İKİNCİ BÖLÜM
YAZILI BASINDA BİREYSEL ŞİDDET İÇERİKLİ HABERLERİN
SUNUMU
I. YAZILI BASININ ŞİDDET İÇERİKLİ HABERLERİ SUNMA BİÇİMİ
Günümüzde kitle iletişim araçlarının yaygınlaşan kullanımı ile şiddetin toplumda yaygınlaşma ve bir anlamda meşrulaştırılması ve/veya içselleştirilmesi olgusu gittikçe önem kazanmaya başlamıştır. Çünkü; izlediği TV’de, sinemada, okuduğu gazetede şiddet içerikli birçok gösterim ve haberle yüz yüze gelen bireyin, gerçek yaşamda bu denli şiddetle karşılaşması mümkün değildir. Ancak, “av/avcı”, “ezen/ezilen”, “yöneten/yönetilen”, “horlayan/horlanan” görünümleriyle ortaya çıkan ve “göreceli” bir boyutta kendini gösterdiğinden dolayı aynı oranda da farkına varılması zor olan şiddet dayalı sistem realitesini, bu arada gözden uzak tutmamamız gerekiyor. Zaten kitle iletişim araçlarının, tek başına şiddete dayalı bir toplumsal yaşamı oluşturabileceğini ya da toplumdaki şiddetin düzeyi üzerinde etkili olabileceğini söylemek tutarlı da gözükmemektedir. Çünkü, bireyler, kitle iletişim araçlarının etkilerine maruz kalmadan önce, yer aldıkları toplumsal sınıf ve konumlarının gerektirdiği ve de egemen sınıf kültürünün (kitle kültürünün/başat kültürünün) onlara yüklediği değer ve davranış değerlerini benimsemelerini sağlayacak biçimdeki düzenlemelerle maniple edilmektedir. Böylece, sınıflı bir toplumsal yaşamda sınıfsal bir bilinçten uzak bir biçimde kazanılan böylesi bir yanlış bilincin etkisiyle, içinde yaşadıkları toplumsal realiteyi değiştirebilecek yeterli parasal, zamansal ve kültürel olanaklara sahip olamamanın getirdiği husumet ve saldırganlık eğilimlerinin, bunları elde edebilme yol ve yöntemlerindeki temel mantığın şiddete dayalı bir kültürel yaşam içinde gerçeklemesine yol açmakta ve bu durum, sözü edilen kültürün yaşayabilmesi için gerekli desteğin verilmesi anlamına gelmektedir. “Bu kalabalık, haşinlik ve kiniklik ortamı içinde yaşanan bütün insan ilişki biçimlerinde insan bir başka insanla insanca bir ilişki kuramıyor. Bütün insan ilişkiler, iş hayatında da, siyasal hayatta ya da aşk da av/avcı ilişkisi olabiliyor. Sevişenler ilişkisine bugünkü tarzımız olanak tanımıyor. Horlamak ve horlanmak bir marazi tatmin biçimi oluşturuyor. Kendimizi başkalarının (gücümüzün yettikleri) üzerinde şiddet uygulamakta (dövmek, sövmek, horlamak, ikili ilişkilerde inisiyatifi hep kendi elimizde tutmak) haklı görmeye başlıyoruz. Şiddetle örülü bir biçimde çeşitli boyutlarda yaşanan insansal ilişkilerin yer aldığı böylesi bir toplumsal ortam içinde yaşayan ve aynı zamanda, yer aldıkları toplumsal konumu değiştirebilecek olanaklara sahip olamamanın getirdiği güvensizliğin ve husumetin etkisiyle, benzer konumda yer alan insanlara uygulanan şiddeti haklı görmeye başlayan ve bu nedenle de şiddete dayalı çözümler dışında alternatif bir toplumsal realiteyi düşünmekten alıkonulmuştur. Sorunlara böylesi bir hayat tarzının olağan saydırdığı bir bakış açısı içinde bakmaya alışmış insanlara, kitle iletişim araçların bunu zorlayacak yönde bir eleştirel yayın politikası gütmeleri, okuyucuya/izleyiciye itici geleceği düşünüldüğünden, “haber verme ve bilgilendirme” işlevi, şiddete dayalı sistem mantığının meşrulaştırılması, kültürel yönden normalizasyonu yönünde olacaktır” (Oskay 1992 a: 8-11).
Bu ilişki biçimlerini gazetelerin betimleyişlerine birkaç örnek; “Hasmını öldürmeye giderken trenin altında kalıp öldü. Dün gece Zeytinburnu’nda Yahya Özkaya (45) adında bir şahıs aralarında eski bir düşmanlık bulunan hasmını öldürmeye giderken banliyö treninin altında kalarak ölmüştür”. Olay fotoğrafının altındaki sözler aynen şöyle: Ava giden avlandı, Ava giderken avlanan Yakup Özkaya’nın Mustafa adındaki bir arkadaşına pusu kurmuş olduğu anlaşıldı” (Günaydın 06.01.1976: 1).
Bir başka örnek; “Uyanık kuyumcu, soygunculara sahte altınları verdi. Fetih kuyumcusunun sahibi Sıtkı Şapka, ‘Onları faka bastırdım’ dedi. Kuyumcu Sıtkı Şapka’nın elinden gerçek zannettikleri 152 sarı madeni kaplama zincir alan soyguncular, ‘Büyük bir vurgun yaptık’ diye sevinç içinde kayıplara karışırken, uyanık kuyumcu arkalarından kahkahalar attı, ‘Her zaman biz mi faka basacağız? Bu onlara iyi ders oldu’ dedi” (Hürriyet 04.01.1990: 3).
Bir diğer boyutta yaşanan ilişki biçimlerine örnek olarak, “Kaçan karısının evini buldozerle yıkan koca hırsını alamadı. ‘Dünyayı başına geçirsem de azdır’. Evliliğin ikinci ayında delicesine sevdiği karısı tarafından terkedilen ve yüreğine çöreklenen acı, zamanla nefrete dönüşen çılgın koca, yönetimindeki buldozerle genç kadının kaldığı “Baba ocağı”nı yerle bir ettikten sonra gözlerini hastanede açmış, ‘bana acı çektiren kadının başına dünyayı geçirmem gerekiyordu’ demiştir... Canından çok sevdiği karısından ayrılmak istemeyen, ancak tüm uğraşlarına rağmen soruna bir çözüm kazandıramayan makine operatörü, şeytanın dahi aklına gelmeyecek bir ceza şekli bulmuş ve bunu kısa sürede gerçekleştirmiştir” (Hürriyet 01.06.1976: 1).
“Liseli kız, babasını satırla doğradı. 17 yaşındaki Neriman, ‘Babamı sevgilimle buluşmamı önlediği için öldürmek istedim’ dedi... İzmir’de hazır elbise satıcılığı yana Nevzat Eltepe, komşulardan Neriman’ın sık sık sevgilisi İzmirsporlu futbolcu Eldem ile buluşup dolaştığını işitmiş ve buna sinirlenerek Kınık’a hareket etmiştir. ‘Tatil bitti’ deyip eşi ve 3 çocuğunu alıp İzmir’e gelen hırslı baba, bir şişe rakı içtikten sonra Neriman’a sofradaki ekmek bıçağını göstererek, ‘Beni rezil ettin, bir gençle buluşup dolaşıyormuşsun, bundan sonra bunu yaptığını görürsem seni bu bıçakla kıtır kıtır keserim’ demiştir. Devamlı korku içinde kalan genç kız da, sabaha kadar uyuyamamış ve babasını öldürmeyi planlamıştır. Babasının yatak odasına giren genç kız elindeki satırı divanda uyumakta olan Mevlüt Eltepe’nin kafasına olanca kuvvetiyle indirmiştir... Nermin gözaltına alındığı Eşrefpaşa Karakolu’nda, ‘Bıkmıştım bana yaptığı baskılardan... Sevdiğim gençle buluşmamı, konuşmamı önlüyor, beni tehdit ediyordu’ demiştir.” (Günaydın 10.02.1976: 1) “Evlenmesine izin verilmeyince sevdiği kızlı birlikte altı kişiyi vurdu! '‘Bulabilsem, Aliye’nin bütün ailesini vuracaktım. Bana kız vermeyen ailenin kökünü kurutacağım’ dedi” (Günaydın 19.03.1976: 1) “Hayatında tavuk bile kesmeyen adam, karısın kıtır kıtır doğradı... Baltayla doğrayan katil kendisini yıllardır ilk defa mutlu hissettiğini söyledi.” (Günaydın 15.01.1976: 1) “Döven kocasını bıçakla öldürdü. Kendisini sık sık dövmesine dayanamayan Mesude, kocasını ekmek bıçağıyla öldürdü... Eşini korkutarak bu tartışmaların bir daha yaşanmamasını sağlamak isteyen genç kadın üzerine yürüyen M. Karataş’ı karnından bıçakladı.” (Hürriyet 18.02.1990: 3) “Boşanmak isteyince hastanelik oldu. Hastanede kıstırdığı eşini döverek yüzünü morartan öfkeli koca kayıplara karıştı” (Hürriyet 02.01.1990: 1) “Dayak cinayeti. 4 çocuk annesi Mualla kendisini düven mühendis kocasının uyuduktan sonra eşarpıyla boğarak öldürdü. “Akşam eve geldikten sonra yok yere beni dövmeye başladı. Yüzümü, gözümü morarttı. Bu işkenceden, eziyetten kurtulmak için başka çarem yoktu” (Hürriyet 08.01.1990: 3) “Binbaşı kocasını bıçakla öldürdü. Olay günü alkollü vaziyette, tekme-tokat evden sokağa atması bardağı taşıran son damla oldu. Kocasının kendisini yarı çıplak vaziyette döverek dışarı atmasına içerleyen iki çocuk annesi Ayşe B. Eline geçirdiği ekmek bıçağı ile kocasının delik deşik ederek öldürdü” (Sabah 23.01.1990: 3).
Böylece, duyulan husumetin toplumsal realite yerine, bunun içinde yer alan ve onun diğer kurbanlarını oluşturan kişilere doğru yöneltilmesi ve de bir boşalım alanının yaratılması söz konusu olmaktadır. “Günümüzde, toplumsal konumlarını iyileştirme umutları kalmayan kesimlerde daha yoğun olmakla birlikte, orta sınıflarda ve alt-orta sınıflarda epey yaygın olduğu gözlemlenen bu eğilimlerin yansımasını söz konusu kesimlerin okudukları resimli romanlarda, çizgi romanlarda, izledikleri gazetelerdeki nedenini, nasılını anlatmadan yapılan toplumsal eleştirilerde, porno yayınlarda şiddetin işlendiği romanlar ve çizgi romanlarda, gazetelerdeki popülerleşmiş sırt sıvazlayıcı köşe yazılarında, T.V. dizilerinde, siyasal hayattaki basmakalıp söylemlerin verili dil kullanımına koşut semantik yapısında bulmaktayız” (Oskay 1985: 60-63).
Böylesi eğilimlerin ve ortamın oluşturulmasında, kitle iletişim araçlarının yaptığı katkının ortaya konulabilmesi, söz konusu araçların şiddet olaylarını nasıl verdiğinin gözler önüne serilmesine bağlı bulunmaktadır. Çünkü, modern toplumda şiddetin yaygınlaşması ve kültürel anlamda normalizasyonu/içselleştirilmesi, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşan kullanımı ile daha etkin ve daha farklı bir boyuta ulaşmıştır. “Parçalanmış, çoğulcu ve sanayileşmiş toplumumuzun doğası gereği olarak –ki pek çok kimse kitle iletişim araçlarıyla oluşturulan kültürün değer ve davranışlarımızı biçimlendirmede gittikçe artan bir değer ve davranışlarımızı biçimlendirmede gittikçe artan bir değer taşıdığına inanmaktadır- kitle iletişim araçlarını şiddet ve sapkın davranışları betimlemesi, bugün, geçmişte olduğundan daha önemli etkiler yaratabilir” (Halloran 1983: 62-84).
Bu çerçevede, bu araçların şiddeti bir davranış kalıbı olarak sunması, betimlemesi, öğretmesi ve bir anlamda telkin etmesi, şiddeti yoğun bir şekilde sunmasından değil, şiddeti temel almış varolan realitenin anlatılma biçiminden (basının haberi varolan realitenin etiğinin aynısını haklılaştırıp, meşrulaştıran bir biçimde sunması) kaynaklanmaktadır. Yabancılaşmaya, eşitsizliğe ve şiddete dayalı toplumsal hayatı bu görünümlerle algılamak ve bunlarla örülü bir dünyanın betimlemesiyle karşı karşıya bırakılmak durumunda kalan, varolan realiteye karşı alternatif bir realite oluşturulabilmesi mümkün olmadığından, böylece, söz konusu realiteyi olabilecek tek realite olar meşru sayması de gerçekleşmiş olacaktır. Böyle bir sunum şeklinin sistem açısından en büyük yararı, (özellikle kişisel değiştirmeye yönelik olan siyasal şiddetin dışındaki bireysel şiddet hareketlerinin) sistemin sürekliliğine olan katkısında yatmaktadır. “Türkiye örneği incelendiğinde iki tür şiddet uygulaması saptanabilir. Bunlardan ilk, terör (dehşet) öğesini de içeren siyasal şiddet eylemleridir. İkincisi, toplumun geleneksel sosyal kurumlaşmasından, ilişkilerinde kaynaklanan ve kültürel değerlerle beslenen şiddet eylemleridir. Kan davası ve namus cinayetleri (Gazetelerde incelediğimiz ve örneklerini sunacağımız bireysel şiddet olaylarının bazılarında şiddetin nedeni olarak kan gütme ve namus olgusunun gösterilmiş olduğunu söyleyebiliriz) bu tür şiddet eylemlerinin en iyi örnekleridir. Hedefleri özgül bireyler ve/veya da onların ailelerinin üyeleridir. Bunlar toplumun tümünü veya onun ekonomik veya da siyasal sistemlerini değiştirmeye yönelim eylemler değillerdir. Tam tersine, toplumsal yapı yerine, bireysel hedefler seçildiği için, sorunların asıl kaynağı olan toplumsal sistemin vücut yapısıyla sürekliliğine katkıda bulunurlar” (Ergil 1980: 53).
Şiddetle örülü ilişkilerin yaşandığı böylesi bir realitenin farkına varılmasına yönelik bir eleştiriyi içermeyen bu sunum biçiminin, bir başka deyişle, sözü edilen katkının anlaşılabilmesi, her şeyden önce bu araçların kültürel işlevlerinin ortaya konmasına bağlı bulunmaktadır. Başat/kitle kültürüyle biçimlenen bağımlı konumdaki insanlar, yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli eylem haritasını sunan kitle iletişim araçlarını ya da her sabah okuduğu gazetenin kendisine çizdiği dünya haritasını izleyerek enforme edilen birey konumuna düşmektedir” (Mılls 1974: 436-440-441).
“Araçlar gündemi seçmekte, düzenlemekte, vurgulamakta, tanımlamakta ve genişletmektedir. Anlamları ve çerçeveleri (perspektifleri) ağlamakta, çözümler göstermekte, kimi kümeleri, kimi davranış ve değer türleriyle birleştirmekte, statükoyu ve geçerli olan toplumsal denetim sistemlerini haklı göstermekte ve meşrulaştırmaktadır. Dünyadan görüntüleri oluşturmakta ve sonra da bu görüntüler, bizim inançlarımı ve olası eylem kalıplarımızı biçimlendirmektedir. Özellikle bu araçların, okuyucunun şiddete ilişkin değer ve tutumları kadar bu tür olaylarla ilgili algılarını biçimlendirmede oynadığı rol de dikkat çekicidir” (Halloran 1983: 62-84).
“Basın, haber konularının hacmi nedeniyle, genel olarak suç işlemeyi özendirmekte ve övmekle suçlanmıştır. Gazetelerde suçlara ayrılan yerin önemi ve büyüklüğü ve bu haberlerin yerini korumaya verilen önem, toplumumuzdaki ahlaka aykırı davranışların şaşırtıcı bir göstergesini oluşturmaktadır. Suçu sürekli överek, gazeteler, çok olasıdır ki, kültürümüzü bir suç merkezi çerçevesinde gelişen bir kültür haline sokuyorlar. Bunun sonucu olarak da suç, çoğu kez, gerçekte olduğunda daha sık görülmektedir. Burada önemli olan, basının toplumdaki şiddetin düzeyi üzerinde etkili olduğu ya da şiddet olaylarını oluşmasında tek neden olduğu gibi düşünceden çok, şiddet olaylarını sunuş biçiminin eleştirilmesidir. Böylece, basının şiddet olaylarının doğmasına katkısı ya da şiddet dolu bir ortamın yaratılmasındaki rolünün ortaya konması amaçlanmakta ve bu nedenle, sözü edilen katkı veya rolün anlaşılmasındaki çerçevenin, kitle iletişim araçlarının işlevlerini ve sistem içindeki yerini saptamaya yönelik geniş bir boyutu da içermeye çalıştığı görülmelidir. Bu çerçeve çizilemediği sürece, kitle iletişim araçları ile şiddet olayları arasında basit nedensellik ilişkileri kurulmuş olacaktır” (Halloran 1983: 83).
Bu konuda James D.Halloran şunları söylüyor: “Her ne kadar bu ve başka savları destekleyecek çok sağlam kanıtlar bulmak olanaklı değilse de, insanların gazetelerde okuduklarının, radyoda dinlediklerinin, televizyonda seyrettiklerinin, toplumumuzdaki şiddetin niteliğine ilişkin görüşlerini etkileyebileceğini varsaymak akla aykırı değildir... Önemli olan, kitle iletişim araçlarının, halkın, şiddet konusu davranışlarla ilgili algılarını etkileme yollarından birine dikkat çekmektedir. Kitle iletişim araçları ise, neyin kabul edilebilir olduğunun ya da olmadığının sınırlarını belirler, aydınlatır, bunlara karşı ilgi uyandırır ve şiddetin niteliğine ve boyutlarına ilişkin algılara yeniden biçim verirler. Bunu yaparken, halkın düzensizliğe karşı tepki göstermekte birleştirir, ortak değerlere inançlarını güçlendirir, yaptırımların uygulanmasını kolaylaştırır ve toplumsal denetimi pekiştirirler. Ama, bunu yapmak için şiddet, toplumda görülebilir olmalıdır. Kitle iletişim araçlarının önemi da zaten buradadır” (Halloran 1983: 62-84).
Tam bu noktada, kitle iletişim araçlarının sisteme sürekliliğine olan katkısı, şiddetin kültürel yönden meşrulaştırılması ve içselleştirilmesi yönünde bir işlev yüklenmiş bulunan bir sunumu ön planda tutan bir habercilik anlayışından kaynaklanmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |