SAYIN ULUĞ NUTKU
Siz, Türkiye genelinde; kanıma göre, evrensele yürüyen bir felsefecisiniz. “Göz kendini görmez”, özdeyişi bağlamında deyimi yatsıyabilirsiniz. Ben bir övgü yazmak için, ekran karşısında değilim; belki de eleştirmeye hazırlanıyorum.! (haddimi aşarak).
Resim öğretmeni, seyrek olarak ressam da olur. O, program içinde; doğru görmeyi, çizmeyi, düzenlemeyi, renklerin binbir gücünü, semantik, sembolik, simgesel, imgesel, sentez, sentetik; labirentlerinden arındırarak; sipiritüal'a ulaşan bir yelpazede (estetiği de dışlamadan); yeni yetmeye öğretmeye soyunan ressam değildir. Ondan öte bir değerdir!.
11 Ekim'de sizi dinlemek, aydınlanmak için Adana'dan felsefeye ilgi duyan yirmi üniversite öğrencisiyle Mersin'e gelmiştik. Siz konuşurken, çok öğretici oluyordu, coşkuyla izleyebiliyorduk. Ama salonun değişik köşelerinden, bizim işitemediğimiz sorular ve sizin verdiğiniz yanıtlar arasında, ilinti koptu.
Algıladığım kadarıyla sorular; günlük yaşam amaçlı, felsefeden ırak, politik, ekonomik eğilimliydi. Her derde deva reçete isteniyordu.!
Bir yerlerde aksayan bir şey vardı? Neydi?
“Organize Felsefe Öğretisi”; daha önce verilmiş, ağırlıklı bir taban üzerine kurulurdu. Konu ise bütünle ilintili felsefeydi.
Salonda bulunanların çoğunluğu, şöyle veya böyle felsefe sözcüğünü merak eden kişilerdi, ön bilgilerden yoksundular...
Bu güzel olayın, en iyi nasıl yapılabileceğini uzun uzun düşündüm, yanıtlayamadım.
Merak bu ya! İsa'dan öncesine, Eflatun'un görkemli şölenlerine uzandım. Sufi'leri, filozofları; sade vatandaşla günler boyu hareketli tartışmalar içinde buldum.
Konular; ödev üstüne, bilgelik üstüne, cesaret üstüne, dostluk üstüne, bilge üstüne, dil üstüne, aşk ve sevgi üstüne, geçmişin belleğinden hareketle, güne ve geleceğe göndermeler yapıyorlardı.
Düşündüm ki; siz, felsefe bilgileri verme yerine, titrinize de yakışan, bir flozof rolünü üstlenseydiniz.!
Hopörlör ve mikrofonlar aracılığıyla; çağımızın sosyal, ekonomik, kültürel yapısını, usulünce tartışabilseydik, daha katılımcı, daha yararlı olmaz mıydı diye düşünüyorum.
Yine düşünüyorum ki; sizi yorduğumuz ölçüde bilgilenemedik.
Beni bağışlayacağınızı umar, saygılar sunarım, efendim...
E. Aydın
Sayın Korgeneral
Nevzat Bölügiray Adana
Toprak susuzluktan çatlamış. Halkımın dudakları gibi. Çanaklar(*) tek nefeste(*). Kalplerdeki son umutlar uçma hazırlıklarındalar. Böyle bir anda kurtarıcı güçlerin yağmur yüklü bulutları çatlamış toprakların üzerine doğru geliyor.
Umut kuşları yuvalarını onarmağı düşlüyor. Zayıflamış incecik umut telleri iyi gelecek şansı buluyor. Getirdiğiniz ılıman ortamda, şerefli, onurlu, vefalı, özveri sahibi, karanlık günlerimizin biricik güvencesi ordu güçlerimize, kalbimizin derinliklerinde kalmış, küçücük fakat pırıl pırıl duygularını iletir, gazanız mübarek olsun derim.
13Eylül1980
Sevgili Gazanfer
Sivri bir dil, çoğu toplumlarda hala ruhsatsız bir tabanca gibidir.
(*) Öğretmen dediğin geniş kapsamlı, enine boyuna düşünebilen adam demek değildir. O, aklına geleni hemen söylemeğe öğrencileri tarafından şartlandırılmıştır.
Bizleri hep böyle kabul etmiş ona göre hareket etmişsinizdir. Balkabağı, dangalak, aptal, aptal, kafasız diyen öğretmenlere eğer tavır alsaydınız bu günlere yoğun emek verir miydiniz?
Kalbiniz hala çocuksu temizliğini koruyor.
Bir Gazanfer düşününüz, fabrikaları, evi, binbir sınırsız sorunlar, güncel peryotlar, piyasa davranışlarındaki dalgalanmalar, bütün bu devasa uğraşlar arasında Mersin ve Mersin’lileri düşünmek. İnsan, insan üstü.!
Beni öyle bir davranış psikozuna ittinki, ancak suçluluk duymak kalıyor bana. Görüyorsun ona da yanaşacak kadar açık olamıyorum. Cümleleri evirip çeviriyorum.
Bilirsin solmuş çiçekler sıcak su ile diriltilebilirler. İşte galiba ikimiz de onu yapıyoruz.
Ben hayatım boyu katır gibiyim. Yük altında olmağı severim. Kendime sorun çıkarmağa bayılırım. Öğretmenliğimde çağı hep ilerde yaşardım. İdareler rahatsız olurlardı, ama saygı duyarlardı. Müdürlüğümde de öğretmenler tedirgin olurlardı hep aynı şeyden. Ama çağın ilerisinde olmak herhalde pek hötü bir şey olmasa gerek.
Galiba bir tek neden bu mektubu sağlıklı bağlamama yetecek.
Ben Gazanfer’i o kadar , o kadar çok sevmişimki, yersiz ve zamansız beklentileri istemeğe kendimde hak görmüşüm.
Galiba binbir gerçek Aile boyu uzun uzun oturup konuşamadık ama sergi açılışında gösterdiğiniz ilgi ve şu iksir dolu mektup bunu kanıtlamağa yeter de artar bile.
Mektuba teşekkür eder, seni candan kutlarım.
E. Aydın, 20Ekim1987
SEVGİLİ GAZENFER
Türker Özsayar'ın, yelkende bir yazısı üzerine, tatlı bir kaşıntıya yanıt olarak,
Sizler, bizi uyandıran sivrisineklersiniz demiştim. Tanıyı doğru koymuşum. Beni onurlandıran yazınızdan sonra, tatlı tatlı kaşınıyorum.
Bilardo topuna döndüm, yuvarlanıyorum, bir oyana bir buyana.!
Sizlerde çoğalmanın keyfini sürüyorum.
Yaratılış hep iyidir..
Düşünceden buyana; İyiyi, kötüyü, yararlıyı, yararsızı biz, yani insanın belirlediği için seçicilerin işi zordur.
Ekinci yağmur ister, yolcu kurak.
Dergi çıkarma fikrinize karşı çıkmıştım, sarfları azaltmak olduğu kadar,
Gazenfer dostumu ince ayarın labirentlerinden kurtarmak içindi.
Kars lisesinden buyana: Eksiksiz bir Donkişot 'u oynuyorum. Sıradan ama idealist ve gerçekçi.!
Başlangıçtan beri, sizinle yazışmalarımda, hep eksiksiz temasını işledim. Önemli olanı, ulusal olanı, evrensel olanı işledim.
Bir broşür, bir dergi bana göre edim ve ideoyu yansıtamaz.
Sivil eğitim örgütü olan kuruluşunuzun, şemsiyesi altında bir kitap çıkarılabilir.
Seçenek:
1 Hazırlıkları buradaki ekiple yapar, size sunarız basılır.
2 Tamamen, her türlü gideri bana bırakır, kontrolünüzden sonra belli bir sayıda basılır.
3 Dergiden vazgeçilir.
Her türlüsüne katkıya hazırım. Yeterki vakit geçirmeden bana fikrinizi ve kararınızı lütfediniz.
E. Aydın, 15Eylül2000
Mesut’cuğum
Şimdiki nesil bir başka. Kendi oğlum da dahil, şurada burada değişik ebatta ticaret yapan öğrencilerim ve arkadaşlarım var. Bunların büyük çoğunluğu sizler gibi her yerde ve her zaman bulunmak isterler ve de bulunurlar. Kimseye güvenmezler, itimat etmezler, muhasebeden en küçük satış limitine kadar ulaşmağa çalışırlar.
Patron direksiyona geçince elemanlar O’nun etrafında döner, bekleşirler. Okeylemekle beraber manyeto etmekle uğraşırlar. Asıl kendi sorumlu oldukları yerde hep patronu beklediklerinden iş yapamazlar. Mesut muhasebeye, Mesut satışa, Mesut müşteri aramağa, Mesut defter tutmağa, Mesut senet yapmağa, Mesut para aramağa, Mesut para ödemeğe. Koş yetiş koşabilir, yetişebilirsen. Evet çok kazanırsınız ama sen alışverişin içinde iken, onun dışında herkes avara. O insanlara az paralar ödemiyorsun, ama hiç birisi senin pabucunu çeviremez, müşteri seni aramağa mecbur olur.
Sermayen ne olursa olsun oraya öyle bir düzen getirki, işkurucu Mesut (*) bütün bu olayların dışında kalsın. Genel gidişatın geleceğini düşünmeğe, yeni atılımların projesini tasarlamağa, gerekirse geziler yapmağa, Singapur’lara, Taylan’lara gitmeğe zaman olmalı. Bunu yapmazsan ne yapmak istiyorsun, böyle kalmak , böyle ölmek mi. Senin kıymetin ne olacak, onun değerini kim biçecek?
Sen karın tokluğuna yaşama kader çizgisine düşmüş insan değilsin. Sermayen de fena sayılmaz. Bütün ve çok önemli sorun kendine değer vermen, tezgahtarlıktan patronluğa terfi etmeğe karar vermende.
İşlerinizde başarılar diler öperim.
E. Aydın, 25Ağustos1990
Dostları ilə paylaş: |