A. Bireysel Şiddet İçerikli Haberlerin Sunumu 1. Yorumsuz Habercilik Anlayışı ve Bu Anlayışa Dayalı Liberal Gazetecilik Geleneğinin İrdelenmesi
Kitle iletişim araçlarının, şiddet dayalı bir biçimde çeşitli boyutlarda yaşanan ilişkilerin yer aldığı böylesi bir sistem realitesinin meşrulaştırılması ve içselleştirilmesi konusundaki katkısı; bu araçların, bir yandan, şiddet olaylarını yansıtmada abartı ve saptırmalara başvuran, diğer yandan da, bu olayları kendilerinin yaratmış olan özgül toplumsal bağlam ve somut tarihsel gelişimin dışında bireysel psikolojinin etkenleriyle (saldırgan dürtüler, kıskançlık, cinnet) açıklayan ve de bunları, varolan realitenin etiğinin aynısını haklılaştıran bir haber dili/semantik yapıyla vererek, sonuçta, şiddeti sorunları çözmenin meşru bir yolu olduğu inancını yaratacak bir biçimdeki bir söylemle yerine getirdiği söylenebilir. Bir başka deyişle, basın, bunu, şiddete yönelik olaylar üzerinde yoğunlaşan ve olaylar arasındaki nedensellik bağlarını göstermeyen bir biçimde, şiddet dola olayları ve sorunları sunan, ancak, bunların da, toplumsal yapıdaki değişikliklere bağlı olarak insan müdahalesiyle çözülebileceğini söylemeyen ve bunu söylemeye yönelik çabaları da “yorumculuk” olarak değerlendiren bir “yorumsuz” habercilik anlayışı içinde, abartılı ve magazinleşmiş bir avami ya da gündelik hayatın söylem tarzının kullanıldığı bir sunum şekliyle yapmaktadır.
2. Bireysel Şiddet İçerikli Haberde Dikkat Edilmesi Gereken Boyutlar
Genel hatlarıyla boyutlarını çizmeye çalıştığımız bu sunum biçiminin, daha belirgin ve daha anlamlı bir biçimde ortaya konulabilmesi, söz konusu sunum biçiminin çalışmamıza konu olan şiddet içerikli haberlerde bu alanın kendine özgü yanlarını da dikkate alarak- aldığı boyutların ve yüklendiği işlevlerin gözler önüne serilmesine bağlı bulunmaktadır. “Şiddet ve şiddetle ilgili konulara ilişkin haberlerin kitle iletişim araçlarında yeralış biçimi, olayların anlamlı bir bağlam içine sokulmasını ve suç, suçlu, kurban ve resmi kuruluşlarla ilgili haberin ardındaki gerçek sorunların yeterli bir biçimde anlatılmasını önleyebilmektedir. Olaylar üzerinde yoğunlaşma, kendi başına haberin kimi, yönlerin, diğer yönlerinden daha çok haber değeri kazandırma olasılığına sahiptir. Acil olan ise, dramın nerede olduğu, eylemin nerede yapıldığı ve halkın neyi öğrenmek istediğidir. Bu doğru olabilir ama, sorunun nasıl geliştiğini yeterli bir biçimde anlayabilmek için, güçlü bir temel sağlamaz. Çünkü; şiddet içerikli haberde, suçu yaratan somut toplumsal koşullar gözardı edilerek, bir anlamda, bunlardan yalıtılmış bir biçimde, suçun nedenleri olarak kıskançlık, delice planlar, saldırgan dürtüler gibi bireysel psikolojinin alanına giren konular sunulur ki, zaten bunlar yüzyıllar boyunca varolmuş insana özgü yanlardır. Bu nedenle haberde, hangi toplumsal koşulların ve baskıların, bireyin bu tür dürtü/itkilerini harekete geçirdiğini nedensellik bağları içinde bizlere sunan bir anlatım tarzından uzak bir söylem yeğlenmektedir” (Halloran 1983: 62-84).
“Kendisini askerde iken hamile kalan karısını delik deşik etti” (Günaydın 01.02.1976: 1). “Başka bir erkekle ilişki olduğunu duyunca karısının bacağını balta ile koparan adam, ‘Keşke iki bacağını da kesseydim... Onun Abdi adında biriyle ilişkisi olduğunu öğrenince fena oldum ve (ayağını keseyim de bir daha evden çıkma) diyerek balta ile ayağını kopardım” (Günaydın 22.03.1976: 1) “Akrabaları, ‘Bu çocuk senden değil’ deyince tabancasını çekip kundaktaki yavrusu ile karısını öldürdü. ‘Utancımdan kimsenin yüzüne bakamıyordum’ diyen Recep Gümüş, karısı Emine’ye, ‘Söyle. Bu piçlerin babası kim?’ diye haykırdı. Genç kadın, ‘Onlar senin çocuğun Recep. İftiralara inanma’ diye inledi. Ama adamın öfkeden gözü hiçbir şey görmüyordu. Recep birden tabancasını çekip ‘Al bu sana... Bu da piçlerin’ diye haykırarak silahını peş peşe ateşledi. Anneleri mezara babaları cezaevine giden üç yavru sokak ortasında kaldı” (Günaydın 23.03.1976: 1). Kıskanç koca ölüm saçtı. Karısının kendisini aldattığını sanan taksi şoförü Sadettin Özküçük, dün Göztepe’yi kana buladı. Önce genç ve güzel karısı Yadigar’ı elleriyle boğup öldüren gözü dönmüş koca, daha sonra karısının aşığı olduğu sandığı Ahmet Kırılmaz’ı kurşunlayarak öldürdü” (Sabah 10.04.1990: 1). “İmam nikahlı eşinin kendisini aldattığı şüphesine kapılınca karısının önce saçlarını, sonra kulaklarını kesti” (Hürriyet 18.05.1990: 3). “Sırttaki sustalı. Kıskanç koca, evini terk eden karısına öfkesinden eşini, kayınvalidesini ve baldızını bıçakladıktan sonra, baldızının 12 yaşındaki kızı Yeter’in sırtına sustalıyı saplayıp kaçtı. Karısının kötü yola düştüğü dedikodularıyla çılgına dönüp bıçağı rastgele saplayan Güney’in kanlar içinde yere serdiği eşi, kayınvalidesi, baldızı ve baldızının kızı mahallenin sakinler tarafından kaldırıldıkları Aydın SSK ve Devlet Hastanesinde tedavi altına alındı” (Hürriyet 02.05.1990: 3).
Sözü edilen söylemin, gerçekliğin zaman ve mekan boyutunda yeniden yazılarak oluşturulduğu ve olay kişilerinin yaptıklarının en ince ayrıntıların kadar imgesele doğru kayan bir dille sunulduğu görülmektedir. Bu durumda itle iletişim araçlarının, dış dünyanın mekansal ve zamansal olarak yeniden kurulmasında ve gerçeğin imgesele olan kayışında dış ideolojik işlevler yüklendiği ortadadır. Çünkü; “Kitle iletişimi, haber olgusunun yepyeni bir boyut vermektedir. Yaşanmış gerçeğin yeniden üretimi olan haber, çağımızda nesnel gerçeklikle arasındaki mesafeyi giderek açmaktadır. Haber sahip olduğu özellikler nedeniyle günümüzde giderek imgesele uzanan bir yoluculuğa çıkmıştır. İmgesele asıl el atma kendini gazetecilik anlayışındaki kaymada göstermektedir. Dış dünyayı yeniden kurgulamada rewrıtıngın sınırları zorlayan arayışı, dramatik yapının giderek belirginleşmesi, ideolojik mücadelenin artık boş alan bırakmam kararını açığa vurmaktadır. Haber dili özellikle 1950’lerin başından bu yana büyük bir değişme gösterdi. Bu değişim bir yandan gazete dilinin kendi içinde ortaya çıkarken, bir yandan da haber anlayışındaki değişiklik yeni gazete türlerinin yaşama atılmasına yol açtı... 40 yıl öncesinin dolaysız, yan öğelere ve dramatizasyona yer vermeyen haber dili, bugün artık ortadan kalkmıştır. Dilin bu yeni biçimi, mesajın alımlanma psikolojisini ve dolayısıyla da içeriğini etkilemektedir. Sonunda dil, bir araç olarak mesaja yön veren, onu biçimlendiren ve okuma koşullarını belirleyen bir yapıya kavuşmaktadır” (Özkök 1981: 115-131).
Şiddet içerikli haberin yapısında, gerçekliğin zaman ve mekan boyutunda yeniden yaratılması ve bunun görsele kayarak şekilde sunumu, dil boyutunda gerçekleşmektedir. Haber dilinde gerçeğin imgesele kayışında önemli bir nokta da, dramatik ve romanlaştırılmış bir yapının başat konumudur. Bu yüzden de basın, duygu yüklü haberleri seçmekte ve duygularla oynayabileceği uç noktaları ele almaktadır. Böylece iletinin alımlanmasının koşullarında, özellikle yansıtma/özdeşleştirme şeklindeki duygu yüklü psikolojik mekanizmalar önemli bir yer tutmaktadır. Aşırı duygu yüklü haberlerin sunulmasında izlenen yöntem ise bu haberleri, bir şok görüntüsü altında dramatik bir boyutta sunmak olduğundan, bu sunumdaki dramın okuyucu tarafından kabul ve rasyonelize edilmesinde mitoslar önemli bir işlev yüklenmektedir. Bir yandan zaman ve mekan boyutunda haberin en ince ayrıntılarıyla tanımlanması –ki bu tanımlamalar özellikle olayın nerede olduğu, nerede yapıldığı, suç, suçlu ve kurbanla ilgili olmaktadır- yeniden yaratılan gerçeğin dramatik ve trajik boyutunun daha iyi belirginleşmesine yol açarken, diğer yandan söz konusu haberin, olayı nedensellik bağları dışında kıskançlık, ihtiras, kör tutkular/istekler gibi psikolojik süreçlerle ve her şeyi bir gizlilik ve anlaşılmazlık boyutunda sunulmasından ötürü, okuyucunun kabul etmesi kolay olmayan bu durumu rasyonelize etmesinde mitoslar (Böylece aşırı duygu yüklü haberlerin yaratacağı şok, şaşkınlık ve husumet, yer alan mitos yoluyla kabul ettirilir ki zaten mitos, insanlara kolay gelmeyen durumları kabul edebilmelerinin meşrulaştırır, hayatın dram olarak yaşanmasını kolaylaştırır. Örneğin; acı çeken sevgili, aldatılan kadın/erkek gibi) devreye girmektedir. Sanki her şey şok edici ve dramatik sunumda –ki bu sunumda şiddet, katliam, vahşet gibi sözcükler ön plandadır- bir yandan olmayacak gibi bir boyutta görülürken, diğer yandan, ayrıntılı ve yan öğelerle örülü kurgulamada her şey olabilir, kabul edilebilir gibi gözükmektedir.
Haber dilinde bir başka boyut ise, dış gerçeğin görsel boyutta gazeteci tarafından yeniden oluşturulmasında ortaya çıkmakta, bir başka deyişle, olaya yol açan süreçlerde ve olayın gerçekleşme anında olayın öznesi ve tanığı olmayan gazetecinin, olay kişileri adına konuşan söyleminde veya öyküleme biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevenin tutarlı ve anlamlı olabilmesi için birkaç habere göz atmamız yerinde olacaktır; “Rüyasında ‘kötü’ gördüğü karısını bıçakladı. Gece rüyasında karısının kendisini başkasıyla aldattığını gören ve bunun etkisinden kurtulamayarak birliğinden firar edip İzmir’e gelen asker koca, 18 yaşındaki eşi Sevim’i bıçakla ağır şekilde yaralamıştır. 15 aylık asker olan Hüsnü Nekiz, 4 gün önce rüyasında karısı Sevim’in kendisini başka bir erkekle aldattığını görmüştür. Yatağından fırlayıp birliğinden firar eden Hüsnü Nekiz, gece İzmir’e gelmiştir. Evde 4 yıllık eşi Sevim ile 3 yaşındaki oğlu Yılmaz’ın şaşkın bakışlarıyla karşılaşan Hüsnü, çocuğunu bir süre sevmiş, yatağına yatırıp uyutmuştur. Daha sonra eşi Sevim’i bahçeye indiren asker firarisi, burada münakaşaya başlamıştır. Karısını öldürmeye teşebbüs eden asker firarisi, pişmanlık duymadığını, namusu için bunu yaptığını (Sabah 06.03.1990: 3) söylemiş ve “çocuğumu düşünüyorum” demiştir. (Hürriyet 01.03.1976: 3). Aynı haber Günaydın’da şu şekilde verilmiş; “Kendisini askerde iken hamile kalan karısını delik deşik etti. İstanbul’daki birliğinden firar ederek, İzmir’e dönen deniz eri Hüsnü Nekiz, “Bana bunu yapmayacaktın Sevim. Beni aldatmaya, hem de arkadaşlarımla yatmaya utanmadın mı?” diyerek bıçağını genç kadının vücuduna defalarca sapladı. Halen İstanbul Kasımpaşa’da vatani görevini deniz eri olarak yapmakta olan Hüsnü Nekiz (22) oturmakta olduğu İzmir’den kendisine geldiği mektuplardan 4 yıl önce sevişerek evlendiği karısı Sevim Nekiz’in (18) arkadaşlarıyla düşüp kalktığını öğrenmiştir. Yaptığı araştırmada karısının bu yoldan hamile kaldığını da duyan Hüsnü Nekiz, birliğinden firar ederek İzmir’e evine gelmiştir. 15 aylık asker olduğu saptanan Hüsnü Nekiz, gece 23 sularında geldiği evde önce çocuğunu sevip okşamış ve sonra karısını yan odaya çekerek, “Bana bunu yapmayacaktın Sevim. Ben vatani görevimi yaparken beni aldatmaya hem de arkadaşlarımla aldatmaya utanmadın mı?” demiş ve karısının, “Böyle dedikodulara inandın mı?. Dedikodulara inandınsa öldür beni Hüsnü” demesine aldırmayarak elindeki bıçağı rastgele defalarca saplamıştır. Karısının öldüğünü zanneden kıskanç koca, “Seninle ilişki kuranlarda görecekler beni” diyerek elindeki bıçakla ortalıktan kaybolmuştur.” (Günaydın 01.02.1976: 1) “Aşığı ile yakaladığı 13 yıllık eşi Fatma’yı bıçaklayarak yaraladıktan sonra üç yavrusunu da öldürmeye kalkıştığı iddia edilen Garson İsmail Öt’ün çocukları Bülent, Ayşe ve Kadir; “Annemizin çığlıklarıyla uyandığımızda babam çıldırmış gibiydi. Üzerimize yürüdü, bizi de kesecekti, sokağa kaçtık” dediler. İzmir Birinci Sanayi Bölgesi Sitesi’ndeki bir çay ocağında garson olarak çalışan 36 yaşındaki İsmail Öt, saat 21.00 sıralarında Bayraklı Çay Mahallesi’ndeki evine gitti. Karısı 30 yaşındaki Fatma Öt’ü komşusu Ömer Yaman’la birlikte yakalayan garson mutfağa koşup, elinde bıçakla döndü. Ömer Yaman kaçarken, İsmail Öt eşini, “ihanetin bedelini ağır ödeyeceksin” diyerek bıçakladı. Kanlar içinde kalan annelerinin feryadına uyanan 12 yaşındaki Bülent, 8 yaşındaki Ayşe ve 5 yaşındaki Kadir babalarının elinde bıçakla üzerlerine saldırdığını görünce korkudan çığlıklar atarak sokağa fırladılar. Üç yavru, komşular tarafından babalarının elinden kurtarılırken, tekrar eve dönen İsmail Öt, yaralı eşini kucaklayıp sokaktan geçen bir taksiyle hastaneye gönderdi. İsmail Öt, daha sonra elinde bıçakla karakola gidip, “Karımı öldürdüm” diyerek teslim oldu.” (Hürriyet 28.01.1990: 3) “ ‘Zorro Hüseyin’. Kendisini aldattığı şüphesiyle, karısının göğüs uçlarını kesti, cinsel organını dağladı, alnına ‘H’ harfi kazıdı ve kaçtı. Eşinin kendisini aldattığı söylentisiyle çılgına dönen 38 yaşındaki (İsviçre’de dört yıldır çalışan) gurbetçi Hüseyin Şanlı, yarı çıplak yatağa bağlayıp ağzına bant yapıştırdığı karısı Emine’ye, “Beni aldatmanın bedelini çekeceksin” diyerek göğüslerinin ucunu kesti, cinsel organını kızgın demir çubukla dağladı, alnına da ‘H’ kazıyıp kaçtı. Korkunç olay, İzmir’in, Eski İzmir semtindeki Limontepe Mahallesi’nde meydana geldiği. Tepecik SSK Hastanesi’nde görev yaparken makas ve sargı bezi pansuman gereçleri çaldığı öne sürülerek işten el çektirilen Hüseyin Şanlı, dört yıl önce turist olarak yurt dışına çıktı. Avrupa ülkelerini bir süre gezen iki çocuk babası Hüseyin, İsviçre’de bir iş bulup yerleşti. Uzun süre ailesiyle görüşemeyen Hüseyin Şanlı, Türkiye’den gelen haberle çılgına döndü. Eşi Emine’nin kendisini aldattığı söylentilerine öfkelenen Hüseyin Şanlı, izin alıp İzmir’e döndü. Pazar günü iki çocuğu 13 yaşındaki Tamer ve 3 yaşındaki Ayşegül’ü kaynanası Mesude Özergüvenlik’e bırakan Hüseyin Şanlı, “Biz Denizli’deki bir arkadaşımıza gideceğiz. Çocuklar sende kalsın” dedi. Evine dönüp 14 yıllık eşi Emine Şanlı’yı yatağa bağlayan gurbetçi, ağzına bant yapıştırdı. Büyük bir soğukkanlılıkla çırılçıplak soyduğu 33 yaşındaki eşinin önce göğüs uçlarını kesen Hüseyin Şanlı, daha sonra cinsel organını kızgın demir çubukla dağladı. Emine Şanlı yatakta kıvrım kıvrım kıvranırken, gurbetçi işkencesini sabaha kadar sürdürdü. Bu arada eşinin alnına kızgın demirle adının baş harfi olan “H”yi kazıyan Hüseyin Şanlı evden ayrıldı. Sabaha karşı kaynanasını telefonla arayan gurbetçi, “Gidin de kızınızın halini görün” dedi ve tüyler ürperten olayı anlattı. İki torunu ve yakınlarıyla eve giden şeker hastası Mesude Özergüvenlik, gördüğü korkunç manzara karşısında baygınlık geçirdi. Çılgın kocanın peşine düşen polis, izine rastlamadı.” (Hürriyet 22.06.1990: 3)
Sözü edilen sunum biçiminde bir diğer boyut ise, bu sunumun bir şiddet baskısı ve üslubuyla şiddet hakkında her şey, bize yeni bir şiddet üslubuyla sunulmakta ve bu yapılırken, şiddetin tanımlanma ölçü ve düzeyinde yapılan abartı ve saptamalarda özellikle kullanılan sözcükler, deyimler önemli bir işlev yüklenmektedir; Bıçakla delik deşik edilmek, sayılamayacak kadar bıçak darbesi, balta veya satırla doğramak veya parçalara ayırmak, boğazını kesmek, demirle dövmek, kurbanlarının kan gölü içinde bırakmak, tecavüz edip kanını emmek, canavar ruhlu katil, gözü dönmüş çılgın anne, çılgın koca, öfkeden çılgına dönmek veya gözü dönmek, etrafa dehşet saçmak, tüyler ürpertici cinayet, benzeri ancak polisiye filmlerde görülen cinayet zinciri, görülmemiş vahşet, korkunç intikam, ölüm baskını) okuyucuda şok etkisi yaratacak bir biçimde kurgusunun yapıldığı görülmektedir. Sözü edilen durumla ilgili örnekler; “Terör kan kustu. Bahçelievler’de polis otosu tarandı: 3 polis şehit 2 terörist ölü” (Milliyet 11.10.1991: 1). “İstanbul’da dehşet: 11 ölü. PKK yanlısı bir grup Bakırköy’de alışevriş merkezini bastı. Süper Vali Çetinkaya’nın kardeşine ait mağazayı yaktı” (Cumhuriyet 26.12.1991: 1). “İstanbul’da terör vahşeti: 11 ölü. Bölücü caniler güpegündüz Çetinkaya mağazasına bombalarla saldırdılar” (Türkiye 26.12.1991: 1). “Dehşet bombaları. Kapalıçarşı’ya “haberli eylem”. 1 ölü, 7 yaralı Galleria’da ikinci patlama: Korkunç panik, 5 yaralı” (Hürriyet 26.01.1992: 1). “İstanbul’da vahşet: PKK, Kapalıçarşı ve Galleria’ya bomba koydu: 1 kişi öldü, 18 kişide yaralandı” (Sabah 26.01.1992: 1). “Söke’de tüyler ürpertici bir vahşet ortaya çıkarılmış, kaçırdıkları 10 yaşındaki kıza bir mağarada sekiz ay süreyle işkence canavar ruhla karı koca yakalanmıştı. Olaya, beşikteyken söz kesilen Türkan’ın gaddar anne-babasına oğluna vermekten vazgeçilmesi oldu” (Hürriyet 03.02.1976: 1). “Fatih’te tüyler ürpertici cinayet. Liseli kız 50 yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Cibali Kız Lisesi birinci sınıf öğrencisi Handan Otak adlı genç kız evlerinin yatak odasında hunharca bıçakla delik deşik edilerek öldürülmüştür” (Hürriyet 15.04.1976: 1). “Liseli kız babasını satırla doğradı. 17 yaşındaki Neriman, ‘babam sevgilimle buluşmamı önlediği için öldürmek istedim’ dedi” (Günaydın 10.02.1976: 1). “Denizli’de kanlı gün. Dün Denizli’de vahşet ve dehşet dolu bir gece yaşandı. Biri daha önce olmak üzere 6 kışı öldürüldü” (Milliyet 07.02.1990: 3). “Kaybolan kız paramparça. Ümraniye’de bir ay önce kaybolan İnci Koşar adlı kız parçalanmış olarak bulundu. Baba Koşar, ‘Böyle bir vahşeti kim, nasıl?’ yapar dedi” (Milliyet 06.02.1990: 1). “Bu nasıl anne? Önce öldüresiye dövdü sonra da... 2 çocuğunu yaktı. İzmir’de cinnet geçiren Ruhane Taşdemir adlı kadının evinde önce çığlıklar yükseldi, sonra dumanlar görüldü” (Milliyet 07.01.1990: 1.). “Hafta sonu cinnet. Başkent bir dizi cinayete kurban gitti” (Hürriyet 06.03.1990: 15). “Yedikule’de vahşet. Bir çocuk annesi 28 yaşındaki Hatice İlgi’nin baltayla dört parçaya ayrılmış cesedi oturduğu apartmanın boşluğunda bulundu” (Hürriyet 07.04.1990: 3). “Antalya’da vahşet. İki genç kadın öldürüldü ve yakıldı” (Hürriyet 15.04.1990: 1). “Antalya’da vahşet. Dehşet kurbanı iki kadının önce boğazlandıkları, daha sonra da bacak aralarından yakıldıkları belirlendi” (Günaydın 15.04.1990: 3). “İki çocuğunu ağaca bağlayıp kurşunladı. Gözü dönmüş baba, ‘Sınıflarını geçemeyince beynimden vurulmuşa döndüm... Onları korkutmak istedim. Bu sırada elimdeki av tüfeği patladı’ dedi” (Hürriyet 31.05.1976: 1) “Çamdibi Karakolu’nda 48 saattir gözaltında bulunan eli tüfekli baba Rıza Değirmenci, kendine geldikten ve olayın bilincine vardıktan sonra ilk defa ağlamıştır. Kendisine anlatılanları şaşkınlıkla dinleyen ve iddialar karşısında dili dolanan işçi, ‘Allah kimseye yokluk ve cahillik vermesin’ şeklinde konuşmuştur” (Hürriyet 02.06.1976: 1). “Beşiktaş’lı Ceyhun’un babası, karısını bıçakla kesip öldürdü. Sinir krizleri geçiren sanık olaydan sonra karısının gözlerini oydu” (Hürriyet 24.02.1976: 3).
Böylesi bir semantik yapılanmayı içeren bu söylem biçiminin, şiddet odaklı insan ilişkilerine dayalı toplumsal sistemde yaşanan sorunları veren, ancak, bu sorunların toplumsal yapıdaki değişikliklere bağlı ve insan müdahalesiyle çözülebileceğini göstermekten uzak bir biçimde menfi olayları yansıtan ve bunlar arasındaki nedensellik bağlarını göstermeyen bir liberal gazetecilik anlayışına ve geleneğine dayandığını söyleyebiliriz. Bu durumda ise basının, bunları göstermeyi amaçlayan bir eleştiriyel söylemi dile getirmeyi “yorumculuk” sayan bir yorumsuz/factual habercilik anlayışı içinde kaldığı söylenebilir.
Dostları ilə paylaş: |