Birinci Bölüm / allah'i tanimak


Ahiret Konusuna Kur'ân'ın Verdiği Önem



Yüklə 1,3 Mb.
səhifə59/80
tarix21.08.2018
ölçüsü1,3 Mb.
#73543
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   80

Ahiret Konusuna Kur'ân'ın Verdiği Önem


Kur'ân ayetlerinin üçte birden fazlası ebedî yaşamla ilgilidir: Bu ayetlerden bir kısmında ahirete inanmanın gerekliliği vurgulanır,[1] bir kısmında ahireti inkâr etmenin doğuracağı sonuçlar hatırlatılır,[2] bir kısmında ebedî nimetler[3] ve bir kısmında ise ebedî azaplardan bahsedilir.[4] Aynı şekilde birçok ayette de iyi veya kötü amellerin ahirette doğuracağı sonuçlardan söz edilmekte ve çeşitli üsluplarla kıyametin kopacağı ve bunun zarureti vurgulanarak inkârcıların şüphe ve iddiaları cevaplandırılmakta, bütün günah ve kötülüklerin aslında herkesin hesaba çekileceği kıyamet gününün unutulmasından ya da inkâr edilmesinden kaynaklandığının altı çizilmektedir.[5]

Kur'ân ayetleri dikkatle incelenecek olursa peygamberlerin insanlara en fazla bahsettikleri ve halkın onlarla en fazla tartışmaya girdiği konunun mead meselesi olduğu görülecektir. Hatta peygamberlerin bu konuyu ispatlamak için gösterdikleri çaba, tevhidi ispatlamak için sarf ettikleri çabalardan daha fazladır; çünkü insanların çoğu bu gerçeği kabullenme konusunda daha fazla ayak diremekteydi.

Bu direnmenin nedeni iki başlıkta özetlenebilir: Birincisi insanların algılayamadıkları ve duyumsayamadıkları bütün gaybî gerçekleri genellikle inkâra kalkışması, ikincisi de sırf mead konusu karşısında gösterilen sorumsuzluk ve kayıtsızlık! Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi kıyamete ve hesap gününe inanmak, insanların sorumluluk duygusu taşıyıp davranışlarını sınırlamaları gerektiğini kabullenmelerine, başkalarına zulüm ve haksızlıkta bulunup ahlâksızlık ve günahtan uzak durmalarına yardımcı olan güçlü bir faktördür; bunu inkâr etmekle aslında birey kendi başına buyruk olma, dilediğini yapma, şehvet ve arzularını dilediğince tatmin edebilme yolunu kendisine açık tutmak istemektedir. Bu faktörün altını çizen Kur'ân-ı Kerim şöyle buyuruyor:

İnsan, onun kemiklerini kesin olarak bir araya getirmeyeceğimizi mi sanıyor? Evet (bunu kesinlikle yapacağız ve) onun parmak uçlarını bile derleyip tıpkı ilk hâli gibi yaratmaya gücümüz yeter bizim. Ne var ki insan, sorumsuzca yaşayıp dilediği gibi davranmak ister… [6]

Gerçek anlamda meadı, diriliş ve kıyameti kabullenmekten ısrarla çekinen bu psikolojiyi; "kıyamet, hesap günü, son gün" vb. gibi meadla ilgili olarak Kur'ân'da geçen tabir ve terimleri bu dünyayla ilgili terimlermiş gibi göstermeye çalışıp yazı ve konuşmalarında bu terimleri "halkların dirilişi, sınıfsız toplum oluşturma, yeryüzü cenneti kurma" gibi terimlerle özdeşleştirip ahiret dünyası ve meadla ilgili mefhumları sırf değer ve konum mefhumları veya mitolojik tabirler olarak yorumlayanlarda da görmek mümkündür.[7]

Kur'ân-ı Kerim bu tür insanları "insanoğlunun şeytanları" ve "peygamberlerin düşmanları" olarak tanımlar ve onların ilginç iddialar ve süslü sözlerle insanların aklını çelip hakka ve hakikate iman etmelerine, Allah'ın emirlerine uymalarına engel olduklarını belirtir:

Böylece her peygambere, insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık. Onlardan bazısı bazısını aldatmak için süslü sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi (onları engelleyebilirdi ve) onlar bunu yapmazlardı. Öyleyse onları, yalan olarak düzmekte olduklarıyla baş başa bırak (çünkü Allah, insanların yollarını özgür iradeyle seçmelerini dilemiştir), ki ahirete inanmayanların kalpleri ona meyletsin de bu (gerçekleri çarpıtan süslü ve aldatıcı) sözlerden hoşlansınlar ve yüklenmekte olduklarını yüklenedursunlar. [8]

 

[1]- Bakara, 4; Lokman, 4; Neml 3 vb.



[2]- İsrâ, 10; Furkan, 11; Sebe, 8; Müminun, 74 vb.

[3]- Rahman 46'dan sonuna kadar; Vakıa, 15-38; Dehr, 11-21 vb.

[4]- Hakkâ, 20, 27; Mülk, 6-11; Vakıa, 42-56 vb.

[5]- Sad, 26; Secde 140.

[6]- Kıyamet, 3-5.

[7]- Neml, 68; Ahkaf, 17.

[8]- En'âm, 112-113.

Sonuç


İnsanoğlu kendisini gerçek saadet ve nihai kemale erdirebilecek yolu seçebilmek için öncelikle iyi düşünmeli ve kendisinden şunları sormalıdır: İnsanoğlunun yaşamı, ölümle sona mı ermektedir, yoksa ölümden sonra başka bir hayat mı vardır? Bu durumda bu dünyadan diğer dünyaya gitmek, burada bir şehirden diğerine gitmek gibi midir ve gerekli ihtiyaç vesilelerini o şehirde temin edebildiğimiz gibi, ahirette de temin edebilir miyiz; yoksa bu dünya yaşamı, öbür dünya yaşamı için bir hazırlık dönemi midir ve o dünyadaki mutluluk veya mutsuzluklar hep burada mı hazırlanmakta ve burada yapılan veya yapılmayan her şeyin nihai sonucu orada mı alınmaktadır?!

Bu sorular cevaplandırılmadıkça insanın hangi yolu seçeceği, yaşamını nasıl programlayıp neye göre düzenleyeceği belli olmayacaktır. Çünkü nereye gidileceği belli olmadığı sürece, yolcunun önündeki yollardan birini seçebilmesi mümkün değildir.

Sonuç olarak şunun altını çiziyoruz: Böyle bir hayatın var olabileceğine, az da olsa, ihtimal verebilen aklıselim sahibi herkes bu konuda mutlaka araştırmada bulunacaktır, zira bu denklemde ihtimal sayısı sonsuzdur.

Sorular:


1- Ahirete inanıp inanmamanın, insan yaşamına yön verme ve davranışları etkileme konusundaki fark ve önemini açıklayınız.

2- Ahiret inancı, hangi durumda yaşamı, gereğince yönlendirme rolünü ifa edebilir?

3- Ahiret konusuna Kur'ân'ın verdiği önemi belirtiniz.

4- İnsanların ahireti kabullenme konusunda direnmelerinin asıl nedeni nedir?

5- Kalbinde hastalık olan garazkârların, ahiret inancını çarpıtma gayretlerinden örnekler vererek Kur'ân'ın bu tür tahrifler karşısındaki tutumunu açıklayınız.

6- Ahiret ve mead konusunda araştırmada bulunmak neden zaruridir? Bu zaruretin, dünyevî konuları araştırmaktan daha öncelikli olmasının nedenleri nedir?


42- AHİRET KONUSU RUH MESELESİNE BAĞLIDIR

Canlı Varlıkta Vahdetin (Birliğin) Ölçütü


İnsan vücudu da bütün hayvanlarınki gibi hücrelerden oluşmuştur, bu hücreler sürekli faaliyet hâlindedirler, aksiyon ve reaksiyonları, etkime ve tepkimeleri vardır. Bu hücrelerin sayısı doğumdan ölüme kadar değişmez, yenilenen hücreler asla bir öncekinden fazla olmaz.

Bütün hayvanların, özellikle de insanların vücudunda meydana gelen bunca değişiklik ve dönüşümler karşısında şu soru akla gelmektedir: Hayatı boyunca çeşitli parça ve birimleri defalarca yenilenen bu değişken bütünü[1] neden ve hangi ölçüt ve kıstasla bir tek varlık olarak tanımlamaktayız?

Bu soruya verilecek cevap çok basittir: Canlı bir varlıkta birlik ve bütünlüğün kıstası, onun aynı ve değişik zamanlarda parça ve unsurları arasındaki süreğenlik ve kopuksuz ilişkidir. Yaşlanan hücreler ölüp onların yerini yeni canlı hücreler alsa da bu olayın kesintisiz ve süreğen özelliği nedeniyle bu açık ve sürekli nevesan hâlindeki bütünü tek varlık olarak tanımlamak mümkündür.

Ne var ki, bu cevap yeterince ikna edici değildir. Çünkü belli sayıda tuğladan yapılmış bir binanın tuğlaları tedrici olarak değiştirilecek ve bir süre sonra eski tuğlalardan eser kalmayacak olursa yeni tuğlaların oluşturduğu binanın, önceki binayla bir ve aynı olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Bilhassa bu bütünün parçalarının değiştiğinden habersiz olanlar müsamaha gösterip dış görünüşe bakarak bu tür tabirleri kullansa da bu yeni binayla önceki hâlinin aynı olmadığı ortadadır.

Daha önce verdiğimiz cevabı, burada şu şekilde tamamlayabiliriz: Bir bütünün parçalarındaki değişiklikler, ancak onun kendi içinden ve doğal faktörlerle gerçekleşirse o bütünün birlik ve bütünlüğünü bozmamış olur; mesela canlı varlıklardaki değişimler bu türdendir. Oysa söz konusu binanın tuğlaları faktörlerce değişmiştir, bu nedenle de parça ve unsurlar değişirken bir öncekiyle bir sonraki yapının aynılık ve birliğinden söz edilemez.

Bu cevap, değişim boyunca aralıksız süren ve bu arada parçalar arasındaki düzeni koruyup organizmanın yapısını değiştirmeyen doğal bir faktör faraziyesi üzerine kuruludur. Bu durumda bizzat bu faktörün kendisi hakkında "hakikatinin ne olduğu?" sorusu çıkmaktadır ortaya. Bu faktörün hakikati nedir ve vahdetinin (kendisinin bir bütün oluşunun) kıstası nedir?

Ünlü felsefe teorisine göre bütün doğal varlıklarda "bütün" olmanın kıstası, maddenin değişimleriyle değişime uğramayan "basit" (birleşik olmayan ve tek elementten oluşan)" ve algılanamayan "tabiat (yapı)" veya "şekil" denilen öz ve temel oluşumdur.[2] Beslenme, üreme, çoğalma, yetişme gibi çeşitli reaksiyonları olan canlı varlıklarda bu faktöre nefis (nefs=özyapı= ruh) denilir.

Eski dönem filozofları bitkisel ve hayvanî nefsin "maddî", insanî nefsin ise mücerret ve "soyut" olduğuna inanırlardı. Ama başta Sad-ru'l-Müteellihin Şirazî gelmek üzere birçok İslâm düşünürü, hayvan nefsinin de bir nevi soyutluk taşıdığını belirtmekte ve bilinçli iradenin, soyut varlığın göstergelerinden olduğuna inanmaktadırlar. Varlığı sadece madde ve özdekten ibaret sayan materyalistler ise bu soyut ruhu inkâr ederler; neo-maddecilere (ör: pozitivistler) göre ise beş duyuyla algılanamayan hiçbir şey yoktur [pozitivizm, duyumsal olmayanı inkâr ve reddeder], en azından, duyumlanamayışı kabul etmezler. Zaten bu inançları nedeniyledir ki doğal olarak, canlı varlıklarda birlik ve vahdetin ölçütünün ne olduğu sorusuna doğru bir cevap bulamamışlardır.

Bitkilerde bütünsel varlık ölçütünün onların bitkisel ruhu olduğu kabul edilecek olursa; bitkisel hayatın, bitkiyle ilgili tüm madde ve elementlerdeki bitkisel ruhla bitkisel şekil ve yapının varlığıyla mümkün olduğu sonucu çıkar ortaya. Bu durumda canlılığı sağlayan madde veya elementler bu özelliklerini yitirdiklerinde bitkisel ruh veya biçim de yok olmaktadır. Aynı materyallerin yeniden bitkiye dönüşebilme özelliklerine sahip olduğu farz edilecek olursa bunlara yeni bir bitkisel ruh eklenecektir. Ama önceki bitkiyle yeni bitki, aralarında tam bir benzerlik olduğu hâlde gerçek anlamda "aynı" bitkiler olmayacak ve aralarında gerçek bir vahdetten söz edilemeyecektir artık. Yani yeni bitki, önceki bitkinin kendisi değildir artık.

Ama hayvanla insanın ruhu (nefsi) soyut olduğu için, madde olan bedenleri dağılıp gitse dahi bu ruh hiç değişmeden baki kalacak ve yeniden aynı bedene girmesi hâlinde o şahsın vahdetini koruyacak ve yine "onun bizzat kendisi"ni teşkil edebilecektir. Nitekim ölümden önce ruhun bütünlüğü, şahsın bütünlüğünün ölçütü ve kıstasıdır ve vücut materyallerinin değişmesi, şahsın da değişmesine neden olmamaktadır. Ama hayvanın ve insanın varlığını, bilinen bedenle onun duyumlanabilir materyallerinden ibaret sanan ve ruhu da vücudun bir parçası veya azası olarak kabul eden; hatta ruhu, bedenin dağılıp gitmesiyle birlikte dağılıp giden algılanmaz bir madde zanneden birinin mead ve ahireti doğru şekilde kavrayabilmesi mümkün değildir. Zira bedenin yeni bir yaşama dönme kabiliyeti olduğu farz edilse bile bu durumda yeni materyaller ve yeni özelliklere kavuşacağından bir önceki vücutla onun arasında gerçek bir aynılık ve bütünlük oluşmayacaktır. Çünkü bu faraziyeye göre bir önceki özellik ve nitelikler tamamen yok olmuş, ortaya yeni bir bütün çıkmıştır.

Kısacası ölümden sonraki hayatı doğru bir şekilde tasavvur edebilmek için ruhun, bedenden ve onun ârızî parçalarından tamamen apayrı bir varlık olduğuna inanmak; hatta onu bedene giren ve bedenle birlikte dağılıp giden maddî bir varlık telakki etmemek gerekir. Binaenaleyh, öncelikle, ruhun varlığını kabullenmek durumundayız. Bu merhaleden sonra onu maddî ve bedenin arazlarından biri değil, cevherî bir varlık [varlığı için başka varlığa muhtaç olmayan, ârızî ve hudusî değil, özüyle varolup var kalan] olarak kabul etmek, dolayısıyla da bedenin yok oluşundan sonra da varlığını sürdüren, kalıcılığını koruyan ve bedenin yok olmasıyla birlikte yok olup gitmeyen ve bedene şu veya bu şekilde hulul etmeyen ve bedenle bileşik olmayan bağımsız bir varlık olarak görmek gerekir.

 

[1]- Bu sorudan önce şunu da sormak mümkündür: Esasen vahdet veya bütünlükle sabit ve kapalı üniteler nedir? Kimyasal ve organik bileşimler hangi kıstaslara göre bütün bir varlık olarak adlandırılmaktadır? Konunun dağılmaması için burada bu sorulara girmemeyi tercih ettik, dileyen "Amuziş-i Felsefe" (Felsefe Eğitimi) adlı eserimize bakabilir (c.1, 29. ders).



[2]- Bu terimlerin her birinin başka deyim anlamları da olduğunu hatırlatalım; burada biçim veya suret, bilenen anlamda türsel biçimdir.


Yüklə 1,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin