Ç meba ında ayaktakımından bir İsrtaııbul Delikanlısı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə25/90
tarix17.01.2019
ölçüsü5,85 Mb.
#97870
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   90

Bibi. : Kim Kimdir Ansiklopedisi.

COŞKAN (Galib) — Tıb doktoru, iç hastalıkları mutahassısı; Lâleli Teşhis ve Tedavi

:-:^m^^iM

'••.".••,'•'vV.V *•' <;. l'' ••• v

% •'&" " *•

••-'-•-"


Kliniği sahibi; 1929 da Afyonkarahisarmda doğdu; 1947 de Afiyon Lisesinden mezun oldu, 1953 de İstanbul Tıb Fakültesini bitirdi, Haydarpaşa Numune Hastanesinde ihtisasını yapdı. Az fransızca bilir, Etibbâ Odası üyesidir; yüzme ve voleybol sporlarını sever.

Bibi. : Kim Kimdir Ansiklopedisi.

COŞKUN (Aü Huzûri) — Çağdaş halk şâirlerinin en büyüklerinden biri; 1887 de Artvinin Yusufeli kazasının Zor köyünde doğmuşdur, bu köyün ileri gelenlerinden Kavasoğulları ailesinden şâir Mustafa Keşfî Efendinin oğludur; âşık yaradılışı kendisini tarlaya, bağa, bağçeye, renc-ber köylü hayâtına bağlatmamış, bütün emsali gibi «güzellerin ah gözleri, ah kaşları, ah benleri, ah dudakları, elleri, ayakları diye diye» elinde sazı, evini evlâdını terkederek memleketinde diyar diyar dolaşmaya başlamış, fakat her gittiği yerde köyüuü, evini özlemiş, koşa koşa dönmüş, dinlenmiş, sonra yine yollara düşmüşdür. Kalenderlik yolunda sazını arşa asmış büyük şâirdir.

Folklor araşdırıcılarından Mehmed Gökalp: «Asrımızın halö şâirleri arasında Poshoflu Âşık Müdâmî ve Yusufelili Âşık Pervânî Ali Huzûrî Coşkuna Huzûrî Baba diye hitâb ederek onu kendilerine üstad bilmişlerdir» diyor.

Her gittiği yerde gönül yerecek bir güzel bulmakda güçlük çekmeyen Ali Huzûrî Coşkun, sevgilerinde'afif kalmış, o iffetidir ki kendisine âşık hk ve kalenderlik yolunda bülbül gibi şakıma imkânını bahsetmişdir; meselâ bir ara bir "ramazan ayında uğradığı Erzurumda imamlık yaparken, bir taze fidan dilberi müstesnanın zülüf kemendine tutulmuş, ve şu şirin kıt'alar o alâkanın mahsûlü olmuşdur:

Bir gül için bin dikene kul olmak

ince düşünürsen reva değildir Dayanır çekerim çevrini ancak Meylim sana kuru dâva değildir.

Münâsib bağrıma vurursun bir

ok

Alışkındır ister olsun daha çok Göze kaşa kirpiklere sözüm yok Kim der bal dudağına deva



değildir.

Lütfet sevdiğim Huzûrî zâre Bu derdliyi yola getir ne çâre Bir sulu şeftali gönder iftâre Bu gazeller badi neva değildir.



COŞKUN (Ali Huzûrî)

— 3612 —


İSTANBUL

ANSÎKLOPEDÎSÎ

— 3613

COŞKUN (Nusret Safa).




1943 yılında Ankara, Eskişehir, İzmir, Bergama, Bursa, İnegöl taraflarında dolaşdıktan sonra İstanbula geldi. Nereye gitse garibliğini duydu. İzmir de yazdığı bir gazelde şöyle diyor:

Huzûrî, âşinâ yok, hemderd ü hemdem yok Diyân garbe düşdüm, şimdi şarkın kıymetin bildim

İstanbulda nasıl bir hayat sürdüğü kesin o-larak bilinmiyor. Başından bâzı küçük maceralar geçmiş olacağı muhakkakdır. Meselâ bir gün Kadıköyünden vapur ile İstanbula geçerken, muhakkak ki güverte yolcuları arasında kalender halk şâirinin gözleri, gönlünün meşrebine uygun, aradıklarından birini bulmuşdur:

Kadıköyden vapur ile gelirken Bir nevreste civan oldu arkadaş Tenâsüblü âza, her yanı güzel Kara saçlar, kara gözler, kara kaş

Ruha neş'e verir âfet mi âfet Eğri bakış koymaz kimsede tâket Zeri pâdişâh! hulki melâhet Vakuur ü gülbeden gaayet ağır baş

Hayretlere saldı Huzuru zari Hüsnü her tarafa saçar envârî Saklasın her derdden cenabı Bârî Lâ'lü gevher olsun el vurduğu taş

Tarih öğretmeni M. Fahreddin Kırzıoğlu'-nun delâleti ile Fâtih tarafında, Horhor civarında Kars Talebe Yurduna anbar memurluğu ile girmiş, yurd binasının alt katındaki küçük bir odaya yerleşmişdir.

Yine aşk derdlerinden anlayacak hemderd ve hemdem bulamamış, odasına garîbâne kapanmış, şiir yazmış, saz çalmış, ne şiirini okuyacak ve ne de sazını dinletecek bulamamışdır. İstanbul, tarihden öğrendiği ve tahayyül ettiği belde olmak-dan çıkmış, Huzûrî için şiir ve füsununu kaybet-mişdir. Halkının ağız tadı kalmamış, artık o eski çalgılı kahveler, semaî kahveleri yokdur, avamı da kibarı da sıdk u vefa ile can sohbetleri ve muhabbetlerini unutmuşdur. Acımışdır İstanbulun hâline:

iğrenç hayvan ağılını andırmış Bön bulaşık taşanların otağı Cehalet her yanın almış bürümüş Yazık olmuş sana bilgi ocağı

Ruhları okşayan dillerin bitmiş Kalbinde sevmeli duygular yitmiş Nezâket nezâfet bozulmuş gitmiş Çamurlu yolların vahşet yatağı

Kazancın kalmamış havadan gayrı Kim kurtarır seni Hudâdan gayn Elinden ne gelir duadan gayn Huzûrî olsa da derdin ortağı

İstanblda Profesör Ziyaeddin Fahri Fındık-oğlu ve Folklorcu Mehmed Halid Bayrı ile tanış-mışdır. Öyle zan ediyoruz ki, bu tanışmalar sâdece akademik kalmışdır, Fındıkoğlup da Bayrı da, İstanbul sokaklarında Huzûrî ile beraber âvâre dolaşacak, şu iskelede bir şehbaz civelek, şu kahvehanede bir keman ebru, bir fitne nigâlı, şu so-kakda, şu meydanda topuk nümayişi ve kâkül cümbüşü arayacak kimseler değildirler. Afif fakat külhânî ve derbeder şâir iç alemiyle anlaşılamamış, küçünısenmişdir, ve Huzûrî de bunu duyş-muşdur:

Düşdük İstanbul'a garîbü bîkes Kimsin diye hâlimizden soran yok Sazımız paslandı kırıldı heves Sivri sinek kadar kimse gören yok

Huzûrî Felekden yedik bol dayak Ekmeğimiz atlı olmuş, biz ayak Anteri istemem, sokmakçün ayak Ham iplikden sâde çorab ören yok

İstanbulda kendi taraflarını pek tez özlemiş-

dir:


Kaldım gurbet elde ağlayanım, yok

Gözden atmış o yar beni aramaz

Azdı yaralarım bağlayanım yok

Her bir tabib aşk yâresin saramaz

Yine kendi mısraı ile İstanbulda «Aruza, heceye zihin yoran yok» dur; eski çağlarda şeh-rengizîerle övülmüş İstanbul güzelleri diyar garibi kalender âşıklarn ceblerini, koyunlarını dolduran ve hepsi onların medhi sânında yazılmış tomar tomar, defter defter gazel, şarkı, destan, semaî, koşmalara kayıdsız; o gamzeli yüzler, fitne bakışlar, cüzdanlardaki kâğıd para destelerin-dedir. İstanbulda hem yalnızlıkdan, hem yoksul-lukdan bunalan Âşık Ali Huzûrî Coşkun aynı 1943 yılında, bir gün sessiz, Anadolu yakasına geçmiş ve Erzurum postasının bir üçüncü mevki tahtalı vagonunda şarkın yolunu tutmuşdur.

Bu büyük halk şâiri 23 eylül 1951 de Artvin memleket hastahânesinde vefat etmişdir.

Bibi. : Mehmed Gökalp, makaaleler, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, cild I, II.

COŞKUN (Mine) — Sahne ve film artisti; aşıladı Münevverdir; 1931 de Malatya'da doğdu, (babası Hüseyin Avni, annesi Hayriye); Malatya'da Fırat İlk Okulu'nda okudu, Akçadağ Köy Öğ-

retmen Okulu'nun son sınıfından ayrıldı.

Babası Balıkesir'de komiser iken 1931 de bir kaza neticesi vefat edince, tekrar Malatya'ya döndüler. Ablası çalışmak mecburiyetinde kaldı. Ortanca kız kardeşleri Enstitü'ye girdi, sonra iki kardeş, Mukaddes ve Münevver (Mine), anneleri ile İstanbul'a naklettiler. Sadi Işılay ve Sadettin Kaynak'tan ders aldılar. Millî kıyafetler giyerek «Coşkun Kardeşler» namiyle sahneden halk türküleri okudular.

Bir gün Çamlıca'da çevrilen bir filmi seyrederken Mine beğenildi, rejisör Faruk Kenç'ten teklif adı, film artistliği yaptı Suriye, Lübnan, Yunanistan ve Amerika'ya gitti. .

Malatya Talebe Cemiyeti, Fenerbahçe Kulübü üyesidir. Futbol, güreş, atçılık sporlarını sever, biblo ve küçük şişe kolleksiyonuna meraklıdır. İngilizce bilir.

Anneleri Hayriye Coşkun «Habudiyar» türküsünün bestekârı ve halk şâiridir. Her iki kardeş de evlidir.

Hikmet Şinasi ^NOL

COŞKUN (Niğde Canavarı Hasan) — 1948 de dört kandan idama mahkûm edilmiş olub Niğde cezaevinden kaçan ve 27 eylül" 1949 da İstanbulda Çenberlitaşda Çenberlitaş Hamamının ö-nünde İstanbul zabıtası tarafından yakalanan bir kaatil olub kendisim ölüm sehpasına teslim edecek olan son tevkifi Büyük şehrin yukarıda adı geçen semtine fevkalâde heyecanlı dakikalar yaşatmıştır.

1949 da 32 yaşında olan Hasan, uzun boylu, pehlivan vücutlu, gözü pek bir adamdır, Niğ-denin Veliisa Köyündendir. Köyünde Hanife a-dında evli bir kadına göz koyar, kadın Hasanın gayrimeşru münasebet tekliflerini red edince bir gece kadının evine girer, karısının yanında uyu-makda olan kocası İsmaili tabanca ile katleder, sevdiği kadını ölüm tehdidi ile kaldırarak kendi evine götürür, fakat babası Hakkı: — Ben elin karısına göz koyan kaatil evlâdı eve almanı, defol diye kovunca, üç kurşun ile de öz babasını cansız olarak yere yıkar, dağa kaçar, bir kaç gün sonra yakalanır, idam talebi ile mahkemeye sevk edilir, bir ay kadar sonra; yatmakda olduğu Niğde cezaevinin damını delerek kaçar, sevgilisi Ha-nifenin Niyazi isminde bir jandarma eri ile yaşadığını öğrenir, kadının evine girer, Hanifeyi bıçakla delik deşik ederek öldürür, sonra jandarma Niyaziye pusu kurarak bu delikanlıyı da tabanca ile vurur; hakkında gıyaben dört kandan idam cezası verilir. Kaçak mahkûm Ali, sahte

hüviyeti ile İstanbula gelir, Pendikde Esad adında birinin yanında altı ay kadar çobanlık yapar, oradan ayrıldıktan sonra Çenberlitaşda hemşe-risi olan bir kahveciye misafir olur ve bu adamı ölüm tehdidi ile sükûta mecbur eder ve bu arada İstanbulda bulunduklarım haber aldığı Niğde müddeiumumisi ile Niğde Jandarma Kumandanını öldürmeği tasarlar. Diğer taraftan, bu azılı kaa-tilin İstanbulda bulunduğunu haber alan İstanbul zabıtası şiddetle faaliyete geçer ve izini bulur ve bu tehlikeli takibe cinayet masasının en değerli memurlarından Komiser Rüştü Derinöz ile Basri Erbek, muavin Galib Erol ve Arslan Berkman memur edilirler, yukarıda tesbit edilen tarihde, saat 20,30 da kaatili Çenberlitaş Hamamı önünde ummadığı bir anda çevirip üzerine atılırlar, Hasan Coşkun buna rağmen bir parabellum tabancası çekerek bir el ateş eder ise de, kurşun boşa gider; gecenin geç vakitlerine kadar kalabalığını muhafaza eden Çenberlitaş çarşısında, fevkalâde heyecana düşen bir halk kitlesinin gözü ö-nünde çetin bir boğuşmadan sonra Niğde Canavarı tevkif edilir, üzerinde elindekinden başka bir otomatik tabanca, 30 santim boyunda bir saldırma ve dört şarşör içinde 45 mermi bulunur.

Behçet ELVER

COŞKUN (Nusret Safa) — Gazeteci; romancı; tiyatro yazarı; İstanbul basınının pek dürüst tanınmış bir sıması; 1915 de İstanbul'da doğdu (Babası Ahmed Bey, anası Fatma Zehra Hanım); 45. İlk Okulda, İstiklâl Lisesinin orta ve lise kısımlarında okudu, bu liseden 1935 de diploma alarak İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi ise de daha önce jnuhâbirlik ile intisab ettiği basın hayatını hukuk ilmine tercih ederek fakülteyi üçüncü sınıf da terk ile bütün faaliyetini gazeteciliğe verdi; günlük gazetelerle mecmualarda röportaj yazıları, hikâyeler, romanlar yazdı; Vakit, Haber, Açıksöz, Akın, Son Telgraf, Son Posta ve Yeni İstanbul gazetelerinde muhabirlik, yazı işleri müdürlükleri yapdı; 1950 seçimleri arifesinde Zaman gazetesini kurarak çok sıkıntılı şartlar içinde Cumhuriyet Halk Partisi safında faal bir siyasî mücâdeleye girişdi. 1950-1957 arasında gaayetle sıkıntılı bir devir yaşadı, «kan kusub kızılcık yedim» denilen asîl metaneti gösterdi; 1957 seçiminde C.H.P. adayı olarak Erzincandan milletvekili seçildi. 1960 da tekrar basın hayatına döndü Zaman gazetesini tekrar kurdu; ömrü çok kısa olan bu ikinci Za-man'ın kapanma sebebi herhalde N. S. Coşkun tarafından ihdas edilmemişdir.

COŞKUNER (Kemânî Hüseyin)

—- 3614 —

istanbul ansiklopedisi


1963 de Turizm Bankasının yazı işleri müdürlüğüne tayin edildi, bu satırların yazıldığı sırada o vazifede bulunuyordu.

Nusret Safa Coşkun bir muharrir olarak velûd bir kaleme sâhibdir denilebilir; ,1935 ile 1963 arasında geçen çeyrek asırda 22 roman, 5 operet, birkaç radyofonik piyes kaleme almış-dır.

Bayan Nükhet ile evlidir; 1954 de doğmuş Eser adında bir evlâdı vardır; Türk Basın Birliği üyesidir; az fransızca bilir; ince yapılı, uzunca boylu, gaayetle nâzik, asâletli, necâbetli insandır.

Bibi. : Kim Kimdir Ansiklopedisi.



COŞKUNER (Kemânî Hüseyin) — Zamanımızın ünlü sazende ve bestekârlarından; kendi kendini yetisdirmiş sanatkârlardandır; 1910 da Çorumda doğdu, çiftlik ağalığı yapmış ve ticâretle meşgul olmuş, Mehmed Ali Efendi adında bir zâtın oğludur. Çorumda üç sene kadar medrese tahsili gördükden sonra Orta Mektebi bitirdi.

Musikiye karşı olan hevesi ve o alanda istidadının gelişmesi 7-8 yaşlarında bir çocuk iken 'başlamış idi. Önce, birikdirdiği harçlıkları ile bir ud satın alarak çalmaya çalışdı. Büyük kardeşi Halil, -bir ustadan keman dersi alıyordu, fakat, isteği olduğu halde başarı gösteremiyordu. Hüseyin ise kısa zamanda udunu dinletebilecek hâle getirdi; sonra gizli olarak ağabeyinin kemanı ile meşgul olmaya başladı, bir gün yine keman çalar iken, beklenmedik bir anda eve gelen Halil, sokakdan keman sesini işidince, ve Hüseyinin bu sazda da muvaffak olduğunu görünce, şaşırıp ne yapacağını bilemiyen Hüseyine: «Çal., çal!.» diyerek sazı da ona bağışladı. Küçük otodidakt sazende o günden itibarendir ki, bütün gayretini keman üzerinde topladı. Çorumda alaturka ve alafranga musikî dershaneleri açıldığı zaman da genç heveskâr o derslere devam etmemiş, İstanbulda Şamlı İskender'den Türk musikisine âid nota ve metod kitabları getirterek yine hocasız çalışmışdır; ve bu çılgın hummalı bir çalışma olmuşdur.

1928 senesinde Çoruma temsil vermek üzere gelen Hüsnü Bey idaresinde bir tiyatro heyeti ile Çorumdan İstanbula kaçmaya karar veren 18 yaşındaki delikanlı Hüsnü Beyle anlaşmış, yol çantasını ona teslim ederek kendisi görülmek korkusu ile, otobüs ile yola çıkan kumpanyaya şehir dışında katılmışdır.

Baba evini bu suretle terkeden genç kemancı, bu tiyatro kumpanyası ile Anadoluyu vilâyet vi-

lâyet dolaşarak İstanbula ancak 1930 yılında ge-lebilmişdir.


Hüseyin Coşkuner (Resim : S, Bozcah)

İstanbulda Ferah Tiyatrosunda, Muhlis Sabahaddin ve Ankara Operetlerinde iyi bir kemânî o-larak uzun 'zaman çalışdı, o zamanlardır ki Sadeddin Kay-nakdan biraz usul dersi gördü, sonra piyasa saz hayatına Çenberlitaşta Şen-bağçe Gazinosunda atıldı, Yenikapıda Çakır Mehmedin gazinosunda çaldı. Sa lâhaddin Pınar'ın delâleti ile Kristal Gazinosu incesaz heyetine girdi ve böylece piyasanın şöhretli kemanilerinden biri oldu.

1953 de ses sanatkârı Melâhat İzmirli, şantöz Semiramis, kanunî Eşber Köprücü ve ûdî mu-hiddin Soydan'dan mürekkeb bir topluluk kurarak Amerikaya gitti, New York'da «Paşa oryantal» gece kulübünde bir sene çalısdılar; memlekete döndükden sonra Tepebaşı Gazinosu, Taksim Gazinosu, Küçük çiftlik Parkı Gazinosu gibi birinci sınıf yerlerde çalışdı; 1959 da ses sanatkârı Mu-allâ Mukadder ile beraber İzmire giderek Fuar Gazinosunda konserler verdi. 1962 de Ankarada Göl Gazinosunda ses sanatkârı Zeki Müren'e refakat etti.

Bu arada altmışdan fazla şarkı, saz eseri ve revü besteledi; ayrıca film müziği ile de meşgul oldu.

İstanbulda yerleşmiş, evli, üç çocuk sahibidir.

Hakkı GÖKTÜRK

COŞKUN KALENDER — İkinci Meşrutiyet devrinin ibtizâle düşürülmüş basın faaliyeti arasında çıkarılan mizah gazetelerinden biri; a-vamfirib yaveler, soğukluklarla dolu, acınacak cehil, zevksizlik ve sefalet içinde, halkın heyecanından faydalanarak sâdece para vurgunu için neşredilen emsalinin büyük ekseriyetinden biraz daha şahsiyetli bir gazetedir; dil bakımından da üstündür; o devrin hemen bütün mizah gazeteleri gibi 27x39 santim eb'adında bir kâğıda dört sayfa olarak basılmış, ve ilk sayfasını büyük eb'-adda bir karikatür ile doldurmuşdur; diğerlerin-

î>ti.lÜA^w . fjA* O-^Jj*. er • £^}} *£.£•_)* )i ,ji)j JfJ [ ,j^3, ] ! t# «U) ^^fj [ : c^

T ] . ji.^ jUuı ı j!>jt.> [ : o/iuîj


Coşkun Kalenderin l numaralı nüshasının ilk sayfası.

COTTİUS (Rodolph)

3616 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

3617 —

CRİSTİNA YATI




den farklı olarak başlık kompozisyonu ilk sayfanın yarısını, hiç olmazsa yarısına yakın bir yeri kaplamayıp dar yapılmışdır ve bu ilk sayfa karikatüre daha geniş yer bırakılmışdır. Devrin diğer mizah gazeteleri, birbirinin mukallidi, dördüncü sayfanın üst yarısını ikinci karikatürlerine verirler iken Coşkun Kalender dördüncü sayfasına ilk nüshasında 5 parça küçük karikatür koymuş, fakat ikinci sayısında o da diğerlerine benzemişdir; yazı te-rtibi de öbürlerinin aynıdır, aynı sayfaları üçer sütun üzerine tertib edilmişdir. İlk nüshası 27 kânunuevvel 1328 perşenbe günü (9 Ocak 1913) çıkmışdır, ve ilk nüshası 20 paraya satılmışdır. Başlık yazısında haftalık mizah gazetesi olduğu yazıldığı halde ikinci on gün sonra 5 kânunusâni 1328 cumartesi günü çıkmışdır.

Bu gecikme için: «Havalar soğuduğundan klişeler yetişemedi» gibi bir mazeret açıklanmış, «Ceridemizin fiatı 20 paradan 10 paraya indirildi« diye de bir fiat indirmesi yapılmışdır. Satılamadı-ğı anlaşılıyor; daha başlangıçda aksayan bu gazetenin ne kadar devam edebildiğini tesbit edemedik. Müdiri mesulü «Elif - Ha» (A. H.) remzi ile gös-terilmişdir; adres olarak da Hikmet Matbaası verilmiş. Baskısında 1. ve 4. sahfalarında siyandan başka iki renk daha kullanılmışdır.

Bu gazetenin yazı diline ve mizah anlayışına örnek olarak iki fıkra naklediyoruz:

GÜLERİZ :

Mevsimsiz şalgam satanlara,

Kış günü damda yatanlara.

Hırka yerine fırka yapanlara,

Diriyi ölü sananlara,

Kaçıranlara ve kaçanlara,

Bu ne? diye saçanlara;

Güleriz

Güleriz kahkahamızla niceler şad oldu,



Gülmeyen, hikmeti fehmeyledi irşâd oldu...

Güleriz gam yemeyiz bizlere mecnun dense

Ne zarar, âkile mecnun deme mûtâd oldu...

*

Bir kocaman aferin var: ihtiyarla genci fark edene, Bu yollardan sendelemeden gidene, Dikensiz bir yer bulup postunu serene, Ehlini bulup da rey verene, Siyâseti zemâneye akıl erdirene!

Bu mizah gazetesinin l numaralı nüshasının birinci sayfasındaki karikatürün yazısı şudur: (Fesli sadrâzam Kâmil Paşa, diğerleri de dört küçük Balkan devletinin başvekilleridir):

—- (Kendi kendine) Hey gidi zemâne hey! (aşikâre) Artık goygoyculuğa döktünüz, ben bu işden caydım, yeniden başlayalım.




  • (Venizelos arkadaşlarına) Diyavolo!.. ih
    tiyar kızışdı. (aşikâre)- Yeniden müzakereye mi
    başlayacağız?

  • Hayır, muharebeye....

COTTİUS (Rodolph)— 1961 yılı eylül ayının sonlarında İstanbula turist olarak gelmiş ve bir kaç gün kalmış, onaltı onyedi yaşlarında A-vusturyalı bir delikanlıdır. (Adının okunuşu: Ro-dolf Kotyüs). ^

İstanbula her yıl 16 ile 20 yaş arasında kız ve oğlan, işçi veya öğrenci pek çok genç turist gelir; hemen hepsi de masrafsız gezi macerasına kapılmışlar, çoğu da egzistansiyalist bohem hayat âşıklarıdır; omuzlarında fotoğraf makinaları, pek acâib ve hattâ hırpanî kılık ve kıyâfetde dolaşırlar, alelade aşçı dükkânlarında yemek yerler; 1.80 metre boyunda ve onaltı yaşında sarışın ve güler yüzlü, çok sevimli bir çocuk olan R. Cottius da bunlardan biri olub başı açık yalın ayak, ve arka tarafı yırtık pantalonun paçalarını sıvamış, pırpırı kılık dolaşır iken. Yeni Sabah gazetesinin foto muhabiri tarafından arkadan bir resmi çekilmiş ve bu İstanbulun büyük gazetelerinden

Rodolph Cottius (Resim : S. Bozcalı)

biri olan Yeni Sabahın birinci sayfasında «Paralı Turist!.» diye alaylı bir isim ile neşredildi;-bir tesâdif eseri Avusturyalı delikanlı ertesi gün bu resmi gazetede görünce, hemen misafir kaldığı otele koşmuş, ayağına çorab ve pabuç geçirerek temiz bir de pantalon ve gömlek giymiş, elinde gazete, Yeni Sabahın yerini bulmuş, yazı işleri müdürüne gaayet masum ve terbiyeli: «Dün sı-cakdan rahatsız olduğum için çıplak ayakla dolaşıyordum, bu yeni pantalonumu da giymeye kıyamadım, ama ziyaretinize kendime çeki düzen verip geldim, beni okuyucularınıza yüzümden de tanıtmanızı rica ederim!» demişdir. Gazete de ertesi gün, şirin delikanlının hem ilk resmini, hem de cebheden çekilmiş yeni bir resmini birlikte neşretmişdir. R. Cottius: «İstanbula gelirken resminin bir Türk gazetesine geçeceğini hiç düşünemezdim; bu gazete nüshasını ömrümün sonuna kadar çok kıymetli bir hâtıra olarak saklayacağım» demişdir.

B. ALACALI

CÖMERT TÜRK SOKAĞI — Eminönü merkez nahiyesinin Tahtakale Mahallesindedir; Tahtakale Caddesi ile Hasırcılar Caddesi arasında uzanır. Fincancılar Sokağı ile kavuşağı vardır. Bir araba geçecek genişjikde. paket taşı döşeli bir yoldur, Balkapanı Hanının arka kapusu bu sokak üzerindedir (B : Balkapanı'Hanı).

Bir çarşı boyu olan bu sokakda şu dükkânlar ve müesseseler tesbit edilmisdir: l kahvehane, 4 yağlı boyacı, 2 kırtasiyeci, 2 züccâci-yeci, l ecza deposu, Platin Kollektif Şirketi, 2 hırdavatçı, l idhâlâtcı, 3 baharatçı, l nalbur, l kalay ithalâtçısı, l kahve ticarethanesi, l glikoz - . nişasta imalâthanesi, l sekerci; kapu numaraları

3-33 ve 4-30 dur (Nisan 1963).

Hakkı GÖKTÜRK

CRAVEN (Lady Elisabeth) — Kalem sahibi İngiliz asilzadesi kadın; seyyahat mektubları, ki büyük bir kısmı XVIII. asır sonundaki Türkiye üzerindedir, tarih vesikası kiymetini almış, edebî metinler arasına geçmişdir.. 1750 de doğdu, babası Kont Berkley İngiltere'nin büyük asil ailelerinden birine mensubdu, Elisabeth henüz onyedi yaşında iken Lord Cravon ile evlendirildi, fakat mesud olamadı, kocası tarafından yedi çocuğu ile terkedilince, üzüntüsünü dağıtmak için, se-yahataçıkdı; 1785 haziranından 1786 ağustosu sonuna kadar Fransa, İtalya, Avusturya, Prusya, Polonya ve Rusya'da dolaşdı, Moskova'dan Kırıma, Kırım'dan İstanbul'a geldi, buradan Yunanistan'a gidip geldikten sonras Bulgaristan, Eflâk,

Transilvanya üzerinden Almanya'da Anspach'a gitti. Almanya'ya ilk uğradığında Alman hükümdar larmdan Anspach - Baireut margrafı Prens Fre-deric ile tanışmış ve anlaşarak evlenmeye karnı vermişlerdi, ki, Lady Craven bu tanışmadan sonra, bilâhare bir seyahatname cildi olacak seyahat mektuplarının büyük kısmını müstakbel zevci bu Alman prensine yazmışdır. Seyahat dönüşünde evlendiler. Prens Frederic Prusya kiralı Büyük Frederic'in yeğeni idi, sahibi olduğu iki prensliği 1791 de Prusya kralına satarak zevcesiyle birlikte İngiltere'ye gidip yerleşdi ve 1806 da orada öldü, Lady Craven ise yirmi sene daha yaşadı ve 1828 de öldü.

Çok güzel, zekî ve zarif bir kadındı. Kalemi edebî bir şöhret temin edecek kudretde değildi; fakat gezip görme merakı büyükdü. Devrinin büyük İngiliz portre ressamı Reynolds Lady Cra-ven'in şahane bir portresini yapmışdır.

Enver ESENKOVA

Lady Craven'in Seyahatnamesi — XVIII.

asır sonlarındaki Türkiye için yabancı kaynaklar arasında kıymetli bir tarih vesikası olan bu eser dilimize çevrilmemiş; eseri sâdece hatırlatma yolunda R. E. Koçu bâzı parçalarının gaayetle kısa tercemelerini 1939 yılında «1786 da Türktye» adı altında Çığır Kitabevi yayınları arasında neşretmişdir. 17,5x.25 boyunda 48 sayfa olan bu risalenin ihtiva ettiği bahislerin mütercim tarafından konulmuş seçme parça serlevhaları şunlardır: Kırımdan İstanbula; İstanbul; İstanbuîdan Paros adasına; Yunandan İstanbula; Belgrad Ormanı; İstanbuîdan Varnaya; Varna-dan Silistreye; Eflâk.

Lady Craven o zamanın Türkiyesinde 1786 nisanından aynı yılın temmuzu sonuna kadar kal-mışdı. R. E. Koçu'nun çok kısaltarak terceme ettiği parçalar şu başlıkları taşımaktadır ki, mlU tercim tarafından konulmuşdur: «Kırımdan İs-îanbula», «İstanbul», «İstanbuîdan Paros Adasına», «Atina», «Yunandan İstanbula», «Belg-rad Ormanı», «İstanbuîdan Varnaya», Varnadan Silistreye», «Eflâk.

CRİSTİNA YATI — Yunanlı milyarder armatör Onassis'in yatı; 1600 ton hacminde olub hususî bir tayyaresi; iki Crist-Craft motoru, bir küçük kotrası ve bir küçük otomobili bulunan yat, asrımız ortalarının en güzel ve lüks gemilerinden biri olarak meşhurdur (B.: Savarona Yatı). Mürettebatı beşi kadın olmak üzere 46 kişidir.

CRİTHCHELL (Mary Hower)


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin