Birinci Bölüm Din ve Mahiyeti



Yüklə 6,05 Mb.
səhifə38/105
tarix30.10.2017
ölçüsü6,05 Mb.
#22655
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   105

B) YÜKÜMLÜLÜK ŞARTLARI

Orucun yükümlülük şartları denince, bir kimsenin oruç ibadetiyle yü­kümlü (mükellef) sayılması, farz veya vacip bir orucun bir kimsenin zimme­tinde borç olarak sabit olması için aranan şartlar kastedilir. Fıkıh literatürün­de bu şartlar, orucun vücûb şartları" olarak da anılır. Oruç tutmamayı mu-



Oruç 395

bah kılan mazeret halleri de, bu yükümlülük şartlarını açıklayan ilâve bilgi­lerdir,



a) Yükümlülük Şartlan

Namaz mükellefiyeti için gerekli olan şartlar yani Müslümanlık, ergenlik (bulûğ) ve belli bir aklî olgunluk düzeyinde olmak (akıl), oruç için de gerekli ve geçerlidir.

Ergenlik yaşma gelmeyenler ibadetlerle yükümlü olmamakla birlikte, alıştırmak ve ısındırmak maksadıyla, aile büyükleri onlara ara ara namaz kılmalarını ve oruç tutmalarını söyleyebilir. Peygamberimiz, yedi yaşından on yaşma kadarla sürede çocuğun namaza alıştmlmasını önermiştir. Bedenî durumları dikkate alınmak şartıyla çocukların 8-9 yaşlarından itibaren oruca alıştırılmaları da uygundur.

Genel vücûb şartları yanında kişinin ayrıca oruç tutmaya güç yetirecek durumda olması ve yolcu olmaması da şarttır. Bu şartlar orucun edasının vâciplik şartları olarak da adlandırılır. Oruç bahsinin başında zikrettiğimiz âyetin belirttiğine göre, hasta ve yolcu olan kişiler isterlerse oruç tutmayabi­lirler. Fakat tutmadıkları oruçları normal duruma döndükten sonra kaza ederler. Hasta için normal durum iyileşmek, yolcu için ise, yolculuğun bit­mesidir (ikamet). Oruç tuttuğu takdirde kendisinin veya çocuğunun zarar görmesi muhtemel olan gebe veya emzikli kadınlar da oruç tutmayabilirler. Hatta zarar görme ihtimali kuvvetli ise tutmamaları gerekir, Durumlan nor­male döndüğünde tutamadıkları oruçları kaza ederler.

Yaşlılık sebebiyle oruç tutmaya artık gücü yetmeyenler, bunun yerine bir fakir doyumluğu olan fidye verirler,

b) Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Mazeretler

Kur'an'da ve hadislerde, dinde insanlara zor gelecek hiçbir yükümlülü­ğün bulunmadığına sıklıkla işaret edildiğini, herhangi bir sıkıntı ve meşak­katin bulunduğu durumda da mükelleflere birtakım kolaylık ve ruhsatlann tanınmış olduğunu biliyoruz. Bu genel ilkenin bir parçası olarak, bazı du­rumlarda farz olan ramazan orucunu tutmamaya da müsaade edilmiştir.

Ramazan orucunu tutmamayı mubah kılan mazeretler (özürler) genel hatlarıyla şunlardır:

1. Sefer, Namaz bölümünde belirtildiği üzere sefer (yolculuk) hali, ge­nellikle, sıkıntı ve meşakkatli olduğu için yolcu olanlara birçok konuda ko-

396 llMIHfll

laylıklar getirilmiştir. Yolcu olanlar için, namazın terkine değil, kısaltılmasına veya cemedilmesine ruhsat verildiği halde, namaza göre daha yorucu ve yıpratıcı olduğu için orucun terkedilmesine ruhsat verilmiştir (bk, el-Bakara 2/183-184), Bununla birlikte yolcu sayılan kimsenin, eğer gerçekten bir sıkıntı yoksa ve zarar da görmeyecekse oruç tutması daha faziletli görül­müştür.

Geceden niyetlendiği orucu tutarken, gündüzün yola çıkmak durumunda kalan kimse, Hanefîler'e göre, bu orucunu tamamlasa daha iyi olur; fakat bozması durumunda kefaret gerekmez, ŞâfİÎ ve Hanbelîler ise, ramazan ayında Hz, Peygamberin Mekke fethine çıktığında Kadîd denilen yere varın­caya kadar oruçlu olup orada orucunu bozduğuna dair rivayete dayanarak, geceden niyet edilmiş orucun bile sefer durumunda bozulabileceğini söyle­mişlerdir. Savaş durumu veya cephede uzun süre çatışma durumu da aynı şekilde bir mazerettir. Bu durumlarda kalan kişi, sağlığına ve görevine uy­gun düşen seçeneğe göre hareket etmelidir,



  1. Hastalık, Hastalık da birtakım ruhsatların sebebi olan bir durumdur.
    Yüce Allah, bölüm başında zikredilen âyette hiçbir kayıt getirmeden hasta
    olanlann, iyileştikleri bir vakitte oruç tutabileceklerini ifade etmiştir. Bu ba­
    kımdan oruç tuttuğu takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından
    endişe eden, yahut böyle olmamakla birlikte oruç tutmakta zorlanacak olan
    kimseler oruç tutmayabilir veya başlamış bulundukları orucu bozabilirler.
    Oruç tuttuğu takdirde hasta olacağı tıbbın verilerine göre kuvvetle muhtemel
    olan kişinin de hasta hükmünde olduğu söylenmiştir,

  2. Gebelik ve Çocuk Emzirmek, Gebe veya emzikli olan kadınlar,
    kendilerine yahut çocuklarına bir zarar gelmesinden korkmaları halinde oruç
    tutmayabilirler. Bunlar bir yönüyle hasta hükmünde oldukları gibi, onlara
    bu ruhsatı tanıyan hadisler de bulunmaktadır (Nesaî, "Sıyâm", 50-51, 62; İbn
    Mâce, "Sıyâm", 3),

  3. Yaşlılık, Dinimiz oruç tutmaktan âciz olan yaşlı kimselerin oruç tut­
    masını istememiş, bunun yerine, tutamadıkları her gün için bir yoksulu do­
    yuracak kadar fidye vermelerini öngörmüştür. Bölüm başında zikredilen
    âyette oruç tutmaya güç yetiremey enlerin veya tutmaya çalıştıkları takdirde
    büyük bir sıkıntı çekecek olanların fidye vermeleri gerektiği ifade edilmekte­
    dir. İyileşme ümidi bulunmayan hastalar da bu hükümdedir. Ancak rama­
    zanda oruç tutma gücüne sahip olmayıp da, daha sonra kaza edebilecek
    durumda olanlar fidye vermeyip tutamadıkları oruçları kaza ederler.

Oruç 397

İyileşmeyen sürekli bir hastalık nedeniyle oruç fidyesi veren kimse daha sonra oruç tutmaya güç yetirecek olsa fidyenin hükmü kalmaz; oruç tutması ve önceki tutamadığı oruçları kaza etmesi gerekir,



  1. İleri Derecede Açlık ve Susuzluk, Oruçlu bir kimse açlıktan veya
    susuzluktan dolayı helak olacağından, beden ve ruh sağlığının ciddi boyutta
    bozulacağından endişe ediyorsa veya böyle bir şeyin olması tecrübeye veya
    doktor raporuna göre kuvvetle muhtemel ise, orucunu bozması caiz olur.
    Hatta ölüm tehlikesi açıksa oruç tutması haram olur,

  2. Zor ve Meşakkatli İşlerde Çalışmak, Esas itibariyle bir insanın
    ibadetlerini normal bir şekilde yapmasını engelleyecek zor ve ağır işlerde
    çalışması veya çalıştırılması doğru değildir, İnsanın ibadetini sağlıklı bir şe­
    kilde yapmakla geçimini temin ikilemi arasında bırakılması insan hakları
    açısından kesinlikle kabul edilebilir bir durum değildir. Böyle bir durumda
    bırakılan kişi, eğer toplum kendisine daha iyi iş imkânları sağlayamıyorsa,
    dolayısıyla işinden ayrıldığı takdirde geçim sıkıntısı çekmesi kesin veya
    kuvvetle muhtemel ise, bu durumda oruç tutmayabilir. Geçici bir süre ağır
    bir işte çalışmak durumunda kalan ise bu durumda oruç tuttuğu takdirde
    sağlığına bir zarar erişeceğinden endişe ediyorsa oruç tutmayabilir. Bunlar
    imkan bulurlarsa kaza ederler, değilse oruç yerine fidye verirler,

Kur'an'da oruç tutmamayı mubah kılan mazeretler olarak hastalık, yol­culuk ve oruca güç yetirememeden söz edilmiştir (el-Bakara 2/184-185), Fakihler de oruç tutmama ruhsatını bu üç durumla sınırlı tutmayı tercih et­miş, bu üç durumun ortak özelliği meşakkat olsa bile, her meşakkat halinde oruç tutulmayabileceğini söylemekte mütereddit davranmışlardır. Bunun en başta gelen sebebi, mükelleflerin sübjektif ve değişken bir durum olan me­şakkati belirlemede ölçüsüz veya mütesâhil davranıp olur olmaz bahanelerle orucu terketmesine yol açma, yani bu ruhsatı kötüye kullanma endişesidir. Bununla birlikte oruç ibadeti, netice itibariyle kul ile Allah arasında kalan bir yükümlülük ilişkisi olduğundan, mükelleflerin yukarıda sayılan mazeretler ışığında kişisel inisiyatiflerini kullanması, mazeretleri içlerine sinmediği süre­ce orucu terketmemesi, haldi ve geçerli bir mazeretlerinin bulunduğuna iyice kani olduklarında da anılan ruhsattan yararlanması isabetli bir tutum olur.

Sıralanan bu mazeretlerden biri sebebiyle oruç tutamayan İsimse, oruca, o-ruçlulara ve ramazan ayma hürmeten, mümkün oldukça bunu belli etmemelidir.

Canına veya bir uzvuna yönelik bir tehdide mâruz kalan kimsenin nasıl davranacağına ilişkin olarak kimi âlimler, zorlama karşısında ramazan oru-

398 llMIHfll

cunu bozmayıp zulmen öldürülen kimsenin günahkâr olmayacağını; tersine dinine bağlılığını gösterdiği için büyük bir sevap kazanmış olacağını söyle -mişlerse de ağırlık kazanan görüş bu durumda orucu bozmanın daha doğru olacağı yönündedir. Hatta tehdit altında kalan kişi, oruç için tanınan yolcu­luk, hastalık gibi bir mazerete sahip ise, zorlama karşısında orucunu boz­mazsa günahkâr olur.

Düğün veya sünnet yemeği gibi bir ziyafete çağrılan kimsenin, genel ola­rak diğer davetlerde olduğu üzere bu davete icabet etmesi, dostluk bağlarının güçlendirilmesi veya ilişkilerin geliştirilmesi vb, amaçlara hizmet edeceği için teşvik edilmiştir. Nafile oruç tuttuğu bir günde böyle bir ziyafete çağrılan kimse, sözü edilen olumlu amaçlara hizmet edeceğinden eminse, bu davete icabet etmesinin yerinde bir davranış olacağı; fakat, yine de beklenmedik ya­rarlara ve güzelliklere yol açabileceği mülahazasıyla genel olarak bu tür da­vetlere icabet edip orucunu bozmasında bir beis bulunmadığı ifade edilmiştir. Başlanmış olan nafileyi tamamlamak gerektiği kuralı sebebiyle bozduğu bu orucu daha sonra kaza eder.



C) GEÇERLİLİK ŞARTLARI

Orucun sahih (geçerli) olması için, oruç tutmaya niyet etmiş ve orucu bozacak şeylerden kaçınmış olmak şarttır. Esasen orucu bozacak şeylerden kaçınmak, teknik anlamda rükün olmakla birlikte, ibadetin sahih olması için kaçınılmaz bir şart olduğu için burada sıhhat şartı olarak ele alınmıştır. Ka­dınlar için ilâve şart ise, onların hayız veya nifas durumunda olmamalarıdır. Peygamberimiz'in hanımlarından gelen bütün rivayetler, onların aybaşı hallerinde namaz kılmadıkları ve oruç tutmadıklan yönündedir.

Daha önce namaz bahsinde ve bu bölümün başında da belirtildiği gibi hayız veya nifas halinde bulunan kadının oruç tutması haram olduğu gibi, tutacağı oruç da geçerli olmaz. Kadınlar bu durumları sebebiyle tutamadık­ları oruçları daha sonra istedikleri bir zamanda kaza edebilirler. Fakat şevval ayı içinde tutarlarsa hem borçlarından kurtulmuş, hem de Peygamberimiz'in şevvalde oruç tutmaya ilişkin tavsiyesine uymuş olurlar,

Cünüplük, hayız ve nifastan farklıdır. Çünkü; cünüplüğün gerçekleşmesi ihtiyarî olduğu gibi, gusletmek suretiyle cünüplükten temizlenmek de müm­kündür. Bu bakımdan cünüplük oruca başlamaya engel görülmemiştir. Bu­nunla birlikte mümkün olan en kısa zamanda cünüplükten temizlenmek gerekir.

Oruç

a) Niyet

Diğer ibadetlerde olduğu gibi oruç ibadetinde de niyet şarttır, Şâfîîler ve bazı Mâlikîler niyeti rükün saymışlardır. Her ikisine göre de, niyet edilmediği takdirde sabahtan akşama kadar aç durmak oruç yerine geçmez. Bu bakım­dan, ister farz veya vacip, isterse nafile olsun her tür oruçta niyet şarttır. Her­hangi bir oruca kalben niyet etmek, hangi orucu tutacağını kalbinden geçir­mek yeterlidir. Bu niyetin dil ile ifade edilmesi, onun teyit edilmesi ve perçin­lenmesi anlamına geldiğinden mendup sayılmıştır,



aa) Niyetin Vakti. Her türlü oruç için mümkün oldukça, sabah vakti girmeden önce veya geceden niyet etmek en faziletli olanıdır. Çünkü bu suretle hem mezheplerin bu konudaki ihtilâflarının dışında kalınmış, hem de niyet ibadetin başlama vaktiyle aynı zamana getirilmiş olur. Nitekim niyetin hangi vakitte yapılacağı konusu mezhepler arasında ihtilaflı olduğu gibi, niyetin vakti açısından oruç türleri arasında da fark gözetilmektedir,

1, Hanefîler'e göre ramazan orucu, nafile oruçlar ve vakti belirtilmiş


adak (nezr-i muayyen) oruçlarının niyet etme vakti gün batınımdan başlayıp
ertesi günün kuşluk vaktine hatta öğle namazı vaktinin girmesinden az
önceki vakte kadar devam eder. Öğle vakti girdikten sonra artık hiçbir oruca
niyet edilemez.

Zevalden önce nafile oruca niyet etmenin câizliğini gösteren hadisler bulunmaktadır. Bunlardan birinde, Peygamberimiz'in bir gün Âişe valide­mize öğle yemeği hazırlayıp hazırlamadığını sorduğu, Hz, Âişe'nin yiyecek bir şey olmadığını söylemesi üzerine Peygamberimiz'in o gün oruç tuttuğu rivayet edilir,

Mâlikîler'e göre niyetin geçerli olması için güneşin batmasından itibaren gecenin son kısmına kadar veya fecrin doğması ile birlikte yapılması gerekir. Çünkü sabahleyin, yani oruç ibadetinin başlama vaktinde niyet edilmeyince o günün oruçlu geçirilmeyeceği belirli hale gelmiş olur,

Şâfîîler'e göre ise ramazan orucu, kaza orucu ve adak orucuna geceden niyetlenmek şarttır. Fakat nafile oruca zevalden önceye kadar niyetlenmek caizdir,

2, Zimmette sübût bulmuş oruçlara ise en geç imsak vaktine kadar niyet
edilmiş olması ve orucun belirlenmesi gerekir. Orucun zimmette sübût bulma­
sı, oruç borcunun kaçınılmaz bir şekilde kesinleşmiş, sabit hale gelmiş olması
demektir. Meselâ başlanmış fakat bir sebeple tamamlanamamış nafile orucun

400 llMIHfll

kazası zimmette sabit olmuş, borçluğu kesinleşmiştir. Ramazan orucunun kazası da böyledir. Fakat ramazan orucunun kendisi henüz zimmette sabit borç sayılmaz; çünkü meselâ, kişinin ertesi gün yaşayıp yaşamayacağı belli değildir. Kişi ertesi günün herhangi bir vaktinde ölecek olsa, o günkü oruç zimmetine borç yazılmaz. Ancak daha önceki günlerde kazaya kalan ramazan orucu zimmetinde mevcuttur. Kefaret oruçları ile mutlak adak oruçlan da zim­mette sübût bulmuş borç kapsamına girmektedir. Bu çeşit oruçlara geceden veya en geç ikinci fecrin başlangıcında niyet etmek gerektiği gibi niyet ederken tutulan orucun mutlak nezir mi, bir orucun kazası mı olduğunu da belirtmek gerekir. Zimmette sabit olması kesinleşmiş oruçlann ifa zamanı için dinde belirlenmiş muayyen bir zaman olmadığı için, mükellef bu oruçları kendi be­lirleyeceği bir zamanda tutabilir. Öyle olunca da, hangi orucu tutacağını belir­lemesi şarttır. Şayet bir kaza orucuna ikinci fecrin doğmasından sonra niyet edilse, bununla kaza geçerli olmayacağı için, oruç nafileye dönüşür,

bb) Niyetin Şekli, Ramazan, belirli adak veya herhangi bir nafile oruç için mutlak niyet yeterlidir. Meselâ; "yarın oruç tutmaya" veya "yarınki günün orucunu tutmaya" niyet edilse, ertesi gün ramazan ise, bu niyet ramazan oru­cuna niyet yerine geçer; ertesi gün, daha önce oruç tutmak için vaktini tayin etmiş olduğu gün ise bu defa adak orucuna niyet etmiş olur. Hatta ramazan günleri ramazan orucu için ve oruç tutulması adanan gün, adak orucu için belirli hale geldiği için, kişi bugünlerin öncesinde niyet ederken "Yarın nafile oruç tutmaya niyet ettim" dese bile, tutacağı oruç nafile oruç değil, vakti belirli olan oruç yerine geçer. Çünkü orucun ifa edilmesi için belirlenen vakit içinde yine aynı cinsten ikinci bir ibadet yapılamayacağından, yani oruç dar zamanlı bir vacip olup vakit de bunun miyan olduğundan, niyet asıl yapılması gereken ibadete râci olur. Bununla birlikte bunlar için geceleyin niyet edilmesi ve ne orucu olduğunun belirlemesi (tayin) daha faziletlidir. Meselâ "Yarınki ramazan orucunu tutmaya niyet ettim" demekle belirleme yapılmış olunur,

Fakihlerin çoğunluğuna göre ramazanın her günü için ayrı ayrı niyet edilmesi şarttır. Çünkü her bir günün orucu kendi başına bir ibadet olup, öteki günlerde tutulan veya tutulacak olan oruçla ilişkisi yoktur; dolayısıyla bir günün orucu bozulduğu zaman sadece o günün orucu bozulmuş olur, öteki günlerin orucu bundan etkilenmez,

Mâlikîler'e göre ise, ara vermeksizin peş peşe tutulması gereken oruçlarda en başta yapılacak tek niyet yeterlidir, Zıhâr, kati kefareti ve ramazan orucunun kefaretinde olduğu gibi ramazan orucunda da tek niyet yeterlidir. Ancak bu oruçlara yolculuk, hastalık, hayız ve nifas gibi zorunlu sebeplerle ara verilecek

Oruç 401

olursa, engel kalktıktan sonra yeniden niyet gereklidir. Tek bir niyetin yeterli olduğu oruçlarda her gece niyetlenmek ise menduptur, Mâlikîler'in bu konudaki gerekçesi ilgili âyette geçen "Sizden her kim ramazan ayma yetişirse onu oruçlu geçirsin" ifadesidir, Ay, tek bir zamana verilen isimdir, dolayısıyla ay süresince oruç tutmak bütün bir ibadet hükmünde olup namaz ve hacca benzer, tek bir niyet ile eda edilebilir,



cc) Niyetle İlgili Bazı Ayrıntılar. Oruca niyetin vaktiyle ve şekliyle il­gili ayrıntı sayılabilecek bazı bilgiler de bu ibadetin geçerliliğini yakından ilgilendirir. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:

  1. İçinde bulunulan gün, güneş batmadan önce ertesi günün orucuna
    niyet edilemez,

  2. Güneş battıktan sonra herhangi bir oruca niyet edilmesi halinde,
    ikinci fecre kadar yeme, içme ve cinsel ilişkide bulunmak niyete ve oruca
    zarar vermez. Çünkü bu niyet ikinci fecirden itibaren başlayacak olan oruç
    ibadeti için yapılmıştır. Nitekim bu şekilde niyet eden kimse, herhangi bir
    sebeple, ikinci fecrin doğmasına kadar, bu niyetini geri alabilir,

  3. Oruç tutup tutmayacağında tereddüt olması durumunda veya niyetin
    bir şarta bağlanması durumunda niyet gerçekleşmiş olmaz. Niyet, kesin
    azim ve karar demektir,

  4. Ramazanda, ramazan orucundan başka oruç tutulamayacağı için,
    hangi oruca niyet edilirse edilsin ramazan orucu yerine geçer. Fakat, daha
    önceden oruç tutmayı adadığı belirli günde, başka vacip bir oruca (meselâ;
    kefaret orucuna veya bir ramazan orucunun kazasına) niyet ederek oruç tuta­
    cak olsa, ağırlık kazanan görüşe göre bu oruç, niyetlendiği vacip oruç yerine
    geçer, belirli adak orucunu kaza etmesi gerekir,

  5. Hem kefarete hem de nafileye niyet edilerek tutulan oruç, kefaret
    orucu yerine geçer; fakat hem kazaya hem de yemin kefaretine niyet edile­
    rek tutulan oruç, her ikisi de vâciplik açısından eşdeğer olduğu için, hiçbiri­
    nin yerine geçmez, nafile olur.

Sahura kalkıp yeme ve içme de niyet yerine geçer,

6, Tutulamamış ramazan oruçlannı kaza ederken, bir belirleme yapmak­


sızın, "kazası gereken oruca" diye niyet edebileceği gibi, belirleme yaparak
da niyet edebilir. Üzerinde çok sayıda kaza borcu varsa "kazası gerekli ilk
oruca" diyerek niyet edilebilir.

llMIHfll


b) Orucu Bozan Şeylerden Kaçınmak

Orucun temel unsuru ve anlamı, yeme, içme ve cinsel ilişki zevklerinden uzak durmak, nefsi bunlardan mahrum bırakmak olduğu için, bu anlama gelecek davranışlar orucun bozulmasına sebep olur. Yemek ve içmek, yeni­lip içilmesi mûtat olan her şeyi içine alır. Sigara, nargile gibi keyif veren tütün kökenli dumanlı maddeler ile tiryakilik gereği alman tüm maddeler oruç yasakları kapsamına girdiği gibi her ne sebeple olursa olsun, ağızdan alman ilâcın da bu kapsamda yer aldığında tereddüt yoktur. Bununla bir­likte, tedavi maksadıyla iğne yaptırmanın hükmü tartışmalı olup, iğnenin orucun bozulmasına etkisi konusu aşağıda açıklanacaktır.

Orucu nelerin bozacağı sorusuna verilecek ilk cevap "yeme, içme, cinsel ilişkide bulunma ve bu kapsamda değerlendirilebilecek şeyler" olacaktır. Bu ölçü, açık ve anlaşılabilir olmakla birlikte, orucun anlamına aykırı davranış sayılıp sayılmayacağında tereddüt edilen bazı durumlar bulunması sebe­biyle, eskiden beri fakihler, nelerin bu kapsama gireceğini tek tek saymaya çalışmışlar, bu arada gerçekleşmesi düşünülemeyecek nâdir bazı durumların hükümlerini dahi belirleme durumunda kalmışlardır, İlmihal kitaplarında çoğu zaman tebessümle karşılanan birçok ihtimalin veya anormal durumun gündeme alınıp orucu bozup bozmadığının tartışmaya açılması da bu sebep ve gayretten kaynaklanmaktadır. Özel durumlar ve muhtemel seçenekler yan yana getirildiğinde de, zaman zaman orucun bozulmasını gerektiren aslî durumun göz ardı edildiği, bu konudaki ölçü-kuralın geri plana itildiği ol­muştur. Biz esasen zikrettiğimiz ölçüye vurgu yapmakla beraber, haklı te­reddüt oluşturabilecek birkaç hususa "Orucun Yasakları" başlığı altında deği­neceğiz.

D) ORUÇLU İÇİN MÜSTEHAP OLAN ŞEYLER

Orucun geçerliliği ile doğrudan ilgili olmamakla birlikte, oruç tutmayı biraz daha kolaylaştırmak üzere Peygamberimiz'in bazı tavsiyeleri olmuştur, Bunlann başında sahur yapmak gelir. Sahur, ikinci fecirden az önceki vakit olan seher vaktinde yenilen yemek demektir. Sahura kalkmakla hem bir şeyler yenilerek oruç için enerji toplanmış, hem de bir sünnet yerine getiril­miş, seher vaktinin feyiz ve faziletinden yararlanılmış olur. Bu bakımdan bir yudum su ile de olsa sahur yapmak ve sahur yemeğini mümkün olduğunca, gecenin son vaktine denk getirmeye çalışmak uygun olur, Peygamberimiz'in sahura kalkmayı teşvik ve tavsiye eden birçok hadisi bulunmaktadır: "Oruç



Oruç 403

tutmak isteyen sahurda bir şeyler yesin" ÇMüsned, III, 367, 379), "Sahura kalkın, çünkü sahur yemeğinde bereket vardır" (Buharı, "Savm", 20; Müslim, "Siyam", 45), "Sahur yemeği ile gündüz tutacağınız oruca; ve öğle üzeri uy-kusuyla da (kaylûle) teheccüt namazına kuvvet kazanın" (İbn Mâce, "Si-yâm", 22).

Peygamberimiz, sahuru mümkün olan son vakte denk getirmeyi teşvik ettiği gibi iftarın da vakit girer girmez yapılmasını teşvik etmiştir. Bu iki teş­vikten çıkarılabilecek anlam, ibadetin mümkün olduğunca kolay hale geti­rilmesidir. İftar vakti girdiğinde yemeğe oturmadan namaz kılınmak isteni­yorsa yine de biraz su veya bir hurma ile orucu açıp, ondan sonra namaz kılmak yerinde olur.

Oruç açılırken dua edilmesi sünnettir. Herkes içinden geldiği gibi zikrini, şükrünü ve yakarışını ifade edebilir. Örnek olması bakımından öteden beri yaygın olarak yapılan bir duayı buraya alalım:

"Allahım! Senin rızanı kazanmak için oruç tuttum, senin verdiğin nzıkla orucumu açtım. Sana inanıp güvendim. Ey lütuf ve ikramı geniş olan Rabbim! Beni bağışla."

Varlıklı kimselerin, özellikle durumu iyi olmayan kimselere iftar yemeği yedirmesi güzel ve sevaplı bir davranıştır. Peygamberimiz, "Oruçluya iftar ettiren kimse, oruçlunun sevabında bir eksilme olmaksızın, oruçlunun ala­cağı kadar sevap alır" (Tirmizî, "Savm", 42, İbn Mâce, "Sıyâm", 45) buyur­muştur. İftar yemeklerini, zenginler arasında bir lüks ve gösteriş yarışı ha­line getirmekten kaçınmak gerekir. Yine varlıklı kimselerin, her zamankin­den daha fazla olarak, ramazanda ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunması beklenir. Varlıklı kimselerin bulunduğu bir bölgede akşam ne ile iftar edece­ğini düşünen insanların kalmamış olması gerekir. Bu hem Müslümanlığın yüksek bir amacı hem de oruç ibadetinin verdiği kalp inceliğinin bir gereği­dir. Aksi bir durum elbette İd varlıklı kimselerin vicdanını rahatsız edecektir.

Sabah namazının vaktini geçirmemek kaydıyla cünüp sabahlamak caiz ise de ibadete başlarken temiz olmak düşüncesiyle daha önce gusletmek uygun­dur. Hayız ve nifastan temizlenen kadınlar için de aynı durum geçerlidir. Bu­nunla birlikte cünüp olarak sabahlayan kimsenin gerekli dikkati göstermek şartıyla, banyo yapması caizdir, Âişe validemizin bildirdiğine göre Peygambe­rimiz, bazı kereler cünüp olarak sabah namazı vaktine girmiştir.

Oruç, kişinin Rabbiyle gönül bağını güçlendiren, ona manevî ve derunî bir haz tattıran, irade eğitimine ve kalp inceliğine yol açan ibadetlerden ol-

4C4 llMIHfll

duğu için oruç tutan kişi zaten dilini kötü, çirkin, başkalarını rencide edecek boş ve gereksiz sözlerden koruyacaktır. Oruç bu tesiri tam meydana getire -miyorsa, oruç tutan kimsenin bu sonucu ve etkiyi elde etmek için çalışması, oruçlu iken söz ve davranışlanna daha çok dikkat etmesi gerekir. Hele in­sanların birbirleri hakkında kötü kanaate sevkedecek ve ilişkilerini bozacak dedikodu ve söz taşıma gibi dinimizce hiçbir zaman hoş görülmeyen davra­nışlar, orucun manevî haline taban tabana zıt şeylerdir. Peygamberimiz orucun bu yönünü anlatmak üzere "Yalan konuşmayı bırakmayan, yanlış davranışlardan kaçınmayan kimsenin kendini aç ue susuz bırakmasına Al­lah'ın ihtiyacı yoktur" (Buharı, "Savın", 8) buyurmuştur, Aslolan ibadeti amacına uygun yapmak, ibadetin zevkini tatmaktır, İbadetlerin hakkı veril­meye çalışıldığı takdirde bunun önce kişinin kalp ve vicdanındaki olumlu etkileri, sonra da toplumdaki olumlu sonuçları çok belirgin bir şekilde ortaya çıkacaktır. Peygamberimiz bu noktaya işaretle "Hiçbiriniz oruçlu iken kötü laf söylemesin; bağırıp çağırmasın, hatta kendisine ağır sözler söyleyen (küf­reden) birine dahi sadece 'Ben oruçluyum' demekle yetinsin" (Buharı, "Savın", 2; Müslim, "Siyanı", 160) buyurmuştur.

Ramazanın manevî atmosferini daha iyi hissedebilmek için Kur'an oku­mak, eksikliğini hissettiği bilgileri öğrenmeye çalışmak yerinde olur, Aynca, her ramazanda mutlaka Kur'ân-ı Kerîm'in Türkçe anlamı, mukabele okur gibi bir defa okunmalı, genel hatlanyla Kur1 ân-ı Kerîm'in içeriği hakkında bilgi sahibi olunmalı, daha derin ve detaylı bilgiye ihtiyaç hissedilen konularda, o alanda yazılmış eserlere veya bizzat ehliyetli hocalara başvurulmalıdır.


Yüklə 6,05 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   105




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin