Bunu işliyorum



Yüklə 1,42 Mb.
səhifə2/26
tarix26.07.2018
ölçüsü1,42 Mb.
#59593
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   26

Eski çağlarda insanlığın yükselişi veya inişini, mücadeleleri savaşları bilimsellik oranında ve tarihten bize aktarıldığı kadarı ile değerlendirebilmekteyiz. Hep bir doğa ile savaş, doğanın karşısında var olabilmek için mücadele veya yerleşim alanlarının muhafaza edilmesi için komşuları ile savaşmak, onları güçsüz kılmak ve saldırmalarını engellemek gerekmekte idi. Bu nedenle savaşmak zorunda olmaktan başka çare yokmu idi bilemiyoruz. Yaşayabilmek su ve yiyecek ihtiyacı için, iklim sebebiyle göç ederek yeni yurtlarda daha iyi şartlarla hayatlarını idame edebilmek için, yeni yerlere saldırmak ele geçirmek ve savaşmak, göç edilen topraklardaki insanları ya yok etmek veya saf dışı bırakmak, asimile etmek, yavaş yavaş o ülkedeki toplumları yok etmek zorunda kalınmasının nedenleri nasıl açıklanmalıdır?

İnsanoğlu dünya denen planette var olduğundan beri tüm bilebildiğimiz ve bilimsel olarak algılayabildiğimiz tarihi geçmişinde sürekli bir mücadelenin var olduğudur.



On binlerce yıldır yaşamak için gerek doğadan kaynaklanan nedenler ile ve gerekse insanların birbirleri ile veya toplulukların yaşam mücadelesi için rekabet içinde olmalarından dolayı sürekli savaşmışlardır. Bu mücadele büyük yıkımlara, yeniden yapılanmaları yeni şehirler devletler kurulmasını mümkün kılarak yıkıp yapma çarkı içinde çeşitli uygarlıklar ortaya çıkarak insanlık tarihi devam etmiş ve bugünlere gelinmiştir.

Çağımızda, dar bir bilimsel bilgi ile 10.000 yıl geriye giderek2 insanın geçmişte yaptıklarını değerlendirirsek, doğa ile mücadeleden tutun, insanların yaşamak için birbirleri ile ve diğer gruplar ile, hâkimiyet iktidar erki için, savunma ve yaşam gereksinimlerine ulaşmayı sağlamaya yönelik olarak, inanılmaz vahşet, şiddet içinde yaşamışlardır.

İnsanlık tarihine baktığımızda vahşet inanılmaz vehamet arz etmiştir. Diğerini yok etmek amacı ile sürdürülmüş mücadelenin insan denen varlığın olağan olarak kabul ettiği fiiller olduğunu görmekteyiz. Gerçi bugün dahi bazı kişiler için öldürmek yok etmek olağan kabul edilmektedir.

Örnek vermek gerekirse: Moğol akınları, doğudan batıya toplumları yıkarak talan ederek sömürerek yıllarca sürmüştür. Güç ve hâkimiyet ele geçirmek insanların vazgeçemediği arzuları olarak diğerlerinin sonu olmuştur.

Aynı şekilde Büyük İskender diye adlandırılan imparatorun Hindistan’a kadar uzanmış serüvenindeki kıyımı da güç gösterisi ve yeni topraklar elde etmek, hâkimiyet kurmak, savaşmak yönetici ve askerlerin yegâne amacı olarakyaşanmıştır.

Avrupa ve İngiltere de ki vahşi akınlar ve istilalar, güçlü ile zayıf olan köylünün mücadelesidir. Hâkimiyet kurmak ve vergi almak devlet yönetim biçimidir.

Cermenler diye anılan Anglosaksonlar İngiltere’ye yerleşmiş topluluk olarak İngiltere’ye kuzeyden gelen Vikingler ve Normanlar’ın akınları ve saldırıları ile akıl almaz vahşet yaşandığı tarih sayfalarında yerini almıştır.

Avrupa’da, Vizigotların saldırıları Romalılar ile çatışmalar Roma arazilerini yağmalamalar, Roma İmparatorluğunun sonunu getirmiştir. Vizigot saldırılarının meydana getirdiği göç dalgaları, insanların şiddete maruz kalması, kıyımlar, kadın genç çocuk demeden öldürmeler, esir almalar Roma İmparatorluğunun çöküşünün en önemli nedenleridir.

İnsanların beyaz, siyah, kızıl, sarı renkli olmasının veya inançlı veya inançsız olmasının kadın veya erkek olmasının hiç önemi olmaksızın tarih boyunca vahşetle karşı karşıya kalınmıştır. İmparatorluklar vahşetin üzerine inşa edilmiştir. Neden yaşama geldiğini neden eziyet çektiğini anlayamadan insanlar bir kaos içinde dünyayı terk edip gitmiştir.

Erkek çocuklar taht kavgası sebebiyle kız çocuklar ise gereksiz ve masraflı oldukları ekonomiye katkılarının olmadığı gerekçeleri ile savaşta ve ekonomik girdi için zayıf oldukları , fazladan bir boğaza daha bakılmasına gerek olmadığı düşünülerek öldürülmelerine ilişkin uygulama veya esir olarak pazarlarda satılmaları olağan kabul edilmiştir.

İşte böylesi bir vahşetin yaşandığı planetimizde, giderek vahşetin yıkıcı sonuçlarına dur diyen zihniyetin oluşması ile çağdaşlaşma yoluna girilmiş ve aydınlanma dediğimiz süreç geçiren insanın insancıllık olgusu ile tanışması, insan haysiyet ve onuruna değer verilmesi gerektiği en azından bilimsel görüş içinde ve felsefik sosyolojik bağlamda topluma aşılanmaya çalışılmıştır.

İnsan onura uygun bir yaşam gerektiği toplumlara yön verenlerin bilinçlerine yerleşmeye başlamıştır. İnsan haysiyet ve onuruna saygı göstermeyi sağlayacak sistem ve kuralların araştırılmasına ve uygulanmasına yönelik çalışmalar sürüp gitmektedir.

Bugün uygar kabul olunan ulusal yasalara ve kurallara ve uluslararası anlaşma ve belgelere ne derece uyulduğu ve hangi ölçüde uyulduğu, kimin uyduğu, çağdaş ve gelişmiş ülke yönetimlerinin uyup uymadığı ve bireylerin uyup uymadığı konuları araştırma ve inceleme konusu olmaya da devam edecektir.

Gelişmiş ve çağdaşlığı ilke edinmiş ve toplumsal olaylara insancıl bakma eğiliminde olan, özgür ve bilinçli insanlar, yöneticiler ve filozofların gayretleri çabaları ve etkinlikleri ile birçok ulusal ve uluslararası insan haklarına ilişkin kuralların belgelerin doğması mümkün olmuştur.

İnsanların vahşet içinde kalarak hayattan ümitlerini kestikleri anlarda hep bir kurtarıcı gelmiştir. Bu kurtarıcılar ya bir dini temsilen veya halkı zalimin elinden kurtararak iktidar olmuş hanlar, krallar, prensler, imparatorlar, devlet adamları veya iktidarlara akıl veren filozoflar, bilim adamları gibi kişilerdir.

İnsan Hakları da insanların umutlarını yitirdikleri bir dönemde ortaya çıkan kurtarıcının koyduğu kurallar ile çağdaşlığa yol alan bir gemi gibidir.

İnsan haklarının toplumda genel kural olarak kabul edilmesi hukuken ileri sürülebilmesine bağlıdır. İnsan Hakları kavramı insandan ile ilgilidir. İnsanın ihtiyaçları, toplum içinde yaşaması ve gelişmesi için gerekli olan her husus çok önemlidir. Yüksek nitelikli toplumların oluşması için gelişmiş insanlara gereksinim vardır. İnsanın onurlu bir hayat yaşaması ve insan onuruna haysiyetine yaraşır bir şekilde toplum içinde yaşamını sürdürebilmesi ancak haklardan menfaatlerden, eşit olarak yararlanması ile sağlanmış olur.

İnsan onuru(dignty)3 haysiyeti şerefi kavramlarının insan haklarının gelişmesinde ve kurallara bağlanmasında önemi büyüktür. Çünkü insan denen varlık, değerli varlık yaşamında özgür, eşit haklara sahip olarak ,aşağılanmadan, ayırımcılığa tabi tutulmadan yaşam standartlarını çağdaş düzeyde sağlaması halinde ancak onurlu bir hayat içinde olduğunu söyleyebileceğiz. İnsan diğer canlılar ile karşılaştırıldığında farklı bir yeri olduğu ve bu yerin farklı özelliklere sahip olmasından kaynaklandığı açıktır. İnsandaki bu farklı nitelikler onun yaşamında da onurunu şerefini zedeleyecek davranışlara muhatap olmamasını birlikte getirmektedir. İnsan değerli bir varlık olması sebebiyle muhatap olacağı ,içinde yaşayacağı toplumdan şahsına karşı onurunu incitecek, alçaltacak , küçük düşürecek davranışların olmaması gerekmektedir. İşte insan hakları bunun için çok önemlidir. İnsanın onurunu sağlamak için insan hakları ile ilgili normların gelişmesini ve herkesin bu kurallara uymasını istemeliyiz.

İnsanlarda sevgi, barış, adalet, birlikte yaşayabilme bilincinin yerleşememiş olması MÖ. İnsan felsefesinin, toplum felsefesinin var olmasına rağmen aydınlanma çağının gerisinde kalmış olmak tesadüf müdür?

Belki de insan denen varlığın gelişmesi için olumsuz olarak nitelediğimiz süreçlerden geçmesi gerekmekteydi. Bu süreçlerin insanların gelişmesi ve aydınlanması için gerekli olduğu pekala düşünülebilir.

İnsan ilişkilerinde insan yaşamına değer veren hak ve imkânlar her nekadar fiiliyatta tam olarak uygulanmamakta ise de doktrinel düzeyde ve bilimsel çalışmalarda insanlar arası dostluk ve sevgi kavramının işlenmesi halen geçerliliğini korumaktadır.

Gelişmiş kabul ettiğimiz batının orta çağda yaşadığı insanlık dışı vahşetin mazur görülecek bir yanı yoksa da aydınlanma çağını başlatması açısından batıda gerçekleşen sosyolojik ve felsefik gelişmelerin önemini kabul etmek gerekir. O dönemlerin kınanması tekrarından kaçınılacağını gösterebilir.4 Batıda Vahmic Courts olarak adlandırılan ve Avrupa’nın karanlığını gözler önüne seren mahkemelerin varlığı dehşet ve ibret vericidir.

Günümüzde de her türlü vahşet aydınlanma çağı geçirmiş toplumların dünyaya egemen olma ve kaynaklardan bizzat yararlanma adına gerçekleşmektedir. Avrupa’nın ortasında 1990 da Yugoslavya’nın parçalanmasında yaşanan vahşet bunun örneğidir. Bu gibi insanlık dışı olayların gerçekleşmesi mazur görülemeyecek niteliktedir.

Keza bir kısım toplumlara Suriye Irak gibi demokrasi götürmek ve insan haklarını yerleştirmek eşitliği sağlamak adına başka bir toplumun, ulusun, devletin veya Devletin çeşitli taşeron kuruluşlarının silahlı vahşet uygulaması o ülke içinde halkın çeşitli gruplara bölünerek birbirleri ile savaşmalarının sağlanması, silahlar verilmesi mazur görülecek ve hak verilebilecek uygulamalar değildir.

Zengin devletlerin bir zaman sömürgesi olan halkları self determinasyon uygulaması ile özgürleştikleri ve kendi devletlerini kurdurdukları dönemlerdeki uygulamaları üçüncü binyılda değişik versiyon ile ulus devletleri parçalayarak yeni devletler gerçekleştirmeye çalışmak şeklindeki insan hakları uygulaması yapıldığı halklara özgürlük adı altındaki projeler kesin ve net insan haklarına aykırı davranışlardır.

Aslında bu tür eylemlerin uygulanmaya koyulduğu topraklarda insanların hiçbir gerçekte hiçbir hakkı hukuku kalmamaktadır. İnsan haysiyet ve onuruna yaraşır bir yaşamdan mahrum edilmekte ve insan olma hakları ellerinden alınmaktadır. Amaç ekonomik açıdan güçsüz Devlet yaratılarak bu yeni oluşumların sahip olacağını düşündükleri yer altı zenginliklerine el koymak veya başka Devletlere geçit vermek için olabilir.

Neden insanlar sevgi, mutluluk, saygı, kardeşlik, yardımseverlik gibi duygular içinde ilişkilerini gerçekleştirmekten uzaklaşmaktadırlar. Sözler konuşmalar vaatler ile uygulamalar tamamen birbirinden farklıdır. İnsan aklı kendisi ve toplum için iyi ve adaletli olanı sağlamaktan niye aciz hale gelmektedir?

İnsana karşı gerçekleşen insanlık dışı hareketlerin aslında oluşumuna sebep olan insanın kendisidir. İnsan kendine uyguladığı mezalimden kurtulmak için insan haklarına sarılmak durumunda kalmıştır. Kısır döngünün sonlanması için bir kısım bölgelerdeki, ülkelerdeki gerçekleşen olaylardan sonra duyulan gereksinim sonucu insan hakları diye nitelediğimiz birçok kuralın yazılı belge haline getirilmesi, kabul edilmesi zorunluluğu doğmuştur. Toplumlardaki travmaların çözülmesi için aklıselim sahibi kişilerin ve/veya yöneticiler-krallar hükümdarlar, hükümetlerin ön ayak olarak insanın başına gelen felaketlere son verebilmek için insan onurunu korumak ve insan haysiyetine yaraşır nitelikleri sağlamak için çağdaş kurallar uluslararası siyaset arenasında düzenlenmekte ve uluslararası nitelikte kabul edilmesi için çalışılmaktadır. Bu belgeler ile yönetimlerce, yönetenlerin ve toplumun belirli kurallara uyması sağlanmak istenmektedir. Böylece Devletlerin ve toplumların birbirlerine karşı ekonomik ve sosyal ve dinsel vahşi davranışlarının önüne geçilmek istendiği ifade edilmektedir.

Ancak diğer taraftan zulüm çekenlerin dayanma gücünün kalmadığı açlık, sefalet, işsizlik, sadakatsizlik, eşitsizlik, ahlaksızlık, organ kaçakçılığı ve organ tacirlerince insan kıyımlarının özellikle göçler sebebi ile gerçekleşmesi gibi birçok olumsuz olayların insanlık tarihinde vicdanları harekete geçirerek birtakım düzenlemelerin akli selim sahibi kişilerce yapıldığı yeni başlangıçlara sahne olunmak istendiğini de yadsıyamayız.

Çağdaş diye niteleyebileceğimiz ve uluslararası önemli belgeler ile varılmak istenen, insana insan olduğu için insan haysiyetine ve onuruna yaraşır bir şekilde, hak ve imkânlar sağlanması için yaratılmış belgelerin, uygulamadaki sonuçları hakkında kesin olarak olumlu bir yargıya varmak hiçbir zaman mümkün görülmemektedir. Esasen bugünkü uluslararası ilişkiler düzeninde olumlu sonuçların alınması da olası değildir. Çünkü kuralların uygulamasını yine İNSAN dediğimiz varlık gerçekleştirecektir. İnsan egosu arzuları kin ve nefreti hiçbir zaman insan hakları karşısında yenilmemiştir.

Ülkeler arasındaki menfaat ilişkileri, ülkelerin ve o ülke insanlarının refahı ve uzun vadeli yaşam koşullarının düzenlenmesi için insan ilişkilerinde ve sağlanan haklarda kurallar ile söylem ve uygulama arasında her zaman farklılıklar olmaktadır. Ancak bu farkın en aza indirilmesi için akla bilimselliğe ve vicdanlara dayanarak en iyiyi bulmak ve uygulamak konusunda yönetici ve/veya yetkililerin olumlu bilinçlenmesini sağlamak da toplumu oluşturan ve hak sahibi olmak isteyen insanın insanlık görevidir. Başka deyişle insan aklının yol gösterdiği ve elverdiği şekilde ve kadar demokratik ve laik bir sistem içinde yönetilmeyi becerebilmektedir. Bu bağlamda da gerekli özveriyi kendisi göstermek zorundadır. Çağdaş niteliklere uygun taleplerde bulunabilmek için özgür birey olma niteliğini yine insan kendi çabası ile kazanmak durumundadır. Talep ve talebin ulaştırılma biçiminin de insan haklarına ve yasalara uygun olması gerektiği de izahtan varestedir. Bu açıklamanın ardından toplumda eğitim ve bilinçlenmenin niteliğinin toplumların geleceğinin belirlenmesindeki önemini vurgulamak gerekir. Bağnaz, kökten dinci, düşmanlık edebiyatı esiri söylemler ile beyinlerin yıkandığı, yanlış tarih anlatıldığı, düşmanlıkların körüklendiği, farklı inanç ve felsefelerin yerildiği ve farklılıklarla mücadele edilmesi gerektiğinin doğrular olarak nakledildiği eğitimler ile gençlerin yetiştirilmesi toplumlarda hiçbir zaman sulh ve sükunun sağlamayacağının en açık göstergesidir.

Bu nedenle, düşünce tarihine bakarak filozofların insana değer veren ve iyi düzenli bir yaşamı sağlamanın yollarını araştırarak gerek bireylerin eğitim ve gerekse Devlet yönetme felsefeleri ile ilgili çeşitli olumlu görüşlerinin esas alınması insaların geleceği açısından önemli ve gereklidir. Bu görüşler bağlamında, toplulukların yaşadığı dönem- coğrafi konum- iklim -sosyolojik şartlar – ve özellikle dinlerin insanların düşüncelerini etkilenmesindeki nedenlerin incelenmesi ile çağdaş özgürlükçü modeller belirlenebilir.

Devlet yönetim biçimleri üzerinde dinlerin etkisinin uzun süre devam etmiş olduğu ve halen de devam etmekte olduğu felsefi ve sosyolojik boyutu ile açıklanmaktadır. Geçmiş dönemlerde batıda Hristiyanlık Devlet sistemleri ve krallar imparatorlar üzerinde yoğun bir etki sergilemiş ve din adına toplumlar olumsuz boyutta etkilenerek dine dayalı toplumsal sosyal bir yapının gelişmesi için çalışılmış, savaşlar organize edilmiştir. Din adamları sözde en iyiyi kendilerinin yorumladığı ve toplumu yönlendirmeyi ve aydınlatmayı görevleri olarak görerek insanların yok olmasına sebep olarak birbirlerine düşmanlık hisleri ile doldurmuşlardır. Bu yapılanmanın sonuçları üçüncü bin yılda da etkilerini esasen göstermektedir. Dine dayalı ayırımcılık tavan yapmıştır. Bu tür söylemler ile insanların nefret duygusu ile eylemlerde bulunmasını sağlamak insanlığı geleceği için çok tehlikeli boyutlardadır. Özellikle Devlet yönetiminin Devlet adamlarından örneğin krallardan, imparatorlardan, din adamlarına doğru kayması sonucu, ortaya çıkan vahşet karşısında gerek görüntüdeki yönetimler ve gerekse iktidarda söz sahibi olanlar ve halk bilinçlenme ile ve gelişen farklı felsefeler din faktörünü ve onun ezici dünyevi hükümranlığını ret etme aşamasına getirerek ihtilallere sahne olmuştur.

Giderek çağdaş anlayış ile yöneticilerin kendi güçlerini muhafaza edebilmeleri ve gerekse yönetilen halkın toplumda olması gereken düzeyde ve kurallar ile yönetilebilmesi için neler yapılması gerektiği idrak edilmeye başlanmıştır. Ancak bu değişimin kökleri çok eski dönemlere dayanan bağnaz din açıklamalarına ilişkin uygulamanın tüm dünya milletleri bağlamında kolaylık ile terk edilebileceği ve farklı amaçlar için kullanılmasından kolaylıkla vazgeçilebileceği hususunda şimdilik fazla ümit beslenemez.

Dinin dünyevi işler ile özellikle ekonomi ile bağlantısının vicdanları rahatsız etmesi ve en önemlisi dinin ceza kurumu olarak faaliyet göstermesi ve kendini yetkili görmesi Devlet erkini yok sayması toplumlarda dehşet uyandırmaktadır. Bu nedenlerle insanları korumaya yönelik hükümlerin özellikle batı âleminde ortaya çıktığını görmekteyiz. Martin Luther’in5 Protestanlığı yayması da işte bu bilinç ile gerçekleşmiştir.

Sanayi ve ekonominin, teknolojinin gelişmesi ve insanların bütünleşmesini öneren sistemlerin sosyal platformda yer alması ile toplumlar etkilenmeye başlamış ve çeşitli devrimler ihtilaller ve kanlı çarpışmalar sonucu insanlar aydınlanma çağına erişmişlerdir. Böylece esaret, din baskısı, kul olma ret edilmeye başlanmıştır.

Dünyanın her tarafında ve İslam aleminde de dinin Devlet yönetimi ile iç içe gerçekleştiği ve etkisini gösterdiği açıktır. Ancak İslam aleminde batıda olduğu gibi çağdaşlaşma ve din kurallarından yönetimlerin ayrılması konusunda aynı gelişmenin yaşandığını elbette söylemek ve kabul etmek mümkün değildir. Fakat geçmiş dönemler de dahil İslam anlayışında ve öğretisinde haçlı seferleri yaratacak kadar vahşi ve ve insanların farklı dinler nedeni ile kıyımının derecesi yüksek değildir. İslam toplumunda insan hakları ile ilgili olumlu tek örnek Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletidir. Gerek insan hakları ile ilgili çağdaş kuralların yer aldığı yasallaşma ve gerekse Devlet ile inanç arasında düzenlenen ilişki laik bir düzenin oluşmasını ve dini özgürlüğü sağlamıştır. T.C Anayasasında 136. maddsinde düzenlenen Diyanet İşleri Başkanlığı6 teşkilatı ile Osmanlı Devletinden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş dönemi için gerekli olan kurum kurulmuştur. Bu uygulama esasen Dünyada tek olup başkaca örneği bulunmamaktadır. İslam inanışının olduğu bölgeler bağlamanda çağdaş aydınlanmanın gerçekleşmemesi ayrık olarak dünyanın önemli bir kıtası Avrupa’ nın aydınlanma çağını yakalaması ve yaşaması birçok insan haklarının ilgilendiren kurumun gelişmesine ve insanlık için yararlı kurumların oluşmasına sebebiyet verdiği önemli bir gerçektir. Bu çalışmalar dalga dalga dünyada eziyet çeken halkların devletlerince kabul edilmek zorunda kaldığı kurallar olarak gelişmesini halen sürdürmektedir.

Diğer taraftan, din faktörünün toplumlar için sosyolojik bir olgu olarak ret edilmesinin mümkün olamayacağı ve gerekliliği idrak olunmuştur. Fakat insan yaşamı için yönetimsel bağlamda din ile yönetimin birbirinden farklı algılanması gerektiği çağdaş yaşamda olmazsa olmaz olarak yönetim ve halk arasındaki ilişkilerde kendini belli etmiştir. Çünkü farklı inanç dünyalarından olan bireyler için toplumlarda farklı düzenlerin yapılandırılması eşitlik ile karşı karşıya kalmaktadır. Devletin halk için, ülkede yaşayan insanlar için gerekli olanı yapabilmesinin ancak iyi doğru düzgün bir sistem içinde gerçekleşebileceğini özümsemek kolay değildir. Adil eşitlikçi ve refahın sağlandığı bir toplumun gerçekleşebilmesinin ancak özgür düşünce ile gerçekleşebileceği anlaşılmıştır. Toplumun özgür olabilmesi için ve halkın kendisini yönetmesi için düşünce özgürlüğü geliştirilmiş, doğruya iyi bir sistem ile ulaşılabileceği insanlar arasındaki eşitsizliğin, kavganın, ihtilafların ortadan kalkabileceği, refah toplumlarının oluşabileceği modeller ve çağdaş olarak betimlediğimiz yönetim sistemleri geliştirilmeye çalışılmış ve halende çalışılmaktadır.

Ancak hiçbir çalışma, öneriler ve felsefi açıklamalar ve kurallar ile şekillendirilmeye çalışılan yönetim sistemlerinin insanların ve toplumların bütünüyle insancıl davranışlara sahip olmasını mümkün kılmadığı gibi özgürlükçü bir toplum, eşitlik ve adaletin tam olarak sağlandığı bir sistemin gerçekleştiği bir sisteme de henüz ulaşılamamıştır.

En iyi sistemin demokratik ve laik sistem olduğu tabiî ki yadsınamaz. Çünkü dünyada insanlığın var olduğundan beri süre gelen vahşetin önüne set çekmeyi başarabilen şimdiye kadar yaratılmış yönetim biçimi içinde daha iyisi henüz bulunamamıştır.

Vahşetin şiddetin insanlığa karşı işlenen cinayetlerin soykırımların ve savaşların toplumların yaşam kalitesinde meydana getirdiği olumsuzluklar nihayet Devletlerin, hükümetlerin bir araya gelerek, düzeni sağlamak için anlaşmalar yoluna gitmesinin gerekli olduğunu ortaya koymuştur.

Akılcılık ve çağdaş olmanın gereği, insana değer vermekle mümkün olabilecektir. Bu bilinç ile ve savaşların soykırımların insanlarda yarattığı travma ülkelerin ekonomik durumlarını ve Devlet erkini etkilediğinden çözüm aranması bağlamında uluslarüstü, supra nasyonal, uluslararası kuruluşlar kurularak anlaşmalar yapma yolu en iyi yöntem olarak kabul edilmek gerekir.

Uluslararası kurumlar çeşitli belgeler düzenleyip Devletlerin bu belgeler doğrultusunda yasalarında değişiklik yapmasını ve insan haklarını yerleştirmeleri gereğini vurgulamaya çalışmaktadır. Devletlerin birbirleri ile ilişkilerinde ve dünya Devleti olma yolunda gelişebilmek için bu kurumlara üye olmak ve bu kurumlarda alınan çağdaş demokratik insancıl kuralları uygulamak insanlık için en olumlu yoldur.

Konunun gündemde kalması ve hiç bitmeyen bir enerji ile insan hakları konusunun uluslararası arenadan inmemesi uluslararası siyasetin önemli bir konusu ve uğraşısıdır. Devletlerin birbirleri ile ilişkileri iş yapmaları, yatırımlar, sermayenin evrenselliği, ekonomik beklentiler ve zenginleşmenin kaçınılmazlığı insan hakları kurallarının da evrensel nitelikte olmasını gerektirmiştir. Yatırım yapılacak ülkenin, sermayenin dolaştığı ülkelerin hukuk düzenleri ve insan haklarının nasıl hangi sistem içinde yapılandırıldığının diğer ülke ekonomileri için önemi büyüktür. İşte bu gerçekler insan haklarını sürekli gündemde tutmaktadır.

Bu nedenledir ki insan hakları ile ilgili kaynaklar ve felsefesi birçok akademisyenin çalışma konusu olarak önemini sürdürmektedir. Konu sürekli Devletlerin gündeminde kalacaktır. Özellikle, yaşam hakkı, ifade özgürlüğü hakkı, düşünce özgürlüğü, vicdan ve inanç hakları, , adil yargılama ve yargılanma hakkı, eşitlik hakkı, ayırımcılık yasağı, sağlık hakları, kişi hürriyeti ve güvenliği, sosyal güvenlik hakları, seyahat hakları, özel hayatın gizliliği, çocuk hakları, toplantı hak ve hürriyeti, çalışma hakkı, eğitim hakkı, siyasi haklar ve medya bağlamında insan hakları konuları hiç gündemden düşmeyen konulardır.

Bu konular insanların hukuksal perspektif bağlamındaki hakları olarak birbirleri ile iç içe olup birlikte Devlet yönetim sistemini oluşturur ve değerlendirilir. Birisinin veya birkaç tanesinin olmaması yönetim sisteminin adının değişmesine neden olur.

Toplumlar kendi kültür birikimi ve örf ve adetleri ve alışkanlıklarının etkisindedirler. Evrensel çağdaş niteliklerin toplumları etkilemesi ve doğal yaşam gereği olarak özümsenmesi kısa vadede oluşabilecek olgular da değildir. Toplumlar bir diğer toplumda ki uygulamaların kendi kültür düzeylerine, bilgilerine, alışkanlıklarına ve adetlerine aykırı olan gelenekleri beğenmeyip hatta çağ dışı bulabilirler veya ahlaki açıdan doğru bulmayabilirler veya etik veya görgü kuralları bağlamında hiç uygun bulmayabilirler. Tüm bunlar farklı toplumların farklı yapılanmalarının sonucudur. Bu değerlerin ortak noktasının bulunması evrensellik ilkesi ile sağlanabilir.Bireye değer veren ve insan haysiyetine onuruna yaraşır bir sistem içinde hakların kullanılması sağlanabildiği takdirde kurallar kabul görebilir. Aksi halde uygulanmak istenen kuralların çağdaş kurallar olduğu ve herkese ugulanması gerektiği şeklinde bir zorlama ile toplumlara çağdaş diye kurallar dayatılamaz. Esasen insan hakları ile ilgili genel kurallar hariç, yaşamda örf adet ve alışkanlıklara dair uygulamaların tek düze olması mümkün değildir .Tek tip insan modeli yaratmak ve tek tip yaşam biçimi yaratmak için insan hakları uygulaması evrensel niktelikte kabul görmeyeceği gibi insani de değildir. Elbette farklı toplumlarda farklı yapılaşmalar olacaktır. Bunun temel insan hakları açısından olumsuz biryanı yoktur. Özellikle ahlak ve etik kurallar açısından farklı toplumlar açısından genel kurallardan sonra detaylarda örf ve adetin uygulandığı haller toplumların sürekliliği açısından da gereklidir. Böylece temel haklarda evrensellik ve detaylarda özellik sağlanarak insan haklarının uygulaması insancıllığı gerçekleştirebilir.

II ) İNSAN HAKLARI KAVRAMI

İnsan hakları kavramında iki kelime bulunmaktadır. İNSAN ve HAK. Bu kavramların anlamını açıklayalım.



  1. Yüklə 1,42 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin