Bunu işliyorum



Yüklə 1,42 Mb.
səhifə7/26
tarix26.07.2018
ölçüsü1,42 Mb.
#59593
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   26

Devletin temelini ekonomik gereksinmelerde arayan bu görüşe göre, insani duyguların oluşması ve sosyal organizasyonların kurulmasını gerekli kılan, maddi ve ekonomik menfaatlerdir. Tarihi maddecilik olarak açıklanan görüşün en belirgin vasfı, olayların tamamen materyalist açıdan ele alınmasıdır.92

Marks esasen insanların en büyük emellerinin en basit ve en iptidai gereksinmelerinin tatmin olunması olarak açıklar. Bunların yerine getirilmesi için yapılanmalar oluşturulur. Tüm üretim vasıtaları sosyal hayatın gelişmesi, insanların iptidai arzularının ve gereksinmeleri içindir. İhtiyaçlar insana egemen olmaktadır. Tarihi maddeciler dünyayı sevk ve idare eden kuvvetlerin ekonomik olduğunu belirtirler. Sosyal olaylar da dâhil her şeye egemen olan tek bir kuvvetin bulunduğunu onun da ekonomi olduğunu açıklanmıştır.

Bireysel girişimlerin açıklamasını da ekonomik menfaat olarak belirterek, diğer her şeyin teferruat olduğunu kabul ederler. Her şey ilgili olduğu dönemin ekonomik sistemine tabidir. Genel gelişmenin sırrı da çalışmadır. Tüm sosyal gelişmenin dayandığı sebep ekonomidir, şeklinde bu teorinin açıklaması yapılmıştır.

e) Hıristiyan Görüş Açısından Devlet ve Din Meşruiyetinin Açıklaması93

Din ve Devlet ilişkisi Hıristiyan toplumlar bağlamında çok değişik evrelerden geçerek ve Krallıklar ve Papalık arasındaki çeşitli anlaşmalar çerçevesinde Avrupa’yı etkileyen bir dizi ilişkiler sonucu oluşmuştur. Hıristiyanlık açısından ve Avrupa aydınlanmasındaki Devletin önemi ve nedenleri, Devlet ve Din ilişkisini kısaca açıklamak gerekirse;

1075 te Papalık Devrimi ile Hıristiyanlık yeni bir düzene geçerek egemenliğin Tanrısal bir ilkeye göre düzenlenmesini mümkün kılmıştır. Tanrı Devleti olgusu Saint Augustine adlı din adamının taslağını çizdiği bir modelin hayatiyete geçmesi ile gerçekleşmiştir. Devlet sistemi Tanrı sevgisine dayanan barışı arayan yeryüzü Devleti olarak iyi amaçlar düşünülerek yola çıkmıştır. Bu görüş bağlamında insanlar Tanrıya layık olmak için kilise tarafından hazırlanmak ve kiliseye bağlılığın yaratıldığı94 bir anlayışın meşruluğuna halkın inandırılması ve itaat etmesi sağlanarak bir kilise hukuku modeli oluşturulmuştur.

Artık insanların bu sistem içinde itaat etmekten başka çaresi kalmamıştır. Kilise Tanrısal iktidarını egemenliğini sürdürebildiği toplumlara kabul ettirmiş ve kralların da biat ettiği bir hukuk sistemi ile insanlar uzun süre yönetilmiştir. İktidar kilisenin egemenliğinde olarak Papalık güç kazanmıştır. Bu dönemlerde orta çağ Avrupa’sında Papalığın siyasi iktidara ortak olarak insan haklarının olmadığı işkence ve adaletsizliklerin olağan sayıldığı ekonomik menfaat sağlamak için keyfi yönetimlerin ve mahkemelerin gerçekleştiği bir dönem olara kilisenin giderek artan bir ivme ile Avrupa’da güç kazandığı bir vakıadır.

Orta çağ feodal toplumu, kilise etkisinde olarak çok acı günler yaşamış ve insanlar arasında büyük uçurumların olduğu ve kilisenin vaat ettiği kardeşlik ve barışın hiçbir zaman gerçekleşmediği bir zaman dilimi olarak tarihte karanlık bir dönem olarak yerini almıştır.

Bu dönem din adına savaşmak uğruna haçlı seferlerinin yaratıldığı dönemdir. Haçlı seferlerinin yaratılmasındaki temel ve gerçek nedenlerden biri de toplumda insanlar arasında, mülkiyet, ve ticaret ve ekonomik getiri konusunda meydana çıkmış eşitsizlik, olumsuzluk ve huzursuzlukları gidermek içindir. Ancak Haçlı Seferlerinin görünen amacı olarak Hıristiyanlığın yayılması ve dini yaymak ve korumak kisvesi altında düzenlenmiş bulunduğu da ayrı bir gerçektir.

Papalığın gerçekleştirdiği Hristiyan dinine bağlı devlet sistemi için meşruiyet kazanmak için ileri sürdüğü gerekçe, Tanrı Barışını sağlamak yolunda hareket edilmekte olduğu konusu olup bu bağlamda halk ikna edilmek istenmiştir. Bu gerekçeler hiçbir zaman doğru değildir, Papalığın sadece para edinme hırsı içinde olarak ve toplumsal değerlere aykırı davranışlar içinde faaliyette bulunduğu tarih sayfalarında yerini almıştır. Papalık döneminde toplumda herkes birbiri ile bitmeyen bir düşmanlık içindedir. Güven yoktur, adalet yoktur, eşitlik yoktur. Bu nedenle Hristiyan dininin meşruiyetini sağlamak için verilen çabaların başarılı olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Orta çağda Avrupa miras kavgaları ile çalkalanmıştır. Papalık ve din bunlara çare bulamamıştır. Sefalet, hastalıklar, açlık, eşitsizlik, adaletsizlik aydınlanma çağına kadar geçen döneme damgasını vurmuştur. Kutsal ekonomi çöküntüye uğramıştır. Adaletsizlikler ve insan haklarına yakırı davranışlar insana değer vermeyen bir sistem Tanrı Devleti ve yeryüzü Devleti yerini ulus Devlet bilincinin yerleşmesine terk etmiştir. Nihayet Fransa da Fransız Devrimi ile halk özgürlüğünü elde etme imkanını sağlamış ve laik Devlet ilkesi yeni çağa damgasını vurmuştur.

f) Devletin Varlığını Ferdin Akıl ve İradesinde Bulan ve Sosyal Mukavele görüşü bağlamında insan aklının önemini vurgulayan Görüş;95

Devletin ferdi akıl ve iradenin mahsulü olarak gelişmiş olduğunu ileri süren görüşlere göre,

aa) Ferdin aklında arayan görüş ve

bb) Sosyal mukavele görüşü olmak üzere ,

İki ayrı nitelikte olmak üzere ferdin aklına dayandırılarak Devlet kavramı açıklanmaya çalışılmıştır.

Devletin insan aklının bir eseri olduğunu kabul edenlere göre, sosyal düzenin oluşumunda akıl önderlik etmiştir. Örneğin sofistler her şeyin insan aklının mahsulü olduğunu belirterek her şeyin insan aklı ile oluştuğunu iddia ederler.96 Devletin varlığı sadece insan aklının bir eseri olarak açıklanır.

Bu görüşte olanlar, Devleti insan aklının bir eseri olarak görerek insanın daha ileri gidebilmek gelişmek iyi şartları gerçekleştirmek için aklının ve düşüncesinin bir buluşu olduğunu kabul ederler.

İnsanların ortak noktası olan bir takım arzu ve isteklerin gerçekleşmesi için aralarında anlaşarak, kendi iradeleri ile yaptıkları bir anlaşmanın sonucunda Devlet kurumunun oluşturulduğunu açıklarlar.

Sosyal mukavele olarak adlandırılan bu görüşe göre, Devletin insanlar arasında bir anlaşma, uzlaşma sonucu oluştuğunu savunanlar bir hayli çoktur. Ferdi iradelerin birleşmesi ile Devlet açıklandığından, Devlet kurumu sosyal bir sözleşme sonucu ortaya çıkmıştır. Böylece toplumda bireyler arasındaki birçok sorunun çözümlenebildiğini belirtirler. Bu görüştekiler, Devlet ancak fertlerin menfaati gereği bir araya gelerek anlaşmaları ile oluşmuştur, İnsanlar birbirleri ile mücadele ederek ve zıtlaşarak üzüntü çekerek isteklerine kavuşmalarının olanaksızlığı gördüklerinden mukavele yapmayı uygun görmüşlerdir.

Özgür olarak dünyaya gelen ve birbirinden siyasi üstünlüğü olmayan doğal hakları olan insanların, kendi yararları doğrultusunda bir topluluk içinde yaşamayı seçtikleri için bir anlaşma ile Devleti oluşturdukları açıklanır. Birlik kurmak ve karşılıklı yardım ve dayanışma insanların özgür iradeleri ile gerçekleşmektedir. Bu olay doğanın bir olayı değildir, bu bir kurum kurarak o kurumun kaideler koymasını istemek ve yetkilerini ona devretmek sosyal bir olaydır.

Devlet kurmak sosyal bir olaydır insan da sosyaldir.

İnsanlar tabii yaşamda mutlu ve güvenli olmadıklarından bu tür bir sosyal dayanışmayı tercih etmişlerdir. 97
Genel bir açıklama yapmak gerekirse; Çeşitli filozoflarca yapılan açıklamalada Devletin varlığı bir temele oturtulmak istenmiştir. Bu görüşlerin olumlu ve olumsuz yanları bulunduğu gerçeği karşısında toplum için çok önemli bir kurum olarak DEVLETİN varlığını ve kaynağını en iyi nasıl açıklamak olasıdır diye düşünürsek;

Tüm görüşlerden çıkan sonuç şudur ki; Devletin kuruluş probleminin halli ancak teorik olarak açıklanabilmektedir.

Tarihi ve sosyolojik gerçeklerin ışığında denebilir ki;

Devlet, sosyal bir varlık olan insanın, doğumundan itibaren egoistçe varlığını sürdürmek için, toplum içinde yaşama alışkanlığı da olduğundan ve bunu istediğinden, ve gelişmesini sürdürebilmek adına en önemlisi sevgiye olan gereksinimi sebebiyle toplum içinde bir aile içinde büyümek zorunda olduğunu idrak ettiğinden, birlikte yaşamayı ve yetişmeyi uygun bulmuş ve bunu istediği için Devlet kurumunu gerçekleşmiştir.

İnsan, toplum içindeki faaliyetinde sosyal yaşantı için birtakım görevleri olduğunu idrak etmiştir. Çünkü toplulukta diğer bireyler ile birlikte huzur ve düzen içinde yaşayabilmek için, birtakım görevleri olduğunu idrak etmiş ve görev bilinci ile donatılması sonucunda ancak toplumda yaşamasının mümkün olduğunu anlamıştır.

İnsanın sosyal hayatının dengeli olması asıldır. Toplum mutlaka aynı soydan veya etnik kökenden gelmek sureti ile oluşmaz. İnsanların dünyada çeşitli nedenler ile yer değiştirmesi savaşlar göçler nedeni ile aynı soy veya etnik kökenden insanların yaşadığı yurtlar şeklinde Devletlerin oluşması devri geçmiş ve hatta hiç böyle tek soydan insanların oluşturduğu Devletler var olmamıştır. Ancak çok küçük topluluklar ve göçerler bir yurda yerleşirken aynı kök veya klan veya topluluk içinde olarak yerleşmişler. Ancak ondan sonra karışma hiçbir şekilde engellenememiştir. Bu nedenle insanlar farklı etnik köken veya soydan olmaları dillerinin dinlerinin inançlarının geleneklerinin ayrı olmasına rağmen toplum içinde birlikte yaşayabilmek için kendi rızaları ile hak ve özgürlüklerini Devlet dediğimiz kurumun düzenlemesine terk ettikleri için hukuk Devleti dediğimiz kurum oluşmuştur.

Bu kurum sebebi iledir ki toplumda aynı soydan olmayan bireyler karşılıklı olarak birbirlerinin hak ve menfaatlerine saygılı olarak yaşamanın gerekliliğini idrak ile toplumlar Devletler oluşmuştur. İşte bireyler Devlet dediğimiz kurumun siyasi otoritesinin koruması altına girmekle bir kısım haklarını bu otoriteye devir etmişlerdir.98

Genel anlamı ile ve her türlü Devlet yapısını ifade etmek üzere denebilir ki:

Devlet sosyal bir yapılanma olarak insana hizmet vermek için ve insanın refahı ve mutluluğunu amaç edinmiş ve kötülükler, yağma, gasp, mücadele terör, haksızlıklar karşısında istikrarlı bir düzen içinde güvenliğin sağlandığı bir sistemi kurabilmek için insanların bir araya gelerek üzerinde yaşadığı bir vatanı ve ülkesi olan aynı veya farklı kültür din, ırkta ve yapıdakilerin oluşturduğu bir kuruluştur.

Devletten bahsederken insan haklarına saygıyı ve Devletin oluşabilmesi için Hukuk Devleti niteliğini açıklamak gerekir. Devletin kendisini oluşturan topluluktan devir aldığı erki kullanırken hukuk kurallarına uygun faaliyet göstermesi asıldır. Devlet objektif nitelikteki kuralları koymak ve uygulamakla mükelleftir. Devletin tasarruflarıancak hukuk kuralları ile donanırsa geçerli ve ve kabul edilebilir insan haklarının gerçekleştiği bir edareden bahsolunır. Devletin hukuk kurallarına aykırı fiil ve eylemlerinin engellenmesinde yargının önemi büyüktür. Kuvvetler ayrılığının önemi burada ortaya çıkar. Yasama yürütme ve yargı erkinin birbirinden bağımsızlığı demokrasilerin olmazsa olmazı olarak denge ve düzen için kaçınılmazdır.

2) Devletin Ögeleri

Devletin varlık gösterebilmesi çeşitli niteliklerinin olmasına bağlıdır. Bunlar egemenlik, özgürlük, bağımsızlık, tanınma dır.

a) Egemenlik

Egemenlik kavramı bir Devletten bahedebilmeki çin son derece önemli olup egemenlik kesin egemenlik veya sınırlı egemenlik olarak açıklamaktadır.

  1. Kesin Egemenlik

İktidarın hiçbir şekil ve koşulda kimseye bağlı olmaksızın Devletin yönetimi ile ilgili emirleri verebilmesi halidir. Başka deyişle hiçbir başka iradeden emir almamasıdır. Devlet ne içerden ve ne de dışardan, Devletin üstünde olan bir kişi veya kurumdan emir alamaz. Başka deyişle, diğer bir Devletten veya kurumdan emir almadan yönetim erkini kullanması kesin egemenliktir. Devletin gerek iç işlerinde ve gerekse dış işlerinde, uluslarası ilişkilerinde denetime tabi olmayan yönetim erkini kullanabilmesi durumu kesin egemenlik halini anlatır. Ancak Devletin kesin egemenliğinin bulunması hukuk Devleti olma durumu ile ilişkili değildir. Hukuk düzeninde kabul edilmiş kurallara uyarak yönetim erkini kullanmak ile kesin egemenlik karıştırılmamalıdır. Hukuk kuralları ile yönetim erkinin kullanılması demokratik bir sistemin göstergesidir. Hukuk normlarının uygulanması arasına uluslararası ilişkilerde taraf olduğu sözleşme hükümlerinin de uygulanması dâhildir. Uluslararası ilişkilerde diğer Devletlerin egemenlik hakları ile çatışmayan bir yönetim erkinin varlığı esastır. Zira hiçbir Devletin uluslararası toplumların dışında kalması düşünülemez. Devletin uluslararası hukuk kurallarına bağlı olması kesin egemen olmadığı anlamında yorumlanmamalıdır. Devletin ulusal ve uluslararası hukuka saygılı olması, uluslararası çıkarları nedeni ile de gereklidir,aksi bir uyugulama uluslararası yükümlülüklerini ötelediği veya hiç uymadığı takdirde belirli yaptırımlarla karşılaşabilir. Devlet uluslararası ilişkilerde bağlandığı sözleşmelere kendi serbest iradesi ile bağlanarak egemenlik hakkını bu yönde kullanmaktadır. Uluslararası sözleşmeleri kabul etmesi ve bağlanması bu kurallara uymasını gerektirir ve bu durum hiçbir şekilde Devletin egemenlik hakkının sınırlandığı şeklinde yorumlanamaz.

  1. Sınırlı Egemenlik

Bazı düşünürler Devletin egemenliğinin sınırlı olduğunu, egemenliğin hukuk tarafından sınırlandığını ifade etmişlerdir. Uluslarüstü kurallar ile egemenliğin daraltılmasını sınırlı egemenlik olarak açıklayanlar milletlereresı hukuk kuralları ile egemenliğin sınırlanmış olduğunu belirtirler. Aslında Devletin egemenliğnin sınırlanması hali hukuk kuralları ile ve uluslararası belgeler ile sınırlama olarak algılamak yerine bir Devletin egemenlik hakkına bakarak başka bir Devlet veya otorite tarafından sınırlandırılmış olup olmamasına göre değerlendirmek gerekir. Devlet yönetim erkinin kullanılmasında bir kısım haklar başka bir Devletin veya kurumun veya kişinin egemenlik haklarına koyduğu kısıntılar sebebi ile kullanılamamakta ise bu takdirde sınırlı egemenlik hakkından bahsetmek gerekecektir.

b) Özgürlük

Devletten bahsedebilmek için yönetim erkinin uluslararası hukukun çizdiği sınırlar içinde serbestçe kullanılabilmesi gerekir. Devletler kendilerine hukuk kuralları ile tanınmış sınırlar içinde yönetim erkini sebetçe kullanabilmekte iseler özgürdürler. Özgürlük egemenlik hakkının bir devamıdır. Uluslararası kurallar bağlamında belirlenmiş sınırlar içinde Devletlerin serbestçe hareket edebilmeleri Devletin özgürlüğü olarak betimlenir.

c)Bağımsızlık99

Bağımsızlık Devlet erkini kullananların hukuki kurallar yaratabilme yetisi olarak açıklanır. Devletin varlığı için Devletin bağımsız olması asıldır. Bağımsızlık bir ülkede tek bir Devlet yetkisinin geçerli olması, münhasır yetki sahibi olarak Devletin ülke üzerinde üstün iradesinin olması, Devletin yaptırımlarının, yargı hakkının olması ve kamu hizmetlerinini örgütleyerek tekelinde bulunması gerkmektedir. Saniyen bağımsızlıktan bahis için Devletin yetkisinin muhtar olması asıldır. Başka deyişle başka Devletin veya kurumun o ülkede yaptırım uygulama hakkının olmaması bağımsızlıktır. Ayrıca Devletin yetkisinin genel olması gerekir. Bunun anlamı Devletin ülkesi üzerinde kullandığı yetkilerinin sınırlarını kendisinin tayin edebilmesi bağımsız olduğunu gösterir.

Devletin yetkilerini kullanırken uluslararası ilişkilerde diğer taraflara zarar vermemesi ve yetkilerin diğer yetkiler ile çatışmaması gerekir.

d) Tanıma

Devletten bahsedebilmek için Devletin uluslararası kişiliğinin doğup doğmadığı da önemlidir. Devletin uluslararası topluluğun üyesi sayılabilmesi için onlar tarafından tanınmış olması aranmaktadır. Bu nedenle bu öge zorunlu bir öge olarak Devletin varlığını belirleyen bir niteliktir. Çünkü Devletin diğer Devletler ile ilişkiye girebilmesi için Avrupa’ da emperyalist ve sömürgeci Devletler tarafından kabul edilmiş 100bir kurum olsa da, uygulamaya sokulmuş bir kuraldır. Tanıma bir ülkenin siyasi açıdan örgütlenerek, başka bir Devletten bağımsız olarak uluslararası hukuka saygı gösterebilen niteliklere sahip ve hukuka uygun bir topluluk olduğunun saptanması ile tanıma işleminin gerçekleşebileceği belirtilmiştir. Bir Devleti tanımak isteyen diğer Devletin onunla siyasi ilişki kurmak istediğini belirten işleme tanıma işlemi denir. Bir topluluğun Devlet olarak tanınmasını kayda alabilecek hukuki bir yapı bulunmamaktadır. Tanıma ancak Devlet olarak varlık göstermek isteyen topluluk ile ilişkiye girmek isteyen Devlet veya Devletler tarafından bireysel ve toplu olarak işlem yapmaları ile gerçekleşmektedir. Böylece tanımanın bir anlaşma olduğu ileri sürülebileceği gibi, tek taraflı bir işlem olduğu da kabul edilebilir. Tanıma yeni Devletin hukuki varlığının gerçekleşmesini mümkün kılan bir işlemdir. Bu işlemin yapılıp yapılmaması diğer Devletlerin görüşüne bağlıdır. Uluslararası hukukta bir topluluğa Devlet niteliğinin verilmesi ancak tanıma ile mümkündür. Bu açıdan tanıma işleminin kurucu olduğunu ileri sürülür. Ancak günümüzde kurucu nitelikte olduğunun beyan etmek gerçekler ile bağdaşır nitelikte değildir. Bir siyasi topluluk Devlette aranan vasıfları kazandığı takdirde diğer Devletlerce tanınıp tanınmaması siyasal nitelikte bir olaydır. Tanımanın hukuki ve siyasi tarafları bulunmaktadır. Hukuki tanımada tanıyan Devlet yeni kurulan Devleti uluslararası hukuk anlamında Devlet olarak kabul etmesi anlamındadır. Siyasal tanıma ise, tanıyan Devletin tanınan Devlet ile siyasi ilişkilere girmek istemesi anlamındadır. Ancak her ikisinin birlikte olması aranmaktadır. Zira hukuki tanımanın olmadığı bir yerde sadece siyasal tanıma gerçekleşemez. Kurulmamış bir kurum ile siyasal ilişkiye girmenin bir yararı ve etkisi bulunmamaktadır. Tanıma açık veya örtülü şekilde gerçekleşebilmektedir. Devletler yeni kurulan Devleti açıkça tanıdığını belirtebilecekleri gibi, örtülü olarak, herhangi bir beyanda bulunmadan tanıdıklarını belirten işlemler yapmak sureti ile tanımada bulunabilirler. Başka bir şekilde örneğin yeni kurulan Devletin uluslararası bir örgüte girmek istemesi ve bu örgüte alınması hali de Devletin tanınması anlamını taşımaktadır. Tanıma aslında beyan edici bir işlem olarak açıklama olarak kabul edilmelidir.

Bu konuda üçüncübin yıl düşüncesi açısından soruna baktığımızda yeni bir Devletin kurulması veya bir topluluğun başka bir topluluk haline gelerek yeni bir Devlet olarak ortaya çıkmasında başka Devletlerin yeni kurulan Devlet ile ilgili olarak tanıma veya tanımama fiilinin o topluluğun Devlet olma niteliğini etkileyen bir işlem olarak kabul edilmesi sisteme uygun düşmemektedir. Sadece yeni kurulan Devlet ile diğer Devletler arasında siyasi ilişkilerin kurulmadığı anlamını taşımaktan öte yeni kurulan Devletin Devlet olma gerçeğini ortadan kaldırılamaz. 101

3) İnsan Hakkından Bahis için Devletin Gerekliliği102ve Pozitif -Negatif Yükümlülüğü103

Toplumu oluşturan insanların kendilerini daha güvenli ve iyi bir düzen içinde yaşayabilmek için Devlet şeklinde örgütlenmeleri gerektiği bilincine varmaları çok isabetli olmuştur. Devlet insan aklının bulduğu en iyi kurumdur. Henüz bu sistemin dışında insanları bir arada güvenli, adaletli ve huzurlu yaşayabilecekleri ve kurallara riayet edebilecekleri bir sistem bulunamamıştır.

Devlet adaletin sağlayıcısı olarak toplumsal birliği sağlamakla görevlidir.104 Devlet topluma özgü bir yapılanmadır. Devlet birçok unsurun bir araya gelerek oluşturulan bir bütündür.

Devletin amacı sadece insanları bir araya getirmek değil onların bir arada iyi yaşamalarını sağlamaktır. Devlet yönetim biçimine göre çeşitli görevler üslenmektedir. Demokratik laik bir Devlet anlayışı içinde Devleti mütalaa ettiğimizde Devletin vatandaşına karşı uluslararası sözleşmeler ve Anayasalar ile belirlenmiş görevleri bulunmaktadır.

20 yy. da Devletin sosyal niteliği ağır basmıştır. Devlet klasik nitelikte haklar sağlamak yerine fertleri korumaya yönelik birtakım yükümlülüklerinin de olduğu bir sistem olarak insan haklarına daha uyumlu olarak faaliyet göstermek zorundadır.

İnsan Hakları Sözleşmesinin tarafı Devletler İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatları doğrultusunda vatandaşlara karşı sadece Anayasalar ile belirlenmiş yükümlülükleri yerine getirmekle yükümlü olmayıp aynı zamanda pozitif ve negatif yükümlülükler diye içtihatlarda belirtilmiş yükümlülükleri de yerine getirmek zorundadır.

İnsan Hakları Sözleşmesi hükümlerinin üye ülkelerce uygulanmasında ve korunmasında Devletlerce konmuş bulunan mekanizmaların dışında İnsan Hakları Mahkemesi de İnsan Hakları Sözleşmesi hükümlerinin uygulanmasında geliştirdiği içtihatları bağlamında, Devletlere Devlet organ ve görevlilerinin yapmakla ve yapmamakla yükümlü olacakları hususlar bakımından sorumluluklar yüklemiştir.

Devlet vatandaşların sözleşmede belirtilmiş haklarını korumak ve üçüncü kişiler tarafından ihlal edimesini önlemekle ve ihlal edilmesi halinde faillerin cezalandırılmasını sağlamakla yükümlü ve sorumlu tutulmuştur. İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları negatif ve positif yükümlülükler altında sorumluluklar hakkında kararlar vermektedir.

Devletin etkin olarak kuralların uygulanmasını sağlamak ile görevli ve yükümlü olduğu görevler daha ziyade sosyal ekonomik ve kültürel hakların yerine getirilmesinde kendini gösterir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Devletlerin yükümlülüğünü negatif yükümlülükler ve positif yükümlülükler olarak iki grupta mütalaa etmiştir. Sözleşme hükümlerinin daha etkin olarak korunması için önüne gelen davalarda gösterdiği yol ve verdiği kararlar ile bu yükümlülükler oluşmuştur.

Devletlerin insan haklarının kullanılmasında bireylere müdahale etmemesini gerektiren zorunluluklar Avrupa Sözleşmesinin özünden kaynaklanmakta ve negatif yükümlülüğü oluşturmaktadır. Negatif yükümlülükler Devletin bireylerin sözleşme hükümlerinden ve yasal düzenlemelerden doğan haklarının kulanılmasında Devlet organlarınca engelleme görmemeleri halidir. Positif yükümlülükler ise Devletin uygulamakla yükümlü olduğu kuralların usuli olarak güvence altında olmasına ilişkin sorumluluğudur. Positif yükümlülük, Devletin, ulusal makamlarının, organlarının veya bir kuralı uygulamakla görevli makamlarınca, hakların kullanılmasını güvence altına almak için gerekli önlemleri alması olarak ortaya çıkan yükümlülüğüdür.

Alınacak önlemler hukuk çerçevesinde kurallar ile olduğu gibi, özgürlükleri ve/veya hakları ihlal edenlere karşı hukuki yaptırım uygulamakla da önlemler ortaya çıkmaktadır. Böylece Devlet organlarınca korunması gereken hakların ihlal edilmesinde ihlal edenlere ceza yaptırımı uyglamakla da yükümlü olup bu Devletin pozitif yükümlülüğü halidir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Devlet kurumlarının hakların uygulanmasını sağlamaktaki tedbirlerinin uygulanabilir olması gerekmektedir.

İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altında alınmış hakların uyglanmasında her bir maddenin içeriğinde esasen Devletin bu yükümlülükleri yer almış bulunmaktadır. Bu yükümlülüklerin ayrı bir madde ile belirlenmesine gerek olmadığı İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında belirtilmiştir. Güvence altına alınmış haklar Devletin yükümlülüklerini yerine getirmesi ile etkin hale gelmektedir. Pozitif ve negatif yükümlülüklerin birbirinden bağımsız olup olmadığı esası açısından yapılan açıklamada, İnsan Hakları Mahkeme içtihatları positif yükümlülüklerin negatif yükümlülüklere ek yükümlülükler olduğunu belirtilmiştir. Ancak her ikisi de İnsan Hakları Sözleşmesinin muhtevasından çıkmıştır. Hakların ihlali Devletin positif veya negatif yükümlülüğünün yerine getirilmemesinden kaynaklanmış olabileceği gerçeği karşısında, ikisinin ayırımı konusunun birbiri ile ne derece yakın olup olmadığının tesbiti ile çözülebilmektedir. Sonuç olarak her iki yükümlülüğün temelde birbirinden farklı olduğu ancak zaman zaman aynı sonucu doğurabildikleri belirtilmiştir. Bu iki yükümlülüğü ayıran husus, pozitif yükümlülükte Devletin bir hareketinin olduğu ve eyleminin olması gerektiğidir ve hakların kullanılmasını sağlamak yükümlülüğü vardır. Bunu sağlamadığı ve pasif kaldığı takdirde Devlet pozitif yükümlülüğünü yerine getirmemiş sayılmaktadır. Ancak bazı hallerde tamamen pasif kalmamış olabileceği ve fakat yeterli önlemleri almadığı için hakların ihlal edilmesi söz konusu olduğunda yine de Devletin sorumluluğuna gidilmektedir.
Yüklə 1,42 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin