İSMAİL'İM
Bitmesi zorlaşmış bir işin içinde, anlamadığımız bir durumun açılmasını beklediğimizde, bir çıkmazın veya açmazın buğuzu ile çabalarken, birileriyle konuşmak istencesinde kağıda kaleme sarılırız.
Aslında bir dosta mektup döktürmüyoruzdur, düşünüyor alternatif arıyoruzdur. Çünkü yaşamda her sorunun yanıtı kendi içinde saklıdır.
Bir başkası bize hiçbirşeyi dikte ettiremez, rahatsızlığımıza çözüm getiremez, hayat haritasını masaya yaydığımızda, öz yaşamımız için o kadar değişik yönler vardır ki, iyi bir kurmay ancak içinden çıkar ve kendine uygun yolu seçebilir. Kurmay kendi doğrusuna ulaşmak için kılı kırk yaran adamdır. Kılı kırk yaran adamsa, çok ama çok yavaş yol alan adamdır, şimdi biz ne yapalım?. Çağdaş eğitimin büyük yanılgısı ve çıkmazı, bu tümcenin yanıtında yatar. Hızlı yürüyelim, hızlı çalışalım, hızlı okuyalım, hepsi çok iyi de, bellek denen, anlak denen, düşünce denen bir gerçeği nasıl devreye sokacağız? Nasıl özbeni yakalayacağız?. Örneğin ben, çocukluğumdan beri bir tümceyi anlayabilmek için en az on defa okumam, belki daha fazla zaman vermem gerekiyor. Roman hariç, günde yirmibeş sayfanın üzerinde okuyamam, bir kitabı özümleyebilmek için günlerce uğraşırım, sonra okuduklarım üzerinde günlerce düşünürüm, örneklemelere giderim ve belki öğrenirim ama anlağıma yerleşen durumlar artık hepten benim olmuş, yeni düşünceler için çıkış kaynağım olmuşlardır. İnsan naturasına uyan, ona paralel olan da benim yaptığımdır. Modern eğitim de bu oluşumu tam tersinden uygular ve bu düşünceyi dışlar. Doğruyu bulan beri gelsin.
Bugüne değin mektuplarında seni iyi bir artist olarak gördüm, artist Manaqal. Uyumlu bir öğrenci, uyumlu bir evlat, uyumlu bir arkadaş, uyumlu bir vatandaş. Yazdıklarında verdiğin mesajlar ise başkaldırıya özlemlerle dolu. Zira özlem eylem değildir
Ha.... bir şeyi yanlış anlamayalım, asi bir öğrenci, asi bir evlat, asi bir vatandaş ol demiyorum. Candan inanıp karara vardığın fikirler üret, ideolardan dem vur, yaz çiz yap, dahası düşler kur.
Sen artık çocuk sayılmazsın, zaman edim zamanıdır. Öneriler dinleme zamanı değil. Dünya yalanlarla dolanlarla ayaktadır, yeterki yalan akla yatkın olsun. Ben aslında kıtıbıyoz bir resim öğretmeni emeklisiyim, ama İsmail'e şu mektubu yazarken, ilerde okuyanın sevebileceği tümceler bulmaya, yazmaya çaba veriyorum. Bunları bir gün “dost mektupları ve yanıtlar” olarak bir kitapta toplayabilirim. Fena da olmaz.
Öperim, anaya, babaya selamlar.
E. Aydın, 30Haziran1993
SAYIN ERGENOKON
Bugünün insanı, genelde duygulardaki nuansa ve onun derinliklerine inmekte sağır ve dilsizdirler. Halbuki, bakınız şu özenle ve incelikle bezenmiş mektubunuz beni ne kadar coşturdu, içimi kıvançla doldurdu. Bunu neden dostlarımızdan esirgeriz bilmem ki.....?
Hepimiz sıradan doğarız, büyüdükçe yaşama bakış açımız gelişir ve yönlenir, sık sık rota düzeltmesi yapabilir, yeni konumumuza ayak uydurabilirsek, yepyeni bir kişi ve kişilik olmaya başlarız.
Bir yerde kendi kendimizi keşfeder ve yaratırız. Herhangi bir şekilde topluma kendimizi sunarız. Eğer ortaya konulan kişilik çevreden hemen algılanabiliyorsa, kabul görüyorsa, işlemde bir sıradanlık, belkide bir modelin tekrarı vardır. Kanımca insanın yaratılışı daha yüksek ideolara amaçlalıdır, değişkenliğe göre şartlanmış, değişkenlikte evrensellik aranmaktadır. Eğer dünya dönüyor diye direterek ölümü seçenler olmasaydı bugünlere gelinebilinir miydi?
O ve onun gibi nice nice seçkin insanlar sayesinde biz bugün bir bakıma mutlu yaşıyoruz. Hiç olmazsa insanları anladığımıza inanıyoruz. Konuyu burada kısaltıyorum. İnsanlar hep iyidirler, zaman zaman çıkarlar onları yanlış görünmeye, görüntülere ve görünümlere itsede, görüldüğü gibi medeniyet sürüyor, ilerleme sürüyor ve sürecektir, er veya geç, yavaş veya hızlı..... Sürecin mantığı gereği yüksek boyutları hep arayacaktır.
Sizden şahsım için çok fazla methiye aldım, teşekkür ederim ama ben kendimi biliyorum, onun için methiyelerden çok korkarım, çoğunlukla kaçarım. Ve dermi ki, tavuğu yumurta yumurtlamaktan men edemezsiniz. Yani yumurta bir başkası faydalansın diye yapılmaz, iyilik içinde böyle düşünürüm. Karşılık beklemeden yapmak isterim, çünkü bu ezeli şablonun gereğidir. Yine kanıma ve deneyimime göre galiba insanlıkta böyle seviyor. Yunus'u alınız, Mevlana'yı alınız, Karacaoğlan'ı alınız, bunlar ve bunlara benzer binlercesi, sıradanlık içinde gönüllere yerleşmişlerdir. Deneyimlerime dayanarak, ben övülmeyi sevmem, bilirim ki her övgü gelebilecek sövgülerin kapısıdır.
İçeriği övgüye dayalı protokollar, kişileri istense de istenmese de, özden uzaklaşmaya fırsat verdiğini gördüm. İnanmışlığı net, açık seçik olmayan yetke sahipleriyle yan yana olmak ve hele hele fotoğrafta görülmekten utanırım. İşte ben böyle arkaik bir yaratığım. Övgülerinizi yanlış davranışlarımla bozmaktan korkarım.
Saygılar, sevgiler. Beni okuduğunuz için teşekkürler.
E. Aydın, 5Temmuz1993
T.C.D.D. BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ MAKAMINA
Dün hızlı trenle bir süre sizinle beraber seyahatteydik. Ne kadar içtenilikli, devlete birşeyler verebilmenin heyecanı içinde idiniz. Vagonda bulunan herkes gibi ben sizi sevdim. Küçük bir kesite verilen bir hizmette olsa yılların müzminleştirdiği bir yaraya teşhis koymuştunuz, yüceldini, farklı oldunuz, bundan neden de istek ve beklentilerimiz arttı. Ellili yıllardan beri adı başarısızlığa çıkmış bir kuruluşun, şu kısa mesafe içinde başarıya ulaşması gözlerimi yaşarttı.
Bu sizin için büyük bir şerefin ilk adımı, bizler için yıllardan beri beklenen bir hizmetti.
Sakin olunuz arkasını bırakmayınız, biraz yorulacaksınız ama bu Türk insanı farkı fark edecektir. Bu müessenin başında olmanızın anlamı diğer bölümlere de örnek olacaktır. Eh insanda genelde bunu bekler olmalı, yoksa yaşamın ne anlamı kalırdı!
Şu son yirmi yıl içinde, dünyanın hiç bir yerinde altmışbeş kilometreyi bir saatte giden tren kalmamıştır. MersinAdana yolu tren trafiği bakımından çok sıkışık değil, biraz dikkatli bir programla daha da zaman kazanılabilir. Diyeceğim o ki, bu hızı siz kısa bir zamanda ara trenlere bırakmayı amaçlayınız. Dün Mersin'e elli dakikada gittim, 14:15 banliyösüyle döndüm, eksiksiz iki saatte geldim Adana'ya, işte birilerinin bunu sorması ve nedenin yanıtını makul bir dille anlatması gerekir.
Hızlı tren Yenice'de ve Tarsus'ta duruyor, ama yolcu almıyor, duruyorsa yolcu alması gerekir. Yerler numaralıdır denecek, Adana'dan kalktıktan sonra memurlar boş yerleri hemen tespit edip, bir telsizle Yenice'ye bildiremezler mi, Yenice'den kalktıktan sonra aynı uygulamayı yapıp Tarsus'a bildiremezler mi?
Sonra bu toplu taşımacılık olduğuna göre, fiyatları yüksek tutmuşsunuz, özendirici değil, hele başlangıç için.
Şehrin işlek yerlerine ciddi panolar asılsa, her eve ve her cüzdana konabilecek, sağlamlık ve sevimlilikle el ilanları bastırılsa, tren saatleri verilse daha bir güzel ve inandırıcı olmaz mı?
Yeni garaj önünde bir durak acaba iyi olmaz mı
Beni sakın yanlış anlayıp, yanlış değerlendirmeyiniz, ben sizin başarmanızı istiyorum. Bu başarı bireysel olacaktır ama büyüklüğünüze büyüklük katacaktır.
Sevgiler, saygılar.
E. Aydın, 18Ekim1993
MUHTEREM ÖZDEMİR HANOĞLU
MERSİN VALİSİ
İnsanlar dünyaya sıradan gelirler, zaman içinde yeti ve nosyon kişileri belli evrensel görevlere yönlendirir.
Sizi sosyal yapıya yön verecek vali, beni de bilgi ve bilgiler yansımasında bir görevli kılar. Siz geniş bir yörenin yaşam biçimiyle yakından ilgilenir, yönlendirirsiniz, ben ise insanlara doğru görmeyi öğretmeye emek veririm.
Doğaldır ki sizin göreviniz, benimkisinden binlerce kez, kıyaslama yapılmayacak değerdedir. Bunun da elbetteki bilincindeyim.
Benim yatsıdığım olay, Özdemir Hanoğlu gibi entel, humanist bir valinin bulunduğu Mersin'de, öğretmen kökenli bir ressam, sakalı var diye geçen Pazar günü öğretmenler lokaline neden alınmaz.?
Bütün dünyanının detanta gittiği bir süreçte, bir fizik ayrıntıdan sebep, bir sanatçı ressam kişi kendi yakın toplumu içinde dışlanır, işte bunu anlayamıyorum. Yerli ve yabancı hemen hemen bütün iletişim araçları sözleşmiş gibi Mersin'e getirdiğiniz ılıman havaya methiyeler düzerken, işte ben de özeleştiriyle size geldim. Beni ve gönüldenliğimi bağışlayınız. Sevgi insanları konuşturur.
Saygılarımla.
E. Aydın, 2Ekim1990
SAYIN GÖKHAN AYDINER
İÇEL VALİSİ
Resim sergilerine şeref veriyorsunuz, sanatçılarla ilgileniyor, konuşuyorsunuz, onore ediyorsunuz. Bu sıcak ilginizden cesaret alarak, aşağıdaki düşüncelerimi sunuyorum.
Sanata soyunan kişiler, saatzamanpara üçlüsünü düşünemezler, vakit nakittir diyemezler. Bin bir emek ve masrafa girerek sergiler açarlar. Beğeniden mutlu olurlar, eleştirilerden ders alırlar.
Hele hele eserlerin satılışı onları yüreklendirir.
Öteden beri olageldiği gibi, sermaye sahipleri ve devlet kuramsar olmasa bile, sanatçıyı korumak ve kollamak durumundadırlar.
Bu bağlamda, sanatsal içeriği olan sergilerden bir veya birkaç eser satın alınması, sanırım devlete büyük bir külfet getirmez, ama sanata bir katkıdan öte, özendirici, dahası valisi bulunduğunuz şehirde geleneksel bir arşiv oluşmasını da gündeme getirir. 1950'li yıllara kadar eksiksiz uygulanan bu soylu, evrensel davranışın tekrar gündeme gelmesine fırsat vermiş olursunuz. Sergiler için emek ve zaman ayıran, ziyaretçilere ikramlar sunan galeri ve kuruluşlar, aslında kaynak zorluğu çeken kurumlar, daha özlü kaynaklara kavuşmuş olurlar.
Hele hele izleyiciler, dolaylı nedenlerle satın almaya özendirici konuşmalarda yapılırsa, sanatın özüne ve felsefesine yatkın güzel olay bir güçlenme kazanır.
Size bir anımı da sunmadan geçemeyeceğim. Siz, bir, belki de iki kere doğmadan önce, ben sıradan bir öğrenci olarak, Mut kazasında ırmak kenarında resim yapıyordum. Raslantı olarak, yolu oradan geçen vali rahmetlik Tevfik Sırrı Gür, konvoyu durdurdu, yanıma geldi, bir süre izledi. Delikanlı bu resmi ben satın alıyorum, bitince gri bir çerçeveye koy, Mersin'e yolla dedi. Cebime bir kağıt sıkıştırdı. Öylesine bir yüceltiye ulaşmış, göklerin derinliklerine çıkmıştım ki, uzaylı gibi olmuştum. Hikayem bugün elliüç yaşındadır, ama dün gibi hatırlıyor ve size aynı tazelikte aktarıyorum.
Saygılar sunarım. Beni okuduğunuz için bin teşekkür.
E. Aydın, 30Aralık1993
Dostları ilə paylaş: |