Ç meba ında ayaktakımından bir İsrtaııbul Delikanlısı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə28/90
tarix17.01.2019
ölçüsü5,85 Mb.
#97870
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   90

CURCUNA SOKAĞI — Fatih İlçesinin Samatya Bucağının Hacı Hüseyin Ağa Mahallesi sokaklarından; Samatya Caddesi ile İmrâhor İlyas Bey Sokağının birleşdiği nokta ile İmam Âşir Sokağı arasında uzanır; Hacı Hasan Ağa Mektebi Sokağı ve Arapkuyusu Sokağı ile kavuşakları vardır; Samatya Caddesi tarafından gelindiğine göre bir araba geçebi-

Enderunlu Cüce ve bir Zülüflü Ağa. (Resim : Brindezi'den S. Bozeah eli ile)

lecek genişlikde. kabataş döşeli ve meyilli olarak başlar, ve sağa bir dirsekle kırılır, aynı meyil ile devam eder, sağa sola kavisler çizerek meydammsı bir yol olur; Hasan Ağa Mektebi Sokağı kavuşağından sonra darlaşır; binalarının ekseriyeti ikişer, üçer katlı beton evler ve apartımanlardır, kapu numaralan 3-37 ve 2-48 olup l oto lâstikleri kaynakçısı, l tornacı, ve l mukavva yapıştırıcı atölyeleri bulunmakda idi (haziran 1963).

Hakkı GÖKTÜRK

CÜCE ÇEŞMESİ SOKAĞI — Bayazıd nahiyesinin Kalenderhâne Mahallesi sokaklarından; Kalenderhâne Camii Sokağı ile Dede-efendi arasında uzanır kavisli dirsekli bir sokak olup Dârülelhan Sokağı, Karavana Sokağı, Ana Sokağı ve Delikanlı Sokağı ile kavuşakları vardır. Dedeefendi Sokağı tarafından gelindiğine göre bir araba geçecek genişlikde kabataş döşeli bir yoldur; sağ kolda üç katlı kagir bir ev, zemin katı kagir üç katlı ahşab bir ev, üç katlı bir iş hanı ve üç mobilyacı atölyesi; sol kolda bir çıkmaz sokak, bir gece kondu görülür ve bu gece konduyu müteakib Bozdoğan Su Kemeri başlar. Kemerin başlangıcında teknesi toprağa gömülmüş, ayna taşı kabartma motifli, hazînesi ince tuğla ve taşdan kitâ beşiz ve susuz bir çeşme vardır ki sokağa adını vermişdir.

Sağ kolda Delikanlı Sokağı ile olan kavuşağından sonra sağa bir dirsek kırılır ve bir kavis çizer, sağ kolda Vezneciler Talebe Yurdunun yan kısmı vardır; sol kolda da Su Kemeri devam e-der; yolun, bu kısmı çok bozukdur, so-kaklığını kaybetmiş, istimlâk edilip y kılan binalardan meydammsı bir açıklık olmuşdur; Kalenderhâne Camii karsısında sona erer. 1934 Belediye Şelrb Rehberlerinde gösterilmiş Dârülelhan Karavana ve Ana sokakları kavuşakları pöriiimedi, bu sokakların 1957-1958 ; timlâkleri hengâmesinde kalkdığı anlaşılıyor (Haziran 1963).

Hakkı GÖKTÜRK

CÜCE. CARAY CÜCELERİ — Cüce, türkce isim; her ne sebebden ise vücud yapısı gelişip serpilmeyen ve çocuk heyetinde kalarak yaşayan ve o heyetdp yaşlanan insan.

İstanbul'da Osmanlı Sarayında, dünyâda ilk çağlardanberi devam ede gelen saltanat an'anelerine uyularak «Enderun Zülüflü Ağalan» denilen saray iç oğlanları arasında padişahları eğlendirmek için cüceler de bulundurulmuşdur; R. E. Koçu «Topkapusu Sarayı» adlı eserinde bu saray cüceleri hakkında şunları yazıyor:

«Enderunda bir de dilsizler ve cüceler vardır. Osmanlı sarayı hayatını bilmeyen tarih yazarları bile bunları sarayda ayrı bir teşkilât zan eder. Saray dilsiz ve cüceleri Şef erli, Kiler ve Hazî ne koğuşlarının zülüflü ağaları, iç oğlanları arasındaki dilsiz ve cüce çocuk-lar ve gençlerdir. Bâzı ahvalde bu git lere lüzum olduğundan, beden tenasübüne ve yüz güzelliğine bilhassa dikkat edilen zülüflü ağalar arasına gaflet eseri olarak değil, sureti mahsûsada alınır, lardı. Diğer kapu yoldaşlarının bütün kıdem ve terfî haklarına aynen sahi; idiler Yalnız Has Odaya alınmazlardı. İç lerinde en kıdemlileri Baş Dilsiz ve B? Cüce unvanlarını taşırdı. Fakat Baş Dilsiz, dilsizlerin ve Baş Cüce de cücelerin zabiti, âmiri değildi; dilsiz ve cüceler hangi Enderun koğuşundan iseler o koğuşun günlük hayat nizâmı içinde yaşarlardı; bir kısmı saraydaki rahatlarını dışarda bulamıyacakları endîşesi ile nanpâre (saray ıstılâhınca saray dışında memuriyet; B.: Nen-pâre) istemezler, ölünceye kadar sarayda kalırlardı.».

Hilkatin ilâhî bir cilvesidir ki son hayat demine kadar muzdarib insan olarak yaşayan cüceler büyük çoğunlukla gaayetle zekî, türlü hüner ve marifet öğrenmekde pek kaabili-yetli olurlar; çoğu nüktedân, hazır cevab kişilerdir; sarayda da mükemmel tahsil ve terbiye gördükleri için pâdişâhlara nedimlik, mü-sâhiblik yaparlardı; hünkâr meclislerinde şa-târet unsuru idiler.

Aşağıdaki satırları Niyazi Ahmed Banoğ-lunun neşrettiği «Tarih Dünyâsı» mecmuasında «Saray Cüceleri» isimli imzasız bir makaa-leden alıyoruz:

«... zekâ eserleri göstermelerine rağmen cücelerin saraylarda bir eğlence vâsıtası olduklarına şübhs yokdur. Sarayı Hümayunda-

Enderimin Cüce ve Harem Ağası. (Restin : Brindezi'den S. Bozeah eli ile)

ki cüceler, pâdişâhın huzurunda, güçlü kuvvetli cariyelerle güreşirlerdi (Osmanlı Sarayı Hümâyununda böyle bir şey hiç bir vakit, as-laa görülmüş, duyulmuş değildir; Haremi Hümâyuna, cüceler hadım ve zencî olmadıkları için, adım atamazlardı, tamamen uydurma, laubali notdur; İst. An.). Bu hal ekseriya havuz kenarlarmda olur ve güreş, cücelerin havuza düşmeleri ile netîcelenirdi. (Saray cücelerinin havuza, veya bir sahilsaray rıhtımından denize danışıklı doğuş itilip atılmaları eğlenceleri olmuşdur, fakat onları suya atanlar diğer enderun oğlanları olmuşdur); bu manzarayı hareni penceresinden seyreden sultanlar, kendilerini eğlendiren cücelere hediye ve ihsanlar verirlerdi (Hangi hatâyı düzeltelim ki harem penceresinden o manzarayı seyreden sultanlardan kasıd «Pâdişâhlar» ise, Osmanlı pâdişâhlarının günlük gündüz hayatında böyle eğlenceleri harem penceresinden seyretmeleri vâki değildir, bunlar huzuru hümâyunda olurdu, ve denke atılmış cüceleri soyunmuş

ANSİKLOPEDİSİ

cygne vapuru





mış gayet kıymetli döşemesi ve merasimde öpülecek sırma saçlar, büyük bir itina ile yerleştirilirdi.

İkinci avlunun, Bâbüssaade önüne kurulmuş olan imparatorluk tahtına karşı olan kısmını, bayramlık esvaplariyle yeniçeri kıt'ala-rı doldururdu. Tahtın etrafını da Enderun çavuşları ve Kapucubaşı Ağalar tutar, onların gerisine de keza bayramlık elbiseleriyle bostancılar, zülüflü baltacılar, solaklar ve Şikârı Hümâyûn ağaları dizilirdi.

Pâdişâh, başında sorguçlu kavuğu ile Bâbüssaadeden çıkar, tahta otururken Mehterhane çalardı, avluyu dolduran asker de bir ağızdan «Aleyke Âvnullah... Maşaallah!» diye

alkış tutardı.

Pâdişâh tahta oturunca, orada hazır bulunan Nakibüleşraf Efendi yeni hükümdarın karşısına geçer ve bir dua okurdu.

Tahtın sağ yanında Kızlararası, sol yanında da Silâhdarağası dururdu. Sarayın bu iki büyük zabiti, daha evvel içerde bîat ettikleri için, Nakib Efendinin duasını müteâkib, geri kalan saray zabitleri rütbe sıralarına göre gelirler ve ucu Silâhdarağa tarafından tutulan taht saçağını öperek bîat ederlerdi.

Saray takımının bîatı bitince, iki kapucu-başı Ağa, ellerinde gümüş asalarla Bâbüssaade önünden Kubbealtına giderler ve asalarını üçer defa yere vurmak suretiyle Sadırâzam ile vezirleri merasime davet ederlerdi.

Evvelâ Sadırâzam, başında mücevveze denilen merasim kavuğu, sırtında samur kürk, tahta doğru ilerler, Kubbealtı ile Bâbüssaade arasında da üç yerde selâm taşları vardır, bu taşların hizasına gelince, yerle bir eğilerek selâm verir, tahtın önüne gelince, Pâdişâh S'adırâzama hürmeten ayağa kalkar, o sırada asker ile saray takımı yine «Maşaallah...» diye alkış tutardı.

Sadırâzam diz çökerek Pâdişâhın iki a-yağını öper ve tahtın sağ tarafına geçerek Kızlararasının önünde dururdu. Sadırâzamı Kubbe Vezirleri, Anadolu ve Rumeli Kazaskeri ve protokola dâhil diğer vezirler tâkib e-derlerdi. Fakat bunlar, bîattan sonra selâm taşlarına kadar geri geri çekilerek geldikleri yere dönerlerdi. Pâdişâh her kafile geldikçe ayağa kalkışında da mâşaallah diye alkışlanırdı.

Cülus merasiminde Kapueular Kethüdası


CÜZAM

erkek güzeli yüzgeç enderun oğlanları çıkarır, kurtarırlardı; eğer sultanlardan kasıd pâdişâhların anaları, zevceleri, kız kardeşleri ve kızları ise, hâşâ, çıplak oğlan vücûdu göremezlerdi) Cücelerin saray kütübhânelerinde vazife alanları da görülmüşdür».

Yukardaki satırları yazan meçhul kalemin cür'et ve cesareti şayanı hayrettir.

İstanbulda, şehrin simaları olarak şöhret yapmış cüceler bu ansiklopedide kendi isimleri veya soy adları ile tesbit edilmişlerdir.

CÜZAM HASTALIĞI — Miskinlik illeti; cild üzerinde iğrenç müzmin yaralar ve çıbanlarla görülen bulaşıcı, tehlikeli bir hastalık; tutulanda insanlık cevherini çürüten bir illet ki asırlardan beri cüzamlılar, belli oldukları zaman günlük toplum hayatında tecrid edile-gelmişler, bizde de onlar için «Miskinler Tekkesi» denilen tecridhâneler yapılmışdır ki en meşhurlarından biri Üsküdarda Karacaahmed Mezarlığı içinde Yavuz Sultan Selim'in yaptırdığı tecridhânedir; hastalığın cüzam adı ile mütâleası bu ansiklopedinin konusu dışında kalır (B.: Miskinler Tekkesi; Cıgal).

CÜLUSU HÜMÂYUN VE CÜLUS BAHŞİŞİ — Osmanlı Pâdişâhlarının İmparatorluk tahtına oturarak hükümdarlık vazifesine başlama merasimine Cülusu Hümâyun denilir. İstanbul'un fethinden sonra bu merasim, bir an'ane olarak Topkapu Sarayında Bâbüssaade önünde yapılmıştır.

Yeni Pâdişâha, cülus merasiminden ev-vel, evvelâ Haremi Hümâyûnda, Harem Muhafızı zenci hadımağaların en büyük âmiri o-lan Kızlararası, sonra da Enderûnda, Enderû-nun en büyük Zabiti ve âmiri olan S'ilâhdar Ağa bîat ederdi. Bu iki sadakat yemini, yeni pâdişâhlarına, bundan böyle günlük şahsî hizmetinde olacak kimselerin sadâkatini temsil

ederdi.


Cülus günü Sadrâzam, kubbe vezirleri, şâir Divânı Hümâyûn erkânı ve vezir rütbesini hâiz ulan zevat ve İstanbul'da bulunup cülus merasimi protokoluna dâhil büyük memurlar Kubbealtmda toplanırlardı.

İç hazinede duran tahtı, Hazine Kethüdası çıkarır ve Bâbüssaadenin muhafazasına memur ak hadımağaların âmiri ve zabiti o-lan Kapuağasma teslim ederdi ve beraberce Bâbüssaadeden çıkarıp kapunun geniş saçağı altına koyarlardı. Ağır kumaşlardan yapıl-

ile Çavuşbaşı Ağa ellerinde gümüş asalarla Bâbüssaade önünden Kubbealtına giderek Şey-hüsilâm Efendiyi sureti mahsusada davet e-derlerdi. Efendi, başına Örf denilen büyük ulemâ kavuğu ve beyaz çuhayla kaplı samur kürk ile gelir, selâm taşlarına yere kadar e-ğilınez, hafif inhinalarla selâm verir, Pâdişâh tarafından ayakta karşılanır ve Sadırâzam gibi ayak öpmez, Pâdişâhı omuzuna yakın yakasından öperdi. Sonra birkaç adım geri çekilir, bir dua okur ve Kubbealtına dönerdi. Şeyhülislâm Efendiyi de protokola dâhil u-lemâ tâkib ederdi.

Ulemâdan sonra askerî kumandanlar bîat ederlerdi. Yeniçeri Ağası ile Yeniçeri Ocağının ileri gelen zabitleri, Topçubaşı, Cebeci-başı, Kumbaracıbaşı Ağalarla bu asker. ocaklarının zabitleri gelirdi. Pâdişâh bu askerî rü-esâyı tahtında oturmuş olarak kabul ederdi. Askerî rüesânın bîatı ile merasim biter, Pâdişâh yine «Mâşaallah» alkışı ile tahtından kalkıp Bâbüssaadeden Enderûna giderdi.

Bu dönüşte yeni Pâdişâhın sağ koltuğuna Sadırâzam, sol koltuğuna Bâbüssaade Ağası girer. Bir kaç adım atılır, Sadırâzam Bâbüssaadenin eşiğine yakın bir yerde Pâdişâhın sağ koltuğunu Kızlararasına bırakırdı. Sadırâzam geri çekilirken Pâdişâh kendisine yüksek sesle:

— Kullarımın bahşişi ve terfii makbu-lümdür.. Verilsin!...

Derdi. Bu sözlerin ikinci avluyu dolduran asker tarafından işitilmesi şart idi. İşitil-mezse Sadırâzam yüksek sesle tekrar ederdi.

Her yeni Pâdişâh tahta çıkışında, devletten gündelik hesabiyle para alan Kapukulu askerine üç aylık istihkakları değerinde bir bahşiş verilmesi ve her neferin bir derece terfi ettirilmesi Yıldırım Sultan Beyazıd'ın cülûsundanberi an'ane hâline gelmişti. Hazine ne kadar darda olsa asker cülus bahşiş ve terfilerin! istemiştir. Bazan da biribirini tâkib eden cüluslar hazineye ağır darbeler vurmuştur. Meselâ, onyedinci asır başında Birinci Mustafa eülûs etmiş, deli olduğu anla şılıp yerine İkinci Osman (Genç Osman) geçirilmiş, dört sene sonra bir ihtilâl ile Sultan Osman tahttan indirilip yerine ikinci defa olarak Sultan Mustafa oturtulmuş, bir sene sonra bu deli hükümdar tekrar ıskat edilerek Dördüncü Murat pâdişâh oîmuftu,,,

Yâni beş sene içinde dört cülus bahşişi ve terfi!. .

Dördüncü Murad'ın cülusunda asker cülus bahşişi ve terfi istemiyeceğine söz verdiği halde bir müddet sonra «Bahşiş ve terfi» diye yine ayak diremişti. Hazine tamtakır olduğundan sarayın altın ve gümüş eşyası eritilip para basılmış ve askere bahşiş ile terfileri verilmişti.

CÜNDİBAŞI KÜÇÜK USTA — Türk spor tarihinin untulmuş büyük şöhretlerinden biri; Yavuzun Mısın fethettikden sonra Mısır Valisi tâyin ettiği Hayrbay'ın kölelerindendi; ata binmede, sürmede üstüne adam bulunmayan bir cündî idi; Efendisi tarafından bir ci-rid oyununu görüb de ona hayran, Yavuz Sultan Selim'e bağışlandı; 25-26 yaşlarında idi ki Sultan Selim'in maiyetinde İstanbula geldi, Osmanlı Sarayına müteferrikalık ile alınarak Enderun oğlanlarına binicilik ustası tâyin edildi, sonra saray cündibaşılığına kadar yükseldi; Yavuz Selim, Kanunî Sultan Süleyman, İkinci Sultan S'elim ve Üçüncü Sultan Murad, dört pâdişâh gördü ve hicrî 1003 (Milâdi 1595 - 1598) yılında 106-107 yaşlarında vefat etti; vasiyeti gereğince kendi evinin avlusuna gömüldü, kabrinin baş ucuna gelmek üzere o bağçe önünden geçen sokağa da bir çeşme yapıldı.

•Bibi. : Selânikli Tarihi, yazma kısım.

CYGNE VAPURU — 1855 de Fransada Kaptan Magnan adında biri ortaya bir noktai nazar atmıştı: «Nehirlerde işliyen altı düz, satıhları denize yakın vapurlar denizlerde de işliyebilir» diyordu.

Magnan; dâvasını isbat için Şalon-sür. Son ve Liyon arasında işliyen Cygne (Kuğu Kuşu) adlı nehir gemisi ile açık denizlere çıkmağa karar verdi; ve gideceği yeri uzun uza-dıya düşünmedi, İstanbul yolunu tercih etti. Bunun sebebi vardı. Sivastopol harbi henüz bitmişti. İstanbul ve Türkiye her yerde anılan bir yer olmuştu.

1855 yılı 15 ağustos sabah saat 11 de ince uzun, alçak ve düz tekneli Gygne, Marsil-yadan hareket ettiği vakit, bütün şehir halkı onu uğurluyordu ve tek kimse geminin selâmete çıkacağını ummuyordu. İçinde bulunanlara dua ediliyor: «— Belki bu akşam felâket haberi gelecek,» deniyordu. Bunun için olacak Gygne. baştan bağa çiçeklerle donatılmıştı,

tYĞNE VAPURU

3636 —


İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ



ÇAÇA -— İstanbul apaş argosunda «Hatırlı kabadayı», F. Devellioğlunun kaydına göre de dilimize rurncadan geçmisdir; hâne berduş pırpırıların Galata ve Beyoglunda sürten ve rumîarla düşüp kalkanlarının ağzından işidilirdi; 1923 den sonra İstanbulda «Palikarya» denilen azılı rum kopukları kalmadığı için dilimize onların ağzı ile m,al olan isim ve. deyimler de terkedilmektedir; bu gün hatırlı kabadayı anlamına da çaçayı kullanan pırpırı yok gibidir.

Bibi. : F. Develioğlu, Türk Argosu.

ÇAÇA BALIĞI — Ringanın küçüğüne benzeyen bir balıkdır, ringadan farkı yelesinin daha aşağı bulunmasıdır. Hamsi ile birlikde tutulur; rengi ve şekli ile de •• hamsiyi andırdığı için bâzı balıkçılar. tarafından hamsinin ufağı ad edilir, ama çaça tamamen başka balıkdır. Eti acı, lez-
Günler geçti ve Marsilya, felâket haberi alamadı. Cygne oğustosun 17 sinde İtalyada Li-vuru'a gelmişti. Aynı ayın 22 sinde hiçbir kazaya uğramadan Mesinaya vardı.

Otrant boğazını geçti. Sen Mari ile Korfu arasında hayli bocaladıktan ve Korfu'da bir müddet karantinaya konulduktan sonra Rus muhibbi askerlerin «Yuha...» sesleri arasında yola çıktı.

Kaptan Magnanin, açık denizleri yenerek yoluna devam ederken, teşci ve takdir yerine «Yuha..larla karşılaşması onu müteessir etmişti. Fakat yılmadı. Tayfalarına lâzım olan silâhı temin ettikten sonra:

«Ne olur, ne olmaz, dedi. İstanbula gidinceye kadar birçok hâdiselerle karşılaşabiliriz.»

Kaptan, tedbirinde isabet etmişti. Çünkü Cygne. Zantaya geldiği vakit aynı hakaa-reti gördüler Fakat «Yuha...» diye vapura yaklaşmak istiyenler, silâhlı tayfalarla karşılaşınca işin rengi değişti ve Cygne yoluna devam etti.

Çanakkaleyi tehlikesiz geçen gemi, 20 eylül gece yansı sessizce İstanbul sularında demir attı

Seyahat tam 26 gün sürmüş, bunun yedi buçuk günü seferde geçmişti. Kaptan Magnan de dâvasını isbat etmişti.

Magnan dâvasını burada da anlattı. Herkesin gözü önünde birçok nümayişler yaptı. Gerni bir gün, binlerce seyircinin önünde bütün sürati ile Galata köprüsüne doğru ilerledi,

halk bağrışıyordu. Çünkü, gemi her saniye sakınılmaz bir tehlikeye yaklaşmakta, kayıkların gedmesine mahsus küçücük köprü gözüne doğru uçmaktaydı. Fakat Gygne köprü gözüne yaklaşınca uzun bacasını kırarak bir ok gibi süzülüb Halice girdi. Hiçbir şey olmadan kurtuldu ve uzaklaştı.

Abdülmecid bu nehir gemisi ile fazla alâkadar olmuştu; Padişahın emri ile gemi satın alındı ve Adalara işletilmeğe başlandı. Rus esirleri ile yolcu taşıyordu. Kaptan Magnan da tayfaları ile beraber gemisinin başında Osmanlı Devleti hizmetine alındılar.

1855 yılı sekiz ilkteşrin sabahı, hayatını nehirlerde bir kuğu kuşu gibi geçirmiş olan Cygne, suları yalayarak ve 300 yolcusu ile Saray burnuna yaklaşıyordu ki karşıdan gelen bir Avusturya gemisi nasıl olduğu anlaşılamadan süratle bu nâzik yapılı nehir gemisi üzerine bindirdi;

Kaptan Magnan ikiye ayrılan sevgili gemisini, kırık düzeni ile Saray burnuna kadar sürükliyebildi ve gemi orada sulara gömülüb battı. Kaza münasebetile teşekkül eden bahrî komisyon. Kaptan Magnanda hiç bir mesuliyet görmedi; bilâkis metanetinden ötürü onu tebrik etti.

Cygne ile denize dökülen 300 yolcu ne cldu? Kaçı boğuldu? Bu hususda hiç bir şey bilinmiyor; fakat kaptanın tebrikinden can kaybının çok az olduğu tahmin edilebilir.

Niyazi Ahmed BANOĞLU

Çinili Köşk (Resim : Ekrem Hakkı Ayverdi'nin Fatih Devri Mimarisi adlı eserinden)

zetsizdir, matrabazlar halkı aldatıp hamsi diye sürer. Hamsinin bedeni üstüvânî (silindrik), gözleri büyük ve basının üstünde kabarcık gibi durur; çaçanın ise bedeni yassıca, bu bakımdan sar-dalya (ateş balığı) yavrusuna benzer, gözleri de ufak ve yanaklarının sathı hizâsındadır. Bizde hem taze yenilir, konservesi, salamurası yapılmaz. Bu balığın hayat ve avlanma tarzı hamsinin aynıdır. (B. Hamsi).

Bibi. : K. Deveciyan, Balık ve Balıkçılık.

ÇAÇARON SOKAĞI — Bakırköyü sokaklarından, Kapamacı Ekrem Sokağı ile Bakırköy -İstanbul Yolu. arasında uzanır, Taşhan, Yurtsâ-hibi ve Korsan sokakları ile kavuşakları vardır; bir araba geçecek genislikdedir, kapu numaralan 1-31 ve 2-38 olan evleri ikişer, üçer katlı ah-şab ve kagir, beton yapılardır (1962).

Hakkı GÖKTÜRK

ÇADIR — «Çekdiri» demlen ve büyüklüklerine göre ayrıca muhtelif isimler alan kürekli gemiler devrinde bu gemilerin, zamanımızın tâbiri ile kaptan köşkü diyebileceğimiz kıç tarafındaki kumanda üzerine, köşküne «çadır» denilirdi. (B.; Çekdiri).

ÇADIR, ÇADIRCILAR

— 36âÖ —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

3639 —

ÇADIR, ÇADIRCILAR





Dördüncü Mehmed'in saltanat kadırgasında çadır. (Resim : Nezih)
Kâtib Çelebi Türk denizciliği üzerine yazdığı «Tuhfetül Kibar fî Es.fârül Bihar» adlı meşhur eserinde çadır hakkında şunları, şu malûmatı veriyor:

«Kıç örtüsüne çadır derler, her kadırgaya (kürekli gemiler devrinde tek başına harb kabul edebilen gemi) 70 zira beylik çuhadan olur, ve iki senede bir değişdirilir. Paşa Baştardesinin (A-miral kadırgasının) çadırı Cağaloğlu zamanında (Gağalazâde Sinan Paşa) serâserden yapılmış olup sonra bir yeşil bir kımızı kadifeden yapdılar, sonra kırmızı çuhada karar kılındı; Paşa Baştardesinin çadırına iç döşemesi ile beraber bir yük akçe harcanır ve her sene yenilenir, eskisi aşağı kademedeki kaptanların gemilerine verilir».

Osmanlı pâdişâhlarını istanbul sularında gezdiren, zamanımızın tâbiri ile saltanat yatı diyebileceğimiz saltanat kadırgalarının çadırları ise adetâ mükellef bir köşk-sâyeban idi; Deniz Müzesinde, zan ediyoruz ki gün günden perişan hâle düşen Dördüncü Sultan Mehmedin saltanat kadırgası tek örnek olarak kalmışdır; bu muhteşem gemide çadır ahşab olarak inşâ edilmiş, sonra gi-ranbahâ kumaşlarla kaplanmış, döşenmişdi.

ÇADIR, ÇADIRCILAR — Batı türkçesin-de isim, «çatmak» kökünden gelir; çatılıp kurul-: muş örtü, oba anlamına olup köküne nisbetle «çatır» yazmak gerekir ise de imlâmızda «t» yerini kesin olarak «d» ye bırakmışdır. Türk çadırları hakkında aşağıdaki makaale bu ansiklopedinin pek değerli kalem arkadaşlarından Halûk;

Y. Şehsüvar oğhmundur, Turiııg Kulüb Belleteninden alıyoruz:

«Harb tarihimizde olduğu kadar sanat tarihimizde de çadırların mühim bir yeri vardır. Türk çadırları îmâl tarzları, taksimatları ve tezyinatları bakmamdan dünyanın en güzel ve en kullanışlı çadırlarıydı. Bir Türk ordugâhında hükümdarın, veziri âzamin muhteşem çadırlarından başka subayların ve erlerin de her türlü istirahatı havi çadırları vardı. Bu seferi ikametgâhlar çadır, çerge, oba, otağ,, sâyeban, çinkâri çerge, üç direkli çerge, hayme, padişah kasrı... ilh. gibi nevilerine, şekillerine, kumaşlarına göre çeşidli isimlerle anılıyordu.

«Ordugâhlarda yatak çadırlarından maada, mutfak, hamam, abdesthane, hapisane ve ahır çadırları da vardı. Ölenlerin bir müddet için konulduğu çadırlara da «meyyit çadırı» denirdi.

«Ahmed Refik Bey Eski Osmanlı Ordusunun Esasları adlı eserinde şunları yazıyor:

«Eyâlet kıt'alarına mahsus çadırlar her beylerbeyi veya sancak beyi tarafından tedârik olunur, devlet yalnız kapıkulunun çadırlarım temin ederdi. Bütün beylerbeyleri, maiyeti efradının talim ve terbiye nizam ve intizamına dikkat ettikleri gibi, çadırların da mükemmeliyetine îtinâ ederler; hattâ bu hususta birer mükemmeliyet numunesi teşkil etmek için birbirlerile müsabaka eylerlerdi. Her çadırın büyüklüğü; rütbe ve mansıba göre değişirdi. Yeniçerilerde de her ortanın bit çadırı olur ve bu çadırın üzerinde o ortanın işareti bulunurdu.»

«Eskiden çadırlar Mehterhanede muhafaza olunur, seferlere çıkmadan evvel bunların muayeneleri yapılır, eskiler tamir edilir, yahud yeniden çadırlar dikilirdi.» (B.: Çadır Mehterleri).

«Eski bir vesikada şöyle denilmektedir: «Ambarda münak-kaş çadırlar vardır ki Hüdavendigâr Hazretleri kurulmasına emir eyledi. Hazır olmuştur ve bundan evvel iki çadırı hümayun dikilmesi emrolunup bir dikilip kuruldukta dahi büyük

Bir minyatürde Türk çadırları. (H. Y. Şehsuvaroğlundan)

olsa dev deyu buyuruldu. Bundan büyük olursa günlüklere münidir ve çuhadan bir köhne çardak var, sefere kabil değildir. Emrolunursa onun yerine rengâmiz renkten yeni bir çardak işlene ve beylerbeyi olana iki yeni otağ verile gelmiştir. Mevcud otağ yoktur. Emrolunursa işlene ve'Hüdavendigârla gelmiş otuz altı hazineli bir alaca çadır vardır ki tabanında hayli eksiği var ve direği soğuktur. Kurulmak emrolunursa tabanı ve direği yenilensin.» (Topkapusu Sarayı arşivinde Yavuz devrine âid olduğu tahmin edilen 4663 sayılı vesika).

«Çadırlarımız hava tesirlerine karşı koyan dokumalardan yapılırdı. Onyedinci asırda çadırlarımızı tetkik etmiş bulunan bir yabancı muharrir şunları yazmaktadır: «Türk çadırları çok mükemmel olup ne yağmur, ne güneşin harareti ve ne de rüzgâr ve diğer şeyler tesir ve nüfuz edememektedir. Türkler paviyonlu çadırlar kullanmakta ve bunların yalnız bir direği ile bir örtüsü bulunmaktadır. Ancak iki direkli ve bir örtülü olan çadırlar

da vardır. Erkân ve zabıtanın ve hattâ paşaların farksız çadırları bir direkli ve iki örtülü bulunur. Bu çadırların şekilleri altı köşe ve dılîlı olup etekleri kaimen yerlere doğru sarkar ve jplerle ortadaki düğüme bağlı bulunur. Bu çadırlarda sonbaharın nihayetine doğru yatmak ve uyumak çok rahat olur. Çünkü bunlar deveyünü bezinden îmâl edilmişlerdir. Hela çadırlarının üzerleri açıkdır».

«Muharrir bundan başka çadırların deposu olarak etrafı açık bir çadırdan ve paşaların kahvelerini içdikleri şemsiyeye benzeyen diğer bir çadırdan da bahsetmektedir ki, bu sonuncusu sâyeban olmak lâzım gelir.


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin