BEKTAŞÎLİK
132
133
BEKTAŞÎLİK
Elinde "nefir" ve "keşkül" bulunan bir seyyah Bektaşî dervişi (solda), Bektaşî dervişi (sağda). M. d'Ohsson, Tableau General de l'Empire Ottoman, Paris, 1787-1820.
taşîliğinin bu özelliği, tarikatın daha sonraki yüzyıllarda şehir hayatı üzerindeki siyasi ve kültürel etkisinin temel belirleyicisi olacaktır.
Erken dönem Bektaşîliğinin oluşum sürecini kapsayan 1453-1481 arasında, "Rum abdalları"nı siyasi ve kültürel açıdan en çok etkileyen Kalenderi, Haydarı ve Hurufî akımlarının merkezi yönetim tarafından yoğun bir baskı altında tutuldukları bilinmektedir. Bu zümrelere mensup dervişler, devamlı şekilde takip edilmiş, siyasi ayaklanmaya dönüşen faaliyetleri şiddet kullanılarak bastırılmıştır. II. Mehmed (Fatih) döneminde, Hurufî-lerin bu şekilde etkisiz kılınmaları, hete-rodoks akımlara karşı uygulanan devlet politikasının somut bir örneğidir. Böyle bir siyasi ortamda söz konusu zümrelerin istanbul'da tekke kurarak faaliyet göstermelerine imkân olmadığı açıktır. Nitekim İstanbul'un en eski tarihli vakıf tahrir defterlerinde, bu zümre mensuplarınca kurulduğu izlenimi verebilecek tekke ve zaviye kayıtlarına rastlanmaz. Genellikle "kalenderhane" adıyla bilinen bazı tarikat merkezleri de, taşıdıkları bu isimden ötürü Kalenderîlere ait sanılmış-sa da aslında bunlar Horasan kökenli, mücerred (bekâr) dervişlik erkânına bağlı Nakşî tekkeleri olarak faaliyet göstermişlerdir. İstanbul'da Bizans dönemine ait Akataleptos Manastırı'mn fetihten sonra Kalenderîlere tahsis edilerek "kalenderhane" adını aldığı şeklindeki görüş de bu açıdan tutarsızdır. II. Mehmed vakfiyesine göre söz konusu manastır Kalenderîlere değil, Mevlevîlere verilmiş ve İstanbul'daki ilk mevlevîhane burada faaliyet göstermiştir.
Bağımsız örgütlenmelerine izin verilmeyen Rum abdallarının fetihten sonra İstanbul'un gündelik hayatına Yeniçeri Ocağı bünyesinde katıldıkları açıktır. Söz konusu zümrenin kısmen 14. yy sonlarından itibaren yeniçeri organizasyonu içine alındıkları ve böylece devlet katında yasallık kazandıkları görülmektedir. Ancak burada önemli bir noktayı belirtmekte yarar vardır. Yeniçerilik gibi temeli devşirme usulüne dayalı bir kurumda, kökeni Müslüman olan bu zum-
17. yy'da
seyyah
Kalenden
dervişi.
Paul Ricaut,
Histoire de l'Etat
Preseni de l'Empire
Ottoman,
Paris, 1670
renin bütünüyle değil, yalnızca temsilcileri aracılığıyla ve ocaktaki Hıristiyan devşirmelerin eğitimini yürütmek amacıyla bulunduklarını gözden uzak tutmamak gerekir. Erken dönem Bektaşîliğinin 1453-1481 arasını kapsayan İstanbul'daki ilk döneminde, yalnızca Yeniçeri Ocağı ile sınırlı bir faaliyet alanına sahip olduğu, bunun sonucunda kışla hayatının dışına çıkamayıp şehrin henüz yeni iskân edilen Müslüman cemaatleri arasına nüfuz edemediği kesindir. II. Mehmed (Fatih) dönemi, yalnızca Bektaşîliğin değil, diğer tarikatların da şehir hayatında örgütlenemediği bir tarih kesiti olarak dikkat çekmektedir. II. Mehmed'in yürüttüğü politika, iktidarın merkezileştirilmesi esası üzerine inşa edildiğinden, doğal olarak merkezi yönetim felsefesi, kendi içinde bütünlük gösteren Sünnî akideye bağlı ulema sı-
17. yy sonlarında bir Kalenderî dervişi.
M. d'Ohsson, Tableau General de l'Empire Ottoman,
Paris, 1787-1820
nıfına bırakılmış ve medrese tipi kurumlaşma ön plana çıkarılmıştır. Yerel güç odaklarının temsilcisi sayılabilecek tarikatların devre dışı tutulduğu, derviş zümrelerinin İstanbul dışındaki faaliyetlerine kuşkuyla bakıldığı bu dönemin genel kabul gören düşünce yapısı, II. Bayezid zamanında izlenen yeni bir yaklaşımla büyük ölçüde değişikliğe uğramıştır. Bu yeni yaklaşım, yerel güç odaklarının sözcülüğünü yapan tarikatların merkezi yönetim dışında değil, devletin resmi kurumları içinde örgütlenmelerini ve bu sayede kontrol altında tutulmalarını öngörmektedir. Bu uygulama, 1481-1826 arasını kapsayan dönem boyunca sürdürülmüş ve Bektaşîliğin İstanbul hayatında örgütlenmesine imkân tanınmıştır. Ayrıca bu uygulama Bektaşîliği Yeniçeri Ocağı'nın bir parçası durumuna getirirken, ona yalnızca mistik bir kurum görüntüsü değil, aynı zamanda içinde bulunduğu ortam gereği siyasi bir örgüt niteliği de kazandırmıştır.
Bektaşîliğin İstanbul hayatına girişinin ikinci ve son aşaması, 1481-1512 arasında gerçekleşir. Bir bakıma bu dönem, "Rum abdalları" zümresinin klasik anlamda bir tarikat yapısına kavuştuğu ve bu yeni yapılanmanın içinden İstanbul' un şehir hayatında çok yönlü bir rol üstlenecek olan Bektaşîliğin doğduğu bir tarih kesitidir. Bektaşîlik ile birlikte Nakşibendîlik(-»), Halvetîlik(->) ve Bayramîlik(-0 de bu dönemde İstanbul hayatına tam anlamıyla girmişler, fakat Bektaşîlik gibi resmi bir kurum içinde değil, doğrudan mahalle ölçeğinde yaygınlaşmışlardır.
İstanbul'da Bektaşîliğin tarih sahnesine çıkması 16. yy başlarına rastlar. Bu tarihe kadar Ahi gelenekleri içinde Ka-lenderîlik, Haydarîlik gibi seyyah dervişliğe dayanan ve erken Bektaşîlik olarak nitelendirilebilecek "Rum abdafları"mn artık zümre olmaktan çıkıp "âdâb" ve "erkân"ı belirlenmiş bir tarikata dönüşmeye başladıkları görülmektedir. Bu dönüşümü gerçekleştiren kişi, Bektaşîlerin "pir-i sani" olarak kabul ettikleri Balım Sultan'dır (ö. 1516). Hayatı hakkında bugün için elimizde yeterli bilgi yoktur. Asıl adı Hızır Balı olan Balım Sultan'ın türbesindeki kitabeye göre Resul Balı'nın oğlu olduğu ileri sürülmüşse de Bektaşî-ler arasında Mürsel Balı'nın oğlu olduğu şeklindeki inanç daha yaygındır. Fakat diğer yandan Baha Said'in 20. yy başlarında Bektaşîlik üzerine yaptığı kapsamlı bir araştırmada, 1897'de kopya edilmiş eski bir yazmaya dayanılarak Balım Sultan'ın Dimetoka'daki Seyyid Ali Sultan (Kızıl Deli) Tekkesi Postnişini Sersem Ali Baba'nın bir Sırp prensesinden doğma oğlu olduğu iddia edilmiştir. Nitekim bu iddiayı ileri sürenler, Bektaşî organizasyonunu yeniden düzenleyen Balım Sultan'ın, tarikat içinde gerçekleştirdiği bazı uygulamalarda ana tarafından Hıristiyanlığın etkisinde kalarak tarikatı manastır teşkilatına uygun bir şekilde düzenlediği görüşünde birleşmişlerdir.
II. Bayezid tarafından Dimetoka'daki Seyyid Ali Sultan Tekkesi'nden alınıp İstanbul'a getirilen Balım Sultan'ın padişahla çok yakın bir ilişki kurduğu ve bunun sonucunda Sulucakarahöyük'te-ki Hacı Bektaş-ı Velî Tekkesi'ne postni-şin olarak atandığı bilinmektedir. Bu atamayla İstanbul Bektaşîliği idari açıdan ilk defa bir merkeze bağlanmış ve tarikatın yönetiminden sorumlu bu merkez, saray tarafından denetim altına alınmıştır.
Balım Sultan'ın icraatı, siyasi ve kültürel açıdan iki yönlüdür. Siyasi icraatın ağırlık noktası, 15. yy'dan itibaren "Rum abdalları", dolayısıyla erken dönem Bektaşîliği içinde yoğunluk kazanan Şiî ve Hurufî akımlarını tasfiye etmeye başlamasıdır. Bu hareket sonuçta Bektaşîliğin güçlenmesine, özellikle seyyah dervişlik anlayışından uzaklaşarak şehir merkezlerinde örgütlenmesine zemin hazırlamış, 17. yy'a kadar süren dönem boyunca aldığı siyasi destekle de Kalenderî ve Haydarî grupları kendi bünyesinde eriterek etkinliklerine son vermiştir. Balım Sultan'a II. Bayezid tarafından verilen siyasi destek aynı zamanda 16. yy başlarında yoğunlaşan Safevî propagandasına karşı Bektaşiliğin Osmanlı yönetiminden yana bir tutum takınmasına neden olmuş ve tarikatın önemli ağırlık merkezlerinden yeniçeriler de böylece herhangi bir sorun çıkarmamışlardır. Balım Sultan'ın kültürel açıdan Bektaşîlik üzerindeki etkisi, tarikatın "âdâb" ve "erkân" mı düzenleyerek ona son şeklini vermesidir. "On İki İmam" kültü ve Bektaşî meydanının temel düzeni olan "on iki post erkânı", Balım Sultan'ın tarikata getirdiği yeniliklerdendir. Ayrıca "Hak-Mu-hammed-Ali" şeklindeki uluhiyet düşüncesi de onunla birlikte tarikata girmiştir. Bunların yanısıra özellikle İstanbul Bektaşîliği açısından önem taşıyan ve tarikatın Yeniçeri Ocağı'nın askeri kurallarıyla paralellik gösteren "mücerredlik" erkânı ile belli bir soya dayanmayan ve böylece merkezi yönetim karşısında, toplumsal köken itibariyle yerel bir güç kaynağını değil, yalnızca seçimle atanıp tarikatın idaresini üstlenen "debebabalık" kurumunu tarikatın temel ilkeleri arasına sokmuştur.
Balım Sultan'dan sonra İstanbul'da Bektaşîlik, büyük ölçüde Yeniçeri Oca-ğı'nda örgütlenmiş, şehir içindeki faaliyet alanı 17. yy sonlarına kadar bu askeri teşkilata bağlı kışla ve kolluklarla sınırlı kalmıştır.
Tarikat Yeniçeri Ocağı'nda, Hacı Bektaş-ı Velî postunda oturan "dedebaba" nın İstanbul'daki vekili sayılan 94. cemaat ortasına mensup bir Bektaşî babası tarafından temsil edilmiştir. Yeniçeriler manevi yönden bu Bektaşî şeyhine bağlıydılar. Ayrıca bu şeyhin tayin ettiği Bektaşî babalarınca meşihat görevi sürdürülen biri Eski Odalar'da, dördü de Yeni Odalar'da olmak üzere beş tekke yeniçeri kışlalarında faaliyet göstermiştir. Bu tekkelerin yanısıra Yeni Odalar
olarak bilinen Aksaray'daki yeniçeri kışlasında bulunan Orta Cami'nin görevlileri de hep kışla cemaati arasından seçilmekteydi.
Bektaşîlik ile yeniçerilik arasındaki güçlü ilişkiyi gösteren ve her iki kurumun ortak tarihinde yer alan bir olay da, Hacı Bektaş-ı Velî postuna oturacak "dedebaba"nın seçiminden sonra İstanbul'da düzenlenen törendir. Seçilen yeni "dedebaba" İstanbul'a gelir ve yeniçeriler tarafından Üsküdar'da karşılanırdı. Buradan Beyazıt'taki Ağa Kapısı' na(->) kadar görkemli bir alayla götürülen "dedebaba"ya yeniçeri ağası tarafından tarikat tacı ve sadrazam tarafından da ferace giydirilirdi.
Eski ve Yeni Odalar dışında Bektaşîliğin İstanbul'da gündelik hayatla doğrudan ilişki kurabildiği mekânlar arasında yeniçeri kolluklarını belirtmek gerekir. Şehir içinde güvenliği sağlamakla görevli yeniçeri neferlerinin görev yaptıkları bu mekânlar, aynı zamanda Bektaşîliğin de merkezleriydiler. Büyük bitkisini kara surları ve Haliç sahili boyunca uzanan bu kollukların şehir içindeki dağılımı, tarikatın mahalle ölçeği dışındaki faaliyet alanlarım belirlemesi açısından önem taşımaktadır.
Kolluklar gibi yeniçeri kahveleri de İstanbul hayatında Bektaşîliği barındıran mekânlar arasındadır. Bu kahveler de tıpkı kollukların coğrafi dağılımına uygun olarak İstanbul'un sahil ve kara surları ile Boğaziçi kıyıları boyunca kurulmuşlardır. Her yeniçeri kahvesinin birer tarikat merkezi gibi faaliyet gösterdiğini söylemek, abartılı olmaz. Yeniçeri kahvelerinde sürekli ikamet eden birer Bektaşî babası bulunur ve akşamlan meydan açılarak nefesler okunur, ayrıca ce-
maat arasındaki bazı anlaşmazlıklar burada çözümlenirdi. İstanbul'da Osmanlı dönemi boyunca siyasetle uğraşmak anlamında kullanılan "devlet sohbeti"nin gündelik hayat içinde en yaygın şekilde yapıldığı yerlerin başında yeniçeri kahvelerinin gelmesi, bir bakıma Bektaşîliğin de etkin bir şekilde bu ortamın içinde bulunduğunu göstermektedir. -
16. yy başlarından 1826'ya kadar süren dönemde Bektaşîlik, Yeniçeri Ocağı'nın şehir hayatındaki faaliyet alanıyla orantılı olarak suriçinde Yeni Odalar'ın bulunduğu Aksaray'da ve Haliç kıyısı boyunca Eminönü'nden Unkapanı'na kadar uzanan şehrin en canlı ticaret kesiminde, Halic'in karşı kıyısında da Kasımpaşa, Galata ve Tophane ekseni üzerinde faaliyet göstermiş, bunu Yedi-kule'den başlayıp Ayvansaray'a uzanan kara suru boyunca diğer bir faaliyet alanı izlemiştir. Söz konusu bu alanların, aynı zamanda şehrin dış dünyaya açılan ana kapıları olduğunu önemle belirtmek gerekir. Özellikle Tahtakale merkez olmak üzere Eminönü-Unkapanı arasındaki ticari kuşak, tarikatın başlıca faaliyet alanı olarak dikkat çekmektedir. Bu bölge suriçi İstanbul'un kültürel açıdan en kozmopolit kesimi olup deniz ticareti yoluyla şehrin iaşesinin sağlandığı iktisadi bir odaktır. Bektaşîliğin şehir içindeki başlıca mali kaynaklarından olan ve yeniçeriler tarafından denetlenen kahve tahmisleri, un ve yemiş kapanları ile her türlü tüketim malının dağıtım merkezleri burada yer almaktaydı. Bektaşîlik 1826'da yasaklanmadan önce İstanbul'da Yeniçeri Ocağı'nın dışında da örgütlenmiş ve tekkelerini kurmuştur. Bu tekkeler de tıpkı yeniçeri kollukları gibi mahalle ölçeğinin dışırı-
..J'..
BEKTAŞÎLİK
134
135
BEKTAŞÎLİK
Rumelihisan'ndaki Nafî Baba (Şehitlik) Tekkesi haziresinde tekkeye adını veren Nafî Baba (1317/1899) (solda) ile tekkenin postnişinlerinden Hisarlı Seyyid Ahmed Baba'mn (1198/1788) (ortada) mezar taşları, ve Merdivenköy'de Şahkulu Sultan Türbesi'nin elifî taç biçimindeki alemi. Ekrem Işın (sol ve ona), M. Baba Tanman, 1985 (sağ)
daydılar. Bunlar arasında adı bilinenler, 1826'dan kısa bir süre sonra tekrar açılıp faaliyet gösteren tekkelerdir.
1826'dan önce istanbul'da faaliyet gösteren Bektaşî tekkelerinden en eski ve tarikat organizasyonunda en kıdemlisi Karaağaç Bektaşî Tekkesi'dir. Bu tekkenin ne zaman kurulduğu ve postnişinle-rinin kimler olduğu hakkında ne yazık ki diğer Bektaşî tekkelerinde olduğu gibi bilgi yoktur. Ancak tarikat geleneğine göre yeniçeri kışlasmdaki 94. cemaat ortasında tarikatı temsil eden Bektaşî babasının vefat edince yerine Karaağaç Tekkesi postnişininin geçmesi, burasının istanbul Bektaşîliğinde önemli rol oynayan bir merkez olduğunu kanıtlamaktadır. BOA'da Cevdet Evkaf tasnifinde 6717 numarayla kayıtla bulunan 17 Şevval 1262/8 Ekim 1846 tarihli bir belgeye göre Karaağaç Bektaşî Tekkesi, II. Bayezid vakfındandır. Bu bilginin ışığında tekkenin tarihi 16. yy başlarına kadar geriye gitmekte, fakat bu süre zarfında kimlerin postnişinlik yaptıkları bilinmemektedir. "San" lakabıyla anılan Hüseyin Baba'mn burada 1826'dan önce Bektaşî meşihatını temsil ettiği ve vefatından sonra yerine 1799'da Salih Baba'mn Hacı Bektaş-ı Velî postnişini tarafından atandığı, yine aynı tasnifte yer alan 23903 numaralı belgeden anlaşılmaktadır. Tekkenin 1826'daki şeyhi ise ibrahim Baba olup Yeniçeri Ocağı ortadan kalktıktan sonra Birgi'ye sürülmüştür.
Eyüp İdrisköşkü'ndeki Karyağdı Bektaşî Tekkesi ise, kurucusu olan Mehmed Ali Baba'mn adıyla da anılır. Ali Baba 1544'te vefat ettiğine göre tekkenin kuruluşunu 16. yy başlarına tarihlemek mümkündür. Kenarı kalın müjgânlı elifî Bektaşî tacı bulunan mezar taşı, tekkenin haziresindedir. Divan Edebiyatı Mü-
zesi'ndeki Revnakoğlu Arşivi'nde A/45 kodlu dosyadaki kayda göre, tekkeyi Kayseri'nin Kırat kasabasından Mehmed Bey inşa ettirmiştir. Ayrıca kendi türbesinde yakılmak üzere tekkeye senelik 6 kilo zeytinyağı da vakfettiği bu arşiv kaydında yer alan bilgiler arasındadır. Mehmed Ali Baba'dan sonra tekkenin meşihatında Seyyid Mehmed Abdî Baba bulunmuştur. Hafif aksak olduğu için "A'rec" lakabıyla anılır. Vefat tarihi bilinmeyen Abdî Baba, tekke haziresinde gömülü olup mezar taşında müjgânsız elifî taç vardır. Abdî Baba'mn vefatıyla yerine oğlu Mustafa Baba geçer. Mustafa Baba, Bektaşîliğin yanısıra Halvetîliğe de intisap etmiş ve Karyağdı Tekkesi'nin hemen yakınındaki Çolak Şeyh Hasan Efendi Tekkesi'nde de Halveti meşihatını üstlenmiştir. 1769'da Ordu-i Hümayun şeyhliğine atanan Mustafa Baba'mn kişiliğinde istanbul Bektaşîliğinin diğer tarikatlarla kurduğu yakın ilişki de açıkça görülmektedir. I. Abdülhamid döneminde (1774-1789) vefat etmiş, oğlu Rıza Efendi'yle birlikte Kaşgarî Tekkesi haziresine gömülmüştür. Karyağdı Tekkesi'nin 1826'dan önceki postnişinlerinden birisi de Debbağ Süleyman Baba' dır. Tekkenin mücerred şeyhlerinden olup 1812'de vefat etmiştir. Tekke hazi-resindeki mezar taşında destarsız Bektaşî fahri vardır. 1826'da Karyağdı Tekkesi meşihatında bulunan Mustafa Baba, Birgi'ye sürgün edilmiş olup hayatı hakkında bilgi yoktur.
İstanbul'un önde gelen Bektaşî tekkelerinden Sütlüce'deki Bademli ya da Caferâbâd Tekkesi olarak bilinen, fakat 19. yy'da Münir Baba Tekkesi adıyla ünlenen tekkenin tarihi de 1826'dan önceye dayanmaktadır. Tekke aslında bir Bektaşî merkezi olarak kurulmayıp 18.
yy sonlarında Bektaşîlerin denetimine geçmiştir. Kurucusu Şeyhülislam Da-madzade Feyzullah Efendi, 17öl'de vefat etmiş ve tekke torunu Arif Efendi tarafından Bektaşî meşihatına geçirilmiştir. Kömürcü Baba lakabıyla tanınan Seyyid Ali Baba 1815'e kadar Bademli Tekkesi'nde postnişinlik yapmış, kendisinden sonra meşihata geçen Mustafa Baba zamanında tekke 1826'da yıktırılmıştır.
Bademli Tekkesi gibi Bektaşîliğin 1826 öncesi diğer tarikatlardan devraldığı tekkeler arasında Üsküdar Inadiye' deki Bandırmalı Tekkesi'nin özel bir durumu vardır. Aslen bir Celvetî merkezi olarak 1732'de Sadrazam Hekimzade Ali Paşa'nın desteğiyle Şeyh Yusuf Niza-meddin Efendi'nin (ö. 1752) evinde kumlan bu tekke, oğlu Şeyh Mustafa Ha-şim Efendi'nin 1752-1782 arasındaki postnişinliği döneminde Bektaşîliğe bağlanmış ve 1925'e kadar burada çift tarikatlı bir meşihat sürdürülmüştür. Bektaşîlerce Haşim Baba olarak anılan Mustafa Haşim Efendi (ö. 1782) babası Yusuf Nizameddin Efendi tarafından Celvetîdir. Mısır'daki Baba Kaygusuz Tekkesi Şeyhi Hasan Baba'dan (ö. 1756) Bektaşî hilafeti almış ve bir süre Hacı Bektaş-ı Velî Tekkesi'nde dedebabalık yapmıştır. Kendisinden sonra yerine geçen postnişinler Celvetî ve Bektaşî erkânını bu tekkede sürdürmüşlerdir.
Rumelihisan'ndaki Şehitlik ya da son dönemdeki ismiyle Nafî Baba Tekkesi'nin tarihi de 1826 öncesine dayanmaktadır. Bilinen en eski postnişini mücerred Bektaşî şeyhlerinden Ali Baha'dır (ö. 1771). Mezar taşmdaki "Tarîk-i ab-dalândan Ali Baba" kaydı, bir bakıma Kalenden kökenli Rum abdalları geleneğinin 18. yy sonlarında bile Bektaşî kültürü içinde canlılığım koruduğunu
kanıtlamaktadır. 1826'ya kadar bu tekkede Hisarlı Seyyid Ahmed Baba (ö. 1783) ve Mazlum Mustafa Baba (ö. 1812) postnişinlik yapmışlar, Şeyh Mahmud Ba-ba'nın meşihat döneminde tekke II. Mahmud tarafından kapatılmıştır.
Sur dışında faaliyet gösteren Bektaşî merkezlerinden bir diğeri de Kazlıçeş-me'deki Eıyek Baba ya da 19. yy'da ünlenen adıyla Perişan Baba Tekkesi'dir. Kuruluş tarihi bilinmemektedir. Tekke haziresinde mevcut bazı mezar taşlarından burasının 1826'dan önce İstanbul Bektaşîliğinin önemli merkezlerinden birisi olduğu anlaşılmaktadır. Diğer yandan tekkenin Yedikule Hisarı yakınında kurulması ve bu bölgenin de yeniçerilerin İstanbul'daki başlıca görev alanları içinde bulunması, Eryek Baba Tekke-si'ni yeniçerilik ile Bektaşîliğin kışla ve mahalle dokusu dışında doğrudan kaynaştığı bir merkez durumuna getirmiştir. Tekkenin bu özelliğinden dolayı mücer-redlik erkânına bağlı olduğu düşünülebilir. 1826'dan önce bu tekkede Ahmed Baba (ö. 1787) ve Seyyid Mehmed Baba'mn (ö. 1799) postnişinlik yaptıkları bilinmektedir. 1826'da meşihat görevini sürdüren Hüseyin Baba, tekke kapatıldıktan sonra Hâdim'e sürülmüştür.
İstanbul'un kara surları dışında faaliyet gösteren Takkeci ya da Büyük Abdullah Baba Tekkesi'nin kuruluş tarihine ilişkin aydınlatıcı bilgi yoktur. Bu açıdan 1826 öncesine ilişkin bir tarih-lendirme yapmak imkânsızdır. Büyük Abdullah Baba Tekkesi'nden Perişan Baba Tekkesi haziresine nakledilen mezar taşlarının 1826 sonrasına ait olmaları, bu tekkenin Bektaşîlerce 19. yy'm ikinci yarısından sonra kurulduğu varsayımını güçlendirmektedir.
Yeniçeriliğin kaldırıldığı 1826'da o-cak mensubu neferlerin en çok kıyıma uğradığı Belgrad Ormanı'ndaki Ağlamış Baba Bektaşî Tekkesi hakkında da yeterli bilgi mevcut değildir. Kilyos ile Uskumru Köyü sapağında yer alan bu tekke, aslında bir zaviyedir. Ağlamış (Ağlamalı) Ahmed Baba'mn 1824'e kadar burada faaliyet gösterdiği, kendisine ait türbenin kitabesinden anlaşılmaktadır.
Bektaşîlik 1826'ya kadar İstanbul'un Anadolu yakasında da geniş bir örgütlenme ağına sahiptir. Tarikat buradaki faaliyetlerim Beykoz'da Akbaba, Çamlı-ca'da Tahir Baba, Üsküdar Paşalimam'n-da Yarımca Baba ve Göztepe Merdiven-köy'deki Şahkulu Sultan tekkelerinde sürdürmüştür.
Akbaba Tekkesi, Beykoz'a bağlı Akbaba Köyü'ndedir. Evliya Çelebi bu tekkeden söz ettiğine göre kuruluşu en azından 17. yy başlarına kadar gitmektedir. Diğer Bektaşî tekkelerinde olduğu gibi bu merkezin de tarihi ve postnişin-leri hakkında bilgi yoktur. Çamlıca'daki Tahir Baba Tekkesi ise, yakın dönemde Nur Baba Tekkesi olarak ünlenmiştir. Bu tekkeden Şahkulu Tekkesi'ne nakledilen mezat taşları arasında, tahrip edildiği için kime ait olduğu tespit edilemeyen
Başında
on iki terkli
Bektaşî fahri,
sırtında
haydarisi,
göğsünde
teslim taşı,
örme
kuşağında
çorba kaşığı,
cilbendi,
pelenk taşı ve
kanberiyesi ile
Çamlıca
Nur Baba
Jfouri Saba.
Tekkesi Şeyhi
Nuri Baba.
Ekrem Işın
koleksiyonu
bir tanesindeki, Tahir Baba Tekkesi'nin 1794'te kurulduğuna ilişkin kayıt, bu Bektaşî merkezinin tarihine ışık tutmaktadır. Ayrıca kimliği bilinmeyen bu şeyhin 1824'e kadar otuz sene şeyhlik yaptığı, söz konusu mezar taşında belirtilmektedir. Yerine geçen Mehmed Baba ise ancak iki yıl meşihat görevinde bulunabilmiş ve 1826'da Tire'ye sürülmüştür.
Üsküdar Paşalimanı'ndaki Yarımca Baba Tekkesi'nin kuruluş tarihi ve kurucusu Yarımca Baba'mn hayatı bilinmemektedir. Günümüze gelemeyen tekke haziresindeki Seyyid Hacı Mustafa Baba'mn mezar taşı, onun burada postnişinlik yapmış olabileceği varsayımını güçlendirmektedir. Tekke 1826'da Ahmed Baba'mn meşihat döneminde kapatılmış ve Ahmed Baba ile müritleri topluca Hâdim'e sürgün edilmişlerdir.
Bektaşîliğin İstanbul'daki en büyük merkezlerinden olan Göztepe Merdi-venköy'deki Şahkulu Sultan Tekkesi'nin tarihi, tarikat mitolojisinde Şah Kulu adıyla bilinen Horasan kökenli bir dervişe dayandırılmaktadır. Diğer yandan Şah Kulu'nu "Şeytan Kulu" olarak anan Osmanlı tarihçileri, söz konusu dervişin
II. Bayezid dönemine rastlayan 1511'de-ki Şah ismail taraftan ayaklanmanın ileri gelenlerinden olduğunu belirtirler. Bu karşıt görüşlere rağmen tekkenin daha İstanbul'un fethinden önce bir Ahi merkezi olarak teşkilatlandığı ve 16. yy başlarından itibaren de Bektaşîlerin kontrolüne geçtiği açıktır. 1826 öncesi döneme ait tespit edilebilen postnişinlerinden en eskisi 17. yy sonlarında meşihat görevinde bulunan Mustafa Baba'dır (ö. 1682). Daha sonra kendisini Yusuf Baba (ö. 1685), Mürşid Ali Baba (ö. 1697), Hacı Feyzullah Efendi (ö. 1761), Mahmud Baba (ö. 1793), İsmail Baba (ö. 1796) ye Ali Baba (ö. 1813) izlemişler, tekke Âhir Mehmed Baba'mn meşihat döneminde kapatılmıştır.
Yeniçeri Ocağı'nın 1826'da II. Mahmud tarafından kaldırılması, bu askeri kurumla organik ilişkisi bulunan Bektaşîliğin de yasaklanmasına yol açmıştır. Yasaklama karan 8 Temmuz 1826 Cumartesi günü Topkapı Sarayı'ndaki Ağalar Camii'nde padişahın da izlediği ve Şeyhülislam Kadızade Tahir Efendi'nin başkanlığında diğer tarikat temsilcilerinin katıldığı bir toplantıda alınmıştır. Bu
BEKTAŞÎLİK
136
137
BELEDİYE
tarikat temsilcileri. Yalıya Efendi Tekkesi Şeyhi Hafız Efendi, İdrisköşkü Tekkesi Şeyhi Balmumcu Mustafa Efendi, Galata Mevlevîhanesi Şeyhi Kudretullah Dede. Beşiktaş Mevlevîhanesi Şeyhi Mehmed Kadrî Dede, Kocamustafapaşa Tekkesi Şeyhi Şikârîzade Ahmed Efendi, Merkezefendi Tekkesi Şeyhi Ahmed Efendi, Nasuhî Tekkesi Şeyhi Şemsed-din Efendi, Hüdaî Tekkesi Şeyhi Abdur-rahman Nesib Efendi, Bandırmak Tekkesi Şeyhi Mehmed Galib Efendi ve Ko-ğacı Tekkesi Şeyhi Mehmed Emin Efen-di'dir. Bu toplantıda başta Şeyhülislam Kadızade Tahir Efendi olmak üzere söz konusu tekke şeyhlerinin Bektaşîliğin yasaklanmasından yana bir tutum sergilemedikleri, ancak medrese uleması ve sadrazamın baskısıyla çıkan karara uydukları, tarihçi Lutfî Efendi tarafından kaydedilmektedir. Bektaşîliğin yasaklanması kararı gereğince kuruluşları 60 yıl öncesine dayanan tarikata ait tekkeler Nakşibendî şeyhlerinin denetimine verilmiş, diğerleri yıktırılmıştır. Bu arada ayaklanmaya katılıp yeniçerileri kışkırttıkları tespit olunan Kinci Baba, Ahmed Baba ve Salih Baba gibi o tarihte herhangi bir Bektaşî tekkesinde meşihat görevi bulunmayan kişiler idam edilmiş, postnişinlik yapan şeyhler ise yakın çevreleriyle birlikte Amasya, Hadim, Kayseri, Birgi ve Tire'ye sürülmüşlerdir. Bu karışık siyasi ortamda, özellikle bürokrasi içinde Bektaşîlik suçlaması yaygınlaşmış, rakipleri tarafından sindirilmek istenen bazı Osmanlı aydınları da tarikatla ilişkileri olduğu gerekçesiyle sürgüne gönderilmişlerdir. Bu aydınlar arasında hekim ve tarihçi Şânizade Mehmed Atâullah Efendi (ö. 1826)(~>), Me-lekpaşazade Abdülkadir Bey ve İsmail Ferruh Efendi de vardır. Şânizade'nin sürülmesine gerekçe olarak kurucuları arasında bulunduğu Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi'nin(->) gizli toplantılarına Bektaşî Şeyhi Mahmud Baha'nın da katılması ve cemiyetin tarikatla organik ilişkisinin bulunması gösterilmiştir.
1826-1925 arasını kapsayan dönemde Bektaşîlik, İstanbul'un gündelik hayatında eskiye oranla daha farklı bir örgütlenme faaliyetini sürdürür. Bu faaliyetin ağırlık noktası, masonluk etkisine açık bir idari yapılanmada odaklanarak, öncelikle şehrin üst tabakasında yaygınlık kazanmak şeklinde kendini gösterir. Bunun sonucunda Bektaşîlik, kısmen de olsa İstanbul'daki orta ve alt tabakalarda temsil edilen Alevî zümreden kopmuş, giderek kendi içine kapalı bir kuruma dönüşmüştür. Bu dönüşümün temelinde, tarikatın eskiden Yeniçeri Ocağı'nda kazandığı siyasi nüfuzu bu defa Tanzimat bürokrasisi içinde ele geçirme isteği yatmaktadır.
Tanzimat sonrası İstanbul Bektaşîliği, birbirinden farklı üç ayrı toplumsal alanda örgütlenmiştir. Birinci alan, bir bakıma yeniçeri kültürünün 19. yy'daki u-zantısını temsil eden mahalle tulumbacılığı ile âşık kahvelerinde odaklanan
alt ve oıta tabakaları kapsar. Daha önce Bektaşîlik, bağlı bulunduğu yeniçeriliğin kuralları gereği İstanbul'un mahalle hayatına tam anlamıyla nüfuz edememiş iken, 1826'dan sonra temelleri atılan mahalle tulumbacılığı sayesinde kısmen de olsa halk arasında yaygınlaşa-bilmiştir. Mahalle tulumbacılığının esası, her mahallenin kendi sakinleri arasından bu işe uygun kişilerce oluşturulmuş sosyokültürel bir gruba dayanmasıdır. Böylece yeniçerilik döneminden beri tulumbacı kültürü üzerinde etkili olan Bektaşîlik, bu defa tulumbacılığa getirilen yeni düzenleme sayesinde mahalle hayatına dışarıdan değil, içeriden katılma olanağını elde etmiştir. Yeniçeri kahvelerinin kültürel atmosferini Tanzimat sonrasında yeniden canlandıran âşık kahveleri de Bektaşîliğin 19. yy'da ağırlığını hissettirdiği mekânlar arasında sayılabilir. Özellikle İstanbul'da yeniden açılan Bektaşî tekkeleri ile bu kahveler arasındaki kültürel dolaşımda, Anadolu ve Rumeli Alevîliğinin şehir hayatında temsil ettiği mistik folklorun büyük rolü vardır. Bu yeni dönemde tarikata ait tekkeler eskiden olduğu gibi sur dışında faaliyet gösterirken, Bektaşîliğin suri-çindeki etkinliğini Beyazıt, Şehzadebaşı, Aksaray ve Çemberlitaş'ta yoğunluk kazanan bu kahvehaneler temsil etmişlerdir. Bu mekânlarda, Bektaşîliğin sözcülüğünü yapanların başında Kazlıçeşme' deki Perişan Baba Tekkesi Şeyhi Hasan Baba müntesiplerinden Ceylıunî (ö. 1886) ve Sültüce'deki Bademli Tekkesi Şeyhi Münir Baba'dan nasip alan Çınarî (ö. 1899) gelir. Şehitlik Tekkesi Postnişi-ni Nafî Baba'nın müritlerinden Ramî (ö. 1920) ise, son dönem tulumbacı Bektaşî-lerin en tanınmışıdır.
Bektaşîliğin 1826 sonrasında faaliyet yürüttüğü ikinci toplumsal alan, kapatılmış tekkelerini yeniden açarak doğrudan doğruya tarikat şemsiyesi altına almaya çalıştığı şehir kökenli orta ve üst tabakalardır. Özellikle bu dönemde Bektaşîlik, üst tabakanın maddi desteğini, İstanbul ölçeğinde yaygınlaştırdığı tekke organizasyonuna yönlendirmiştir.
Abdülaziz döneminde (1861-1876) tarikata ait kapatılmış tekkeler yeniden açılmaya başlar. Üsküdar'daki Yarımca Baba Tekkesi ile Beykoz'daki Akbaba Tekkesi dışında kalan diğer eski Bektaşî tekkeleri tekrar faaliyete geçer. Yarımca Baba Tekkesi 1826'dan sonra Şeyh Ahmed Şerif Efendi (ö. 1846) tarafından Kadirîliğe bağlanmış ve oğulları Mehmed Arif Efendi ile Mehmed Kâzım Efendi 1925'e kadar burada Kadirî meşihatını temsil etmişlerdir. Akbaba Tekkesi ise bir süre boş kaldıktan sonra İstanbul Merkez Komutanı Abdülkadir Paşa aracılığıyla II. Abdülhamid tarafından Buharalı Nakşî Şeyhi Abdülhakim Efen-di'ye (ö. 1888) verilmiş, kendisinden sonra oğlu Ahmed Mansur Efendi (ö. 1961), 1925'e kadar burada Nakşî meşihatını yürütmüştür.
Karaağaç Tekkesi, 1870'te Hasib Ba-
ba tarafından faaliyete geçirilir. Daha sonra meşihata atanan Hüseyin Zeki Baba, tarikatın İstanbul'da yaygınlaşması için büyük çaba harcamış, 16. yy sonlarında Kasımpaşa'da bir Bayramî/Melamî merkezi olarak kurulan Haşimî Osman Efendi Tekkesi'nin son postnişini Mehmed Süreyya Baba'ya (ö. 1930) icazet vererek bu köklü tekkeyi Bektaşîliğe bağlamıştır.
Eyüp'teki Karyağdı Tekkesi, Abdülaziz döneminde Mehmed Necib Baba (ö. 1874) tarafından yeniden açılmıştır. Necib Baba, tekkede bir matbaa kurup, Bektaşîlikle ilgili risaleler basmış ve bu yüzden "Matbaacı" lakabıyla da anılmıştır. Yerine Tokmak Baba olarak ün yapan İhlasî Baba (ö. 1897) geçmiş ve onu Hafız Baba (ö. 1911) izlemiştir. Asıl adı Salih olan ve medrese eğitimi gören Hafız Baba, postnişinliğinin yamsıra imamlık da yapmış, böylece Bektaşîliğin Sünnî cemaat içinde taraftar bulmasında hizmeti geçmiştir. Hafız Baba'nın Karyağdı Tekkesi'nde temellerini attığı bu İstanbul Bektaşîliğine özgü hoşgörülü tutum, tekkenin son postnişini Arif Yaşar Baba (ö. 1930) tarafından da 1925'e kadar sürdürülmüştür. Aslen Rıfaî olan Yaşar Baba, diğer tarikatlara ait tekkelerde zikir yönetmiş ünlü bir zâkirbaşıdır.
Kazlıçeşme Eryek Baba Tekkesi, I. Meşrutiyet öncesinde Seyyid Mustafa Baba (ö. 1871) tarafından canlandırılmış, daha sonra yerine Mehmed Perişan Baba (ö. 1875) geçmiştir. Hacı Bektaş-ı Velî Tekkesi'nde dedebabalık da yapan Perişan Baba, İstanbul Bektaşîliğinde "mü-cerredlik erkânı"nı sürdüren şeyhlerdendir. Kendisini Hacı Hasan Baba (ö. 1891), Hamdi Baba (ö. 1909) ve Küçük Abdullah Baba (ö. 1920) izlemişlerdir.
1826'da yıktırılan Sütlüce'deki Bademli Tekkesi, Münir Baba tarafından yeniden inşa ettirilmiş ve onun adıyla anılmıştır. Münir Baba son dönem İstanbul Bektaşîliğinin önde gelen isimlerin-dendir. Nureddin Cerrahi Tekkesi Şeyhi Abdülaziz Efendi'den (ö. 1853) arakiye giymiş ve bu tekkenin şeyhlerinden İbrahim Fahreddin Efendi'ye Bektaşîlikten nasip vermiştir. 1855'te Sütlüce'deki Fod-lacıbaşı Konağı'm satın alarak Bademli Tekkesi'ni yeniden kurmuştur. Münte-sipleri arasında Neyzen Tevfik ve Bahariye Mevlevîhanesi Postnişini Hüseyin Fahreddin Dede de vardır.
Şehitlik Tekkesi, 1826'dan sonra en erken faaliyete geçen Bektaşî merkezle-rindendir. Tekke, Abdülmetid döneminde (1839-1861) İsmail Baba (ö. 1855) tarafından canlandırılmış ise de asıl önemini Mahmud Baba'dan sonra posta geçen oğlu Mehmed Abdünnafî Baba (ö. 1899) zamanında kazanmış ve son dönem İstanbul Bektaşîliğinde Nafî Baba Tekkesi olarak ün yapmıştır.
Çamlıca'daki Tahir Baba Tekkesi ise Nuri Baba'nın gayretiyle İstanbul'un üst tabakası tarafından rağbet edilen bir merkez durumuna gelmiş ve bu özelliğinden dolayı Yakup Kadri'nin Nur Ba-
ba adlı romanına konu olmuştur. Nuri Baba'dan sonra yerine oğlu Ali Nutkî Baba meşihat görevini üstlenmiştir. Yakup Kadri'nin romanında anlatılan Bektaşî şeyhi, Ali Nutkî Baha'dır.
Aslen bir Celvetî tekkesi olarak kurulan fakat 1752'den sonra Bektaşîliğe de bağlanan Bandırmalı Tekkesi, Mustafa Haşini Efendi ailesine mensup şeyhler tarafından 1925'e kadar idare edilmiştir. Celvetîliğin yamsıra Bektaşî meşihatını da üstlenen bu şeyhler, Mehmed Galib Efendi (ö. 1831), Abdürrahim Selâmet Efendi (ö. 1849), Mehmed Fahreddin Efendi (ö. 1893) ve Mehmed Galib Efendi'dir (ö. 1911). Tekkenin son postnişini tanınmış Bektaşî şeyhlerinden Yusuf Fahir (Ataer) Baha'dır (ö. 1967).
Ahir Mehmed Baba'nın postnişinliği döneminde kapatılan Merdivenköy Şah-kulu Sultan Tekkesi'ni kısa bir süre sonra Halil Revnakî Baba'nın (ö. 1850) canlandırdığına ilişkin bir rivayet varsa da tekkenin ikinci kurucusu olarak Ahmed Baba (ö. 1849) gösterilir. Daha sonra meşihat makamına Hacı Sadık Baba (ö. 1852), Hasan Baba (ö. 1857) ve Ali Baba (ö. 1863) geçmiştir. 18ö9'da tekkenin postnişinliğine Çelebi Feyzullah Efendi tarafından Mehmed Ali Hilmi Dedeba-ba(-0 atanır. Hilmi Dedebaba 1856'da Hasan Baba'dan nasip, Türabî Ali Dede-baba'dan da Bektaşî hilafeti almıştır. Bir süre Hacı Bektaş-ı Velî Tekkesi'nde dedebabalık yapan Hilmi Dedebaba, Şah-kulu Tekkesi'nde "mücerredlik erkânı" uygulamış ve tekkeye ek binalar yaptırarak burasını bir Bektaşî külliyesine dönüştürmüştür. İstanbul Bektaşîleri arasında nefesleriyle tanınan ve bir tekkeye dönüştürdüğü evinde etrafına topladığı muhipleriyle sohbetler düzenleyen Edib Harabî(->) de bu tekkede tarikata intisap etmiştir. Hilmi Dedebaba'dan sonra yerine sırasıyla Filibeli Mustafa Yesarî Baba, Ahmed Burhan Baba, Hacı Ahmed Baba (ö. 1918), Ubeydullah Baba, Filibeli İbrahim Fevzî Baba, Ahmed Nuri Baba, Yal-vaçlı Mehmed Tevfik Baba geçmiş olup tekke bu şeyhin döneminde 1925'te kapatılmıştır. Son postnişini Merhaba Tahsin Baha'dır (ö. 1953).
Bektaşîliğin 1826'dan sonra faaliyet gösterdiği üçüncü toplumsal alan, asker ve sivil bürokrasiyi kapsar. Bu durum, Bektaşîliğin Osmanlı üst bürokrasisi içinde örgütlenmesini, bir bakıma 1826'da kaybettiği siyasal gücünü bu defa merkezi otorite karşısında yemden kazanması şeklinde yorumlanabilir. Ancak 1826' da II. Mahmud'un modernleşme hareketi karşısında tamamen tutucu bir tavır sergileyen Bektaşîlik, Tanzimat'tan sonra bu hareketin içinde yer almış ve merkezi otorite dışında gelişen muhalif siyasi akımların destekçisi olmuştur.
19. yy boyunca İstanbul'da Bektaşîlik, Osmanlı siyasi ve kültürel modernleşmesinin öncülüğünü yapan Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler hareketinin içindedir. Fakat bu grupları kendi siyasi amaçlan doğrultusunda yönlendirmek
isteyen Mısırlı hıdiv ailesi, Bektaşîliği de bu çerçevede desteklemiştir. Bu destek aynı zamanda Bektaşîlik ile masonluğun yakınlaşmasını sağlamada birinci derecede rol oynamıştır. Bektaşîler 1867'den itibaren Mısırlı prens Mustafa Fazıl Paşa tarafından masonluğa sokulmuşlar ve bu teşkilat içinde Yeni Osmanlılar ile ittifak kurmuşlardır. Namık Kemal'in hem mason hem de Bektaşî olması bu ittifakın çarpıcı bir örneğidir. Yeni Osmanlıların tahta geçirmek istedikleri ve daha sonra 1876'da kısa bir süre padişahlık yapan V. Murad, mason olup kendisini etkileyip üzerinde nüfuzunu kullananlar arasında Şehitlik Tekkesi Postnişini Nafî Baba'nın müritlerinden Ruhî Baba da (ö. 1898) vardır. Bektaşîliğin masonlukla ilişkisi II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) daha da güçlenerek sürmüş, İttihat ve Terakki önderleri arasında her iki teşkilata birden üye olmak, neredeyse kural haline gelmiştir. Talat Paşa ile Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi'nin hem Bektaşî hem de mason olmaları bu açıdan dikkat çekicidir.
Bektaşîliğin 19. yy'daki sosyal topografyasında üst tabakanın giderek daha geniş bir alan kaplaması, tarikatın temsil ettiği liberal ve özgürlükçü düşüncenin bu tabakaya kültürel modernleşmenin bir göstergesi olarak yansıması sonucunda gerçekleşmiştir. Bu üst tabaka üyeleri arasında Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa'nın eşi Zeynep Hanım gibi konağında Bektaşî ayinleri düzenletenler olduğu gibi, Yahya Kemal ve Yakup Kadri gibi bizzat Bektaşî tekkelerine devam edenler de vardır.
Dostları ilə paylaş: |