SAYIN EMİN CEYLAN
6 tarihli Cumhuriyet BilimTeknik ekinde yazınız yayımlandığına göre güçlü bir beyniniz, birikiminiz de var.
Balkonda geçirdiğiniz aylak zamanda konu ararken konu başlığı olarak aldığınız “tutuculuk” la özdeş olmuş, bal gibi soylu bir tutucu olmuşsunuz. Mikronun tuzağına düşmüşsünüz. Biri yanıcı biri yakıcı olan H , O , nasıl olurda yapımızın büyük kısmını oluşturan su olur?!!!
Umarı makro’da aramamız, kozmosa bakmamız, insanın iki ayak üzerine kalktığı günden başlayarak toplum yapısının anatomisine, savaşlara, nedenlerine, giyotin ağzında can veren zehir içirilen üstün insanlara suç olarak dediklerinize bakınız...
Yalnız adam Mustafa Kemal’e bakınız.
Hep insanın evriminin sürdüğünü görürüz.
Güneşe taptık, denize, aya, çok tanrılara, apis öküzüne de taptık. Peygamberler geldi. Tek tanrılı olduk. Din savaşları verdik. Kırımkırım kırıldık.!
Amma, düşünce ve sağduyu, yavaş da olsa hep yol aldı, bugünlere gelindi.!
Yarınlara da gidileceği kesin. Hem de daha insanlaşarak.!
Bilirsiniz: Din tek doğrudur. Şöyle veya böyle hepimiz dindardık. İnanmak dirimseldir. Seçenek çoğaldıkça inançlar da dal budak salar. Bizlerde olduğu gibi.!! Ama geçama erken.!
Belli zaman kesitlerinde, her insanın kendi doğruları egemendir. Sabırlı olalım. Evrim sürüyor.!
Çeşitlilik, doğanın ; çok seslilik insanların mozayiğidir. Gerekçesi, daha iyi, daha uyumlu bir yaşam içindir.
Devler ve hükümetler anarşi içine düştüğü zaman; ulus, arı kovanına çomak sokulmuş gibi, darma dağın ve saldırgan olarak kendi radikal doğrusuna koşar.! Evinizin balkonundan görüp izlediğiniz, kendinize göre, yani mikro olan görüntüyü verir. Gerçek değildir.
Onuncu yıl marşını lütfen hemen bulunuz, bir daha okuyunuz. Bu marş köy, kasaba, kentte gümbür gümbür içtenlikle söylenir, sevinç gözyaşları dökülürdü. Altmışbeş sene önce!!!!!
Şimdi ne değiştiki...!!!
Ulus ayni, ama devlet inandırıcı değil. Kargaşa burada. Sevgi saygılar
E. Aydın, 7HaziranI998
Ali bey dostum,
Ben Mut kazasında doğdum. Askere alınan akrabaların yetimleriyle onbeş kişi 67 metrekare bir alanda barındık. Otuzaltılar, yuvarlana yuvarlana öğretmen oldun dediler. Yine kendimle hesaplaşa hesaplaşa Gazi Terbiye ve orta öğretim..!
Ali, beni, ben doğurdum. Kendimle didişe didişe bu günlere geldim. Dahası adımız iyiye çıktı.
Mersin Lisesi’ne geldiğim zaman Mut’un Çaltılı köyünden bir kız çocuğu aldım (3 yaşında) evlatlık sözverisiyle. Hanım O’nu hizmetçi etti. İlkokula bile yollayamadık. Onüç yaşına geldiğinde köyden kısmeti çıktı, verdik.
Şimdi ben vefa borcumu ödemeye çalışıyorum. O kızın çocuklarını okutmaya çabalıyorum. Bu işe ilkokuldan başladım. Hiç yoktan bir Hidayet yarattım. Resim öğretmeni oldu. Ayşe’ye liseyi bitirttirdim. Köyde kalmasın istiyorum. Yanıma getirdim. Sizin dersaneye yazdırdım.
Hepsinin kafaları ham ama iyi insanlar. Bilmiyorum benim ilgim belkide kendi çocukluğuma benzedikleri içindir.
Bunları yazarak senin kafanı niçin karıştırdığıma gelince: Beni anlarsın, gölgelisin, yardımcı olmayı seversin, kumaşın has kumaş...
Olanakların elverirse yüz rakamında kalalım.
Buyurmuyorum, yine de senin dediğin olacak.
Bu kızla lütfen farklı ilgilenirsen (ki umuyorum), beni sevindirmiş olursun. Öperim.
E. Aydın, 3OEylülI998
Sayın Durukan
Benim valiliğe yazdığım mektupta anlattığım sorun kişisel değildi. Öncelikle Adana’nın sonra da ülkemizin sorunuydu.
Yirmi seneden beri yol düzenlemelerinde belediye hep yolları yükseltiyor. Bütün dünyada uygulanan bir şehir kodu vardırki, bu sabittir sivil toplumla yapılan bir sözleşmedir. Bağlayıcıdır.
Belediye fen işleri inşaata ruhsat verirken nedense bunu kullanmıyor. Binalar hep çukura gömülüyor.
Dünyada uygulanan sistem; eski yol sıfır seviyeye kadar kazılır, eski yol seviyesine kadar yamanır, tıraşlanır.
Şiddetli yağmurlarda sel baskınını bekler durumda kalınıyor. Şimdi Kurtuluş mahallesinde olduğu gibi.
Arzu ettimki, çağdaş, uygar, ileriyi görebilen sizlerle konu gündeme gelsin, önem kazansın, Türkiye’mize örnek teşkil etsin.
Seçimlerin yaklaşması nedeniyle düzensiz yapılanma hızla sürdürülüyor.
Üst yetkilerle donanımlısınız. gerekirse çalışmalara yön verebilirsiniz beklentisiyle yazıyorum.
Bu şehir bizim. Sorunları da öyle. Çarpıklıklara karşı duyarlıyım. Becerebildiğim kadar yazmayı denerim. Bazen ironiyi seçerim. Okuyacağınızı umarak birkaç örnek sunuyorum. Saygılarımla .
E. Aydın, 12Aralık1998
SEVGiLi (*), (*), (*) KARDEŞLER.
Dün perşembeydi, bugün cuma. Günler de ne çabuk dün oluveriyorlar. Günü yaşamadan yarınlar geliyor. Pazartesi ile cumartesi neredeyse üstüste.!
Bundan neden belkide birileri yeni bir günleme usulü bulacak, buna gereksinim var. Yahutta insancıklar günlerini adam gibi adam olup yaşamayı öğrenecekler.
Artık dünyamız eskisi kadar güzel, eskisi kadar geniş, anlamlı, içtenlikli, coşkulu, sevgi yüklü değil. Kanıma göre, artık güzellikler kitaplarda kaldı. Şu telefon, şu televizyon, radyolar yüzünden insanlar kolaycı oldular.
Birbirleriyle konuşmak, hal hatır sormak, içtenlikle sevmek, hep ama hep sözde kaldı. İnsanlığın vazgeçilmesi olan sevgi, olaydan en çok yara aldı. Sevmeyi unuttuk. Yörüngeden kurtulmuş gök cismi olduk, çılgınlar gibi çarpışan otolardayız. “Gök yüzünde yalnız gezen yıldızlar biz de sizin kadar yalnızız” türküsü örneği...
Okumuyorsak, yazmıyor, yapmıyorsak, düşünmeğe zaman ayıramıyorsak, bir sanat, içten sevilen bir iş yapmıyor, gününü gün etmeyle leyleğin ömrü örneği yaşıyorsak, “solucanın bile karnı doyarken boğaz tokluğuna” yaşıyorsak, bence bir yerlede birşeylere yazık oluyordur.
Sizlere gelince:
Sevgiyi görülür birşey sanıyorsunuz. Elimizle dokunup tutamaz, göremezsek yok sayıyoruz... İyi de tanrıyı görebiliyor muyuz?
Ama seviyor sayıyoruz. Onun için, içtenlikli zorluklara katlanıyor, O’na kızmıyor, gel de seni görelim demiyor, toplum zararına işlerden kaçınıyor, O’na kızmıyoruz. Sevgide kusursuz olmaya çalışıyoruz.
Kusursuz sevgi, kendimizi bir an karşımızdakinin yerine koymakla bütünleşir. Bizler büyüğünüzüz. Sayıyor, seviyorsanız eğer, onun içinde bulunduğu ortamı, resim malzemelerini, kitaplığını, ortamın hepsini, eşini, dostunu, bir başka mekanda ve uzamda oluşturmak olası mı?
Düşünmek gerek. Yalnızca “gelgel” sözcüğü sevginin gösterişidir. Onun için yazmak zordur. Yine onun için yazmıyorsunuz. Düşündüğünü, duyduğunu yazmamak, eğitimde onarılmaz yaralar açan eksikliktir, kusurdur.
Ben yazıyorum. Ve bundan zevk alıyorum. Bir saatten beri sizlerle başbaşa olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Önceleri konuşmak vardı. Şimdi okumak yazmak devreye girdi. Böylece, yani bundan böyle, milyarlarca milyar zamanın belleğini ataların mirasını koruyabiliyoruz. Kitaplar....!
Yeni bir yıl daha geliyor. akıl getirecek, düşünce getirecek, uyumlu olmanın, bağışlayıcı olmanın yollarını öğretecek.
Yeni yılınızı kutlar hepinizi öperim.
(Bu kağıtlar, benim alın terimden arttı. İyisinden oyuncaklar alın, gıdım gıdım harcayın, oynayın.... Sakın (*)’a kaptırmayın)
E. Aydın, 17aralık I998
Dostları ilə paylaş: |