FASIL
"Ruhlar, mahza yok olacaktır" görüşü "ruhu, hayat olarak gören ve bedenin arazlarından sayan" görüşün bir neticesidir. İbni Bakillânî ve buna uyanların görüşü budur. Ebû'l-Hüzeyl el-Allâf da: "Nefis, arazlardan bir arazdır" diyerek Bakillânî gibi bunun hayat olduğunu açıklamamışsa da aynı görüşü savunmuş ve "bedenin arazları neyse bu da öyle bir arazdır" demiştir.
Bunlara göre cismin ölmesiyle beraber, hayata bağlı arazlar gibi ruh da ölür. Bazıları arazı, Eş'arîler gibi "o, iki zamanda kalmayan" diye tanımlamıştır. Bazıları da "insanın taşıdığı şu ruh, bundan önceki ruhu değildir. Önce bir ruh gelir, sonra bozulur, bir başkası gelir o da bozulur, derken bir saat ya da daha az bir sürede, beden bin tane ruh değiştirebilir. Bu duruma göre beden ölünce ruh semâya yükselmez; sonra kabre dönmez, melekler tarafından alınıp semâ kapılarına götürülmez ve nimet-azab görmez. Eğer Allah b kişiyi nimetlendirmek, yahut azaplandırmak isteyince bedene hayat vererek nimetlendirir yahut azaplandırır. Yoksa ruh bedende daima kaim değildir.
Bu görüşte olanlardan bir kısmı da: "Hayat çürümeyen kemiğe 472fiyanj acb-i zenb'e günahının cezasını çekmek için gönderilir. Böylece gerekli ceza. yi veya mükâfatı alır" demektedir. 473
Kitap, sünnet, sahabenin icmâ'ı, akıl, fikir ve fıtrat delilleri bu görüşün hatalı olduğunu belirtmektedir. Bu görüşte olanlar başkalarının ruhu bir tarafa kendi ruhlarını bile tanıyamamış insanlardır. Çünkü Yüce Allah, nefse dönmeyi, girmeyi, çıkmayı emretmiş; açık sahih nasslarda ruhun yükseleceği, ineceği, tutulacağı, alınacağı, salıverileceği; semâ kapılarının ruha açılacağı, ruhun secde edeceği, konuşacağı, suyun damladığı gibi ruhun çıkıp akacağı; cennet yahut cehennem kefeniyle, tabutuyla kefenlenip tabutlanacağv ölüm meleğinin, ruhu eliyle alıp diğer meleklere vereceği; ruhun misk kokusu gibi güzel kokuları yahut leş gibi kokan pis kokuları koklayacağr semâlara çıkarıldıktan sonra meleklerle arza ineceği; bedenden ruh ayrılınca dıştaki gözün onu gözüyle takip edeceği belirtilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de de ruhun, bir yerden bir yere gideceği sonunda Yutak'a ulaşacağı belirtilmiştir. Ruhların birbiriyle karşılaşması, tanışması ve havada toplanmış ordular olmasıyla ilgili bütün sözkonusu deliller, Öldükten sonra ruhun öleceğini söyleyen görüşü çürütmektedir. Nitekim Rasûlullah, İsrâ gecesi ruhların, Hz. Adem'in sağında ve solunda bulunduğunu görmüş; mü'min kişinin ruhunun cennet ağacından yiyen kuş olduğunu; şehidlerin ruhlarının yeşil renkli kuşların havzalarında olduğunu bize bildirmiştir.Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de de Al-i Firavn'm ruhlarının sabah-akşam cehenneme arzolunduğunu bildirmiştir. 474
İbni Bakillânî düşüncesini ısrarla savunarak: "Bundan iki şey ortaya çıkar. Ya ruh, cismin bir arazı gibi hayatın başlangıcı olan bir arazdır, yahut ta, sözkonusu hayat, nimet ve ceza için ayrı bir ceset yaratılır" demektedir. Bu görüş, insan ruhunu, bedenin arazlarından bir araz kabul eden ve bir saat içerisinde binlerce ruhun değişeceğini söyleyen; bedenden ruh arazı ayrılınca da ruhun mükâfat yahut azap görmeyeceğini söyleyen ve ruhun yük-selmeyeceğini, arza inmeyeceğini, tutulmayacağını, salıverilmeyeceğim söyleyen görüşten son derece daha bozuktur. Bunun yanında akla, Kitap, sünnet ve fıtrat nasslarına da aykırıdır. Kendini tanımayandan başka kimse böyle birşey demez. Yeri gelince bu görüşlerin batılhğına delalet eden delilleri bütün yollarıyla açıklayacağız. Böyle bir şeyi ne seleften, ne sahabeden, ne tabiinden, ne da İslâm âlimlerinden biri söylemiştir. 475
FASIL
"Bedenden ayrılan ruhun yeri, ait olduğu bedenden ayrı bir bedendir" diyenlerin görüşünde hak da vardır, bâtılda.
Bu görüşler'in içinde en doğru olan görüş, hiç şüphesiz Rasûluilah'ın: "Şehidlerin ruhları, yeşil renkli kuşların havsalarmda kuş yuvalarına benzeyen, arşa asılı kandillere sığınırlar" sözüyle "Allah, mü'minlerin ruhlarını yeşil renkli kuşların karınlarına koymuştur" sözüdür.
Rasûluilah'ın: "Mü'minin ruhu cennet ağaçlarından yiyen bir kuştur" hadisinde geçen kuşun, beden gibi ruhun taşıyıcısı olabilir ki bu, bir kısım rnü'minler ve şehidler için sözkonusudur veya ruh, kuş suretinde olabilir. Muhammed b. Hazm'la, Ebû Ömer b. Abdülberr'in görüşü budur. Ebû Ömer'in görüşü ile ilgili tartışma yukarıda geçti. İbni Hazm ise diyor ki: "Rasûlullah'ın: "Mü'minin ruhu cennette ağaçlardan yiyen bir kuştur" sözü, cahillerin anlayışı bir tarafa bırakılırsa zahiri itibarıyla mü'min kişinin cennette uçtuğu ve kuş suretine girmediği anlaşılmaktadır. Eğer ludi lafzı müennestir denilirse, deriz ki: Fasih bir arab: f "Sana gelen kitabımı niçin küçük gördün?" demiş de lafzını müennes mi okuyorsun? diye itiraz edilmiş. O da cevabında: "O da bir sahife değilmi? demiş. Aynı şekilde lafzını da müzekker okumak gerekir. İbni Hazm devamında: "Ruhların yeşil renkli kuşların havsalasında olmasıyla ilgili fazlalık, kuşların sığındığı kandillerin bir sıfatıdır. Bu durumda bu iki hadis bir hadis olmaktadır." İbni Hazm'ın bu görüşü laf-zan da mana itibariyle de son derece bozuktur. Çünkü: "Müminin ruhu cennet ağacından yiyen bir kuştur" hadisi: "Şehidlerin ruhları yeşil renkli kuşların havs al alarmdadır" hadisinden başkadır. İbni Hazm'ın ileri sürdüğü ihtimal birinci hadis için sözkonusu olabilir. İkinci hadis için ise asla. Şu nedenle ki Rasülullah: "Şehidlerin ruhlarının, kuşların havz alasında olduğunu" bildirmiştir. Diğer bir rivayette: "Yeşil renkli kuşların karmlarmdadır" şeklinde geçmekte, başka bir rivayette ise: "Bu kuş cennette dolaşır, cennet meyvelerinden yer, nehirlerinden su içer sonra da kuş yuvasına benzer arşın altında duran kandillere sığınırlar" şeklinde geçer. İbni Hazm'ın: "Kuşların havsalan, sığındıkları kandillerin sıfatıdır" sözü, kesinlikle hatadır. Belki kandiller bu kuşların sığmağı manasınadır. Hadisten üç şey anlıyoruz: Ruhlar, karınlarında ruh bulunan kuşlar ve kuşların sığmağı olan kandiller. Kandiller, arşın altında sabit varlıklardır, cennette dolaşamaz. Kuş, gezer, gider, gelir. Ruhlar ise bu kuşların karnmdadır.
Denilirse ki: "Hangi surette Allah dilediği üzere seni bir bedene bindirdi" 476 âyetinde ve ibni Ebî Şeybe'nin Ebû Muâviye'den, onun da A'meş'ten, onun da Abdullah b. Mürre'den, onun da Abdullah'tan rivayet ettiği hadiste: "Onların ruhları yeşil renkli kuş gibidir" 477 manasının dışında bir kuşun suretine girmesi de mümkündür.
Ebû Ömer der ki: "Ruhun kuş gibi yahut kuş suretinde olduğunu söyleyen görüş, Ka'b b. Malik'ten: "Mü'minin ruhu..." şeklinde rivayet ettiğimiz hadislere uygun olması nedeniyle bana daha doğru geliyor.
Cevabımız şudur: Sozkonusu hadis her iki lafızla da rivayet edilmiştir. Müslim'in es-Sahih'inde, Mesrûk yoluyla Ameş'ten rivayet ettiği hadis ise. lafızlarında herhangi bir farklılık olmaksızın "yeşil renkli kuşun karınlanın dadır" şeklinde geçmektedir. 478
Osman b. Ebû Şeybe 479 Abdullah b. İdris'ten, o da Muhammed b. Is-hak'tan, o da İsmail b. Ümeyye'den, o da Saîd b. Cubeyr'den, o da İbni Ab-bas'tan rivayet ettiği hadiste, Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "(Uhud günü) ölen kardeşlerinizin ruhlarım Yüce Allah cennet ırmaklarında gezen, cennet meyvelerinden yiyen ve arşın gölgesinde dizilmiş altın kandillere varan yeşil renkli kuşların karınlarına koymuştur. Ruhlar, bu güzel yiyecekleri, içecekleri ve konuşmaları gördüklerinde: "Kim dünyadaki kardeşlerimize şu anda cennette rızıklandığımızı söyleyecek? Bunu duysunlar da harpten yüz çevirmesinler, cihadı terketmesinler" derler. O zaman Yüce Allah: "Bunu ben bildiririni" buyurarak şu âyeti indirmiştir: "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölülerden sanma. Şimdi onlar hayattadırlar v'e Rabb'leri katında rıziklan-maktadırlar." 480
es-Sünen'ül-Erba'a'da, Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde ve sözleri Tirmî-zî'ye ait Ka'b b. Malik'ten gelen şu hadise gelince, Rasûlullah buyuruyor ki: "Şehidlerin ruhları cennet meyvelerinden yiyen bir rivayette de cennet ağacından yiyen kuşların içindedir." 481 Tirmîzî hadisle ilgili olarak "sahih ve hasen bir hadistir." Manası açıktır. Şeriatın hiçbir kuralına aykırı olmadığı gibi ne Kur'ân'a ne de Rasûlullah'tan gelen bir habere de aykırıdır. Bu, Allah'ın, nimetini, şehid kullarına tanı verebilmek için ruhlarım taşıyan bedenlerinden daha hayırlı bir beden vererek, onlara ikram etmesinden ibarettir. Tabi kıyamet günü gelince ruhlarını dünyadaki bedenlerine tekrar verecektir.
Eğer denilse ki: "Bu, tenasüh ve ruhların dünyadaki bedenlerinden başka bedenlere hulul etmesidir. O halde şöyle cevaplarız: Sarih sünnette böyle bir mana vardır. Buna inanmalı ve sünnette belirtilen hususa tenasüh den-memelidir. Nitekim akılla da nakille de bilinen Allah'ın sıfatlarını ve esma-ı hüsnasmın hakikatlarım kabul etmek gerekir, dinsizlerin tabirleriyle bu sıfatlara cismiyyet ve terkib isnat edilmemelidir. Aynı şekilde hem aklen, hem de naklen sabit olan Allah'ın fiilleri, iradesiyle konuşması, her gece dünya semâsına inmesi ve kullarım yargılamak için kıyamet günü gelmesi gerçek kabul edilmeli; hiçbir zaman bu, dinsizlerin tabiri ile hadiselere girmesi olarak anlaşılmamalıdır. Nitekim yine akıl ve nakille Allah'ın kullarından üstünlüğü, onlara benzememesi, arşa inmesi, meleklerin ve ruhun Allah'a yükselmesi ve kendi katından yere inmesi, Hz. Musa'nın Allah'ın huzuruna çıkması, Rasûlunü kendine iki yay uzunluğu kadar veya daha az ölçüde yaklaştırması ve bu konuda gelen bütün naslar kabul edilmelidir. Cehmiyye fırkasının dediği gibi bu, Allah için bir mekan, yön ve cisimlik olarak anlaşılmamalıdır.
Ahmed b. Hanbel der ki: "Allah'ın hiçbir sıfatı, alçakların rüsvaylıkla-nndan dolayı inmemiştir." Bid'atçılarm çirkinliği buradadır. Ehli sünnet taraftarlarını cahillerin bile hoşlanmadığı haşevilik, terkibçilik ve cismiyyetle vasıflandıranlar bunlardır. Yüce Allah'ın kullarından üstünlüğünü, arşa inmesini inkâr etmek amacıyla, O'na çıkan ve cihet isnad etmektedirler. Bu amaçla Rafizîler, Rasûlullah'a olan sevgilerini, Rasûlullah'ın da onlara dua etmesini makam sevdasıyla; mecûsî Kaderîler de kaderi, zorlayıcı olarak yorumlamışlardır. Oysa ki lafızlara itibar etmemeli, hakikatlarına bakmalıdır. Rasûlullah'ın hadislerinde şehidlerin ruhlarının yeşil renkli kuşların karınlarında olmalarıyla ilgili sarih ifadelere tenasüh denmesi bu manaya zarar vermez. Batıl tenasüh, Rasûllerin düşmanı dinsizlerin ve meadı inkâr edenlerin: "Bedenlerden ayrılan ruhlar şeklen kendilerine münasip olan hayvanların, kuşların ve haşerelerin bedenlerine girerler. Ruh bedenden ayrılınca sozkonusu hayvanların bedenlerine girer, azabını yahut mükâfatını orada görür. Sonra buradan da ayrılarak ahlak ve davranış itibariyle yapısına uygun gelen daha başka hayvanların suretine girer ve bu böyle sürüp gider" şeklindeki tenasühtür. Bunlara göre ruhun meâdı, azap yahut nimet içinde kalması böyledir; başka bir meâd görüşleri yoktur. Rasûllerin, Peygamberlerin ittifakla kabul ettikleri gerçeğe ters düşen tenasüh, işte budur. Böyle bir inanç, Allah'ı ve Ahiret gününü inkâr etmektir. Bu taife diyor ki: "Bedenlerden ayrılan ruhlar, kendilerine uygun hayvanların bedenlerine girerler." Ne kadar da çirkin, batıl bir söz! Arkasından da şöyle diyorlar: "Ölüm ve azap bedenin bütün azalarına yahut kuyruk sokumu gibi bir azasına tatı-rıhr. Böylece Yüce Allah, ya bu uzva hayat vererek lezzet veya acıyı tattırır bir görüşe göre yahutta hayat vermeksizin lezzet ve acıyı tattırır diğer bir görüşe göre. Bunlara göre Berzah'ta yalnızca bedenler için azap vardır. Bu görüşün karşıtları da: "Ruh, hiç bir surette bedene dönmez, onunla birleşmez. Gerek azap olsun, gerek nimet olsun ikisi de sadece ruh içindir." Sarih, mütevatir sünnetler onların da bunların da sözlerini reddetmekte ve azabın ya da nimetin ruh ile bedene hem birden hem de ayrı ayrı tattırılacağım açıklamaktadır.
Denildi ki, Berzah'ta ruhlar, çok farklı yerlerde bulunurlar. Birincisi: Mele-i a'lâ'da illiyyûn tepesinde bulunan ruhlar. Peygamberlerin ruhları buradadır. Rasûlullah'ın İsrâ'da da gördüğü gibi bunlar da derecelerine göre farklı mertebelerdedirler.
İkincisi: Yeşil renkli kuşların karınlarında cennette diledikleri gibi dolaşan ruhlar. Bunlar bir kısım hepsinin değil şehidlerin ruhlarıdır. Yukarıda bazı şehid ruhların üzerlerindeki borçlar nedeniyle tutulduğu bildirilmiştir. MüsnetTde Muhammed b. Abdullah b. Cahş'den rivayet edildiğine göre bir adam Rasûlullah'a gelir ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, Allah yolunda öldü-rülürsem bana ve var?" diye sorar. Peygamberimiz de: "Cennet vardır" buyurur. Adam, ısrarla sorusunu tekrarlayınca Rasûlullah: "Biraz önce Cebrail'in bana gösterdiği kişi dışında" (ödemesi gereken borcuyla ölen şehid cennete giremez) buyurmuştur. 482
Üçüncüsü: Cennetin kapısında ruhun mahbus olduğunu söyleyenler. Nitekim, hadisi şerifte: "Arkadaşınızı, cennetin kapısında mahbus gördüm" buyurulmaktadır. 483
Dördüncüsü: Ruhun kabirde hapsedildiğini söyleyenler. Ganimet malından aşırdıktan sonra şehid düşen kişi hakkında insanlar: "O, cennete huzur içinde girmiştir" deyince, Rasûlullah (SAV): "Nefsim yedi kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki, ganimet malından aşıranın kabrinde alevli bir ateş yanmaktadır" demiştir. 484
Beşincisi: Ruhun, cennet kapısında olduğunu söyleyenler. İbni Ab-bas'tan gelen bir hadiste Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Şehidler, cennetin kapısından doğan bir nehirde, yeşil bir kubbe de bulunurlar. Sabah akşam rızıkları cennetten gelir" 485 Hadisi, Ahmed b. Hanbel rivayet eder. Ancak bu hadis, Allah'ın Cafer b. Ebî Talib'e iki kanat vererek cennette dilediği gibi uç-masıyla ilgili hadise aykırıdır.
Altıncısı: Ruhun, arzda hapsedilip Mele-i a'lâ'ya çıkmadığını söylenler. Bunlara göre ruh, arza layık süflî bir varlıktır. Arza bağlı nefisler, dünyada semavî nefislerle birleşemediği gibi bedenden ayrıldıktan sonra da birleşemez. Dünya hayatında Rabbini tanımayan, O'nu sevip zikretmeyen, O'nunla ünsiyet kurup O'na yaklaşamayan nefisler, arza layık sûflî nefislerdir. Bedenden ayrıldıktan sonra da aynen burada kalırlar. Nitekim, dünya hayatında Allah'ı seven, O'nu çokça anıp O'nunla ünsiyet kurmakla O'na yaklaşan nefisler de, ait oldukları bedenlerden ayrıldıklarında da kendilerine münasip yüce ruhlarla beraber olurlar. O halde gerek Berzah'ta, gerekse Kıyamet gününde kişi sevdiği ile beraberdir. Yüce Allah da Berzah'ta ve Meâd'da nefisleri birbiriyle birleşirecektir. Nitekim hadisi şerifte: "Yüce Allah, mü'min kişinin ruhunu, güzel ruhlarla beraber kılar yani tabiatına uygun ruhların arasına katar__buyurulmaktadır. Demek ki ruhlar bedenlerden
ayrılınca, kendilerine uygun, amelleri bir olan ruhların arasına katılarak onlarla beraber olurlar.
Yedincisi: Zina eden kadın ve erkeklerin bulunduğu tandırlarda bulunan ruhlar. 486 Bunlar, kan nehrinde yüzerler, cehennem taşlarını yerler. Mutlu ve mutsuz ruhların birlikte kalacakları bir yer yoktur. Birisi illivyûnun tepesinde iken, diğeri arzın altında bulunur ve yerden çıkamaz.
Bu babda gelen sünnetlere, eserlere itina ile bakarsan görürsün ki bunlar, ruhun yeri hususunda hüccettirler. Sahih eserler arasında birtakım çelişkilerin varlığı zannma kapılma; çünkü eserlerin hepsi birbirini doğrulamaktır. Yapman gereken şey ruhu anlamak, nefsi ve hükümlerini bilmek; bedenden ayrılan ruhun bedendeki durumundan daha farklı bir durumda olduğunu, cennette olmakla beraber semâda ve kabrin ucuna gelerek bedenle birleşebileceğini, harekette, gidişte, semâya çıkışta ve inişte çok süratli olduğunu, salıverilen tutulan, ulvî ve süflî kısımlarına ayrıldığını; bedende ikenki sıhhatinin, hastalığının, lezzetinin, nimet ve emelinini bedenden ayrıldıktan sonra daha çok olduğunu; bedenden ayrılınca tutulacağını, elem, azap çekip hastalanacağım ve üzüleceğini veya lezzet, rahatlık, nimet ve hürriyet bulacağını ve bedende bulunan ruhun, annesinin karnında bulunan çocuğa, bedenden ayrıldıktan sonra da bu dünyaya ayak basan çocuğun durumuna benzediğini anlamaktır. Ruhlar, birbirinden, büyük dört yurtta bulunurlar:
Birinci Yurt: Anne karnı. Sıkışma, daralma, gam ve üç karanlık yeri burasıdır.
İkinci Yurt: Doğup geliştiği, hayır, şer gibi mutluluk ve mutsuzluk sebeplerinin kazanıldığı yurttur (yani dünya).
Üçüncü Yurt: Berzah'tır. Dünya'dan daha geniştir. Dünya yurdu, anne karnından ne kadar genişse, burası da o Ölçüde dünyadan geniştir.
Dördüncü Yurt: Karar yurdudur. Ya cennettir ya da cehennemdir. Yüce Allah merhale merhale bu ruhları, yaratılış amacı ve o amaca ulaştıran amellerin emredildiği bu yurda (cennete yahut cehenneme) ulaştırır ki orada başkalarının kalması mümkün değildir. Her yurdun kendine mahsus durumu, hükmü vardır. Ruhları yaratan, doğurtan, Öldüren, dirilten, mesud ya da bedbaht kılan Allah, nasıl ki onların bilgilerini, amellerini, güçlerini ve ahlaklarım farklı farklı yapmışsa, aynı şekilde onlara mutluluk ve bedbahtlıkta farklı mertebelerde kılmıştır. Gerektiği gibi bunları bilen kimse, Allah'ın tek olup O'ndan başka ilahm olmadığını, O'nun ortağı bulunmadığını; her türlü hükümranlığın O'nun elinde olduğunu, bütün hamdlerin O'na olduğunu; her çeşit hayrın O'nun elinde olduğunu ve tüm işlerin O'na döneceğini; her türlü güç ve kudretin, izzet ve hikmetin bütün yönleriyle O'nda olduğunu bilmelidir. Bunun yanında nefsini, Rasûl ve peygamberlerin doğruluğunu, akıl ve fıtrat gereği Rasûllerin getirdiklerinin doğru, aksi olanların batıl olduğunu da bilmesi gerekmektedir. Başarı Allah'tandır. 487
Dostları ilə paylaş: |