşihat makamını kontrolü altında tuta-bilmiştir. Bu türden kısa süreli Bayramî meşihatinin ilki, 18. yy başlarında Bayrampaşa Tekkesi'nde gerçekleşmiş, Hirn-metzadelere mensup Şeyh Mehmed Emin Efendi ve oğlu Mehmed Esad Efendi, 1787'ye kadar bu tekkede postnişinlik yapmışlardır.
Haseki'deki Seyyid Baba Tekkesi'nde 1780-1831 arasında hüküm süren Bayramî meşihati ise, tarikatın mistik yapısını Halvetîlik ile birlikte şekillendiren Nakşîliğin ilk defa Himnıetîliğin bünyesinde belirgin bir biçimde ön plana çıktığı dönem olmuştur. Daha önce Halvetî kökenli tasavvuf akımlarıyla ilişkisi bulunan Bayramîliğin Seyyid Baba Tekkesi'nde Nakşîlik ile bütünleşmesi, bir bakıma tarikatın 15. yy başlarındaki kültürel köklerine yeniden bağlanması şeklinde yorumlanabilir. Himmetzade-lerden Abdüllatif Efendi halifesi Türbe-dar Mehmed Efendi (ö. 1813), ünlü Nakşî Şeyhi Mustafa Baba'ya (ö. 1780) intisap ederek Bayramîlik ile Nakşîliği kaynaştıran tasavvuf anlayışını Seyyid Baba Tekkesi'nde başlatmış ve 1813te vefat edince yerine geçen Şeyh Ali Efendi, 1831'e kadar bu Nakşî-Melamî içerikli Bayramî meşihatini sürdürmüştür. Bu ilginç örneğin dışında Bayramîlik,
İstanbul'un mistik hayatında önemli yer tutan Taşkasap'ta Zıbın-ı Şerif, Aksaray'da Şeyh İbrahim Efendi, Eyüp'te Abdi Baba, Altımermer'de Tavîl Mehmed Efendi, Üsküdar'da Etyemez ve Kâğıthane'de Abdüssamed Efendi tekkelerinde belli zaman aralıklarıyla meşihat makamını temsil etmiştir.
Sünnî akideye bağlı bulunan klasik Bayrâmîliğin, İstanbul'un sosyal topografyasında öncelikle orta tabakaya hitap ettiği ve bu zümrenin fütüvvet ilkeleriyle kuşatılmış değerlerini mistik açıdan şekillendirdiği söylenebilir. Üst tabaka üzerindeki etkisi ise 16. yy'da oldukça belirgindir, Bu dönemde özellikle tarikata bağlı bulunan Şeyhülislam Ebussu-ud Efendi ile Şeyhülislam Abdülkadir Şeyhî ailelerine mensup nüfuzlu ulema çevresi, Bayramîliği merkezi yönetim katında temsil etmekle birlikte daha sonraki yüzyıllarda bu ayrıcalıklı konum Nakşibendîliğin kontrolüne geçmiştir. II. Mehmed'in (Fatih), hocası Akşemseddin tarafından Bayramîliğe intisap ettirildiği yolunda bir rivayet varsa da, bunun tarihsel gerçeklere uymadığı açıktır.
Bayramîlik, Allah'ın adını ve sıfatlarını, zikretme esasına dayalı "esma" tarikatlarından olup, bu mistik ritüeli uygulama şekli açısından "devranî" tarikatlar grubuna girer. Bayramîlerin tasavvuf anlayışları, tıpkı diğer tarikatlardaki gibi sayı sembolizmine dayanan özel kıyafetlerine yansımıştır. Bayramî derviş ve şeyhleri beyaz keçeden yapılma altı terkli (dilimli) tarikat tacı giyerler. Bu terkler, dört ana yön ile üst (manevi) ve alt (maddi) âlemin işareti olup kainatı sembolize etmektedir. Ayrıca "vahdet" ve "kesret"i belirten terksiz (dilimsiz) tarikat tacı da Bayramîler tarafından kabul görmüştür. Özellikle Himmetîlerin tacı bu şekildedir ve üzerinde "şeriat, "marifet" ve "hakikati" sembolize eden, üç parçalı bir "gül" vardır. Ayrıca tarikat içindeki manevi hiyerarşiyi belirtmek için Bayramî şeyhleri beyaz, halifeleri ise bal rengi taç giymişlerdir.
Bibi. BOA, Cevdet Evkaf, no. 16039 (Cema-ziyelevvel 1140); BOA, Cevdet Evkaf, no. 11578, (19 Muharrem 1233); BOA, Cevdet Evkaf, no. 9192, (2 Zilkade 1189); BOA, İrade Evkaf, no. 2123/6, (23 Şevval 1311); CSR, Dosya, B/23, 62, 71, 99, 188, 231; Evliya, 5e-yabatname, l, 419-420; Lâmîî, Nefehât, 683-690; Mecdî, Hadaikü'ş-Şakaik, 240-246; Ataî, Hadaiku'l-Hakaik, 64-65; Haririzade, Tib-yân, vr 172a-194a; Ayvansarayî, Hadîka, I, 58-59, 121-122, 210-211; Ayvansarayî, Meç-muâ-i Tevârih, 86-212; Sarı Abdullah, Seme-râtü'l-Fuâd, İst., 1288, s. 227-245; La'lîzade Abdülbâki, Menâkıb-ı Melâmîye-i Bayramî-ye, İst., ty, s. 8-23; Vicdanî, Tomar-Halvetiye, 17-18; Vicdanî, Tomar-Melâmüik, 34-42; A. Münib, Mir'at-i Turuk, İst., 1306; M. Samî, Esmâr-ı Esrar, İst., 1316, s. 21; Vassaf, Sefine, II, 251-280, V, 262; Osmanlı Müelliften, I, 198-225; Mehmed Tahir, Hacı Bayram-ı Velî, ist., 1341; M. Ali Aynî, Hacı Bayram-ı Velî, İst., 1343; Gölpınarlı, Melâmilik, 33-39; ay, Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatler, İst., 1969, s. 236-238; ay, "Bayramiyye", İA, II, 423-425; ay, "Himmetiyye", TA, XIX, 248-249; S. Anderson, "Dervish Orders of Cons-tantinople", The Musliem World, XII (1922),
s. 53; J. P. Brown, The Dawishes ör Oriental Spirutualizm, Londra, 1927, s. 459; Uzunçar-şılı, Osmanlı Tarihi, IH/1, 353; J. S. Triming-ham, The Sufî Orders in islam, Oxford, 1971, s. 99-100; F. Bayramoğlu, Hacı Bayram-ı Velî, I-II, Ankara, 1982; H. J. Kissling, "Zur Geschichte deş Denvischordens der Bajrâ-mijje", Dissertationes Orientales et Balcani-cae Cottectae: I. Das Denvischtum, Münih, 1986, s. 237-268; O. Depont- X. Coppolani, Leş confreries religieuses musulmanes, (tıpkıbasım), Paris, 1987, s. 532; G. L. Lewis, "Bay-ramiyya", El2, I, 1137; F. Bayramoğlu-N. Aza-mat, "Bayramiyye", DlA, V, 269-273.
EKREM IŞIN
Zikir Usulü ve Musiki
Bayramîlikteki zikir usulü tarikatın kurucusu Hacı Bayram-ı Velî'nin halifesi Ak-şemseddin'in kaleme aldığı Risaletü'n-Nuriye adlı eserde anlatılmıştır. Akşemseddin, Bayramîlerin ayin sırasında halka halinde sıralanarak yüksek sesle zikrettiklerini kaydeder. Bayramîliğin bir kolu sayılan ve Bıçakçı Ömer Dede'ye (Ömerü'l-Sikkînî) bağlanan Melamîlerde ise ayin yahut yüksek sesli zikir olmadığından musiki de yer bulamamıştır. Hacı Bayram-ı Velî'nin bestelediği söylenen Bayramî virdi sabah namazından sonra okunduğu gibi ayin sırasında topluca da okunabilirdi. Ayinde bu besteli vird-i şerifin okunmasından sonra kelime-i tev-hid zikri başlardı. Zikir sırasında özellikle Yunus Emre'nin ve tarikat büyüklerinin şiirleri besteli ilahi ve kaside tarzında okunurdu. Bayramîliğin İstanbul'daki en yaygın kolu olan Himnıetîlikte zikir usulü bazı küçük farklılıklar gösterirdi. "Himmetî devranı"nda dervişler, klasik Bayramîlikte olduğu gibi el ele değil de arka arkaya gelerek sırttan ve bel ortasından parmak ucu ile tutmak suretiyle halka oluştururlardı. İstanbul'daki Him-metî tekkelerinde hep bu şekilde devran edilmiştir.
Hacı Bayram-ı Velî büyük mutasavvıflar arasında ilk dini bestekâr olarak tanınmıştır. Yunus Emre'nin şiirlerinden başka, "çalabım şar yaratmış iki cihan arasında" mısraıyla başlayan kendi şiirini de acem makamında bestelemiş olduğu rivayeti çok yaygındır. Kendi döneminde, çamaşır yıkama, ekip biçme gibi işlerin Ahilik geleneğinin bir devamı olarak topluca, bir çeşit imece ile yürütülmesini sağlayan Hacı Bayram bu tür işleri musiki eşliğinde gördürürdü. "Çamaşır Savtı", "Ekin Savtı" diye bilinen bu tür Bayramî musikisinin günümüze hiçbir örneği kalmamıştır. S. N. Ergun, Müzekki'n-Nüfûs adlı eseri ve yüksek tasavvufi şiirleriyle tanınan Hacı Bayram'm damadı Eşrefoğ-lu Rûmî'nin de bestekâr olduğunu, baya-ti ve buselik makamlarında üç ilahi bestelediğim kaydeder.
İstanbul'da Bayramî musikisinin gelişmesinde Bolulu Himmet Efendi'nin şiirlerinin etkisi olmuştur. Bayramîlikte kol sahibi, yani "pir-i sani" olan Himmet Efendi İstanbul'da tasavvuf ve sanat çevrelerinde kabul görmüş ve şiirleri Hafız Post, Sütçüzade Hafız ve Ali Şirüganî gibi değerli bestekârlarca bestelenmiştir. Himmet Efendi'nin (ö. 1683) oğlu Him-
metzade Abdullah da (ö. 1710) şair ve hattat olduğu gibi, değerli bir bestekârdır da. "Ravzana yüz süren bulup aman" diye başlayan kendi güftesi için bestelediği saba makamındaki tevşih bu alandaki yeteneğini göstermeye yeterlidir. Yetiştirdiği Zâkirbaşı Şîvei Ahmed Çelebi de değerli bir bestekâr ve icracıdır.
Bayramîlerden yetişen bir başka ö-nemli musiki adamı Çâlâkzade Şeyh Mustafa Efendi'dir. Mustafa Efendi babası Halvetî Şeyhi bestekâr Çâlâk Ahmed Efendi'nin 32 yıl şeyhlik ettikten sonra ölmesiyle (1711) Cağaloğlu'ndaki Halvetî Tekkesi şeyhliğine getirilmiştir. Çâlâkzade bugüne kadar kaydedilebilmiş 70 civarındaki eseri ile Ali Şirüganî'den sonra en çok dini eseri olan bestekârdır. Âmâ Şeyh Halil Efendi'nin öğrencisi Zeyrek Camii müezzini Hüseyin De-de'den mevlit okumasını öğrenen Çâlâkzade (ö. 1757) geleneksel mevlit okuma tarzının da üstatlarındandı.
Tasavvuf musikisi alanında şöhret olmuş Bayramîlerden biri de Şehremini Dergâhı Şeyhi Hüsameddin Efendi'dir (ö. 1911). Mahfuzatı (repertuvarı) en geniş zâkirbaşılardan biriydi. Salacak Etyemez Tekkesi Şeyhi Hüseyin Hüsnü Efendi de (ö. 1927) mevlit ve mersiye okumakta çok şöhretliydi.
Tarikat ayinleri sırasında, çalışması ayrı bir hüner ve ustalık isteyen kudüm, mazhar, halile gibi vurma sazların kullanılmasında son dönemlerde İzmit Bayramî Şeyhi Abdüssamed Molla İstanbul'da haklı olarak takdir toplamıştı. "Devran" denilen, el ele tutuşarak bir merkez etrafında dönülerek gerçekleştirilen zikir ayini idaresinde de Müftî Ahmed Asım Efendi'nin oğlu Abdüssamed Efendi son dönemin en tanınmış Bayramîlerindendi.
Mevlevîlik dışındaki hemen bütün tarikatlarda olduğu gibi Bayramîlerin musikisinde de bendir ve halile gibi vurma
sazlardan başka saz kullanılmazdı. Ankara, Bolu, Bursa, Manisa gibi şehirlerdeki Bayramî tekkelerinde de musiki ve ayin bu şekilde icra olunurdu.
Bibi. Müstakimzade Süleyman Saadeddin Efendi, Müstakimzade Mecmuası, Süleyma-niye Ktp., Esad Efendi Bölümü, no. 3397; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ; Ergun, Antoloji; F. Bayramoğlu, Hacı Bayram-ı Velî, I-II, Ankara, 1983; CSR, Dosya B/231.
ÖMER TUĞRUL İNANÇER
BAYRAMLAR
Bizans Dönemi
Bizans'ta günlük yaşamı renklendiren unsurlardan biri olan bayramlardan bazıları dinsel olayların yıldönümü, bazılarıy-sa imparatorluk düğünleri, zaferler ya da doğal afetlerden sonra yapılan çeşitli törenlerden oluşurdu. Panegyreis (panayır) denen bu önemli günler, 1166'da, I. Ma-nuel tarafından listelenmişti. Bu listede 66 panayır, 27 yarı bayram sayılmıştır.
Dinsel bayramlar -ya da yortular- kilise takvimine göre ayarlanırdı. Bunlardan Hz İsa'ya adananlara "despotikai", Azize Meryem'e adananlara "teometori-kai" adı verilirdi. Ayrıca bazı panayır günleri azizlere, bazıları da bir kentin kurulması, bir mucizenin gerçekleşmesi, bir kilisenin takdisi, bir konsülün toplanması, kutsal emanetlerin yer değiştirmesi ya da doğal afetlerin bertaraf edilmesi... gibi sıradışı olaylara ayrılırdı. Öte yandan dinsel tartışmalarda, bir tarafın galip gelmesi tarzındaki olaylar bile bayram kutlamalarına neden olabilirdi.
Pazar günleri sadece Hz İsa'nın yeniden dirilişini sembolize eden kutlamalara ayrılır, diğer bayramlar ise sair günlerde yapılırdı. Öte yandan, tüm bayram ve seremoniler, kilise tipikon'larında (vakfiye) ayrıntılı biçimde tanımlanmış ve programlanmıştı. Örneğin Büyük Ki-lise'nin tipikon'una göre, önemli bay-
.. [..
BAYRAMPAŞA
108
109
BAYRAMPAŞA DERESİ
ramlar gece ayinleriyle kutlanırdı. Hz İsa'nın doğuşu, vaftizi ya da çarmıha gerilişi ile ilgili yortu ya da bayramlar, önce ve sonrasında törenler yapılan "sabit bayramlar" sayılırdı. Öte yandan, yıldız takvimine göre hazırlanan tipikon' larda bayramlar 5 gruba ayrılmıştı. İlk iki grup Hz İsa'ya ve Azize Meryem'e ait olan büyük bayramlardı. Üçüncü grubu orta derece bayramlar, dördüncü grubu daha alt seviyede olanlar, beşinci grubu ise basit anma törenleri oluşturuyordu. Bunlardan yalnızca büyük ve orta derecede önemli olanlar gece boyunca süren agripnia'larla (ayin) kutlanır, ayrıca bir oruç dönemi ile sonlanırdı. Bu kategoriler her ne kadar katı kurallara bağlı değilse de her bayram ayrı bir derecede kabul edilirdi.
İstanbul'da pek çok bayram, imparatorun katılımı ile gerçekleşirdi. Büyük Kilise'nin tipikon'unda sayılan 68 bayram töreninden 17'sine imparator, 32'si-ne de patrik katılıyordu. İ. Hrisostomos' a göre, bu tür dinsel bayramlar, 4. yy' dan beri İstanbul'da kutlanıyordu. Öte yandan, Hz İsa'ya adanan bayramlarda, Ayasofya'daki törenlere katılan imparator, Azize Meryem'e adanan yortu günlerinde ise Halkoprateia ya da Blaher-nai Kilisesi'ne giderdi. Kutsal haftanın perşembe günü, imparatorlar törensel bir şekilde ayak yıkarlardı.
Bütün azizeler gününde ise oluşturulan ağırbaşlı dinsel alaylar kentin çevresinde dolanırlardı. Bayramlardan sonra misafirler genellikle saraya akşam yemeğine çağrılır burada taklitçiler (mi-mes) tarafından eğlendirilirlerdi. Bu konuyla ilgili olarak Pseudo-Kodinos' un(-*) yazmaları değerli bilgiler içermektedir. Bu kaynağa göre, bayram törenlerinde at yarışları, tiyatro, taklit, güldürü vb gösteriler yapılır, kentin yoksullarına, manastır kapılarında yemek ve şarap dağıtılırdı. Mytilene'li Kristo-fer'e göre, 25 Ekim'de kutlanan bir bayramdaki maskeli baloya katılanlardan biri imparator, diğer birkaç kişi de bayramın düzenleyicileri St. Markianos ve
Martirios gibi giyinmişlerdi.
' AYŞE HUR
Osmanlı Dönemi
İstanbul halkının küçük-büyük, yoksul-zengin, asker-sivil, büyük bir coşkuyla kutladığı dini bayramlar, "id-i fıtır" denilen Ramazan Bayramı ile "id-i adhâ" adı verilen Kurban Bayramı'dır.
İstanbul'da Ramazan Bayramı ziyaretlerinde şeker ikramı âdet olduğundan bu bayrama eskiden yaygın olarak "Şeker Bayramı" adı verilirdi. İlk günü cumaya rastlayan bayrama bir günde iki hutbe okunduğu ve cuma günü de bir tür bayram sayıldığı için eskiden "id-i ekber" (büyük bayram) denilirdi.
Eskiden ramazanın on beşinden sonra konaklarda dikiş işlerinin ve bu yoldaki hazırlıkların başladığı görülürdü. Bayramlık giysiler için kumaş alınarak süratle dikilirdi. 20. yy'ın başından itibaren daha ziyade hazır giyim tercih edil-
miş, Kapalıçarşı ve Mahmutpaşa, orta sınıfın bayramlıklarını temin ettikleri yerler olmuştur. Hali vaktf yerinde olanlar, daha çok Galata'daki Tring, Beyoğ-lu'ndaki Baker mağazalarını tercih ederlerdi. Bayramlık alışverişlerinin en önemli kısmını, el öpmeye gelecek çocuklara verilecek olan ucuna gümüş paralar düğümlenip hediye olarak hazırlanan mendillerle, davulcu, bekçi ve çöpçülere verilecek üzeri çiçekli, şal örnekli mintanlar oluştururdu.
Bayram gecesi, konaklarda bahşişler keselere, çamaşırlar bohçalara konularak dönme dolaba yerleştirilip haremden selamlığa verilirdi. Selamlıktan da hareme mukabele olarak un kurabiyesi yollamak âdetti. Bayramlarda temiz bir elbise giymek ve "bayramlık" adıyla bir kenarda temiz elbise bulundurmak, İstanbullular için bir gelenek olmuştur. Bu şekilde bayramlarda giyilmek üzere özenle korunan bu tip elbiselere "adamlık" adı verilirdi.
Bayramlık elbiselerin alınması, bunların giyilmesi, çocuklar için ayrı bir öneme sahip olmuştur. Bayramdan bir gün evvel alınmış bayramlık elbiselerini çocuklar, yastıklarının altında özenle saklarlar, bazıları ise ertesi güne kadar sabredemeyip elbiselerini hemen giyerlerdi. Böyle vakitsiz olarak elbiselerini giyerek sokakta dolaşan çocuklara, "arife çiçeği" ya da "arife böceği" adı verilirdi.
" Arife geceleri, selatin camilerinin minarelerine kaftan giydirilip, mahya olarak da bir hat (yol) çekilerek ramazanın yolculuğu ima edilirdi. Hamamların ve şekerci dükkânlarının sabaha kadar açık olduğu bu gecelerde, köşe başlarında gelin askısı gibi süslenmiş, şekerci sergilerini de bol bol görmek mümkün olurdu.
Bayram namazı, cuma namazı kılınan, yani minbere ve hatibe sahip olunan camilerde kılınırdı. Namazdan sonra, cemaat birbirleriyle bayramlaşır, erkekler eve geldiklerinde küçükler büyüklerin ellerinden öper, büyükler de onlara değişik hediyeler verirlerdi. Arife günü ikindi namazından, bayramın ilk günü ise bayram namazından hemen sonra yakınlarda bulunan aile kabirleri ziyaret edilirdi. Bu âdet günümüz şartlarında, unutulmuş olmasa da, yaygınlığı azalmıştır.
Mahallelerde komşuların birbirine gidip bayram tebrikinde bulunmalarının haricinde, evleri ilk olarak bekçiler ziyaret ederlerdi. Davulu daha çok mahalle bekçilerinin en genci çalar, yaşlı bekçiler de kapılardan bahşiş toplardı. Bekçilerin birinin elinde sırık durur; o sırık, evlerden birinin penceresine uzatılır, içeriden de sırığın ucuna basma, mendil ya da değişik hediyeler bağlanırdı. Mahalle bekçilerini tulumbacılar takip ederdi. Tulumbacıların kendi ma-hallelerindeki evleri bayram sabahları dolaşıp bahşiş toplamaları, İstanbul'a has bir âdetti. Tulumbacılar, kapıları klarnet, darbuka gibi bir çalgı ile dolaşır, bahşişler fenerin ya da borunun içinde toplanırdı.
Bayram tebrikleri, hanımlar arasında ertesi bayrama kadar sürdüğü halde erkekler arasında günler uzadıkça kıymetten düşerdi. Resmi dairelerde de memurların amirlerini ziyareti âdet olmuş fakat bu âdet, 1845'ten sonra yasaklanmıştır.
Eski İstanbul'da Ramazan Bayramı'nın birinci günü bilhassa akşamcılar için ayrı bir önem taşır, bir aydan beri kapalı olan meyhaneler, bayram münasebetiyle artık açılmış, sofra ve kadeh arkadaşları, tekrar bir araya gelebilmişlerdir. Büyük gedikli meyhanelerin sahipleri, hatırı sayılır müşterilerine bayram sabahı itinayla hazırlanmış midye ya da uskumru dolması gönderirlerdi. Bu dolmalara, "unutmabeni dolması" adı verilirdi.
Kurban Bayramı da bayramın karşılanması, bayramlıkların ve armağanların alınıp verilmesi bakımından Ramazan Bayramı ile aynı olmakla birlikte, kurban alınıp kesilmesi, birkaç gün önce alınmışsa değişik şekilde süslenmesi, beslenmesi ve kurban etinin dağıtılma-sıyla ilgili gelenekler vardı. İstanbul'da bayramın birinci gününde gençlerin kurbanlık koçları dövüştürmesi ise başka bir gelenekti.
Bayram, İstanbulluların ağzında zengin anlamlar içeren bir kelime olarak değişik sekililerde deyimleşmiştir. Bunların en çok kullanılanları, "Elle gelen düğün bayram.", "Deliye her gün bayram, "dır. Atasözü olarak bayramı konu alanlardan; "Bayram günü borç ödeyecek olana ramazan uzun sürmez.", "Ra-mazan'da yalan söyleyenin bayramda yüzü kara olur." bilinenler arasındadır.
Edebiyatımızda bayramla ilgili yazılan şiirlere "idiyye" denir. Divan Edebi-yatı'nda da âşıklar, vefasız sevgililerden bayram dolayısıyla ihsan beklerler. Son dönemde ise Yahya Kemal Beyatlı "Sü-leymaniye'de Bayram Sabahı" şiirinde bayram günlerinin anlamını coşkulu biçimde işlemiştir.
Bibi. S. Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, İst., 1982; R. E. Koçu, "Bayram Haberleri", Hayat Tarih Mecmuası, S. 11 (Aralık 1970); H. F. Ozansoy, Eski istanbul Ramazanları, ist., 1968; "Bayram", TDEA, I, 361-364; "Bayram", IKSA, II, 1142-1144; Musahibzade, istanbul Yaşayışı, ist., 1992, s. 120-123; Ö. Nutku, "Bayram", DİA, V, 263-265.
UĞUR GÖKTAŞ
BAYRAMPAŞA
İstanbul'un Avrupa yakasında, son yirmi yılda hızlı gelişme göstermiş işçi nüfus ağırlıklı semt.
Topkapı'daki Trakya Otogarı ilçenin yakınındadır. Trakya otoyolu, O-l (eski E-5) bağlantı yolu Bayrampaşa'dan geçer. Yeni otogar Bayrampaşa'dadır. Aksaray ile Esenler arasında işleyen İstanbul metrosunun hızlı tramvay yolu ilçeden geçer. Bayrampaşa, Sağmalcılar, Kartalte-pe ve Otogar istasyonları ilçede buluşmaktadır. Komşu ilçeler ile ulaşım, İETT otobüsleri, metro, halk otobüsü, minibüs ve dolmuşlarla yapılmaktadır. Minibüsle Vezneciler'e, otobüs ve metro ile Aksaray'a kadar yolculuk yapılabilir. Abdi
İpekçi Caddesi, Bağlar Caddesi ve Tuna Caddesi ilçedeki ana ulaşım yollarıdır.
Bugünkü Bayrampaşa İlçesi'nin bulunduğu topraklar Fatih Sultan Mehmed' in İstanbul'u kuşatması sırasında askeri yığınak yeri ve karargâh olarak seçilmişti. İstanbul'un alınmasından sonra bu toprakların bir bölümü bağ ve bahçe tarımına ayrıldı. Büyük bir bölümü ormanlık ve fundalıklarla kaplıydı. 1927'de Bulgaristan'ın Filibe şehrinden göç eden ve yöreye ilk yerleşen göçmen grubuna tarım için ayrılan bölgede bağcılık yapılmış, sağmal inekler yetiştirilmek üzere Velibey (Demirkapı), Fer-hatpaşa ve Cicoz adlı çiftlikler kurulmuştur. İstanbul halkının 1950'lere kadar mesire yeri olan ve gelenlerin istedikleri kadar üzüm yedikleri, ancak dışarıya çıkaıtamadıkları meşhur Numune Bağlan, bugünkü Bayrampaşa Belediye Kompleksi'nin de yer aldığı Abdi İpekçi Caddesi ile O-l Karayolu arasındaydı. (Anılan bağlardan geriye "Numunebağ Caddesi" adı kalmıştır.) Bugünkü Bayrampaşa'nın ilk nüvesini oluşturan ve 1954'te köy statüsüne getirilen Sağmalcılar, Rami Bucağı sınırları içindeydi ve Maltepe Askeri Kışlası nedeniyle Kışla Arkası olarak da anılıyordu.
1927'den itibaren gruplar halinde Bulgaristan ve Yugoslavya'dan gelen göçmenlere ilaveten 1955'te İstanbul'un iki büyük caddesi olan Vatan ve Millet caddeleri yapılırken evleri istimlake uğrayan vatandaşların çoğunun Sağmalcılar Köyü'ne yerleşmesi, nüfusun artışına neden oldu. Ayrıca, 1950'den sonra bölgede yapılan fabrikalar, ilçeyi sanayi bölgesi haline getirdi. Sağmalcılar Köyü 1960'ta belediye oldu. Mimar Sinan tarafından İstanbul'un su ihtiyacını karşılamak amacıyla döşenen ve halen faal durumda bulunan su kanallarına, inşa edilen binaların atık su ve tuvalet tesisatlarının yanlışlıkla bağlanması ve bu su kanallarına bağlı çeşme sularının bölge halkı tarafından kullanılması sonucunda semtte kolera salgını çıktı. Salgın çok kişinin hayatına mal oldu. Sağmalcılar adının zihinlere kolera sözcüğüyle birlikte yerleştiği düşünülerek ve IV. Murad'ın sadrazamlarından Bayram Paşa'nın burada bir çiftlik sahibi olmasından esinlenilerek Sağmalcılar adı Bayrampaşa olarak değiştirildi.
Eyüp İlçesi'nin bir semti olarak gelişmesini sürdüren Bayrampaşa Mayıs 1990 tarihinde ilçe statüsüne yükseltildi. Böylece Eyüp Belediyesi'nden ayrılarak müstakil belediye teşkilatına kavuşturuldu.
Bayrampaşa, cadde ve sokakları ile oldukça planlı bir şehir görünümündedir. Semt merkezi Orta Mahalle, Vatan ve Ye-nidoğan mahallelerim içine almaktadır.
Bayrampaşa'da halen 29 fabrika ve 250'ye yakın küçük sanayi kuruluşu ile birçok kamu kuruluşu faaliyet göstermektedir. Sebze hali, metro merkezi, otobüs terminali, PTT santralı, Bayrampaşa Cezaevi, Sağmalcılar Devlet Hastanesi, Sağlık Ocağı ve Dispanseri başlıca
kamu kuruluşlarıdır. Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu, Türk Hava Kurumu, Göz Nuru Vakfı ilçedeki sosyal yardım kuruluşlarıdır.
Semtte halen resmi 13 ilkokul, 3 ilköğretim okulu, 3 ortaokul, 3 lise, l ticaret lisesi, l endüstri meslek lisesi ve teknik lise, l pratik kız sanat okulu ile halk eğitim merkezi, 3 anaokulu, 2 özel dershane ve 6 özel kurs vardır. Cumhuriyet döneminde yapılan cami sayısı 30'u aşmıştır. Bunlardan Bayrampaşa Merkez Camii, belediye başkanlığı binası karşı-sındadır. Osmanlı klasik mimarisinin izlerini taşımaktadır. Kubbe ve şerefeleri Edirne Selimiye Camii'nin tarzını andırır. Caminin alanı 860 m2'yi bulmaktadır. İki stadyum ve bir kapalı spor salonu Bayrampaşa'nın önemli spor tesisleridir.
Semt folkloru çeşitlilikler göstermektedir. Ülkemizin her yöresinden ve yurtdışından gelen insanlar, geldikleri bölgenin ve ilin farklı oyun, türkü ve geleneklerini birlikte getirmişlerdir. Bulgaristan'dan gelen göçmenlerin kurdukları Balkan Oyunları Folklor Derneği ilçe folkloruna canlılık kazandırmaktadır.
Tarihi eserler bakımından önemli bir yeri olan Maltepe Askeri Hastanesi, 1827' de yaptırılmıştır (bak. askeri hastaneler). Bina dört cephelidir. Orta yerinde büyük bir avlusu vardır. Ön cephesi tek, öteki yönleri ikişer katlıdır. Tavanları yüksek, odaları ve koğuşları geniştir. Giriş kapısı Türk-rokoko tarzında mermerden inşa edilmiştir. Nizamiye kapısının üzerinde Haşim imzalı "Tuğra-i Hümayun" ve çok uzaktan okunabilen besmele ile "Fih-i Şifa-ün'lin nâs" ayetini içeren altın suyu ile celi yazı, altında ve kapının iki tarafında Yesârizade Mustafa İzzet Efendi'nin yeşile boyanmış ta'lik yazısı ile "Çaresâz-ı derdimendan haz-ret-i Mahmûd Hân" (Derdlerin dermanı olan Sultan II. Mahmûd) dizesi ile başlayan ve "Cism-i Hân Mahmûd ola afattan daim masun" (Tanrı Sultan Mahmud'u daima kötülüklerden korusun) dizesiyle sona eren 32 beyitlik bir kitabe bulunmaktadır. 1922'de lağvedilen hastane bir müddet askeri okul ve daha sonra kışla haline getirilerek 66. Tümen'in karargâhı olarak kullanılmıştır. Bugün Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü'ne hizmet binası olarak ayrılmıştır.
I. Süleyman'ın (Kanuni) emriyle Koca Sinan tarafından yapılan su terazilerinden ve su maslaklarından pek az iz kalmıştır. Belediye Parkı'ndaki Atatürk Anıtı ve Fatih Parkı'ndaki Fatih Anıtı ilçedeki yeni anıtlardır.
Bayrampaşa'da bulunan kapalı ceza ve tevkifevinin yapımına 1955'te başlanmış, 1968'de tamamlanarak hizmete sokulmuştur. Sultanahmet Ceza ve Tevki-fevi buraya taşınmıştır. 120.000 m2'lik bir alanı kaplamaktadır. 30.000 m2'lik bölümü hücre kısmına ayrılmıştır. Kadın ve çocuk koğuşları ayrıdır. Bünyesinde 100 yataklı bir hastane vardır.
Bayrampaşa'da yerli ve yabancı turistlerin gezip görmek isteyecekleri yerler,
turistik belgeli otel, motel gibi konaklama tesisleri bulunmamaktadır. Toplam 195 dekar arazi üzerine kurulan 5 park, semtin gezi ve dinlenme yerleridir.
ATİLA ÖZTÜRK
Dostları ilə paylaş: |