FASIL
Bilinmesi gereken hususlardan biri de, ruhların, güçlülük-zayıflık, bü-yüklük-küçüklük durumlarına göre farklı hallerde olmasıdır. Mesela, büyük güçlü ruhta bulunan özellikler diğerlerinde bulunmaz. Buna benzer bir örneği dünyadaki ruhların keyfiyetlerine, kuvvetlerine, yavaşlılıklarına, süratlerine, yardımlaşmalarına göre birbirinden çok farklılıklar arzettiğin-de görebilirsin. Bedenin esaretinden, ilgisinden, meşguliyyetinden kurtulan ruhun tasarrufu, kuvveti, nüfuzu, himmeti ve Allah Teâlâ'ya yükselerek O'nunla ilgilenmesi, bedenin ilgi ve meşguliyyetleri altında ezilmiş, esir ruhtan çok daha ileri seviyededir. Hakikatte ruh; yüce, temiz, büyük ve yüksek himmetli bir ruh olduğu halde, bedene mahbus iken böyle oluyorsa acaba bedenden ayrıldıktan sonra nasıl olabilir? O halde ruh, bedenden ayrılınca ayrı bir hale, ayrı bir fiile dönüşür.
Bedenden ayrılan ruhların, rüyalarda bedene tekrar dönerek bir kişinin, iki kişinin yahut çok az sayıda insanın oldukça kalabalık bir topluluğu hezimete uğratmasıyla ilgili insanların gördükleri rüyalar, tevatür derecesinde çoktur. Rasûlullah'm, Ebû Bekir ve Ömer'in ruhlarının, mü'minlerin sayısının azlığı ve güçsüzlüklerine rağmen, kendilerinden sayıları ve hazırlıkları çok olan küfür ve zulüm ordusunu yendikleri, nice rüyalarda görülmüştür.
İşin acaib olan tarafı şudur: Birbirlerini tanıyan, birbirlerini seven mü'min ruhlar, hemen birbirlerine kavuşurlar. Aralarında uzun mesafeler olan ruhlar ise bu uzaklıktan ötürü üzülür, sanki birbirlerinin yakımymış, beraber oturuyorlarmış gibi bunlar da birbirleriyle tanışırlar. Biri diğerini görünce, görmeden Önce onun ruhunu nasıl tanıyorsa, tanıdığı gibi çıkar.
Abdullah b. Amr der ki: "Mü'minlerin ruhları, birbirlerini hiç görmemişler de olsalar bir günlük yoldan sonra birbirlerine kavuşurlar." Bazıları bunu, Rasûlullah'tan merfû' hadis olarak rivayet etmiştir.
İkrime ve Mücâhid derler ki: "Kişi uyuduğu zaman, bir sebep, onun ruhunu, bedenine bağlı olduğu halde alır götürür. Allah'ın dilediği kadar gider. İşte bu durumda uyku hasıl olur. Ruh tekrar bedene dönünce kişi uyamr. Bu, arza düşen güneşin ziyası gibidir. Ziya, her ne kadar arza düşse de herzaman güneşe bağlıdır." Abdullah b. Mendeh bir kısım ilim ehlinden şöyle dediklerini nakleder: "Ruh, insanın burun deliğinden ve cesedinden çıkar. Ama her zaman bedene bağlıdır. Ruhun bedenden tamamen ayrılması durumunda, ışığın kaynağından ayrıldığında söndüğü gibi beden de ölür. Ateşin, fitilden yayılmasıyla ışığının oluştuğunu ve evi aydınlattığım görmez misin? Aynı şekilde ruh da uykuda insanın burun deliğinden çıkarak semâya yükselir, birçok beldeyi gezer, ölülerin ruhlarıyla buluşur. Kulların ruhlarıyla görevli melek, kişinin görmek istediği şahsı gösterir. Uyanıkken akıllı, zeki, doğru ve hiçbir batıla itibar etmeyen kişinin ruhuna, rüyasında da Allah m kışının ahlakı ölçüsünde gösterdiği şeyleri doğrulaması bahşedilir. Eğer bu kimse hayatında batılı seven sefih bir kimse ise, uyuduğunda ruhunu meyime göre Allah ona hayır ya da şer bir rüya gösterir. Şöyle ki: "Şeytanın harikalarından yahut batıl birşey gördüğü zaman, nasıl ki uyanıkken şeytanın harikasına, yahut batıla takılıp kalıyorsa, rüyasında da bunlara takılıp kalır. Bunun yanında gördüğü şeyleri akledebilecek kadar kalbine birşey de gelmez. Çünkü hak ile batıl burada birbirine karışmıştır. Hiçbir rüya tabircisi hak ile batılın birbirine karıştığı bu rüyayı yorumlayamaz.
Bu konuda söylenebilecek en güzel söz budur. Bu görüşler, sahihlerinin ruhu ve hükümlerini iyice bildiklerini gösterir.
Meselâ bir kimsenin, yararına olan ilmi ve hikmeti öğrendikten sonra şarkı gibi, şüphe, yalan yere şahitlik vb. gibi birtakım batıllara, hevalara düştüğünü ve bu batıllara gönlünü açtığım görebilirsin. Bu kimse bu batıllara düşmekle öğrendiği ilim ve hikmet boşa çıkar ve hak ile batılı karıştırır. Uyurken, ruhların durumu da böyledir. Bedende iken batıl inanç ve şüphelerden haz duyan bu ruhlar, bedenden ayrılınca bu inançlarından dolayı azap görürler; azaplarını, bünyelerinde bulundurdukları iradeler, şehvetler artırır. Bu azaplara bir de ruhun bedeniyle müşterek olarak yaptıkları fiile-rin azabı Allah'ın dilediği ölçüde katılır. İşte Berzah'taki zor hayat ve insanın biriktirdiği azık bunlardan ibarettir.
Batılı sevmeyen, batıla yakın şeylerle ünsiyet kurmayan yüce, zeki nefis ise doğru inançları, nübüvvetin ışığından elde ettiği bilgileri, marifetleri, iradeleri ve temiz gayeleri nedeniyle ikram görür. Yüce Allah da işlediği amelleri karşısında Berzah'ta nimetlerini kat kat artırır. Böylece mü'min ruhun Berzah'ı, cennet bahçelerinden bir bahçe; kâfırinki ise cehennem çukurlarından bir çukur olur. 434
FASIL
"Mü'minlerin ruhları Allah katmdadır" diyenler, Yüce Allah'ın: "Bilakis onlar Rabbleri katında rızıklanmaktadırlar" âyetini desteklemektedirler.
Ruhların, Allah katında olduğunu söyleyenlerin delilleri, Muhammed b. Ishak es-Sâğânî'nin 435 Yahya b. Ebû Bekir'den, onun da Muhammed b. Abdurrahmân b. Ebû Ze'b'den, onun da Muhammed b. Amr b. Atâ'dan, onun da Saîd b. Yesâr'dan, onun da Ebû Hureyre yoluyla Rasûlullah'tan rivayet ettiği şu hadistir: Rasûlullah buyuruyor ki: "Kişi ölünce ruhu, Allah'ın bulunduğu kata varana kadar semâya çıkarılır. Ruh eğer günahkar bir kimsenin ruhu ise semâya çıkartılsa da semâ kapısı ona açılmaz, oradan kabrine döner."
Bu hadisin senedinin doğruluğundan şüphe edilmemelidir. Hadis, Ah-med b. Hanbel'in Müsned'inde ve diğer hadis kitaplarında vardır.
Ebû Davud et-Teyâlisî der ki: "B.ana Hammad b. Seleme, 436 Asım b. Büh-dele'den, o da Ebû Vâil'den, o da Ebû Mûsâ el-Eşarî'den şöyle dediğini nakleder: "Mü'min kişinin ruhundan misk kokusundan daha hoş koku çıkar. Melekler bu ruhu semâya götürünce: "Bu adam kimdir? derler. Melekler de işlediği güzel amellerini sayarak şu şu amelleri işleyen fülancamn oğlu falancadır" derler. O zaman: "Size de ona da selam olsun" diye karşılık verirler. Sonra amelinin yükseldiği kapıdan bir üst kapıya çıkarırlar. Bu kişinin ruhu, güneşin semâları aydınlattığı gibi bütün semâları aydınlatır. Oradan da ta arşa götürürler. Kafir bir kişinin ruhu alınıp semâya çıkarılınca, semâ görevlileri: "Bu kimdir?" diye sorarlar. Melekler de en kötü amellerini sayarak: "Şu şu kötülüğü yapmış fülancamn oğlu falancadır" derler. Semâdakiler bunu duyanca: "Ona selam olmasın. Derhal onu geri götürün" derler. Bunun üzerine bu ruhu yerin en altına atarlar."
Mülkî b. İbrahim, Davud b. Yezid eI-Evdî 437ıden nakleder. Davud b. Yezid der ki: "Âmir eş~Şa*bî, Hüzeyfe b. Yeman'm şöyle dediğini rivayet eder. "Ruhlar, Allah'ın katında dururlar. Sûra üfürülüne kadar haklarında verilecek kararları beklerler."
Süfyan b. Uyeyne, 438 Mansur b. Safiyye'den, o da annesinden nakleder: İbni Zübeyr'in öldürülmesinden sonra İbni Ömer, mescide kızgın bir şekilde girer. Esmâ'yı dövmeye başlar. Esma'ya der ki: "Allah'tan korkmanı ve sabrı tavsiye ederim. Çünkü bu cüsseler birşey değildir. Allah katında olanlar ancak ruhlardır." Bunun üzerine Esma: "Bu, sabrıma engel değildir. Yahya b. Zekeriyya'nm başı da İsrailoğullarının bir isyanında kesilmişti" dedi.
Cerîr b. A'meş, 439 Şemr b. Atiyye'den, o da Hilal b. Yûsuftan şöyle dediğini nakleder: "Biz, Ka'b, Rebî b. Haysem ve Halid b. Ar'ara ile otururken İbni Abbas geldi ve: "Bu, peygamberimizin amcasının oğludur." Hilal b. Yûsuf anlatıyor: "İbni Abbas, bir müddet oturduktan sonra: "Ey Ka'b, Kur'ân'da bulunan dört bilgi dışında bütün bilgileri öğrendim. O dört taneyi bana öğret. Bunlar, İlliyyûn, Sidre-i müntehâ, Siccîn ve Allah'ın İdris hakkında: "Onu yüce bir mekana kaldırdık" 440 sözünün manası." dedi. Ka'b bunları şöyle cevaplar: "İlliyyûna gelince bu, mü'minlerin ruhlarım bulunduğu yedinci kat semâdır. Siccîn, kâfirlerin ruhlarının bulunduğu şeytanın cesedi altındaki yedi kat yerin altıdır. Yüce Allah'ın İdris'e (AŞ) karşı: "Biz onu yüce bir mekana kaldırdık" âyetinin manası şudur: Allah, İdris'e: "Hergün seni Ademoğlu-nun işlediği amel kadar yücelteceğim" diye vahyetti. Bu va'dini gerçekleştirmek için meleklerden ölüm meleği ile konuştu ve İdris'in amelinin çoğalması için ecelinin uzatılmasını melekten istedi. Bunun üzerine bir melek kanatları arasına alarak, İdris (AS)'ı yedinci kat semâya kadar çıkartır. Ölüm meleği, İdris'i taşıyan meleği görünce ne istediğini sorar ve "İdris nerede?" der. Melek de: "Kanatlarım arasındadır" deyince ölüm meleği: "Onun ruhunu yedinci kat semâda almakla emrolundum" dedi ve İdris'in ruhunu aldı. Sidre-i Muntehâ ise: "Arşı yüklenenlerin başında bulunan bir ağaçtır ki yaratıkların bilgisi ancak buraya kadar ulaşabilir. Ondan ötesini kimse bilmez. Bundan dolayı Sidre-i Münteha denmiştir." (Son bilgi ağacı.)İbni Mendeh der ki: "Aynı hadisi Vehb b. Cerîr babasından; Ya'kub el-Kamî, Şemr'den; 441 Halid b. Abdullah, Avvam b. Huşeb'den, o da Kasım b. Avftan, 442 o da Rebî b. Haysem'den: "Biz Kaş'ın yanında otururken..." şeklinde rivayet etmişlerdir.
Ya'lâ b. Ubeyd, el-Eclah 443 yoluyla Dahhak'tan şöyle nakleder: "Mü'min kişinin ruhu alınınca dünya semâsına çıkartılır. Allah'a yakın meleklerin eşliğinde buradan ikinci semâya, üçüncü semâya, dördüncü semâya, beşinci, altıncı ve yedince semâya çıkarlar. Oradan da Sidre-i Müntehâ'ya çıkarlar. Ya'lâ der ki: "Dahhak'a niçin Sidre-i Müntehâ dedin? diye sordum da cevabında bana dedi ki: Allahla ilgili kulun bilgileri burada son bulur. Allah daha iyi bildiği halde mü'min ruhunu melekler Allah'a arzederek: "Bu fülanca kulundur" derler. Bunun üzerine Yüce Allah bu kişiyi azaptan kurtaran mühürlü vesikayı adama gönderir. Kur'ân-ı Kerim'de bu şöyle anlatılır: "Hayır, iyilerin kitabı iUyyûndadır. İliyyûn da nedir? O, Allah'a yakın meleklerin şahit olduğu mühürlü bir kitaptır." 444 Bu âyeti celîle: "Ruhlar cennettedir" diyen kişinin görüşüne aykırı değildir. Çünkü cennet, Sidre-i Müntehâ ile aynı kattadır. Cennet Allah katındadır. Bu ibarelerin sahibi herhalde bu görüşleri daha salim daha uygun bulmuştur. Yüce Allah, şehidlerin ruhlarının kendi katında olduğunu; peygamberimiz de bu ruhların cennette istediği gibi dolaştığını bildirmiştir. 445
Dostları ilə paylaş: |