KERABISI
Ebû Alî el-Hüseyn b. Alî b. Yezîd el-Kerâbîsî el-Badâdî (ö. 248/862)
Şâfîî fakihi, hadis ve kelâm âlimi.
Kalın pamuklu kumaş ticaretiyle uğraştığı için Kerâbîsî nisbesiyle tanınmıştır. Hanefî fıkhı tahsil ederek nazarî hukuk ve cedel alanında uzmanlaşan Kerâbîsî, Bağdat'a gelen İmam Şafiî'nin ders halkasına katılarak onun mezhebini benimsedi. Şâfıî, Za'ferânTnİn kendisinden rivayet ettiği kitapları Kerâbîsî'nin de rivayet etmesine icazet verdi. Uzun süre yanından ayrılmadığı Şafiî'nin Irak dönemine ait kadîm görüşlerinin en önemli râvisidir. Şafiî, İraklı talebelerinin en gözdesi olan Kerâbîsî'nin hıfzını ve ilmini övmüş, mezhebini öğretenlere ona itibar etmelerini tavsiye etmiştir. Kerâbîsî ayrıca Ahmed b. Hanbel, Ma'n b. îsâ. Yezîd b. Hârûn. İs-hak b. Yûsuf el-Ezrak, Ahmed b. Hasan el-Kerhî, Ya'lâ b. Ubeyd et-Tenâfisî ve Mu-hammed b. Ubeyd et-Tenâfisî gibi şahsiyetlerden rivayette bulundu. Aralarında Ubeyd b. Muhammed b. Halef el-Bezzâr ve Muhammed b. Ali b. Medînî'nin de yer aldığı âlimler kendisinden hadis dinledi. Ebû Bekir eş-Şâşî onun güvenilir bir râvi olduğunu söyler.544 Kerâbîsî'nin ölüm tarihi için24S (859) ve 248 (862) yılları verilmekteyse de ikincisinin daha isabetli olduğu kabul edilmiştir. İbn Abdülber ve İbn Hacer el-Askalâ-nî'nin kaydettiği 2S6 (870) yılı bir yanlışlık eseri olmalıdır.
İbn Hibbân eş-Şikât adlı kitabında Kerâbîsî'nin biyografisine yer verir ve önceleri muteber bir muhaddisken daha sonra gözden düştüğünü bildirir. Hatîb el-Bağ-dâdî de onun halku'l-Kur'ân meselesi dolayısıyla Ahmed b. Hanbel ve taraftarlarınca dışlandığını kaydeder. Rivayete göre Kerâbîsî Allah'ın indirdiği lafzın mahlûk olmadığını, ancak kulların Kur'an'ı telaffuz edişinin yaratılmışliğını inkâr edenin küfre düşeceğini savunuyordu. Bizzat telaffuz fiilinin mi yoksa telaffuz edilen Kur'an'ın mı mahlûkiyetini kastettiği hususu açıklığa kavuşturulmamıştır.545 Ahmed b. Hanbelonun savunduğu görüşün Cehmiyye'ninkinden farklı olmadığını söylemiştir.546 Kerâbîsî, nasları esas almakla birlikte itikadı meseleleri akıl ilkeleriyle teyit etmeyi gerekli bulan ilk dönem Ehl-i sünnet kelâm âlimlerinden biri olarak kabul edilir. İb-nü'n-Nedîm, Küllâbiyye'nin ricali arasında saydığı Kerâbîsî'nin kader meselesinde Cebriyye'ye meylettiğini söylerse de bu iddia diğer kaynaklarca doğrulanmamıştır.
Kerâbîsi, devlet başkanlığı konusunda müslümanların en faziletlisi dururken başkasına biat etmenin caiz olmayacağını, bununla birlikte Hz. Ali ile Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm, Âişe ve Muâviye b. Ebû Süfyân arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkların farklı İctihadlara dayandığını, bu sebeple de suçlanmamaları gerektiğini söylemektedir. Onun, tek kişinin şahitliğini yeterli gören kimsenin nassa aykırı davrandığı için tövbe etmesinin lüzumu yönündeki içtihadı da ilginçtir.547
Kerâbîsî'nin hacmi yaklaşık 200 cüzü bulan çeşitli eserler kaleme aldığı belirtilmişse de bunlargünümüze ulaşmamıştır. Adları bilinen bazı eserleri şunlardır:
Edebü'1-kadâ hadis, muhtelif nakiller ve fıkhî ihtilâflar açısından zengin bir içeriğe sahiptir; Mâverdî'nin Kerâbîsî'den yaptığı iktibaslar bu kitaptan alınmış olmalıdır; Kitâb fi'î-ma-kâlât kelâma dair olup Özellikle Haricîler hakkında zengin bilgiler ihtiva eden kitabın bazı pasajları iihâdla ilgili eserlerde yer almaktadır; Esmâü'l-müdellisîn hadis ricali tenkidi alanında Öncü eserlerden kabul edilmiştir; Kitâb fi'ş-şehâdât; Ki-tâbü'l-İmâme.
Bibliyografya :
Eş 'arî, Makâlât (Ritter), s. 95, 457, 602; İbn Hibbân, eş-Şikât, VIII, 189; İbn Adî, el-Kâmil, II, 775-777; İbnü'n-Nedîm, el-Fİhrist {Teceddüd}, s. 230-231; Mâverdî, Edebü'l-kâdî {nşr. Muhyî Hilâl Serhan), Bağdad 1391/1971, II, 327, 378; Ebû Âsim el-Abbâdî, Tabakâtû'l-fukahâYş-Şâ- fi'iyye {nşr.G. Vitestam), Leiden 1964, s. 23-24; Hatîb, Târîhu Bağdâd, VII!, 64-67; İbn Abdü!-ber, et-İntikâ', Kahire 1350, s. 165-166;Şîrâzî, Tabakâtü'l-fukahâ', s. 102; Ebü'I-Ferec İbnü'l-Cevzî, ed-Dıfafâ* (nşr. Ebii'1-Fidâ Abdullah el-Kâdî), Beyrut 1406/1986,1, 216; Nevevî. Tehzîb, 1/2, s. 284;İbnHallikân, Vefeyât, 11, 132-133; Ze-hebiTârîhıı'L-İslâm.:sene241-250,s. 241-243; a.mlf., Dîuanü'd-du'â/a' ue't-metrû.kîn, Beyrut 1408/1988, 1, 203; İbn Fazlullah el-Ömeri, Me-sâtik, VI, 141; Safedî. e/-Vâ/T, XII, 430-431; Süb-kî, Tabakât,\\, 117-126; İsnevî, Tabakâtü'ş-Şâ-fi'iyye, 1, 29-30; Ebü'l-Fidâ İbn Kesir, Tabakâ-tü'1-fu.kahâ'i'ş-ŞâfıHyyln (nşr. Ahmed Ömer Hâ-şim-M.Zeynürıüm M.Azb]. Kahire 1413/1993, 1, 132-134; İbn KâdîŞühbe. Tabakâtü'ş-Şâfi'iy-ye, I, 63-64; İbn Hacer. Lisânü'l-Mizân, 11, 303-305; Sezgin, GAS, 1, 599-600. Ahmet Nedim Serinsu
KERAHET 548 KERAMET
Velîlerden zuhur eden olağan üstü hal.
Sözlükte "iyi. ahlâklı ve cömert olmak" anlamına gelen keramet, kerem gibi masdar olup "iyilik, cömertlik" mânasında isim şeklinde de kullanılır. Terim olarak "Allah'ın sâlih, takva sahibi, velî kullarından zuhur eden olağan üstü hal" diye tanımlanır. "Bir yetkiye dayanarak iş yapmak" anlamındaki tasarruf kelimesi de tasavvufta kerametle eş anlamda kullanılmıştır.
Keramet, tıpkı mucize gibi tabiat kanunlarıyla açıklanamayan olağan üstü ve sıra dışı bir olay olup mahiyeti itibariyle mucizeden farklı değildir; aralarındaki fark meydana geliş şekliyle ilgilidir. Mucize peygamberlerden, keramet tam olarak ona bağlı olan velîlerden zuhur eder. Ancak peygamber peygamberliğini iddia eder ve bunu ispat için mucize gösterir. Gösterdiği mucize ile inanmayanlara meydan okur. Peygamberi örnek alan velî ise velilik iddiasında bulunmadığı gibi kimseye meydan da okumaz. Birinde mucizenin izharı, diğerinde kerametin zuhuru söz konusudur. Mucize gibi kerametin de yaratıcısı ve hakiki sahibi Allah'tır.
Sûfîler kerameti Allah Teâlâ'nm velî kuluna bir ikramı ve lutfu olarak kabul etmişler. Allah'ın kendisine itaat eden ve O'na yaklaşmaya çalışan velîlere bunu ihsan edeceğini söylemişlerdir. İlâhî bir lütuf olmakla beraber keramete mazhar olan bir velî kendisinden böyle bir hal zuhur ettiği için bu halin bir mekr, istidrâc ve ibtilâ olmasından korkar. Bu ihtimali dikkate alan velî kerametle denenmek istendiğini düşünerek endişe eder. Bir yandan Allah'ın lutfuna nail olduğu için O'na şükreder, daha çok bağlanır, öte yandan da bunun sorumluluğundan ve getireceği sonuçlardan kaygılanır. Bundan dolayı kendisinden zuhur eden hali ifşa etmez ve bu hal sebebiyle insanların gösterdiği teveccühün nefsini şımartabileceğin! hesaba kadar.
Kaynaklarda kerametin birçok türünden bahsedilmiştir. Meselâ Sübkî yirmi beş çeşit keramet sayar.549 Bununla birlikte kerametler keşif ve ilhamla ilgili olanlar 550 insanın gücünü aşan birtakım şeylerin yapılması 551meleklerin görülmesi veya seslerinin işitilmesi şeklinde üç gruba ayrılabilir.
Harikulade haller mümin- kâfir, dindar-günahkâr herkeste görülebilir. Kâfir ve günahkârlarda zuhur eden bu hallere mekr. ihanet ve istidrâc gibi isimler verilir.552 İnançsız ve fâsık kişilerde böyle olağan dışı hallerin görülmesi onların buna bakıp büyüklenmeleri, şımarmaları, azgınlıklarını arttırmaları, sonuçta daha büyük ve daha şiddetli bir azaba mâruz kalma-larıyla izah edilir. Diğer olağan üstü haller de üçe ayrılır. Peygamberde tebliğ görevine başlamadan önce görülen harikulade hallere irhâs, tebliğe başladıktan sonra görülenlere mucize, dinine bağlı, ahlâklı ve iyi hal sahibi müminlerde görülen harikulade hallere keramet, sıradan müminlerde görülen bu tür hallere maûnet (ilâhîyardım) denir. Hangi İnançta ve dinde olursa olsun bazı insanlarda tabiat kanunlarıyla açıklanması mümkün olmayan olağan üstü hallerin istisnaî olarak görüleceği, ancak bunların sürekli ve düzenli olmadığı kabul edilir. Nitekim dinlerin hemen hepsinde din adamları veya inananlarda zuhur ettiğine inanılan harikulade olaylar söz konusudur. İlkel kabile dinlerinde büyücü, kabile doktoru veya şamanın vecd halinde kutsal varlıkla bir tür temas sağlamak suretiyle kötü ruhları kovduğuna, hastaları iyileştirdiğine inanılmaktadır.
C^Yahudilik'te, din adamları ve mistiklerin yanında sıradan müminlerde bile Tan-rı'ya ibadet ve dua etmek suretiyle hastaları iyileştirmek ve bazı taleplerinin yerine gelmesini sağlamak gibi harikulade olayların zuhur ettiğine, ancak bunun Tanrı'nın iradesi ve gücü sayesinde gerçekleştiğine inanılmaktadır. Ahd-i Cedîd'-de havarilerin tebliğ faaliyetleri sırasında insanları kötü ruhların tesirinden kurtarmak 553 hastaları iyileştirmek 554 vb. olaylar gerçekleştirdikleri belirtilmektedir Havarilerden Petrus'un topal bir adamı iyileştirdiği 555 hatta onun gölgesinin dahi iyileştirici bir güce sahip olduğuna inanıldığı kaydedilmektedir.556 Ancak bütün bu hallerin Hz. îsâ'-nın yardımıyla ve onun adına gerçekleştirildiğine inanılmaktadır.557 Hıristiyanlık tarihinde havarilerin ardından II ve III. yüzyıllarda şehidler gibi karizmatik şahsiyetlerden, daha sonraki asırlarda bazı piskopos ve azizlerden harikulade hallerin zuhur ettiği belirtilmektedir.
Kelâm ve akaid âlimleri keramet meselesini mucize gibi itikadî bir konu şeklinde değerlendirmişler, mutasavvıflar ise yaşadıkları manevî hayatla ilgili ilâhî bir lütuf olarak eserlerine almakla birlikte bunun imkân ve vukuunu aklî delillerle ispat konusu üzerinde fazla durmamışlardır. Bunun sebebi, mucizeyi ispata yarayan delillerin kerameti de ispatladığına inanılmasıdır.558
Mucize gibi keramet de harikulade halleri ifade eden bir terim olarak Kur'an'da ve hadislerde geçmez. İlk zamanlarda genellikle "âyet" terimiyle ifade edilen 559 bu tür olaylar için II. (VIII.) yüzyıldan itibaren keramet kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Keramet teriminin sonraki dönemlerde ortaya çıkması bu hallerin Kur'an ve hadislerde bulunmadığı anlamına gelmez. Kur'an'da adı belirtilmeyen bir zatın Sebe melikesinin tahtını bir anda Hz. Süleyman'ın yanına getirmesi 560 Meryem'e Allah katından rızık geimesi 561 Ashâb-ı Kehf in köpekleriyle birlikte bir mağarada uzun süre uyuyup kalmaları 562 Hz. Musa'nın annesine bebeğinin geri verilmesi 563 ayrıca Hızır ve Zülkarneyn olayları da 564 Kur'ân-i Kerîm'de geçen keramet örnekleri olarak görülmüştür. Bu âyetlerde sözü edilen kişiler peygamber olmamasına rağmen kendilerinden harikulade haller zuhur etmiştir.
Sahih hadislerde de birtakım keramet örnekleri nakledilir: Meselâ Cüreyc isminde bir velînin beşikteki bir bebeği konuşturması 565 mağarada mahsur kalan üç kişinin olağan üstü bir şekilde bu durumdan kurtulması 566 bir sığırın, üzerine yükyükle-yen kişiye, "Ben bunun için yaratılmadım" demesi 567 gibi. Hz. Peygamber hayatta iken bazı sahâ-bîlerde görülen kerametler hadis kitaplarında rivayet edilmiştir. Bir bedevî şekline girerek Resûl-i Ekrem'le konuşan Cebrail'i sahabenin görmesi, bazan da Cebrail'in Dihye b. Halîfe el-Kelbî şeklinde görünmesi 568 Hz. Ebû Bekir'in üç kişi için hazırladığı yemeğin bereketlenmesi, birçok kişinin bu yemekten yemesi ve yine de yemeğin artması 569 Üseyd b. Hudayr'ın bir gece Kur'an okurken meleklerin kendisini dinlemeye geldiklerini görmesi 570 Abbâd b. Bişr ile Üseyd b. Hudayr'ın bir gece Hz. Peygamber'in sohbetinden ayrılıp evlerine giderken bir ışığın önlerini aydınlatması 571 Han-zale b. Ebû Âmir şehid düştüğünde melekler tarafından yıkandığından "Gasîlü'l-melâike" şeklinde anilması 572 hadislerde geçen keramet örnekleri olarak zikredilebilir. Kaynaklarda sahabeye, tabiîne ve te-beü't-tâbiîne ait çeşitli kerametler nakledilmektedir.573
Resûl-i Ekrem ve sahabe döneminde oldukça seyrek görülen keramet olaylarıyla ilgili rivayetler giderek artmış, hatta bir velîye ait olmak üzere birçok keramet nakledilmiştir. Sahabe ve onları izleyen iki nesilden az sayıda keramet rivayet edilmesi dikkate değer bir husustur. Sahabeden zuhur eden bazı kerametleri kaydeden İbn Haldun, o dönemden nakledilen kerametlerin az oluşunu Resûl-i Ekrem zamanında sahabenin böyle bir hal göstermeye gücünün kalmamasına bağlar, hatta daha sonraki dönemlerde bile Medine'ye gidenlerin keramet hallerinin kendilerinden alındığına işaret eder.574 Hz. Peygamber'in mucizelerinin ve diğer hallerinin baskın oluşu kerametlerin zuhurunu genellikle engellemiş, vefatından sonra da bu durumun etkisi giderek azalmakla beraber bir süre daha devam etmiştir.
İlk üç nesilden nakledilen kerametlerin çoğu zayıf rivayetlere dayanır. Meselâ Hz. Ömer'in, Nihâvend'de savaşan ve düşman tarafından kuşatılma tehlikesiyle karşılaşan Sâriye isimli kumandanına Medine'den seslenerek talimat verdiğine dair rivayet çok yaygın olmakla beraber sahih bir senede dayanmamaktadır.575 Daha sonra örnekleri ve çeşitleri giderek artan kerametler velâyetnâmelerin ve menâkıb kitaplarının temel konusu ve malzemesi olmuş, sıra dışı niteliği azalarak alışılmış olaylar haline gelmiştir.
Mu'tezile mezhebinin kerameti kabul etmemesi konuyu kelâm ilminde tartışma mevzuu haline getirmiş. Selef ve Ehl-i sünnet, Mu'tezile'nin bu husustaki itirazlarını reddederek kerametin İslâm'daki yerini vurgulamıştır. Eş'arîliğin kurucusu Ebü'l-Hasan el-Eş'arî, "Hadis ve sünnet ehli sâlih müminlerden kerametin zuhurunu kabul eder" demiş 576 daha sonraki Eş'arî kelâmcıları da Ehl-i sünnet'in inancı olarak bu kanaati tekrarlamıştır.
İmâm-ı Azam'ın el-Fıkhü'1-ekberadlı eserinde yer alan, "Evliyanın kerameti haktır" ifadesi Hanefî fakihleri ve Mâtü-rîdî kelâmcıları tarafından tekrarlanmıştır. Hanbelîler ve Selef mezhebi mensupları da kerametin hararetli savunucuları olmuşlar 577 Abdülkâhir el-Bağdâdî gibi mezhep tarihçileri keramete inanmayı Ehl-i sünnet'in bir özelliği olarak göstermişlerdir.578
Ehl-i sünnet içinde Ebû İshak ef-İsfe-râyînî, Ebû Muhammed İbn Ebû Zeyd el-Mâlikî 579 İbn Hazm ve Halîmî gibi âlimler kerameti inkâr etmemekle beraber sınırlı tutmuşlardır. İbn Hazm'a göre velîlerden kerametin zuhuru peygamber hayatta iken söz konusu olur. Bu durumda kerametin mucize ile karıştırılması ihtimali ortadan
kalkar.580 İsferâyînî'nin de mucize ile karıştırılması ihtimalini ileri sürerek kerameti tereddütle karşıladığı nakledilir. Ancak ona göre de velîlerin dualarının kabul edilmesi gibi kerametleri vardır.581
İmâmiyye Şîası da kerameti savunur. Bu mezhebe göre on iki imamdan her birinin kerametleri, hatta mucizeleri vardır. Ehl-i sünnet, peygamberlerden zuhur eden harikulade hallerin dışında mucize tabirini kullanmadığı halde Şîa özellikle masum imamların keramet ve mucizeleri bulunduğunu kabul eder.582 Şîa'ya göre sefir ve bab denilen Şiî din adamlarından da mucizeler zuhur edebilir. Küleynî, imamların gösterdikleri kerametlere ve mucizelere örnekler verir.583 İkindi namazını geçiren Hz. Ali'nin bu namazı vaktinde kılması için batan güneşin geri geldiği Şîilik'te mütevâ-tir bir haber olarak kabul edilir. İslâm filozoflarından İbn Sînâ. kerameti insan nefsinin yetenek ve imkânları dahilinde bir husus olarak görür ve bunun psikolojik açıklamasını yapar.584
Çağdaş Sünnî müelliflerden Şeybî, sû-fîlerin kerâmetleriyle Şiîler'in kerametleri arasında benzerlik görmüş ve sûfîlerin keramet anlayışının Şiî etkiler altında oluştuğunu ileri sürmüştür.585 Fazlurrahman gibi bazı çağdaş yazarlar da Sünnîliğin kerameti sonradan inanç sistemine aldığı görüşündedir.586
Ehl-i sünnet sadece evliyadan değil sıradan bir müminden de harikulade bir halin zuhur edeceğini kabul eder ve buna maûnet veya keVâmet ismini verir. İbn Teymiyye'ye göre keramet bir ihtiyacı karşılamak üzere zuhur eder. Keramete ihtiyacı bulunan veya imanı zayıf olan bir kişiye keramet verilmesi onun ihtiyacını gidermek ve imanını güçlendirmek içindir. Bu durumda keramete ihtiyaç hissetmeyen bir müminin velilik derecesi daha yüksektir. Sahabeden çok tabiîn arasında kerametlerin görülmesinin sebebi de budur.587 Kerametin bir amacı da nefsi eğitmek ve ıslah etmektir.588 Keramet olaylarına daha çok mutasavvıflar arasında rastlandığından tasavvuf kitaplarında bu konu üzerinde geniş olarak durulmuştur.
Olağan üstü bir hal olduğundan halk keramete büyük ilgi göstermiş, keramet sahibi velîyi Allah'a en yakın kişi olarak görmüş, onun ilâhî bir güce dayandığına ve bu güçle istediği her şeyi yapabileceğine İnanmıştır. Büyük sûfîler bu kanaatin yanlış olduğunu, kerametin Allah'a yakınlık derecesinin göstergesi sayılmadığını, kerameti görülmeyen velilerin de bulunduğunu, bunların mertebelerinin keramet sahibi velîlerden daha yüksek olduğunu, kerametin henüz işin başında bulunan bazı velîlerde görüldüğünü, kerametin ve keramet sahibi velîlerin manevî durumlarının abartıimaması gerektiğini vurgulamışlardır.
Sehl et-Tüsterî, kerameti ağlayan çocukları susturmak için verilen afyona benzetmiş 589 Cüneyd-i Bağdadî kerametin gönül ehli için bir perde olduğunu söylemiştir. Ebü'I-Hü-seyin en-Nûrî, bir defasında oltasını nehre atarak üç batman ağırlığında bir balığın oltaya takılması için dua etmiş ve bu ağırlıkta bir balık oltasına takılmıştı. Durumu haber alan Cüneyd, "Nuri'nin oltasına yılan takılsaydı hakkında daha hayırlı olurdu" demiştir. Daha sonra karşı kıyıya geçmek için Dicle sahiline inince nehrin İki yakasının bir araya geldiğini görmüş, fakat kendisi kayıkla karşı yakaya geçmeyi tercih etmiştir.590
Büyük sûfîler kerametin fazla önemli bir hal olmadığını çeşitli misallerle anlatmaya çalışmışlardır. Bir gecede meşrik-ten mağribe giden, su üzerinde yürüyen, havada uçan bir zattan bahsedenlere Bâ-yezîd-i Bİstâmî. "Lânetli şeytan da bir gecede meşrikten mağribe gider, balık da suda yüzer, leş yiyen kargalar da havada uçar" diyerek kerametlerin abartılmama-sını istemiş, asıl kerametin müminin Allah'ın emir ve yasakları karşısındaki itaat hali olduğunu söylemiştir 591 Ebû Ali el-Cûzcânî. sûfî-lere keramet sahibi değil istikamet sahibi olmalarını tavsiye etmiş, istikametin kerametten daha üstün olduğunu belirtmiştir.592 Yahya b. Muâz er-Râzî de abdalın kerametten, âşıkların muhabbetten, ariflerin zikirden bahsettiklerini söyler, en aşağı halin keramet, en yüksek halin ise zikir olduğunu ifade ederdi.593
Mutasavvıflar biri maddî, zahirî, kevnî, hissîve sûrî; diğeri manevî, bâtınî, ruhî ve hakikî olmak üzere kerametin iki türünden bahsetmiş, birinci türden çok ikinci türe önem vermişlerdir. Tayy-i me-
kân, kışın yaz meyvelerine kavuşma, ateşte yanmama gibi harikulade haller hissî ve kevnî olup fazla Önemli değildir, hatta bunlar bazan tehlikeli ve zararlı da olabilir. Dinin emir ve yasaklarına sıkı bir şekilde uymak, kötü huy ve alışkanlıkları terkedip iyi alışkanlıklar edinmek, istikamet üzere olmak, nefse hâkimiyet, çalışıp çabalamak suretiyle ilim ve irfan sahibi kâmil bir insan olmaya çalışmak gerçek ve manevî kerametlerdir.
Velîlerin kerametlerinin onlardaki sıdk ve himmet denilen manevî ve olağan üstü bir güçten kaynaklandığını söyleyen Muhyiddin İbnü'l-Arabî'ye göre bu gücü kullanmayıp keramet göstermeyen velîler bu güce dayanarak tasarrufta bulunan velîlerden üstündür. Ona göre sekiz organın sekiz çeşit kerameti bulunur. Kerametler bu organların şer'î ve ahlâkî kurallara tam olarak uymasının bir ödülüdür. Bu organlar göz, kulak, dil, mide, cinsel organ, el, ayak ve kalptir. Bunlardan her birinin zahirî ve haricî, buna bağlı olarak da bâtını ve dahilî kerametleri bulunur. Meselâ gözün haram şeylere bakmaması zahirî keramet, bunun ödülü başkalarının göremediği manevî âlemdeki bazı şeyleri görmek şeklindeki bâtınî keramettir. Midenin zahirî kerameti haram lokma yememek, bu faziletin ödülü olan bâtınî kerameti az gıda ile çok kişiyi doyurmaktır.594
İlk zamanlarda tasavvufun esas maksadı takva sahibi dürüst bir müslüman olmaktı. Bu amaç için çaba harcayan sû-fîlerde bazan Kerametlerin zuhur ettiği olurdu. Fakat onlar buna fazla önem vermez, hatta bundan dolayı endişelenir ve bunu gizli tutarlardı. Daha sonra keşif ve keramet mertebesine ermek için riyazet ve mücâhede bir vasıta haline gelmiş, bu durum kerametlerin büyük ilgi görmesine ve yaygınlaşmasına sebep olmuştu.595
Zaman zaman şa'beze(gözbağcılık), sihir, nîrencât. mehârîk. falcılık, kâhinlik, müneccimlik gibi şeylerin kerametle karıştırılması tabiat kanunlarına güveni sarsmış, bu durum birçok bâtıl inancın, hurafenin, hayal ürünü hususların yayılmasına ve toplumu olumsuz yönde etkilemesine sebep olmuştur. Baştan beri keramet konusuna ulernjnjn ihtiyatlı yaklaşmasının sebebi budıtf. İbnü'l-Cevzî keramet olarak gösterilen bazı şeylerin şeytanın oyunu olduğunu, bunların bir kısmının saf kişilerin olağan hadiseleri olağan üstü olarak algılamalarından kaynaklandığını, bazan da tesadüfen vukua gelen olayların keramet şeklinde anlaşıldığını, bazı kurnaz kişilerin birtakım sahtekârlıklarla bu tür olayları keramet olarak takdim edip halkı sömürdüklerini anlatır.596
Velâyetnâme ve menâkıb kitaplarının genellikle ana konusunu ve malzemesini keramet ve keşif hallerinin oluşturması akla ve ilme güveni sarsmakla kalmamış, dinî hükümler için de tehlike oluşturmuştur. Bu sebeple Mu'tezile gibi akılcı eğilimleri ağır basan hareketler keramete ilke olarak karşı çıkarken fıkıh âlimleri daha çok görüldüğü ileri sürülen keramet olaylarını eleştirmiştir. XIX. yüzyıldan itibaren aklı, bilimi, deney ve gözlemi öne çıkaran akılcı, maddeci ve pozitivist felsefelerin etkisi altında kalan son dönem İslâm âlimleri keramet olaylarını hurafe olarak görüp eleştirmiştir. Çağdaş İslâm dünyasındaki yenilikçi akımlar da genel olarak çok sınırlı bir keramet anlayışını teoride kabul etmekle beraber rivayet edilen keramet olaylarının temelsizliğini vurgulamışlar, hurafe saydıkları pek çok keramet olayını İslâm düşüncesi için bir tehdit olarak görmüşlerdir. Diğer taraftan spiritizm, astroloji ve parapsikoloji gibi akımlara ilgi duyanlara keramet olayları oldukça çekici gelmektedir. Keramet olaylarına ilgi duyulmasında bu tür akımların etkisi vardır. Keramet inancı bugün tarikat ehli ve halk arasında da geniş ölçüde varlığını korumaktadır. -
Bibliyografya :
Râgıbel-İsfahânî. et-Müfredât, "âyet", "Jjırk". "kerm" md.leri; et-Ta.'rîfât, '"Keramet", "frhâş", "İstidrâc", "Mekr", "Ma'ûnet", "Mu'cize" md.leri; a.mlf., Şerhu'l-Mevâkıf, İstanbul 1311, I, 220; 111, 220-221; Teflânevî, Keşşaf, 1, 328; II, 1266; The Babylonian Talmud, London 1935- 78, Berakhot34;Mıîsned,II, 116; III, 139, 191; Dârimî, "Fezâ'ilü'l-Kur^ân", 8; Buhârî, "Şâlât", 79, "îmân", 57, "Enbiyâ"', 48, 54, "İcâre", 12, "Edeb", 88,"Menâkıb", 25, "Mevâkif, 41; Müslim. "Birr", 8, 12, "îmân", 57, "Fezâ'ilü'ş-şahâbe", 13, "Şalâtü'l-müsâfirîn", 242, "Eş-ribe", 176;Tirmizî. "Menâkib". 16; Ebû Ha-nîfe, ei'Fıkhu'l-ekber (trc. Mustafa Öz, İmam-ı Azam'ın Beş Eseri içinde), İstanbul 1992, s. 74; İbn Hişâm, es-Sire, II, 594; İbn Sa'd. et-Tabakât, 111, 96, 123, 354, 463; IV, 92, 234; Haris el-Muhâsibî, Kitâbü'l-Hatüe oe't-tenak-kul /f'/-'iöâdc ue deracâtü '!-câbidîn (nşr. A. Ab-duh Halîfe el-Yesûî. et-Meşrık içinde), XLIX/1, Beyrut 1955, s.44-45;Câhiz. Kitâbü'l-Hayeuân, IV, 73; Tahâvî, et-cAkide, Beyrut 1978, s. 59; Eş'arî. Makâlâtü'l-istâmiyytn. Kahire 1969,1, 439; a.mlf., e/-/Mne, Medine 1405, s. 63; Kiiley-nî, el-üşûl mine'l-Kâfi, Beyriit 1401,1, 231,256-260; Serrâc, ei-Lürrm^l. 302, 390, 394, 400, 403; Kelâbâzî, et-Ta'arruf, Kahire 1969, s. 71, 106; Bâkıllânî. el-Beyân (nşr. R. |. McCarthy), Beyrut 1958, s. 4-7, 48; Sülemî, Tabakât, s. 121, 188, 211, 560; Şeyh Müfîd, Evâ'ilü'l-ma-kâlâi, Tahran 1278, s. 77, 79; Kâdî Abdülceb-bâr, e/-Muğnf, XV, 183,213-216,242-243,270; Bağdadî. el-Fark (Abdülhamîd). s. 344; a.mlf.. üşûlü'd-dtn, İstanbul 1346,s. 174, 184;ibnSÎ-nâ, el-İşarât oe'i-tenbıhât, Kahire 1958, III,895-899; a.mlf.. FiBeyâni't-mu'cizât ae'l-kerâmât (nşr. C. N.Atıyye, et-EMâş içinde), XIl]/4, Beyrut 1960, s. 543-558; ibn Hazm, el-Faşl, V, 9-15;Kuşeyrî. er-Risâle, Kahire 1966, s. 441, 660, 676, 678, 679; Hücvîrî, Keşfü'l-mahcûb, Tahran 1338, s. 276-278; Cüveynî, ei-İrşâd, Beyrut 1986, s. 260-264; Zemahşerî. el-Keşşâf, Beyrut 1974, IV, 632; Şehristanî, riilıâyetü'l-İkdâm fi Vmi'l-kelam (nşr. A. Guillaume), s. 497; a.mlf., el-Müel oe'n-nihal, Beyrut 1975, s. 84; Nûred-din es-Sâbûnî, el-Bidâye ft uşûll'd-dîn (nşr. Be-kirTopaloğlu], Ankara 1399/1979; İbnü'l-Cevzî. Telbisü İblis, Kahire 1928, s. 364-373; Fahred-din er-Râzî, et-Tefsîrü'l-kebîr, İstanbul 1307, [], 615, 659; V, 682, 687, 691, 694; XXIV, 197; a.mlf., el-Metâlibü'l-'âüye mine'l-'ilmi'l-ilâfıî (nşr. Ahmed Hicâzî es-Sekka), Beyrut 1407/
1987, VIII, 143; a.mlf.. el-Mebâhişü'l-meşrıkty-ye(nşr. Muhammed el-Mu'tasım-Billâh el-Bağ-dâdî). Beyrut 1401/1990, II, 436; a.mlf., el-Mıt-haşşal (nşr. Tâhâ Abdurraûf Sa'd), Kahire, ts. (el-Mektebetü'l-külliyyetü'l-Ezheriyye). s. 161; İb-nü'1-Arabî, el-Fütûhât, II, 287, 478-493; a.mlf., Fuşûş (Afîfî).!, 152, 169, 170; Beyzâvî. Tauâ-li'u'l-enuâr, Mısır 1311, I, 566; İbn Teymiyye, Mecmû'atü'r-resâ'U, V, 151-170; a.mlf., el-Fur-kân beyne euliyaTr-rahmân ue euliyâ'i'ş-şey-tân, Kahire 1387, s. 73-77; Sübkî. Tabakât, II, 316; Teftâzânî, Şerhu'l-Makâşıd, istanbul 1305, II, 176; a.mlf., Şerhu'l-'Akâ'id, İstanbul 1297, s. 175; İbn Haldun. Mukaddime, Kahire 1957, s. 402-425;a.mlf., Şifâ'ü's-sâ% s. 33, 50, 101; İbn Hacer, et-İşâbe, II, 291; Câmî, Nefehât, Tahran 1370, s. 16-23; Celâleddin ed-Devvânî. el-' Celâl, İstanbul 1314, s. 72; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 70-84; Münâvl, el-Keuâkib, I, 8-14; İmâm-ı Rabbani, Mektûbât, İstanbul 1963, I, 186; 11, 138; III, 110, 190; Ebü'İ-Bekâ, et-Külliy-yat, Kahire 1253, s. 179; Beyâzîzâde Ahmed Efendi, İşârâtü'l-merâm min 'İbârâti't-İmâm, Kahire 1368/1949, s. 312, 338; Aclûnî. Keşfü't-hafa\ II, 380; Süleyman Nedvî, İslâm Tarihi, Asr-ı Saadet (trc. Ömer Rıza Doğrul], İstanbul 1347/1928, III, 1109-1145; Elmalılı. Hak Dini, IV, 2239-2251; Kasım Ganî, Târîb-i Taşauuufder Iran, Tahran 1340, s. 241; Nebhânî, Kerâmâtü7-evliyâi, l-Il, tür.yer; Ebü'l-Alâ el-Afîfi, et-Taşaü-uufşeuretün rûlıiyye fi'l-islâm. Kahire 1963, s. 296; M. Asin Palacios. İbnü'l-'Arabihayâtüh ue mezhebüh[trc. Abdurrahman Bedevî), Kahire 1965, s. 193; Kâmil Mustafa eş-Şeybî, eş-Şda beyne't-taşaüutıfue't-teşeyyu', Kahire 1969, s. 391-397; Ma'sûm Ali Şah, Tara'ik, I, 122-136; el-Mu'cemü'ş-şûjî, s. 961; R. A. Nicholson, İslâm Sûflleri (trc. Mehmet Dağ v.dğr.j, Ankara 1978, s. 103-125; Fazlurrahman. islâm (trc. Mehmet Dağ- Mehmet Aydın), Ankara 1981, s. 171, 193, 200; L. Jacobs. TheJeıvishReligion: A Companİon, Oxford 1995, s. 348; A. Schİm-mel. islâmın Mistik Boy utları (trc. Ergun Koca-bıyık), İstanbul 2001, s. 203-204; M. Fierro. "The Polemic About the Karâmât al-Awliya and the Developmenr. of Sufısm in al-Andulus", BSOAS, LV/2 (1992), s. 236-249; "Kerâ-met-i Evliyâ'ullâh", Tahkikât-ı İslâmî, IX/1, Tahran 1373/1994, s. 198; D. B. Macdonald. "Keramet", M, VI, 577-578; L. Gardet, Karama", E/2(lng.), IV, 615-616; M. Waida. "Mirac-les, An overview", ER, IX, 541-548; Ömer Faruk Harman. "Asar" b. Berahyâ", DİA, III, 455. Süleyman Uludağ
Kelâm.
Kerametin itikadî bir kavram olarak ortaya çıkış zamanına ilişkin kesin bilgiler mevcut değilse de bunun III. (IX.) yüzyılın ikinci yansına rastladığını söylemek mümkündür. Her ne kadar Ebû Hanîfe'ye nisbet edilen el-Fıkhü'1-ek-ber'öe, "Kerametler velîlere aittir" ifadesine yer verilmek suretiyle keramet itikadî bir mesele olarak ele alınmışsa da ilim çevrelerinde bu esere Ebû Hanîfe'ye ait olmayan bazı ilâvelerin yapılmış olabileceğine dair kanaatin bulunması, keramet telakkisinin onun döneminde ortaya çıkmış olması ihtimalini zayıflatmaktadır. Keramete ilkin terim anlamını yükleyen ve onu itikadî bir mesele haline getirenler Sünnî sûfîler olmalıdır. İbrahim b. Edhem. Râbia el-Adeviyye. Fudayl b. İyâz gibi ilk sûfîlerin ardından teşekkül eden Sünnî tasavvuf ekollerine mensup âlimler kerametin velîlerce gösterilen harikulade bir olay olduğunu söylemiş ve bunu bir inanç ilkesi haline getirmiştir. Haris el-Muhâsi-bî, kerametin takvadan ibaret olduğunu belirtmekle birlikte tasavvufî bir yaklaşımla yakinin son mertebesine kimsenin erişemeyeceğini söylemiş, Hz. Peygamber'e isnad edilen mevzu bir rivayete dayanarak Hz. îsâ'nm daha güçlü biryakin sahibi olsaydı sadece su üzerinde değil havada da yürüyebileceğine dikkat çekmiş ve bunu keramet çerçevesinde düşünmüştür.597 Muhâ-sibî'den sonra gelen Sehl b. Abdullah et-Tüsterî insanların en üstününün Ehl-i sünnet mensupları, Ehl-i sünnefin en üstünlerinin ise velîlerin kudretine inanıp kerametlerini tasdik edenler olduğunu, istedikleri takdirde velîlerin keramet gösterebileceğini söylemiştir.598 Ahmed b. Hanbel, Osman b. Saîd ed-Dârimî, Buhârî, İbn Ku-teybe gibi Selef âlimlerinin eserlerinde velîlerin kerametlerine inanma konusuyla buna inanmayanların durumuna ilişkin bilgilerin bulunmayışı, kerametin III. (IX.) yüzyılın ilk yarısında henüz bir kelâm problemi olarak görülmediğinin delilleri arasında sayılabilir. Aynı asırda kerametin Sünnî sûfîlerce bir itikadî esas olarak görülüp tartışmaya açılmasından sonra IV. (X.) yüzyılda teşekkül etmeye başlayan Sünnî kelâm literatüründe yer almış 599 bu konuda erken devirde müstakil eserler bile kaleme alınmıştır.600
Bazı âlimlere göre ilâhî emirlere tam itaat ve fazla ibadet sayesinde sâlih kullarda gözlenen keramet, sahibinin iradesi dışında gerçekleşir, bazılarına göre de iradesine bağlı olarak meydana gelir. Velîye nisbetle keramet adını alan bu tür harikulade olaylar Hz. Peygamberin vefatından sonra onun devam eden hissî mucizeleri olarak değerlendirilir. Kelâm literatüründe velîlere nisbet edilen kerametin velayeti kanıtlayan kesin bir delil olmadığını savunanlar da mevcuttur.601 Peygamberlerce gösterilen mucizeler, benzerinin meydana getirilmesi için meydan okuma ve peygamberlik iddiasında bulunma şartına bağlı olduğu halde keramet sahibinin İnsanlara meydan okuması ve velayet iddiasında bulunması söz konusu değildir.602
Keramet nevilerini maddî ve manevî olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Cansız varlıklar ve hayvanlarla konuşmak. ölüleri diriltmek, nesnelerin mahiyetini değiştirmek, insanların düşüncelerine muttali olmak, gayba dair olayları bilmek, uzak mesafelere kısa sürede ulaşmak, hastalan İyileştirmek gibi harikulade olaylar maddî kerametlere; günahlardan kaçınıp ilâhî emirlere itaat etmekte başarıya ulaşılması, duaların kabul edilmesi ve sebepsiz ilim verilmesi de manevî kerametlere örnek olarak gösterilebilir.603
İslâm âlimlerinin çoğunluğu kerameti ilke olarak kabul etmekte, bir kısmı ise onu benimsememektedir. Kabul edenlere göre keramet aklen imkânsız değildir. Çünkü Allah bir olayı tabiat kanunları (sünnetullah) düzeninde yaratabileceği gibi bunu aşan bir tarzda da yaratabilir. Ayrıca keramet, sâlih kulların doğru bir Çizgide bulunduğunu kanıtlaması ve müminlerin itminana ermesini sağlaması açısından gerekli sayılabilir. İlâhî kudretin tecellilerini keramet yoluyla müşahede eden müminlerin imanı kökleşir, peşin hükümlü olmayan inkarcılar da hidayete erer.604 Ruhî gücü yüksek olan insanların maddeye hükmedip mahiyetini değiştirmesi Bati'-da yapılan psikolojik deneylerde de gözlemlenmiştir.605 Naslarda kerametin gerçekliğine inanmayı gerekli kılan Kanıtlar mevcuttur. Kur'an'da peygamber olmadıkları halde bazı iyi kullar hakkında harikulade olaylardan bahsedilmiş, Hz. Meryem'in melekleri görüp onlarla konuştuğu ve ona kış gününde yaz meyveleri verildiği bildirilmiş, Ashâb-ı Kehf in uzun yıllar mağarada uyutulmak suretiyle düşmanlarından korunduğu anlatılmış. Hz. Musa'nın annesinin başından geçen harikulade olaylar nakledilmiş, Hızır'ın gaybı bildiğine dair olaylardan söz edilmiş ve Hz. Süleyman'ın isteği üzerine Belkis'ın tahtının çok kısa bir sürede uzak mesafeden getirildiği haber verilmiştir. Hadislerde de peygamber olmayan bazı sâlih kullarla ilgili harikulade olaylardan söz edilmiş, ta-bakat kitapları çeşitli sahâbî, âlim ve sâlih kulların kerametlerini kaydetmiştir. Naslann yanı sıra büyük bir yekûn tutan tarihî nakilleri yanlış kabul etmek müslü-manları yalancılıkla itham etmek anlamına gelir.606 Bütün Sünnî ke-lâmcılarıyla Sûfiyye ve Selefiyye, ayrıca İbn Sînâ gibi filozoflar bu görüştedir. Şîa da imamlardan sâdır olan olağan üstülükleri mucize terimiyle ifade etmekle beraber 607 benzer görüşleri kabul eder.608
Kerameti benimsemeyen âlimlerin görüşlerini de şöylece özetlemek mümkündür: Keramet tabiat kanunlarını aşan harikulade bir olay olduğuna göre velî ve sâlih kulların elinde bu tür olayların vuku bulması mümkün değildir; zira mucizeye benzer harikulade olaylar nübüvveti kanıtlamak amacıyla Allah'ın peygamberlere verdiği kesin kanıtlardır. Peygamber olmayan bir kimseye harikulade olaylar gerçekleştirme imkânını vermek mucizeyi nübüvvetin delili olmaktan çıkarır ve nebî ile velî eşit konuma gelir. Nitekim bunu iddia eden sûfîler de vardır.609 Kur'an'da mucizeler hariç dünyada işlerin tamamıyla sünnetullah çerçevesinde gerçekleştiği açıkça belirtilmiş ve insanın bu doğrultuda çalışmaktan başka çaresi bulunmadığına dikkat çekilmiş. Resûl-i Ekrem'in yanı sıra sahâbîler de her konuda aynı yöntemi uygulayıp başarıya ulaşmışlardır. "Keramet sâlih kullarda görülen bir olay olsaydı en çok ashap ve tabiîn neslinde müşahede edilmesi gerekirdi. Halbuki bu iki neslin keramet gösterdiğini kanıtlayan mütevâtir hiçbir haber yoktur.610 Tabakat ve menâkıb kitaplarında çeşitli âlimlerle sûfüere nisbet edilen kerametlere dair rivayetler âhad haber seviyesindedir, râvileri de genellikle bilgisiz kimselerdir. Keramet rivayetlerinin çoğunun, İslâm'ın hak din olduğunu kanıtlamak ve insanları ilâhî emirlere uymaya teşvik etmek gibi iyi amaçlarla uydurulmuş olması ihtimal dahilinde bulunmakla birlikte kerametlerin bu amaca yönelik kayda değer bir hizmet ifa ettiği söylenemez, çünkü gayri müslimlerin din adamlarına da benzer harikulade olaylar nisbet edilmiştir. Ayrıca bu tür rivayetleri şöhret ve menfaat temini için kullananlar olmuştur. Nitekim Hallâc-ı Mansûr'a atfedilen kerametler çeşitli hileler sonucu olup insanları aldatmak amacı taşır.611 Kur'an'da Allah'tan ve onun bilgilendirdiği peygamberlerden başka gaybın hiçbir kimse tarafından bilinemeyeceğinin açıklanması, dinde kerametin vukuunu sağladığı kabul edilen nafile ibadetlerden çok farz ibadetlere önem atfedilmesi ve kerametle ilgili menkıbelerin III. (IX.) asrın sonlarından itibaren ortaya çıkması bu telakkinin dinî bir temel üzerine oturmadığını gösterir.612 Kur'an'da bazı iyi kişilerle ilgili olarak anlatılan harikulade olaylar genellikle bir peygamberin çevresinde gerçekleştiğinden onun doğruluğunu teyit eden mucizeler niteliğinde kabul edilmelidir. Mu'tezile'nin tamamı ile Ebû Abdullah el-Halîmî, Ebû İshak el-İsfera-yînî ve İbn Hazm bu görüştedir.613 Ancak sözü edilen âlimler sâdık rüyaların vukuu, sâlih müminlerce yapılan duaların kabulü ve işlerinin kolay gerçekleşmesi gibi manevî kerametleri kabul ederler.614
Kerametin gerçek olduğunu savunanlar muhaliflerce ileri sürülen eleştirilere şu cevapları vermişlerdir: Keramet her ne kadar sünnetullaha aykırı ise de nadiren vuku bulur ve hiçbir zaman velîler insanları sünnetullaha aykırı davranmaya teşvik etmez. Bu açıdan bakılınca sadece kerametler değil mucizeler de sünnetullaha muhaliftir. Bu husus, mucizelerin gerçekleşmesini imkânsız kılmadığı gibi kerametleri de imkânsız kılmaz. Keramete ilişkin uydurma rivayetler varsa da bu, söz konusu türden olayların Kur'an ve sahih hadislerle sabit oluşunu ortadan kaldırmaz. Kerametlerin ashap neslinden sonra daha sık görülmesi de tabiidir, çünkü ashap Hz. Peygamber'in mucizelerine şahit olmuştur. Arkadan gelen nesillerin imanlarını takviye etmek için keramete ihtiyaç duymaları bunların çoğalmasına yol açmıştır. Ayrıca keramet mucizeyi nübüvvetin delili olmaktan çıkarmaz, aksine nübüvveti teyit eder, zira keramet sahibi olan velî peygambere tâbidir.615
Muhalif görüşü benimseyenler, kerametin gerçekliğini savunanların kesin aklî ve naklî delillerden yoksun bulunduğunu, velî olmak için harikulade olay göstermek gibi bir şartın naslarda zikredilmediğini, kerametlerin daha çok müridlerce uydurulmak suretiyle sâlih İnsanlara atfedildiğini, ayrıca velîlerin eşyaya hükmettiğini iddia etmenin hıristiyanlarca Hz. îsâ'ya ulûhiyyet isnadına benzeyen bir aşırılık olduğunu ve keramet anlayışının müslümanları hayatın gerçeklerinden uzaklaştırıp hayal dünyasına sevkettiğini söylemişlerdir.616
Keramete dair ileri sürülen görüşlerin ve bunlara ilişkin delillerin incelenmesinden anlaşıldığına göre naslarda belirtilen inançlar arasında keramete inanmanın gerekli olduğuna yer verilmemiş, bu kavram özellikle III. (IX.) yüzyıldan sonra oluşan menâkıbın da etkisiyle zaman içinde bir itikadı ilke haline getirilmiştir. Allah'ın velî ve sâlih kullarını gözetip onlara dünyada müjdeler verdiğini bildiren nas-lar dikkate alındığında duaların kabul edilmesi, ilâhî lütuf sayesinde meşru arzuların gerçekleşmesi, sâdık rüyalar görülmesi ve istikamet üzere yaşamaya muvaffak olunması tarzında vuku bulacak kerametlerin varlığını kabul etmek gerekir. Buna karşılık kişiyi realiteden uzaklaştıran, peygamberlerde görülen harikulade olaylar gibi velînin tabiat üzerinde tasarruf etmesine dayanan kerametlerin ilmî dayanaktan yoksun olduğunu ve naslann isabetsiz bir şekilde yorumlanmasının yanı sıra menkıbelere bağlı bir kültten ibaret bulunduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Hz. Peygamber'in ve ashabın hayatı incelendiği takdirde bu tür kerametlerle örtüşmediği görülür. Ashabın kerametlerini konu edinen kaynaklarda dualarının kabul olunduğuna ilişkin bilgilerin büyük bir yekûn tutması da bu görüşü teyit eder mahiyettedir.617
Keramet konusunda yazılmış eserlerin bir kısmı şunlardır: Bâkıllânî, Kitâbü'l-Beyâncani'l-farkbeyne'I-muccizâtve'l-kerâmât (Beyrut 1958); İbn Teymiyye, Sü-bûlü'n-nübüvvât mıfcizât ve'I-kerâmât; Ahmed b. Muhammed el-Hamevî, Kerâmâtü'1-evli-yâ 618 Muhammed b. Ahmed el-Ensârî, el-Ayâtü'î-beyyinât fî şübûti kerâmâti'l-evliyâ fi'1-hayât ve bcfde'î-memât; Ahmed b. Ahmed el-Acemî, Ke-râmâtü'I-evliy Ali b. Atıyye b. Hasan ei-Hamevî, Nesematü'l-eshâr fî kerâ-mâtil-evliyâ'i'l-ahyâr 619 Abdülhalim b. Muhammed, Riyâzü's-sâdât fî işbâti'1-ke-râmât 620 Muhammed Ahmed Abdüsselâm, el-EvIiyâ ve kerâ-mâtühüm fi'1-Kitâb ve's-Sünne (Kahire 1950); Ebû Muhammed el-Hallâl, el-Kerâmât; İbn Ebü'd-Dünyâ, Kerâmâtü'l-evliya3,- Ebû Zer el-Herevî, Kerâmâtü'l-eviiyds 621 Yûsuf b. İsmail en-Nebhânî.Câmicu kerâmâti'l-evliyâ' (Beyrut 1994); Dila-ver Sefvi, îslâm 'da Velayet ve Keramet (İstanbul 1990); CevâdîÂmülî, Keramet der Kur'ân (Tahran 1372).
Bibliyografya :
Müsned, İM, 103, 432, 473; IV, 296; VI, 218, 307; Buhâri. "Enbiyâ"', 48, 54, Menâkıb", 25, "Edeb", 68, 105; Müslim, "Zikr ve'd-du'â51', 100, "Tevbe", 121, "Şalâtü'l-müsâfirîn", 242; Ebû Hanîfe, el-Fıkhu'l-ekber {İmâm-ı Azam'm Beş Eseri içinde, nşr. Mustafa Öz), İstanbul 1981, s. 61; Haris el-Muhâsibî. RisâleLü'l-müs-terşidîn (nşr Abdülfeltâh Ebû Gudde), Halep 1383/1964, s. 87, 92-93; Sehl et-Tüsterî, et~ Mu'âraza{nşr. M. Kemâl İbrahim Ca'fer), Kahire 1980, s.88-99;Tahâvî. cA/cîde(nşr ArifAytekin), İstanbul 1985, s. 73; Eş'arî. Ma/câ/â((Rir.ter). s. 296, 438-439; Serrâc, el-Lümac. s. 390-398; Bâkıllânî, el-Beyân (nşr. R. |. McCarthy}, Beyrut 1958, s. 5, 74-76; İbn Fûrek, Mücerredi! 7-Ma-kâlât,s. 176-177; KâdîAbdülcebbâr, et-Muğnt, XV, 217-241, 270-272; İbn Sînâ, el-İşârâl ve't-tenbîhât (nşr. Süleyman Dünya), Beyrut 1413/ 1993, IV, 47-48; Ebû Muhammed el-Hailâ!, Ke-râmâiü'l-evliyâ'(nşr. Abdülcelîlel-Atâ), Dımaşk 1412/1993, tür.yer.; İbn Hazm, ei-üşûl oe'l-fü-rûe,Beyrut 1404/1984, s. 132-133; Kuşeyrî.er-Rİsâle, II, 660-668; Hücvîrî, Keşfü'l-mahcûb (trc. îs'ad Abdülhadî Kındîl), Beyrut 1980, s. 452; Gazzâlî. et-iktişâd fı'l-iHikâd, Kahire, ts., s. 98; Nesefî, Tebşıratü'l-edİtte, I, 536-537; Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî, Telbisil İblîs (nşr. M. Münîr ed-Dımaşki), Kahire 1368, s. 385-386; Fahreddin er-Râzî. Mefâtthu'l-ğayb, VIII, 30; XIX, 229; XXI, 89-93; XXX, 168; a.mlf.. Kitâ-bü'l'Erba'ininşr. Ahmed Hicâzîes-Sekka), Kahire 1406/1986, s. 199-205; Seyfeddinel-Âmidî. Ğâyefü7-merâm(nşr. Hasan Mahmûd Abdülla-tîf). Kahire 1391/1971, s. 334-335; İbnü'l-Mutahhar e!-Hillî. Keşfü'l-murâd, Beyrut 1408/ 1988, s. 328-329; İbn Teymiyye, Mecmû'u feta-üâ, XI, 320-321, 332; a.mlf., en-Nübüvuât, Kahire 1346, s. 4, 12], 267; Zehebî.A'tâmü 'n-nü-betâ\ XIII, 403; XVII, 560; XXIII, 238; Yâfiî. Neş-rü't-mehâsini'l-ğâliyye /î fazli meşâylhi'ş-şû-Ayye(nşr. ibrahim Atve İvaz). Kahire 1961, s. 8-34, 37,44-58; Sübkî, Tabakât, II, 323-343; Keş-fü'z-zıtnûn, II, 1452, 1660; Abdüsselâm b. İbrahim el-Lekânî, İthafû'l-mürtd, Kahire 1375/ 1955, s. 206; Abdülkâhir el-Bağdâdî, Uşûlü'd-dîn, İstanbul 1346, s. 174-175, 185; Beyâzîzâ-de Ahmed Efendi. İşârâtü'I-merâm min 'ibârâ-îı"/-/mâm(nşr. Yûsuf Abdürrezzâk). Kahire 1368/ 1949, s. 338; Meclisi, Bitıârü't-enuâr, Beyrut 1403/1983, XLVIII, 29; Emîr es-San'ânî. el-lnşâf (nşr Abdürrezzâk el-Bedr). Huber 1418/1997; Ferîd Vecdî. el-Sslâm fî'aşri-IAlm, Kahire 1350/ 1932, II, 223-289; Reşîd Rızâ, Tefsîrü'l-menâr, MI, 293; XI, 448-451; îzâhu't-mcknûn, I, 6, 345, 392, 601; II, 324, 352, 418, 645, 666, 700; Abdurrahman İbrahim ei-Humeyzî, tjauâ-riku't-'âdât. rı'L-Kur'âni'l-Kerİm, Cidde 1402/ 1982, s. 37-50; Muhammed Abduh, Rtsâietü 't-Tevhîd, Beyrut 1405/1985, s. 159-160. Yusuf Şevki Yavuz
Dostları ilə paylaş: |