FASIL
'İmam Şafî'nin, İbni Abbas'tan rivaj'et edilen "Sa'd'm annesi oruç adamıştı" sözünün ravîsini zayıf görmesine gelince; ona en güzel cevabı, arkadaşlarından en çok yardım gördüğü İmam Beyhakî vermiştir. Beyhakf nin sözünü Kitâbü'l-Ma'rife'den aynen alıyoruz: "Ölü adına orucun kaza edilebileceği, Saîd b. Cübeyr'in, Mücahid'in, Atâ' ve İkrime'nin İbni Abbas'tan rivayet ettiği hadislerle sabittir. Çoğunun rivayetinde geçen "bir kadın sordu" ifadesi Sa'd'm annesiyle ilgili kıssadan farklıdır. Bazılarının rivayetinde ise "annen adına oruç tut" ifadesi geçmektedir. Hadisin sıhhatine Abdullah b. Atâ' el-Medenî'nin rivayeti de delildir. O, Abdullah b. Ubeyde el-Eslemfnin babasından rivayet ettiği hadiste şöyle geçer: Rasûlullah'la beraber iken bir kadın geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, anneme genç bir cariye vermiştim. Şimdi annem öldü, cariye kaldı" dedi. Rasûlullah şöyle cevap verdi: "Sevabını aldın ve annenin mirasında o sana yeniden döndü." Yine kadın "annem, üzerinde bir aylık oruç olduğu halde öldü?" sorusuna da "annen adına oruç tut" buyurdu Rasûlullah. Yine kadın: "O, haccmı da yapmadan öldü?" deyince Rasûlullah: "Onun adına hac da yap" karşılığını verdi. Müslim, bu hadisi Abdullah b. Atâ'dan çeşitli şekillerde rivayet etmiştir.
Ben derim ki: Ebû Bekir b. Şeybe, Ebû Muaviye'den, o da A'meş'ten, o da Müslim el-Bıttîn'den, o da Saîd b. Cübeyr yoluyla İbni Abbas'tan da rivayet etmiştir. Rivayet şöyledir: Bir adam Rasûlullah'a geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü. Annem, üzerinde bir ay oruç borcu varken öldü. Onun adına orucunu kaza edebilir iniyim?" diye sordu. Rasûlullah ona: "Peki, annenin bir adama borcu olsa onu öder misin?" dedi. Adam da: "Evet, öderim" karşılığını verince "Allah'a olan borç ödenmeye daha layıktır" 589 buyudu.
Hadisi; Ebû Hayseme, Muaviye b. Amr'dan, o da Zaide yoluyla A'meş'ten de rivayet etmiştir.
Bundan başka Nesâî de Kuteybe b. Sa'd'dan, o da Abser yoluyla A'meş'-ten de rivayet etmiştir.
Görüldüğü gibi bu hadis hem metin itibariyle hem de sened itibariyle Saîd'in annesiyle ilgili hadisten farklıdır. Sa'd'ın annesiyle ilgili kıssayı, İmam Malik, Zührî'den, o da Ubeydullah b. Abdullah b. Atabe'den, o da İbni Abbas'tan rivayet etmiştir. Kıssaya göre Sa'd b. Ubâde Rasûlullah'tan fetva isteyerek: "Annem, bir adağını yerine getiremeden öldü" diye sorunca Rasûlullah: "Onu, adına kaza et" cevabını vermiştir. es-Sahîhayn'da da böylece rivayet edilmiştir.
Diyelim ki, bu hadiste ismi belirtilmemiş mutlak bir nezir sözkonusu-dur. Peki, A'meş'in Müslim el-BıtÜn yoluyla Saîd b. Cubeyr'den rivayet ettiği hadiste, Rasûlullah Sa'd'dan sozkonusu nezrin namaz mı, sadaka mı, yoksa oruç mu olduğunu niçin sormamıştır? Çünkü insan, istediği şeyi adayabilir. Bu bile, nezredilmiş orucun kazası ile nezredilmiş namazın kazası arasında fark olmadığına delildir. Nezirler arasında fark olsaydı Rasûlullah: "Neye nezretmiş?" diye sorardı. Eğer ki nezir; ölü adına kazası kabul edilen ve kabul edilmeyen kısımlarına ayrılmış olsaydı, açıklama istemenin hiçbir anlamı olmazdı. 590
FASIL
Ölü adına oruç tutmakla ilgili îslâm âlimlerinin görüşlerini de zikredelim ki, meselenin hilafına icma olduğu zannedilmesin.
Abdullah b. Abbas (ra) der ki: "ölünün nezredilmiş bir orucu varsa o tutulur; Ramazan orucunun kazasında ise yemek verilir." Ahmed b. Hanbel'in de görüşü budur.
Ebû Sevr de: "Nezir ve farz oruçları tutulur." Ebû Davud ve ashabı da "farz olsun, nezir olsun orucu tutulur" demektedirler.
Evzaî de: "Tutamadığı oruç yerine, velîsi sadaka verir. Sadaka verecek bir şey bulawmazsa bu takdirde orucunu tutar" demekte, Süfyan-ı Sevrî'den gelen bir rivayet de böyledir.
Ebû Ubeyd'ül-Kasım b. Selam da: "Nezrini tutamadan Ölen kişi adına oruç tutulur. Farz oruçları için ise yemek verilir" demektedir.
Hasen ise: "Üzerinde bir aylık oruç borcu olarak Ölen bir kimse adına otuz kişi, birer gün tutarsa bu caizdir" demektedir. 591
FASIL
"Ölünün yapamadığı hac yerine, infakta bulunulursa bunun sevabı ölüye ulaşır, ama ölü adına yapılan haccın sevabı ona ulaşmaz" sözünüz, sünnetin reddettiği, delilsiz boş bir görüştür. Çünkü Rasûlullah: "Baban adına
oruç tut" 592 buyurmuş, bir kadına da: "Annen adına oruç tut"593 demiştir. Yani Rasûlullahj ölü âdına bizzat hac yapılmasını belirtmiş: "Yapılacak infak hac-cma geçer" denmemiştir.
Bir keresinde de Rasûlullah, Sübrüme adına telbiye getiren bir adamı duyunca: "Önce kendi haccmı yap, sonrada Sübrüme adına hac yap" demiştir. 594
Bir kadın da yanındaki çocuğa işaret ederek: "Bunun için de hac var mıdır?" diye sormuş da Rasûlullah: "Evet" demiştir.595 înfak sevabının ona olacağım söylememiştir. Her ne kadar hac yapmamakla beraber çocuk için de hac yapmak gerektiğini; hac vecibelerinde velîsinin ona naib olabileceğini belirtmiştir.
Ayrıca Ölünün naibi, bazan mukîmken vermiş olduğu nafaka dışında hac için hiçbir infakta bulunmayabilir. O halde, mukîmken verilen nafakanın sevabını ölüye ulaştıran şey nedir? Oysa ki bu kimse, hac için bir infakta bulunmamış; yaptığı infak, mukîmken veya yolculuk halindeyken yaptığı infaktrr. Sünnet ve kıyas bu görüşü reddetmektedir. Allah (cc) en iyisini bilir. 596
FASIL
Eğer denilirse ki: "Sevabın ölüye ulaşmasında, hediye yapan kişinin, bizzat ölünün adını anmasını mı şart koşuyorsunuz yoksa, mücerred olarak başkası adına amel yaptığına niyet etmesini kâfi mi görüyorsunuz?
Denir ki: "Herhangi bir hadiste, hediye yaparken ölünün adının anılması şart koşulmamıştir. Aksine Rasûlullah, oruç, hac ve sadaka gibi ibadetlerde yalnızca başkası adına amel etmeyi kafi görmüş; sevab bağışlayan kimsenin: "Allahım, bunu, fülancanm oğlu falanca adına yapıyorum" demesini ifade etmemiştir. Yüce Allah, amel işleyen kişinin amacını, gayesini bilir. Fakat bağışladığı ölünün adını anarsa bu caizdir. Eğer Ölünün adını zikretmemişse, sevabın ulaşmasında amacı, gayesi yeterlidir, fazladan: "Allahım, yarın fülancanm oğlu falanca adına oruç tutacağım" demesi gerekmez. Bu nedenle —Allah daha iyisini bilir—ibadetten önce başkası adına amel etme niyetini şart koşanlar, amelin ölü adına yapıldığını belirtmek için böyle bir şart ileri sürmüşlerdir.
Ancak ibadetini yaptıktan sonra, sevabının başkasına ulaşması için niyet ederse, sırf niyet sebebiyle sevap ulaşmaz. Nitekim hibe etmeye yahut köle azat etmeye yahutta sadaka vermeye niyet etmekte böyledir; sadece niyetle amaca ulaşılamaz.
Bunu şöyle bir misalle de açıklayabiliriz: Bir kimse mescid yahut medrese, yahutta su deposu niyetiyle bir bina yapsa, mücerred niyetiyle bu vakıf olmuş olur; ayrıca zikretmeye gerek kalmaz.
Yine, zekât niyetiyle bir fakire mal verse, zekâtı zikretmese de zekât vecibesi ondan düşer.
Yine hayatta yahut ölmüş birinin borcunu ödese, her ne kadar bunların ismini anmasa da zimmetlerinden borçları düşer.
Denilirse ki; "Ey Allahım, şu ameli kabul ettiysen beni bunda daim kıl, sevabını da fülancaya ver. Yoksa verme" demek suretiyle, bağışı, bir şarta bağlamakla tahsis etmek olabilir mi?
Denir ki: "İfade olarak da amaç olarak da bir tahsis yapılmış olmaz. Böyle bir şartın anlamı da yoktur. Çünkü Allah (cc), şart koşulsun ya da koşulmasın gerekeni yapar. Yüce Allah (cc) şart olmadığında başka şey yapacak olsaydı belki şart sürmenin bir anlamı olurdu.
Fakat "Allahım, beni bunda sabit kılarsan, sevabını fülancaya ver" sözünde ise, sevap önce kişiye gelir, sonra da hediye edilen kişiye geçer" iddiası böyle değildir. Tam aksine fülanca adına diye niyet etmişse, başkası adına köle azat etmekte olduğu gibi bunun sevabı Önce kimin adına yapılmışsa ona gider. Çünkü köle azat etme velayetinin, önce azat edene, daha sonra da adına azat edilene geçtiğini söyleyemeyiz. Başarı Allah'tandır.
Eğer denilse ki: "ölüye sevap bağışlamak isteyen kişi için en uygun yol nedir? Denir ki: "Kendi adına amel işlemesi daha faziletlidir. Yani ölü adına yapılan köle azadı veya verilen sadaka oruç tutmaktan daha faziletlidir. Sadakanın faziletlisi de, sadaka verilen kişinin ihtiyacına uygun olan şeyleri devamlı olarak vermektir. Bu manada Rasûlullah: "En faziletli sadaka, başkalarının faydalanacağı su kanalı yahut su kuyusu açmaktır" buyurmuştur 597Yani bu suyun az olduğu susuzluk çekilen bölgeler için sözkonusudur. Gıda maddelerinin çok gerekli olduğu yerlerde su kanalı yahut su kuyusu açmak yemek yedirmekten daha faziletli olamaz. Ölü, dua eden kimseden, ih-lasla, tazarrû ile kendisine dua ve istiğfar edilmesini istiyorsa yerine göre dua ve istiğfar, sadaka vermekten daha faziletli olur. Kişinin ölünün cenaze namasma iştirak etmesi, kabri başında da dua etmesi böyledir.
Bilcümle, ölüye gönderilecek en büyük hediye, köle azat etmek, sadaka vermek, istiğfar etmek, dua etmek ve onun adına hac yapmaktır.
Kur'ân okumak ve ücretini almadan gönül rızasıyla ölüye bağışlamanın sevabı da oruç ve haccın sevapları ulaştığı gibi ona ulaşır.
Eğer denilirse ki: "Bu anlattıklarınız, selef âlimlerinde görülmemekte. Hayra çok düşkün olmalarına rağmen kimse Kur'ân okumakla ilgili birşey nakletmemiştir. Rasûlullah da onlara bunu anlatmamış; onları duaya, istiğfara, sadakaya hac ve oruca teşvik etmiştir. Eğer Kur'ân okumanın sevabı da ölülere ulaşacak olsaydı Rasûlullah bunu onlara anlatır, onlar da böyle yaparlardı.
Cevabımız şudur: "Bu iddianın sahipleri, hac, oruç, dua ve istiğfar sevaplarının Ölülere ulaşacağını itiraf ediyorlarsa onlara denir ki: "Ne sebeple Kur'ân sevabının ölüye ulaşacağını reddederken bu amellerin sevaplarının ulaşacağının kabul ediyorsun? Bu, benzer şeyler arasında ayırımı yapmaktan başka ne olabilir? Yok eğer bu amellerin sevaplarının ölülere ulaşacağını itiraf etmiyorlarsa ki bu olamaz bu, Kitapla, sünnetle, icmâ ve şer'î prensiplerde sabit olmuştur.
İşin Kur'ân'la olan sebebine gelince, bu selef âlimlerinde görülmemiştir. Çünkü onlar, bir kimsenin Kur'ân okumasına ya da sevabım Ölülere bağışlamasına karşı olmamışlar; haddi zatında bunun üzerine düşmemişlerdir. Zamane insanların yaptıkları gibi sırf Kur'ân okumak için kabristana gitmemişlerdir. 598 Bunun yanında, hiçbir selefi, okuduğu Kur'ân'ı hatta verdiği sadakayı, tuttuğu orucu fülanca ölüye bağışlayan bir adama rastlamamıştır.
Kur'ân okuma sevabının ölüye ulaşmasına karşı olana sonra şöyle denir: "Seleften birinden: "Allahım, şu orucun sevabını fülancaya ver" dediğini zorlamayla nakletmiş olsan bunu ispatlamada yetersiz kalırsın. Çünkü onlar, salih amelleri gizlemeye çok düşkündürler, ayrıca kazandıkları sevapları ölülerine ulaştırmak için Allah'ı da şahit tutmamışlardır.
Eğer denilirse ki: "Allah'ın O Rasûlü ki ashabına bunlardan başlatmamıştır." Meselenin cevabı çok açıktır. Meselâ biri ölü adına hac yapmaktan sormuş O da buna izin vermiş. Bir diğeri ölü adına oruç tutmayı sormuş, oda buna izin vermiş. Bir başkası da ölü adına sadaka vermeyi sormuş. O ise buna da izin vermiş; ama ölü adına yapılabilecek diğer şeylerden menetmemiş-tir.
Mücerred niyetten ve imsaktan (yemek, içmek, aile ilişkisi gibi orucu bozan şeylerden) ibaret olan orucun sevabının ulaşmasıyla Kur'ân okumak ve zikir çekmenin sevaplarının ulaşması arasında ne fark vardır?
Aynı zamanda, seleften kimse böyle birşey yapmamıştır diyen kimse de bilmediği bir konudan konuşuyordur. Bu ise bilmediği şeyin nefyine şehadet eder. Selef ulemâsından gelen, birtakım bilgileri olsa da buna hemen bir şahit bulamazlar. O halde, gayıblar alemiyle ilgili bilgileri en iyi bilen Allah (cc), onların niyetlerini amaçları hususunda özellikle de bağışlama niyetini dile getirmede, kafidir.
Meselenin sırrı şudur. Sevap, amel eden kişinin mülküdür. Gönül rızasıyla müslüman kardeşine bağışlayınca, Allah sevabı bu kimseye ulaştırır. Öyleyse Kur'an okuma sevabını diğer sevapladan ayırıp kulun kardeşine göndermesine engel nedir? İnkarcılar da içinde olmak üzere çeşitli asırlarda birçok beldelerde insanlar böyle amel etmişler; ulemâdan hiç kimse de buna karşı olmamıştır.
Eğer denirse ki: "Rasûlullah'a bağışlamak hakkında ne diyorsun? Cevap şudur: Mateahhirîn fukahadan bazıları bunu müstehab görürken bazıları müstehap görmemiş, bunu bid'at saymıştır. Çünkü Sahabe-i Kiram böyle şeyler yapmamıştır. Rasûlullah'a ümmetinden iyi bir amel işleyenin ameli kadar, hiçbir azalma olmaksızın sevap vardır. Çünkü Rasûlullah, her türlü hayırda, ümmetine önderlik yapmış; onları irşad ederek Hakka çağırmıştır. Bir hadiste: "Kim insanları doğru yola çağırırsa 599, kendi ecri yamnda, sözüne uyup hidayet bulanların ecri kadar daha ecir alır. Hidayet bulanların ecrinden de birşey eksilmez" buyurulmuştur.600 Her hidayet, her ilim, ümmete O'nun elinden geçtiğinden dolayı, kurtulsun ya da kurtulmasın kendisine uyanların aldığı ecir kadar, 601Rasûlullah da ecir alır. 602
Dostları ilə paylaş: |