Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə27/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   134

BEDEVİ ÂSİTANESİ

bak. EBURRIZA TEKKESİ



BEDEVÎLİK

İslam tarikatı. Mısır'ın Delta bölgesinde, Tanta kasabasında Seyyid Ahmed Bede-vî (ö. 1276) tarafından 13. yy'ın ikinci çeyreğinde kurulmuştur. Aslen Magribli olan Ahmed Bedevî küçük yaşta ailesiyle Mekke'ye göç etmiş, daha sonra Mısır'a geçmiş, kendisinde tasavvufa eğilim baş gösterince Irak'a giderek Abdül-kadir Geylanî ile Ahmed Rıfaî'nin türbelerini ziyaret etmiş, dönüşte Şam üzerinden Mısır'a gelerek Tanta'da yerleşmiştir. Kendisine "Bedevî" lakabının, Kuzey Afrika bedevileri gibi yüzünü peçe ile örttüğü için verildiği rivayet edilir. Mürşidinin adı bazı silsilenamelerde Şeyh Hüseyin bin Ali, bazılarında ise Şeyh Bedreddin Hasan Mağribî olarak geçer. Seyyid Ahmed Bedevi'nin son derecede cezbeli bir meşrebe sahip olduğu, devamlı riyazat ve mücahede içinde yaşadığı, zaman zaman evinin damında yüzünü Mısır'ın kızgın güneşine vererek bir tür çile çıkardığı bilinmektedir. Daha sonra bu tarikatın bazı mensupları arasında da sürdürülen bu âdetten ötürü Bedevîliğe "Sutuhiyye" de (sutuh-dam) denilmiş, ayrıca pirinin adından dolayı "Ahmediyye" olarak da tanınmıştır. Seyyid Ahmed Bedevî, coşkun kişiliği, kerametleri, ayrıca Haçlı ordularına karşı koyması ile Mısır halkının gönlünü fethetmiş, vefatından sonra, tarikatın ayin ve erkânını düzenleyen başhalifesi Salih Abdülâl (ö. 1332) tarafından, Tanta'daki türbesi etrafında inşa ettirilen külliye Bedevîliğin merkezi olmuştur. Memluk döneminde Mısır'da büyük bir nüfuz kazanan Bedevîlik Osmanlı döneminde on iki ana kola ayrılmış, bunlar arasında özellikle Halebî ve Beyyumî kolları geniş bir alana yayılmıştır.

Bedevî tarikatı, ana hatları itibariyle Sünnî akidelerine aykırı olmamasına rağmen, Seyyid Ahmed Bedevi'nin kişiliğinden tarikatın mensuplarına ve ayinlerine intikal etmiş olan cezbe yüzünden zaman zaman ulemanın tenkidine uğramıştır. Gerçekten de Bedevî ayinleri -özellikle Mısır'da icra edilen biçimiyle- katılanların, coşkularını feryat ederek, icabında yerlerde yuvarlanarak ifade etmeleri, zikrin temposuna el çırparak (telkin-i müşebbeke) eşlik etmeleri ile şaşırtıcı bir görünüm arz etmektedir. Muhtemelen bu ifade biçimlerinin temelinde Mısır'ın, dolayısıyla da Afrika'nın yerli kültürü yatmaktadır. Nitekim Seyyid Ahmed Bedevi'nin Mısır halkı arasındaki popülaritesi, Bedevîliğin de özellikle Nil Vadisi'ndeki köylüler (fellahlar) arasında yayılması birçok yerel âdetin tarikatın bünyesine sızmasına sebep olmuştur. Mısır'da daha ziyade kırsal kesimlerde rağbet gören Bedevîlik özellikle sosyal dayanışma ve zikir coşkusu ile toplumu etkilemiş, gündelik hayata ilişkin hususlarda yönlendirici olmuş, buna karşılık -yine Kuzey Afrika kökenli Şazelîlikten farklı olarak- entelektüel boyutu fazla gelişmemiştir.

Bedevîliğin İstanbul'da yerleşmesi,

Ortadoğu ve Kuzey Afrika kökenli diğer "kıyamı" tarikatlar gibi, nispeten geç tarihlerde gerçekleşebilmiştir. Osmanlı başkentindeki en eski Bedevî tekkesi Kasımpaşa'da, Hacıahmetefendi Mahalle-si'nde, Eburrıza Şeyh Mehmed Şemsed-din Efendi (ö. 1740/1741) tarafından 18. yy'ın ilk çeyreğinde tesis edilen Eburrıza Tekkesi'dir(->). Yakınında yer aldığı Hal-vetî-Uşşakî Âsitanesi (Hüsameddin Uşşa-kî Tekkesi) ile yakın ilişkiler kuran Eburrıza Tekkesi Bedevîliğin İstanbul'daki merkezi (âsitanesi) olmuş, ayrıca bir tahmine göre Uşşakîliğin, Nakşibendîliğin ve Bedevîliğin karışımından "Eburrızaî" adında tali bir kol teşekkül etmiştir.

Eburrıza Tekkesi'nden sonra, 19. yy'ın başından itibaren İstanbul'da yedi tane daha Bedevî tekkesi tespit edilmekte; tarikatların ilgasında (1925) toplam sekiz adet Bedevî tekkesinin faaliyet gösterdiği bilinmektedir. Söz konusu tekkeler, kuruluş ya da başka bir tarikattan Bedevîliğe intikal ediş tarihlerine göre şu şekilde sıralanabilir: Üsküdar'da Tabaklar Mahal-lesi'nde, 18. yy'ın 3. çeyreğinde Nakşibendîliğe bağlı olarak tesis edilen, 1812 civarında Bedevîliğe bağlı olarak ihya edilen Hasib Efendi Tekkesi; Kasımpaşa'da, Küçükpiyale Mahallesi'nde 1828 civarında tesis edilen Arapzade Tekkesi; Kocamustafapaşa'da, Alifakih Mahallesi'nde 1840 tarihli Ağaçkakan Tekke-si(->); Beylerbeyi'nde, Abdullahağa Mahallesi'nde 1854'te kurulan Hüseyin Efendi Tekkesi; Çengelköy'de 1866 tarih-

li Ahmed Efendi Tekkesi; Eyüp'te İslam-bey Mahallesi'nde, aynı adı taşıyan, 1519 tarihli mescide meşihat konmak suretiyle 19- yy'm üçüncü çeyreğinde tesis edilen İslam Bey Tekkesi; Beylerbeyi'nde, Küplüce yolu üzerinde 1883'te Halvetîliğe bağlı olarak kurulan ve 19. yy'ın sonlarında Bedevîliğe intikal eden Tımariye (Hamil Efendi) Tekkesi. Bu yapılardan Hasib Efendi, Ağaçkakan ve Tımariye tekkeleri tamamen ortadan kalkmıştır. Eburrıza ve Arapzade tekkelerinin yerinde, son yıllarda betonarme olarak yeniden inşa edilmiş türbeler bulunmaktadır. Hüseyin Efendi ve Ahmed Efendi tekkelerinin bazı bölümleri çok harap durumda günümüze ulaşabilmiştir. İslam Bey Tekkesi ise mamur olup cami olarak kullanılmaktadır. İstanbul'daki Bedevî tekkelerinin banileri ve şeyhlerinin büyük çoğunluğunun Mısır ya da Suriye kökenli oldukları görülmektedir.

Uzak ve farklı kültür çevrelerinden İstanbul'a intikal eden diğer tarikatlar gibi, Bedevîliğin de bu şehirde kökleşmesiyle belirli bir üslup değişikliği geçirdiği gözlenir. İstanbul'daki Bedevî tekkelerinde bu tarikatın anavatanından getirdiği birtakım temel özellikler ve kültür çeşnileri sonuna kadar korunmuş, ancak ayinler, koreograf! ve musiki açısından, Mısır'da-kinden daha düzenli ve estetik bir nitelik kazanmış, ayrıca teşrifat ve kıyafet gibi hususlarda da her şeye damgasını vuran imparatorluk başkentinin üslubu benimsenmiştir. Bu değişimi mümkün ki-



BEDlZ, BAHAEDDİN

122

123

BEKAR ODALARI

lan şüphesiz, istanbul'da tarikatlar arasında -manevi ve kültürel açıdan- var olan ilişkilerin zaman içinde şekillendirdiği, âdeta "tarikatlar-üstü" bir nitelik arz eden istanbul tasavvuf kültürünün gücü olmuştur. Eburrıza Tekkesi ile Uşşakî Âsitanesi arasında teşhis edilen bağlantı bu hususta dikkate değer bir ipucu oluşturmaktadır.

Diğer taraftan Bedevîliğe özgü bir zikir türünden eski İstanbul argosuna intikal eden ve "üst üste, sıkışık durumda olmak" anlamına gelen "Bedevî topu" tabiri, bu tarikatın profan şehir kültürünü bile etkilediğini kanıtlamaktadır. Bibi. A. le Chatelier, leş Confreries Musulma-nes du Hedjaz, Paris, 1887, 182, vd; L. Petit, Leş Confreries Musulmanes, Paris, 1899, s. 14-15; E. W. Lane, The Manners and Customs of the Modern Egyptians, London, 1908 (2. bas.), s. 461-462; O. Littmann, Ahmed il-Bedawî: ein Lied auf den agyptischen National heüigen, Wiesbaden, 1950; "Bedevî Tarikatı Tekkeleri", "Bedevî Topu", ISTA, V, 2364-2365; "Bedevi", "Bedevi Topu", Pakalın, Tarih Deyimleri, I, 191-192; G. C. Anawati-I. Gardet, Mystlque Musulmane, Paris, 1968, s. 69; S. Triming-ham, The Sufi Orders in islam, Oxford, 1971, 79-80; M. Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, İst., 1985, s. 281-282; î. Z. Eyüboğlu, Günün Işığında Tasavvuf, Tarikatlar, Mezhepler Tarihi, İst., 1987, s. 180-181.

M. BAHA TANMAN



Zikir Usulü ve Musiki

Rıfaîlikte, Kadirîlikte ve Sa'dîlikte olduğu gibi Bedevîlikte de zikir usulü olarak "kıyamî", yani ayakta gerçekleşen zikir şekli benimsenmiştir. Zikir sırasında toplu halde ilahiler, zâkirlerce de kasideler okunarak musiki icra edilirdi. Ancak, Bedevîliğe özgü bir zikir usulü de vardır, buna "Bedevî topu" denir. Bu tür zikirde, karşılıklı iki sıra halinde dizilen dervişler "Hay Esması" okuyarak kıyam zikrine devam ederlerken, ortada bulunan şeyh, ellerini başının üzerinde birbirine vurarak herkesi kendi etrafında toplanmaya davet eder. Bu sırada zâkir, ilahiler hangi makamda ise o makamda sala okumaya başlar, "Yâ Resulallah" dediğinde, esma "Yâ Hay" diye değiştirilir. Ayaklar yerden kesilmeden, dizler kırılarak salanın sonuna kadar böylece zikredilir, şeyhin "illallah" demesiyle bu tür zikir biter ve zikre katılanlar yeniden iki sıra haline gelirler. Sıraların karşılıklı iki "top" halinde dizilmesiyle oluşan zikrin bir şekli de şöyledir: Şeyh bir sıranın başında bir kişiyi elinden tutarak kendi etrafında sola doğru dönmeye başlar, böylece el ele tutuşan dervişler şeyhin etrafında dönerek bir helezon oluşturduktan sonra salaya başlanır. Salanın ilahilerin bestelendiği makamda okunması gerektiğinden, Bedevî topunda zâkirlik edenlerin değişik makamlarda sala okuyabilmesi ancak usta musikişinasların başarabileceği bir işti. Bedevî topu zikri başka tarikatlarda da uygulanmıştır. Bedevîlikte zikir sırasında "şugl" denilen Arapça güf-teli ilahiler çok okunurdu.

Bedeviler arasında değerli musiki adamları yetişmiştir. Bunlardan biri olan Şeyh Ali Baba, 1880'li yıllarda çok ünlü

bir mevlit ve mersiye okuyucusuydu. Ali Baba, "Said Paşa İmamı" diye tanınan ünlü mevlithan Hasan Rıza Efendi'den mevlit okumayı, Hüdaî Şeyhi Ruşen Efendi'den de musiki nazariyatını öğrenmişti. Zâkir Aşkî Efendi (ö. 1873) iyi mersiye okumakla tanınmış bir başka Bedevidir. Ünlü mersiye şairi Kâzım Paşa da Bedevî tarikatındandı. Çengelköy Bedevî Tekkesi Şeyhi Edhem Efendi (ö. 1904) İstanbul'un en tanınmış zâ-kirbaşılarındandı. Eyüplü Bülbül Ahmed Efendi (ö. 1912) ile Fatihli Siyahî Hakkı Efendi'nin (ö, 1916) adları da değerli Bedevî zâkirbaşıları arasında anılabilir. Zikir ayinini yürütmek ve okunan ilahilerle zikir arasındaki ahengi sağlamak özellikle musiki usullerini iyi bilmekle mümkündü. Dini anlamı olan, zikirdeki raks hareketlerini yönetenlere "zikir reisi" denirdi. Son dönemlerde, Beylerbeyi İstavroz Deresi Bedevî Tekkesi Reisi Mızıkalı Nuri Bey İstanbul'un ünlü zikir reislerindendi.



Bibi. Mustakimzade Süleyman Sadeddin Efendi, Mustakimzade Mecmuası (yazma), Süleymaniye Ktp Esad Efendi Bölümü, no. 3397; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ; Ergun, Antoloji.

ÖMER TUĞRUL İNANÇER



BEDİZ, BAHAEDDİN

(1875, İstanbul -1951, İstanbul) Fotoğrafçı. İlköğrenimine Girit'te başladı, daha sonra Mekteb-i Sultani'ye (bugün Galatasaray Lisesi) girmek için İstanbul'a geldi. 1895'te Girit'e döndü. İstanbul'dan ayrılmadan önce ilk fotoğraf makinesini Diradur mağazasından, ilk fotoğraf derslerini de ressam İsmail Hakkı Bey'den aldı. Böyle bir donanımla gittiği Girit'te açtığı kırtasiye dükkânında fotoğraf da çekmeye başladı. Arkeolog Evans'ın Knossos kazılarının fo-

behaeddın

raıim/zade

Foto Resna'nın fotoğraflarında kullandığı kartlarının sırt süslemesi. Engin Çizgen koleksiyonu

toğraflannı çekti. 1909'da Girit'teki stüdyosunu devrederek İstanbul'a geldi ve 1910'da bugünkü İstanbul Vilayeti binasının karşısında fotoğrafhanesini açtı. Resna adı ile bilinen fotoğrafhanenin ünü gitgide yayıldı. Açılışının kendinden önceki ünlü stüdyoların kapanmaya başladığı yıllara rastlaması da Res-na'nın şansını artıran unsurlardandı.

Babıâli'den sonra, Üsküdar ve Bah-çekapı şubeleri de açılan fotoğrafhanede 20'yi aşkın işçi çalışmaktaydı. Kısa zamanda büyük üne kavuşan fotoğrafhanenin, aynı hızla yükselip kapanması kısa bir dönem içinde oldu. Giderek sö-nükleşen fotoğrafhane 1925'te kapandı. Bediz, 1937'den sonra Türk Tarih Kuru-mu'nun fotoğrafhanesini yönetti.

ENGİN ÇİZGEN

BEDREDDİN MESCİDİ

Beyoğlu İlçesi'nde, Bedrettin Mahalle-si'nde, Şişhane'den Kasımpaşa'ya inen yolun sol tarafında, Dr. Bedii Sokağı ile Bedrettin Sokağı'nın kesiştiği yerde bulunmaktadır.



Hadîka'yz göre yapının banisi II. Ba-yezid dönemi (1481-1512) denizcilerinden Bedreddin Bey'dir. Sadi Abaç, baninin mezarının Rumelihisarı'nda Kayalar Mezarlığı'nda olduğunu söyler. Kare bir plan gösteren yapının duvarları kagir, üstü meyilli ahşap çatı ile örtülüdür. Günümüze kadar geçirdiği onarımlarla değişikliğe uğramıştır. Minarenin kaidesinde yer alan kitabe 1295/1878 onarım tarihini göstermektedir. Mihrabın yanındaki kitabe ise 915/1509 tarihlidir. Yapıya, 1967'de eklenen üstü kapalı abdest-hane bölümünden altı basamaklı bir merdiven ile girilmektedir. Bu bölümün sağ tarafından kadınlar mahfiline çıkılmaktadır. Sol tarafta ise görevlilerin odası bulunmaktadır.

Mihrap küçük mermer parçaları ile tamamen yemlenmiş olup, batısında kitabesi bulunmaktadır. Güney duvarında iki, batı duvarında dört, kuzey duvarında beş tane küçük dikdörtgen pencere ile yapı aydınlatılmıştır. Doğu duvarının kadınlar mahfili dışında kalan bölümü tamamen sağırdır. Minberi ve vaaz kürsüsünün malzemesi ahşap olup her ikisi de basit bir şekilde düzenlenmişlerdir. Yapıya bitişik olarak ek bir bölüm batıda yer almaktadır. Ana mekânın duvarları son yıllarda yerden l m yüksekliğe kadar beyaz fayansla kaplanıp, üzerleri boyanmıştır. Kadınlar mahfili, dışarıdan yapıya iki katlı bir görünüm kazandırmaktadır. Minaresi kesme taştan olup dikdörtgen bir pabuç üzerinde silindir gövdeli olarak yapılmıştır. Şerefe konsollar üzerinde olup konik bir külah ile son bulmaktadır. Kuzeybatı köşesine bitişik olan minarenin kuzey tarafında bir rozet motifi bulunmaktadır. Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 9; S. Abaç, Kasımpaşa'nın Tarihçesi, ist., 1935, s. 13; Öz, İstanbul Camileri, II, 11.

ERGÜN EĞİN

BEHRAM ÇAVUŞ CAMÖ

Şişli İlçesi'nde, Feriköy'de, Paşa Mahal-lesi'nde, kendi adını taşıyan sokaktadır. T. Öz'e göre Sokollu'nun sadrazamlığı sırasında (1564-1579) çavuş olan Beh-ram Ağa tarafından yaptırılmış ve 13177 1899'da tekrar inşa edilmiştir. Dikdörtgen planlı, kagir duvarlı ve ahşap çatılı caminin cepheleri son yıllarda serpme mozaik kaplanmıştır. Mihrap ekseni üzerinde, doğuda ve batıda olmak üzere iki yan girişi olan son cemaat yeri iki kapıyla harime açılır. Karimde, üç sütunla taşınan bir mahfil, son cemaat yerinin de üzerini örterek geniş bir alam kaplar. Fevkani mahfilde kadınlar kısmı bir duvarla ayrılmıştır. Bu mekâna, kuzeybatıda minarenin yanından merdivenle çıkılarak girilen bir dış kapı açılmıştır. Mahfile, içeriden doğuda ve batıda bulunan iki merdivenle çıkılır. Mahfili taşıyan orta sütunun tam karşısında, mihrap ekseni üzerinde zeminden tavana kadar uzanan bir sütun yer alır.



Behram Çavuş Camii

Hazım Okureı; 1993

Duvarları günümüzde fayansla kaplı son cemaat yeri ve harimin tavanlarında-ki kalem işlerinde, klasik üslubun motifleri tercih edilmiştir. Mukarnas dolgulu ahşap mihrabı, palmet dizisi ve Türk üçgenlerinden oluşturulmuş bir tepelik tamamlar. Mihrap, dışarıdan silindir kesitli bir çıkma yapar. Minberi mermerdir. Güneybatı köşesine ahşap bir vaaz kürsüsü yerleştirilmiştir. Cami, altta dikdörtgen kesitli ve üstte yuvarlak kemerli, çok sayıda pencereden ışık alan bir mekâna sahiptir. Güney, doğu ve batı duvarındaki tepe pencereleri revzenlerle donatılmıştır.

Minaresi, kuzeybatıda son cemaat yeri ile ana mekânın birleştiği yerdedir. Kaidesi kare kesitli, çokgen pabuçlu, silindir gövdesi çift şerefelidir. İki şerefenin de altında tuğladan bir mukarnas dizisi dolaşır. Camiyi kuzeybatı ve kuzeydoğuda iki büyük girişi olan bahçe duvarları kuşatır. Yapının doğusunda 1973'te inşa edilen meşruta vardır.

Bibi. H. Göktürk, "Behram Çavuş Camii", ISTA, V, 2388; Öz, İstanbul Camileri, II, 11. TARKAN OKÇUOĞLU

BEKÂR ODALARI

"Bîkâr odaları", "bekârhaneler" de denmiştir. Her türlü iş için İstanbul'a gelen, bekâr, evli, yaşlı, genç her erkeğe bekâr uşağı; bunların aylık veya yıllık ücret

ödeyerek barındıkları oda ve hanlara da bekâr odaları denirdi. Osmanlı döneminde bekâr uşakları ve bekâr odaları için kurallar, yasaklar ve uygulanagelen gelenekler söz konusuydu. Esnaf olarak iş tutmaya gelenler, öncelikle esnaf loncasının kefaletim sağlamaya ve bir bekâr odasında yer edinmeye mecburdu. Arabacı, kayıkçı, seyis, uşak vb olarak gelenler ise iş alacakları ev sahibinin kefilliğine ve yer bulmasına muhtaçtılar.

Bekâr odaları olasılıkla Bizans döneminde de vardı. Çünkü bu gereksinim, İstanbul'un çok yönlü iş ve yaşam pratiklerinden kaynaklanmaktaydı. Günümüzde de İstanbul'da hiçbir özel kuralı, düzenlemesi olmaksızın, eskiye oranla daha çok sayıda evsiz barksız insan, aynı nedenlerle bekâr odası denebilecek konutlarda barınmaktadır. Osmanlı'da ise bekâr odaları, farklı dönemlerde birtakım buyruklar ve nizamnamelerle denetim ve disiplin altında tutulmaya çalışılmıştı.

Osmanlı dönemi bekâr odalarından söz eden en eski kaynak Evliya Çele-bi'nin Seyahatname 'sidir. Buradan öğrenildiğine göre -her bekâr odasının bir odabaşısı ile disiplini sağlayan sorumluları (hâkim ve zabitleri) vardı. Kefil göstermeyen ve depozito yatırmayan, odalara alınmazdı. Evliya Çelebi'nin adlarını verdiği başlıca bekâr odaları şunlardır: Yolgeçen odaları, 400 hücre (oda) kapsamakta olup burada bine yakın yiğit (bekâr uşağı) barınıyordu. Mercan odaları, sekiz koğuşluydu. Buranın hâkimleri (yöneticileri) vardı ve özel bir örgütlenme düzenine sahipti. Evliya Çelebi'nin aktardığı söylentiye göre I. Süleyman (Kanuni) (hd 1520-1566) bir seferinde yeniçerilere kızıp "Terbiyeli olun yoksa sizi Mercan odalarındaki pabuççu bekârlarına kırdırırım!" demiş, pabuççu bekârlar da bunu duyunca bir anda "eli muştalı beli puşkalı kırk bin namdâr yarar fetâlar (yiğitler) olarak" saraya gitmişler ve padişahın buyruğunu beklediklerini bildirmişlerdi. Cebehane odaları, Mahmutpaşa semtindeydi. Pertevpaşa ve Hilalci odaları ise Süleymaniye'deydi. Kırk Bekârhane Atpazarı'nda, Bekârha-ne-i Gedikpaşa, adım aldığı semtte, Kırk Odalar Büyük Karaman'daydı. Bekârha-ne-i Arablar, yedi bölümlü olup Unka-pam'ndaydı. Evliya Çelebi öteki bekâr odalarının adlarım saymaksızın, İstanbul'da daha birçok bekâr hanının ve odasının bulunduğunu, bazılarının birer ikişer oda iken bazılarının ise birkaç yüz kişiyi barındıracak büyüklükte olduğunu, buralardan çıkan bekârlar toplansa sarıca arıyı andıracaklarını yazar. Ancak, buralardaki yaşam koşulları, temizlik, beslenme, sağlık sorunları konularında bilgi vermez.

Kuşkusuz, İstanbul bekâr odaları, aynı dönemlerdeki, yine "oda" denen asker kışlalarından ve koğuşlarından farklı, çok ilkel ve salt geceleri, herkesin kendi şiltesinde yatmasına olanak veren barınaklardı. Bekâr hanlarının ve odala-

Süleymaniye'de 16 Mart Şehitleri Caddesi'nde bazıları bekâr odası olarak kullanılan eski evler. Hazım Okureı; 1993

rının her bir bölümünde veya odasında birden çok insan yatıp kalkıyordu. Buralarda yıkanma, ısınma olanağı yoktu. "Kenif" denen bir tuvalet ve herkesin kendi yiyeceğini ve yemeğini hazırladığı ortak bir mutfak ile avluda bir su kuyusu bulunuyordu. Bekâr odalarını genellikle aynı yöreden gelen veya İstanbul'da aynı işkolunda ya da işyerinde çalışan işçiler paylaştıklarından bunlar, kendi aralarında ilkel fakat uyumlu bir yaşama düzeni kurmaktaydılar. Buralara ilişkin olarak yazılan halk destanlarında bekâr odası yaşamına ilişkin bazı bilgilere rastlanmaktadır. Örneğin, bir destanda buraları, Bekâr odasına serdim döşeği / Oldum yalın ayak bekâr köçeği /Bekâr odaları bir koca kazan /Kaynıyor içinde mühmel dilberân / Bekârlık sultanlık yoktur hanemiz / Çardaktaki kolluklar kâşanemiz... dizeleriyle tasvir edilmektedir.

İstanbul'da bekârların çoklukla çalıştıkları çarşı semtlerinde, özellikle de Hocapaşa'da, Uzunçarşı'da, hemen hemen her işyerinin üst katı birer bekâr odasıydı. Ayrıca buralarda Büyük Vefa Hanı, Hocapaşa Hanı, Silahdar Hanı vb büyük bekâr hanları vardı. Buralar, geceli gündüzlü kontrol altında tutulmaya çalışılıyordu. Fırınların, hamamların, değirmenlerin bekâr odası olarak yararlanılan bölümleri de sık sık denetleniyordu. Fırın, değirmen, hamam işleticileri, kayıkçı kâhyaları ise kendi işçileri için özel bekâr odaları yapmakta veya kiralamaktaydılar. Kimileri de bekâr odaları yaptırıp vakf-ı evladiye tesis ederek ailelerine gelir olanağı sağlamaktaydılar. Bu tür yapılar, ya bir çıkmaz sokağın iki yanında, ya ortasında su kuyusu bulunan bir iç avlunun çevresinde, tek katlı, oda kapılan sokağa ya da avluya açılan basit konutlardı.

Bunlar, konumlarına, barındırdıkları kesime ya da semte veya bir yakıştırmaya göre adlar almakta ve bulundukları mahalle dokusunda bekâr odası olarak tescil edilmekteydiler. Eski vakıf, tahrir,



BEKARBEY TEKKESİ

124

125

BEKÇİLER

'$• sS;iQS;>E*.,^'gS^'âi^î*-f5?1 jfî"%

*&$$&

l$Sl&£$>i~-($4$ğ<$}?

^§>f$ŞJ$\

'Gs3ğ%?$f

^ss^issy;

^pyiîfe

, Jt. XI J-w*.»'-



$e __ _

&&&$$&

"* .»». _:^-



H&im

8Jws3îsr;i

-tl-'îi*.-" S*

J:«*:


aSp#v»

çşg^yif^ '%£)£&%&>



^*J%|J.

ı«,î3,-.uâ;.

.•'<55!T<îŞv-'-,:

Bekçi manilerinin bulunduğu yayınlardan biri olan Bekçi Baba adlı tarihsiz taşbasması resimli kitaptan iki sayfa, 19. yy. M. Sabri Koz koleksiyonu

sakk defterlerinde bu tür konutların ilginç adlarına rastlanmaktadır. Örneğin, Selâtin Odalar, Sultan Odaları, Bey Odaları, Sıra Odalar, Bağ Odaları, Çerkez Odaları vb adlandırmalardan bazıları günümüze kadar sokak adları olarak korunmuştur. Bekâr odalarının bir türü de müteehhilîn (evliler) odaları olup taşradan gelen ve iş bulup çalışan aileler buralarda barınmaktaydılar. Ancak müteehhilîn odalarına, bekârların alınması yasaktı. Öte yandan, yüzyıllarca önlenemeyen bir ahlaksızlık, bekâr odalarına temizlik hizmeti veren çamaşırhanelerde yaşanırdı. Kentin kenar mahallelerinde çamaşırhane kurup kendi hamalına bekâr odalarından çamaşır toplatıp getirten kimi kadınlar, fuhuş aracılığı da yaparlar ve buralara alışan bekârlara parayla kadın bulurlardı.

1762'de mimarbaşına yazılan bir hükümde ise, Atpazarı'nda yanan yapılar ve evler yeniden inşa edilirken ölçülerinin ve eski biçimlerinin dikkate alınması emrolunmakta, han, kahvehane ve bekâr odalarının, hatt-ı hümayunlara ve emr-i şeriflere aykırı olarak ve sırf daha fazla kira geliri sağlamak için, her yangından sonra sayılarının arttığı vurgulanmaktadır. Anlaşıldığına göre yangın sonrasında binasını yenileyenler, bekâr odaları yapıp ne idiği belirsiz kimseleri buralara doldurmakta ve kentteki işsiz sayısının artmasına neden olmaktaydılar. Bu nedenle mimarbaşmdan, kahvehane ve bekâr odası yaptırtmaması istenmiş; inşası için izin verilen cambaz ahırları ile keçeci ve muytab dükkânlarının üst katlarına da bekâr odaları yaptırtılma-ması ayrıca tembih edilmiştir. Yapılacak börekçi, çörekçi dükkânlarına, çarklı fırın ve değirmenlere de cihannüma, bodrum, alçak şahnişin, tahtapûş gibi, sonradan bekâr odasına dönüştürülebilecek eklentilere de izin verilmediği anlaşılmaktadır. Diğer yandan, istanbulluların su gereksinimlerini karşılayan atlı sakaların ve arka sakalarının semtlere göre bekâr odalarında kalmaları ve hizmet verdikleri mahallelerden kefil göstermeleri, su verdikleri semte yakın bekâr odası yoksa, orada temin edilecek bir bekâr odasında, mahalle imamının kefaletiyle kalmaları uygun görülmekteydi. Kent içinde taşımacılık hizmeti veren beygirci bekâr uşakları ise hayvanlarını bağladıkları ahırlarda, bir baş beygire en fazla üç kişi hesabıyla kalabilmekteydiler. Örneğin, Vefa Hanı bu nizamda bir yerdi. Burada midillici denen ve küçük atları ile İstanbul'a özgü horos değirmenlerinin taşlarını döndüren seyisler kalmaktaydılar. Saraçhane çırakları ise işyerlerinin üst katlarında kalmaktaydılar. Uzunçarşı işçileri de (testereci, eğe-ci, bıçakçı, sırıkçı, kantarcı, kovacı vb) buradaki bekâr odalarında barınıyorlardı. Ev ve konaklarda çalışan bekâr uşakları bağıl denen konak müştemilatında yatıp kalkarlar veya ev sahibinin temin ettiği odalarda kalırlardı.

16. ve 17. yy'larda bekâr odaları, ye-

niçeri ağası, sekbanbaşı, asesbaşı, bos-tancıbaşı, subaşı vb askeri inzibat ve kolluk amirlerince denetleniyordu. Kentte bir cinayet ya da hırsızlık, soygun olayı ortaya çıktığında bekâr odalarına baskınlar düzenlenirdi. 18. yy'da ise yeniçerilikle bekâr odaları ve bekâr uşakları arasında çok yönlü ilişkiler gelişti. Tamamen disiplinsiz hale gelen yeniçeriler, bekâr odalarına da el attılar. Kente gerçekleştirdikleri her eyleme buralarda kaçak barınan gençleri de kattılar. Gerektiğinde buraları birer eylem üssü olarak Kullandılar; bazen de saklandılar. İşlettikleri kahvehane ve kasap dükkânlarının üstüne veya yanına bekâr odaları yapıp yasalara aykırı biçimde işlettiler. Giderek, bekâr odalarında barınanların pek çoğu da parayla esame alarak hiç ilgileri olmadığı halde ocak askeri gözüküp ulufe almaya başladılar. Çoğu kontrol dahi edilemeyen, sayıları ve barındırdıkları nüfus giderek artan bekâr odaları, 18. yy'ın sonlarına doğru, kentin en korkulan yerleri durumuna geldi. Tüm soygun, hırsızlık, kadın, kız ve çocuk kaldırma olayları buralardan kaynaklanıyordu.

1826'daki Vak'a-i Hayriye'de, bekâr odalarında da hayli temizlik yapıldı. Sayıları binlerle olan bekârlar, İzmit ve Gelibolu'ya götürüldü ve bunların İstanbul'a dönmeleri yasaklandı. Tarih-i Cevdet'te o dönemde bekâr odalarının birer "dârü'n-nedve-i haşerat" (mikrop yuvası) olduğu anlatılmaktadır. Üsküdar Balaban İskelesi'ne yakın bekâr odalarında, taşradan gelen eşkıyanın barındığı, güpegündüz namuslu kadınların kaldırılıp buralara götürüldüğü şikâyet konusu olunca, 24 Haziran 1811'de çıkarılan bir hüküm üzerine bostancıbaşı bu odaları yıktır-mıştı. 1812'deki veba salgınının da buralardan yayıldığı anlaşılınca İstanbul'daki toplu bekâr odalarının yıkılmasına irade çıkmıştı. En kapsamlı yıkım Bahçeka-pı'daki Melekgirmez Mahallesi'nde oldu. Buradaki kayıkhanelerin üstündeki tüm bekâr odaları, karşı tarafta ise Galata ve Kasımpaşa'daki kalafatçıların barındığı bekâr odaları yıkıldı. Kagir bekâr hanları ise kapatıldı. Bu yıkımlar sırasında vebadan ölmüş birçok ceset çıktığı gibi odalara alınan çocuklu fahişeler için bulundurulan beşiklere de rastlanmıştı.

1826'da yürürlüğe konan İhtisap Nizamnamesi, bekâr odaları için yeni birtakım koşullar getirdi. Kürt ve Arnavut bekâr uşaklarının her ne iş için olursa olsun İstanbul'a gelmeleri yasaklandı. Mevcut bekâr odalarının onarımına ve ıslahına olanak veren nizamname, yeni bekâr odası yapımını da yasaklamıştı. Ahşap olmayan oda ve hanlarda bekârların barındırılmasına da izin verilmemekteydi. Bekârlar, sabahleyin belirli saatte odalarından ayrılıp akşam hava kararmadan dönmek mecburiyetindey-diler. Odalarda silah, fişek bulundurmak da yasaktı. Her bekârhanenin ve hanın bir odabaşısı ve bir de hancısı bulunması koşuldu. İstanbul'da çalışan bekârların, nizamlı bekâr odalarından

başka yerde kalmalarına da izin verilmiyordu. İstanbul, Galata, Üsküdar ve Boğaziçi köylerindeki bekâr odaları ile buralarda barınanların (duvarcı, taşçı, nakkaş, tellak, natır, kalafatçı, salapuryacı, tulumbacı, mavnacı, seyis, hamal, çırak, ipsiz vb) denetlenmeleri ve yoklanmaları için de İhtisap Nezareti'nde işkollarına göre defterler (örneğin, kayıkçılar defteri, hamam uşakları defteri vb) düzenlendi. Mürur tezkiresi bulunmayanların İstanbul'a sokulmamasına çalışılırken, bekâr uşaklarının izinsiz olarak kaldıkları odayı ve İstanbul'u terk etmeleri de yasaklandı.

1854'te İstanbul'da belediye örgütünün kurulmasından sonra bekâr odaları ve bekâr uşaklarının disiplini konusunda yeni bir düzenlemeye gidilmediği gibi, Cumhuriyet'in ilanından sonra da a-nayasal haklar gereği bu tür uygulamalara olanak kalmamıştır. Günümüzde İstanbul bekâr odaları için özel bir düzenleme söz konusu değildir. Halen, Süleymaniye'deki harap birçok konak ve ev, birer bekâr odası olarak kullanıldığı gibi, alışveriş merkezlerine ve sanayi kuruluşlarına yakın yerlerde de bekâr odaları vardır.


Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin