Dedesinin adının Mustafa olduğu belir­tildiğinden, kaynaklarda Abdülbâki Arif b. Mehmed b. Mustafa seklinde anıl­maktadır. Şiirlerinde Arif mahlasını kul­landığından Arif Abdülbâki olarak da tanınmıştır



Yüklə 1,08 Mb.
səhifə15/25
tarix12.01.2019
ölçüsü1,08 Mb.
#94858
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   25

Abdülkerîm-i Keşmîrî, bizzat katıldığı Nâdir Şah'ın seferlerinde gezip gördü­ğü yerler hakkında bilgi veren Beydn-i Vâki* veya Târîh-i Nâdiri (Nâdirnâme) adlı coğrafî, ekonomik ve sosyal bakım­dan son derece zengin bir eser kaleme almıştır. Müellif kitabında Nâdir Şah'a dair saray adamlarından edindiği bilgi­leri de objektif bir şekilde kaydetmiş,

252


ABDÜLKERİM NÂDİR PA$A

yer yer onu tenkit etmekten bile çekin­memiştir. Beş bölüme ayrılan eserin bi­rinci bölümünde Nâdir Şah'ın siyasî sa­hada ortaya çıkışı, yükselişi, İran'a hâ­kim oluşu ve Hindistan üzerine yürüyü­şü; ikinci bölümde İran'a dönüşü, He-rat, Buhara, Hârizm seferleri; üçüncü bölümde müellifin Kazvin'den Bağdat'a seyahati. Halep yolu ile Mekke'ye gidi­şi ve Cidde'den Hindistan'a varışı; dör­düncü bölümde Bengal'İn kısa tasviri. Nâdir Şah'ın vefatı, Ahmed Şah Dürra-nFnin seferi ve Muhammed Şah'ın ölü­mü; beşinci bölümde de Ahmed Şah'ın hâkimiyeti sırasındaki olaylar anlatıl­maktadır. Eserin sonunda ise Bağdat ile Mekke arasındaki mesafe saat ola­rak tesbit edilmiştir.

Beyân-ı VÖİa'ın F. Gladwin tarafın­dan yapılan muhtasar bir tercümesi. The Memoirs of Khoja Abdulkurreem adıyla yayımlanmıştır (Kalkuta 1788, 1812; Londra 1793). Müellifin Mekke yol­culuğunu anlatan bölümünü ise L. lang-les, Voyages de î'Inde â la Mecque adıyla 1797'de Paris'te neşretmiştir. Eserin metninin tam bir neşri henüz yapılmamıştır. Giriş kısmında beş bö­lüm ve bir hatimeden ibaret olduğu kaydedilmekte ise de hatime kısmı hiç­bir yazmada mevcut değildir.

BİBLİYOGRAFYA:

C. Rieu, Catatogue of Persian Manuscripts in the British Museum, London 1879-83, s. 382; H. M. Elliot. The History of India, as Totd by ıts Own Historians (nşr. I. Dowson), Lahor 1976, V11I, 124-139; M. Th. Houtsma. "Abdü!-kerim", İA, I, 90; Mohammad Shafi. "'Abd al-Karîm Kaşhmîri", El2 (İng.), 71-72; S. Maqbul Ahmad."cAbd-al-Karim Kaşmiri", Eln, I, 125.

Yusuf Halaçoğlu

ABDÜLKERÎM el-KUŞEYRİ

(bk. KUŞEYRİ, Abdülkerîm b. Hevâzîn).

ABDÜLKERtM-i MÜNŞİ

Münşî Mevievî Muhammed

Abdülkerîm ei-Alevî

(ö. 1851)

Leknev veya Kanpûr'da yaşamış bir Hint-İran tarihçisi.

Hayatı hakkında bilgi yoktur. Tarih araştırmalarına olan merakı sebebiyle Süyütrnin Târîhu'l-hulefâ* ve Târihu Mışr adlı eserlerini Arapça'dan Farsça'-

ya çevirmiş. İbn Hallikân'ın Ve/eydf'ının Farsça kısaltılmış bir tercümesini hazır­lamıştır. Ayrıca İngilizce'den Farsça ve Urduca'ya astronomi ve coğrafya eser­leri tercüme ettiği gibi, Bengal tarihiyle ilgili bir eserle bazı hikâye kitapları da çevirmiştir.

Eserleri. 1. Muhârebe-i Kabil ve Kan-dehâr (Leknev 1264; Kanpûr 1267], Ge­neral Pollock'un seferine kadar Afgan-İngiliz savaşlarını anlatmaktadır. Yazar, eserin ilk müsveddelerini hazırladıktan sonra Münşî Kasım Canın "şehname" tarzındaki Ekbemâme' sin i incelemiş, ondan bazı pasajlar alarak eserine ilâ­velerde bulunmuş ve düzeltmeler yap­mıştır. 2. Târih-i Pencâb Tuhfeten li'l-ahbâb (Leknev 12651. Müellif, Sih savaş­larını anlattığı bu eserinde kaynak ola­rak İngiliz memurlarının ifadelerini ve çağdaş Urdu dilinde basılmış gazete­leri kullanmıştır. Eser, Sih dönemi Pen-cap'ının gelirlerine ait bir raporu, Sih antlaşma metinlerini, Pencap'taki İngi­liz umumi bildirilerinin metin veya özet­lerini ve bazı nâdir dokümanları ihti­va eder. 3. Târih-i Ahmed veya {Târîh-i Ahmedşâhî) (Leknev 1266). Şücâü'l-mülk Dürrânî'nin Ludhiana'yı terkedişi-ne ve 1840'ta İngiliz hükümetinin yardı­mıyla tahtı tekrar ele geçirmesine dair­dir. Yazar daha sonra Dürrânîier'in tam bir tarihini yazmaya karar vermiş, Za­man Şah'ın saltanatının ortalarına ka­dar (1797) olan kısmı için İmâmüddin'in yazdığı Hüseyinşâhî'yi (Târîh-i Hüsey­nî) esas almıştır. Eserin devamında Ab-dâlîler'İn şeceresi verildikten sonra Ah­med Şah'ın ve onun haleflerinin dönemi ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Her üç eser Farsça yazılmış ve taş baskısı ola­rak neşredilmiştir.

Abdülkerîm-i Münşî'nin Târih-i Ah-med ile Muhârebe-i Kabil ve Kande-hâi adlı eserleri, bir Afganistan tarihi olan Sirâcü't-tevârih'm (Kabil 1337) kay­nakları arasındadır. Târih-i Ahmed, Mîr Vâris Ali Seyff tarafından Vâki cât-ı Dür-rânî adıyla Urduca'ya da tercüme edil­miştir (Kanpûr 1292).

BİBLİYOGRAFYA:

Storey, Persian Literatüre, London 1970, 11/ 1, s. 402-404, 673; 0. Mann. "Quellenstudien zur Geschichte des Ahmed Sâh Durrânî", ZDMG, Lll (1898), s. 106 vd.; E. Berthels. "Mu­hammed Abd-ül-Kerim", İA, VIII, 490-491; Mohammad Shafi, "cAbd al-Karîm Munshî", E\z (İng.), I, 72; N. H. Zaidi. "cAbd al-Karim 'Alavi", E/r.,], 121. r-ı

m (DİA)


L.

ABDÜLKERİM NADİR PAŞA

(1807-1883)

Son devir Osmanlı kumandanlarından.

Zağra'da doğdu. Genç yaşta İstan­bul'a gelerek yeni kurulan Asâkir-i Man-sûre-i Muhammediyye'ye girdi ve bura­dan mülâzım oldu. Harbiye Mektebi'nin kuruluşundan sonra subay olarak mek­tep taburuna tayin edildi. 1835'te Viya-na'ya gönderildi. Orada beş yıl kaldık­tan sonra geri döndü ve miralay rütbe­siyle Erkân-ı Harbiyye başkanlığına ge­tirildi. Tanzimat devri ileri gelenlerinin himayesiyle kısa sürede yükseldi. 1846'-da feriklik rütbesiyle Dâr-ı Şûrâ-yı As­kerî âzalığı ile Mekâtib-i Askeriyye na­zırlığına, ertesi yıl merkezi Bağdat'ta olan Altıncı Ordu müşirliğine tayin edildi.

Sultan Abdülaziz döneminde çeşitli yerlerde ordu kumandanlığı, valilik, ay­rıca seraskerlik, bahriye nazırlığı ve ser-dâr-ı ekremlik görevlerinde bulundu. II. Abdülhamid'in saltanatının ilk yıllarında çıkan 1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasın­da Rumeli ordusu kumandanı idi. Bu savaşta pek başarı gösteremeyip Rus-lar'ın Balkanlar'a yayılmasına engel ola­mayınca padişah tarafından görevinden alındı ve Serasker Redif Paşa ile birlik­te dîvanıharbe verildi. Muhakeme so­nunda Rus yenilgisinin tek sorumlusu olmadığı, bunda İstanbul'daki askerî meclisin de payı bulunduğu anlaşılınca görevine iade edildi, fakat Midilli'ye gönderildi. Daha sonra Rodos'a nakle­dildi; 1883'te orada öldü ve Murad Reis Türbesi'ne defnedildi.

Hüseyin Avni Paşa'ya yakınlığı dola­yısıyla Sultan Abdülaziz'in halinde ro­lü olduğu iddia edilenler arasında onun da adı geçer. Dürüst ve cesur bir asker olmakla birlikte kendisinden beklenen

253


ABDÜLKERİM NÂDİR PASA

başarıyı gösteremeyen Abdülkerim Nâ­dir Paşa'nın, öte yandan Nâmık Paşa ile birlikte, ordunun Avrupai tarzda teşki­lâtlanmasında Önemli hizmetleri geç­miştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Mehmed Esad. Mir'ât-ı Mekteb-i Harbiyye, İstanbul 1310, s. 11 vd.; Sicilli Osmânî, III, 358; Osman Nuri Ergin. Abdülhamtd-i Sânı ve Deor-i Saltanatı, İstanbul 1327, 1, 253; Lütfî, Târih, İstanbul, 1328, VIII, 80; Abdurrahman Şeref. Târih Musahabeleri, İstanbul 1340, s. 240; Mahmud Celâleddin Paşa. Mir'ât-ı Haki­kat (haz. İsmet Mtroğiu), İstanbul 1983, s. 295, 412, 436-437; TA, I, 62-63; M. Cavid Baysun. "Abdülkerim Nadir Paşa", /A, I, 90-92.

inil Abdülkadir Özcan

ABDÜLKERİM SATUK BUĞRA HAN

(bk. SATUK BUĞRA HAN, Abdülkerim).

ABDÜLKERÎM et-TABERİ

(bk. EBÛ MA'ŞER et-TABERİ).

ABDÜLLATÎF el-BAĞDADİ

Muvaffakuddîn Abdüllatîf

b. Yûsuf b. Muhammed

(ö. 629/1231)

Tabip-fîlozof, çok yönlü bir İslâm bilgini.

Bağdat'ta 557 (1162) yılında doğdu. Kısa boylu zayıf nahif bir bünyeye sa­hip olduğundan İbn Nokta ve "Keçeci-zâde" anlamına gelen İbn Lebbâd kün-yeleriyle de anılır. Aslen Musullu kültür­lü bir aileye mensuptur. Babası Yûsuf ve amcası Süleyman'ın dinî ve aklî ilimler­de otorite oldukları bilinmektedir. Çağ­daşı olan İbn Ebû Usaybia'nın cUyûnü'l-enbâ* adlı eserinde yer alan otobiyog­rafisine göre, çok küçük yaşta, "oyun zevkini dahi tatmadan" tahsile başla­dı. Kur'ân-ı Kerîm'i ezberledikten sonra başta hadis ve fıkıh olmak üzere, dil ve edebiyat alanlarında temel sayılan me­tinleri okuyarak icazet aldı. Daha sonra bilgi ve görgüsünü arttırmak gayesiyle o devrin belli başlı ilim ve kültür mer­kezlerini dolaştı; gittiği her yerde ilim­le meşgul oldu; ilmî sohbetlere ve mü­nazaralara katıldı.

Mağrib'den Bağdat'a gelen İbn Tatlî (İbn Nailî) adlı bir bilginden aklî ve fel­sefî ilimleri tahsil ettikten sonra bir sü­re İbn Sînâ, Behmenyâr ve Gazzâirnin eserlerini okudu. Bağdat'ta artık kendi­sinden faydalanacağı bir kimsenin kal­madığına kanaat getirince, 1189 yılında Musul'a geçti ve orada devrin ünlü âli­mi Kemâleddin b. Yûnus'la tanışarak ondan faydalandı. Musul'da bulunduğu sırada İbn Muhacir Medresesi'nde ve dârülhadiste müderrislik yapan Abdül­latîf el-Bağdâdî. fırsat buldukça Sühre-verdrnin eserlerini inceledi: sonra da bu işrâkî (bk. İŞRAKIYYE) filozofunu çok ağır ve sert bir dille tenkit etti. 1190 yılında Şama giderek Tâceddin el-Kindî ile münazaralarda bulundu: orada da ilmî üstünlüğünü kısa zamanda çevresi­ne kabul ettirdi. Bir yıl sonra Kudüs ve Mısır'ı ziyaret etti; Mısır'da iken Ebü'l-Kâsım eş-Şâriî, Yasın es-Sİmyâî ve meş­hur yahudi filozofu İbn Meymûn gibi devrin ünlü ilim adamlarını tanıma fır­satını buldu. Tanıştığı bu kişiler arasın­da Ebü'l-Kasım eş-Sârirye ayrı bir de­ğer veren Bağdadî, ondan Fârâbî, İs­kender Afrodisî (Alexander of Aphrodisi-as) ve Themistius gibi Yeni Eflâtuncu Aristo sarihlerinin eserlerini okudu. Bu seyahatleri sırasında o yıllarda bu böl­geye hâkim olan Eyyübî hanedanından büyük ilgi gördü; Özellikle Selâhaddin ve ahfadının iltifatlarına mazhar oldu ve Mısır'dan tekrar Kudüs'e, oradan da Şam'a döndü. 1199-1201 yılları arasın­da Mısır'da bulunan Abdüllatîf el-Bağ­dâdî, o yıllarda Mısır'da meydana ge­len büyük kıtlığı, Mısır halkının yaşadı­ğı maddî ve manevî perişanlığı görmüş, bu iktisadî ve sosyal krizi ünlü el-İfâde ve'l-i ctibâr adlı eserinde ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır. 1206'da Kudüs'te Mescid-i Aksâ'da. 12O7'de de Şam'ın Azîziyye Medresesi'nde müderrislik yap­tı. Şam'da verdiği dersler daha çok tıp alanında idi. Nitekim onun tıp ilmi ile ilgili önemli eserlerini burada kaleme aldığı bilinmektedir.

Kaynaklar. 1220-1229 yılları arasın­daki seyahatleri esnasında Erzurum. Erzincan, Kemah, Malatya, Divriği ve Besni gibi Anadolu'nun o dönemdeki önemli merkezlerine kadar uzandığını kaydeder. Bu sırada Mengücükoğulla-rı'ndan Alâeddin Dâvûd b. Behrâm ta­rafından himaye edilmiş ve bundan do­layı birçok eserini bu hükümdara ithaf etmiştir. Hayatı hummalı bir ilmî faali-

yet içinde geçen Abdüllatîf, 1230 yılın­da hac vazifesini yerine getirmek üzere çıktığı yolculukta doğum yeri olan Bağ­dat'a vardı ve kısa bir süre sonra 12 Muharrem 629da 19 Kasım 1231] bura­da vefat etti.

Bazı müellifler Abdüllatîf el-Bağdâ-dfyi İslâm felsefesinin hiçbir ekolünü benimsememiş bir filozof olarak gös-terirlerse de onu İslâm dünyasındaki Aristocu geleneğe bağlı bir meşşâî (bk. MESŞÂİYYE) filozofu saymak gerekir. Çünkü o. Aristo'nun fizik, metafizik, psikoloji ve tabiat ilimleri alanına giren eserleri üzerinde çalışmış, bunları ba-zan özetlemiş, bazan da haşiyeler yaza­rak gerekli açıklamalarda bulunmuştur. Ayrıca Fârâbî'nin mantık külliyatına da şerh ve haşiyeler yazmış, bu arada İbn Sina'nın 'Şartlı öncüller, şartlı sonuçlar verir" teorisini ve "dördüncü şekil kı­yaslar"! reddetmiştir. Günümüze kadar ulaşan Fî mû ba cde't-tabî*a adlı eseri­ni de, Aristo'ya mal edilen apokrif eser­lerden biri olan ve Ortaçağ hıristiyan alemiyle İslâm dünyasında çok tutulan el-Hayrü'I-mahz'in etkisinde kalarak yazmıştır. Bütün bunlar Abdüllatîf el-Bağdâdrnin Yeni Eflâtuncu sarihlerin etkisinde kalan Fârâbî-İbn Sînâ ekolüne bağlı bir meşşâî filozofu olduğunu gös­termektedir.

Klasik kaynaklarda ona ait eserlerin geniş bir listesi yer almaktadır. Tıp. fel­sefe ve mantık alanları başta olmak üzere 160'tan fazla eseri vardır. Bunla­rın elli üçü tıp ve farmakoloji, dördü zooloji, dördü botanik, yirmisi mantık, on sekizi felsefe, on üçü nahiv, sekizi hadis, ikisi tefsir, ikisi fıkıh, ikisi kelâm, onu metodoloji ve tarih, dördü de ahlâk ve siyaset konularında kaleme alınmış­tır. Geri kalanları ise dil, edebî tenkit, matematik, seyahat hâtıraları, minera­loji gibi çok değişik ve farklı konularda­dır. Kaynakların verdiği bu listeden günümüze kadar ulaşanların sayısı ise ancak birkaç eserden ibarettir.

Bunların içinde, onun Batı'da ve İs­lâm âleminde bilinen en meşhur eseri el-İfâde ve'l-i 'tibâr'öiT. Mısırda bulun­duğu sırada kaleme aldığı hacim bakı­mından küçük, fakat muhteva açısın­dan çok zengin olan bu eser, o dönem­deki Mısır'ın coğrafî, topoğrafık, sosyal ve iktisadî durumu hakkında oldukça değerli bilgiler vermektedir. Eser XVIII. yüzyıl başlarından itibaren Batı dünya­sında da tanınmış, Latince, Almanca ve

254


ABDULLATİF CAMİİ

Fransızca'ya tercüme edilmiştir. Müelli­fin, beş duyuyu tıp açısından İnceleyen iki makalesi Makâletân ü'1-havâs ile şeker hastalığı hakkındaki eseri Risale fi'1-maraz el-müsemmâ diyabitis adıy­la neşredilmiştir (nşr. Saîd Abduh, Ku­veyt 1972). Şeker hastalığı konusunda her ne kadar Çinli hekim ü Hsüan VII. yüzyılda ilk araştırmayı yapmışsa da (bk. ISIS, LXlV/222 (1973), s. 232), bu hastalığın karaciğere bağlı bir rahatsız­lık olduğunu ilk olarak tesbit eden Ab-düllatîf el-Bağdâdrdir.

BİBLİYOGRAFYA:

Abdüllatîf el-Bağdâdî, Makâletân fi'l-fıaüâs (nşr. Saîd Abduh), Kuveyt 1972; İbnü'l-Kıftî, İnbâhü'r-ruvât (nşr. Muhammed Ebü'l-Fazl), Kahire 1369-93/1950-73. II, 193-196; İbn Ebû Usaybİa. 'Uyûnü'l-enbâ' (nşr. Nizâr Rızâ), Bey­rut 1965. s. 683-696; Zehebî. Klâmun-nübe-ia\ XXII, 320-323; Kütübî, Fevâtü'l-vefeyât (nşr. İhsan Abbas), Beyrut Î973-74, II, 385-388; Sübkî. Tabakâtü'ş-ŞâfiUyye {nşr. Abdül-fettâh Muhammed el-Hulv—Mahmûd Muham­med et-Tanâhî], Kahire 1383-96/1964-76, VIII. 313; Süyûtî, Buğyetü'l-uuât (nşr. Muhammed Ebü'l-Fazl), Kahire 1384/1964 — Beyrut 1399/1979. M, 106-107; a.mlf.. Hüsnü I-muhâdara (nşr. Muhammed Ebü'l-Fazl), Kahi­re 1387/1967, 1, 541; Keşfuz-zunûn, I, 30, 696; II. 1169. 1274, 1315, 1361,' 1466, 1937. 1996; İbnü'1-İmâd, Şezerâtü'z-zeheb, Kahire 1350-51 — Beyrut, ts. (Dâru İhyâi't-türâsi'l-Arabî), V, 132; S. de Sacy, Relaüon de İEgypte par Abd al-Latîf, Paris 1810; Brockelmann, GAL, 1, 632-633; Suppl, 1, 880-881; M. Ul-mann. Die Medizirt im İslam, Leiden 1970. s. 170-172, 278-279; a.mlf.. Die Natur-und Ge-heimıvissenschaften İm İslam, Leiden 1972, s. 31. 81; G. Sarton. Introducüon, New York 1975, 11/2, s. 599-600; III/2, s. 1650; Sezgin. GAS, III, 30-31,33, 411; IV, 9-10, 289; VI, 100; VII, 143-144; L. Lederc. Histoîre de la Mede-cine Arabe, New York 1971, II, 182; Hans-Jürgen Thies, Der Diabetestraktat 'Abd al-Latîf Ai-Bağdadi's, Bonn 1971; Angelika Neuwirth, cAbd al-Latif al-Bağdâdi's Bearbeitung von Buch Lambda der Aristotelischen Metaphys-ik. Wİesbaden 1976; Nihat Keklik. Felsefenin İlkeleri, İstanbul 1982, s. 84-85; Mahmut Ka­ya, İslâm Kaynakları Işığında Aristoteles ve Felsefesi, İstanbul 1983, s. 300; Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbtler Devle­ti, İstanbul 1983, s. 365-368; Sami Hamerneh, "Hans-Jürgen Thies, Der Diabetestraktat cAbd al-Latif al-BağdâdiV, ISIS, LXI1/214 (1971), s. 542-543; Garry J. Tee. "On Sami Hamerneh's Rewiev of der Diabetesraktat 'Abd al-Latîf", ISIS, LXIV/222 (1973), s. 232; Abdülkerim Şehâde. "Abdüllatîf Bağdadî", Proceedings of the First International Sympo-sium for the History of Arabic Science, Halep 1977, I, 693-734; 5. M. Stern. "A Collection of Treatises by :Abd al-Latif al-Baghdâdi", IS, l/l (1962), s. 53-70; a.mlf. utAbd al-Latif al-Baghdâdi", El2 (İng.), I, 74; M. Th. Houtsma, -Abdüllâtif", İA, 1, 92. m

İMİ Mahmut Kaya

ABDÜLLVTİF-İ BİHİTÂI

(ö. 1165/1752)

Pakistan (Sind) tasavvufî

halk edebiyatının önde gelen

temsilcilerinden, mutasavvıf-şair.

1101'de (1689), Sühreverdî şeyhleri­nin yetiştiği Haydarâbâd'ın Hala bölge­sindeki Halevi köyünde doğdu. Babası­nın adı Şah AbdülkerînYdir. Gençlik yıl­larını yogi topluluklarıyla ülkeyi dolaşa­rak geçirdi. Daha sonra memleketine yakın bir yerde bulunan Bihit'e yerleşti ve burada vefat etti. Sind Emîri Gulâm Şah onun için muhteşem bir türbe yap­tırdı.

Abdüllatîf-i Bihitâfnin tasavvufî ve edebî şahsiyeti. Şah jo Risalo {şahın risalesi) adı altında toplanan ve Alman müsteşriki Ernest Trumpp tarafından yayımlanan (Leipzig 1867) şiirlerinden öğrenilmektedir. Risale, her biri "sur" adı verilen otuz lirik şiirden meydana gelir. Mevlânâ Celâleddin'in tesirinde kaldığını bizzat ifade eden Şah Abdülla-tîfin şiirlerinde mahallî inançlarla ta­savvufî görüşler birbirine karışıp kay­naşmıştır. "Şur'ları mûsiki makamları­na göre adlandırmış, eski makamlara ek olarak yeni makamlar bulmuştur. Türbesinin çevresinde yaşayan dervişle­rin bu mûsikiyi perşembe geceleri icra ettikleri nakledilmektedir. Abdüllatîf-i Bihitâî hakkında çeşitli araştırmalar ya­pılmıştır (bk. bibliyografya).

BİBLİYOGRAFYA:

Abdülhay el-Hasenî. Nüzhetui-havâtır, VI, 161-162; H. T. Sorley. Shah Abdul Latif of Bhit: His Poetry, Life and Times, Oxford 1940; a.mlf.. "Bhitâ'i", E!2 (İng), 1, 1194-1195; a.mlf.. "BihtâV, ÜDMİ, V, 329; 1. I. Qazi. Shah, Abdul-Latif-an Introduction on his Art, Kara-chi 1961; T. Hotchand, Shah Abdul-Latif-an Introduction to his Seuen Singing Stories, Haydarâbâd 1962; M. Jotwani. Shah Abdul Latif, his Life and Work, New Delhi 1975; A. Schimmel, Pain and Grace. A Study of Tujo Mystical Writers of Eighteenth-Century Müs­lim India, Leiden 1976. s. 151-262; a.mlf.. İs­lam in the Indian Subcontinent, Leiden 1980, s. 140, 143, 146; a.mlf., Tasavvufun Boyutları [trc. Ender Gürol), İstanbul 1981, s. 331; M. Mujeeb. The Indian Muslims, New Delhi 1985, s. 323-324; Abdul Karim Leghari. "Qualites of Human Character Underlined in Shah Ab­dul Latif's poetry", Sind üniversity Research Journal, VII, Hyderabad 1969. s. 27-68; N. A. Baloch, "Maulana Jalaluddin Rumi and Shah Abdul Latif, the saint poet of Sind (Pakis­tan)", a.e., XI—XII, Hyderabad 1972-73, s. 62-79; S. Qudratullah Fatimi, uNew Light on the Mystic Thought of Shah Abdul Latif Bhitai", Sindhological Studies, Karachİ 1980, s. 49-77; K. Raisinghani. "Shah Abdul Latif Bhitai", Sind Quarteriy, XV/2, Karachİ 1987, s. 44-46; M. Baqır, "cAbd-al-Latif Bhetâi Shah", Elr., I, 125-126. m

IfflJ Süleyman Uludağ

ABDÜLLÂTİF CAMİİ

Mardin'de şehrin orta kesiminde,

avlusunda medresesi bulunan

Artuklu camii.

Tamamen kesme taştan yapılmış olan caminin cümle kapısındaki kitabe­ye göre 772 (1371) yılında, iki Artuklu sultanına hizmet etmiş olan Abdüllatîf b. Abdullah tarafından inşa ettirilmiş­tir. İçerde, mihrap duvarındaki pencere

255

ABDÜUATIF CAMİİ



üstlerini de dolaşan çok uzun bir vak­fiye kitabesi vardır. Bugünkü minare­si. 1262'de (1846) Musul Valisi Gür­cü Mehmed Paşa tarafından yaptırıl­mıştır.

Enine gelişen ana mekânının ortasın­da tromplu mihrap önü kubbesi, iki ya­na doğru, sivri beşik tonozlarla ikişer nef halinde açılır. Avludan ana mekâna, yan yana üç giriş kapısı bulunur. Avlu­nun doğusundaki giriş cümle kapısı olup Mardin'de en iyi korunmuş olan­lardandır. Batı girişi basittir. Avlunun kuzeyinde selsebilli bir eyvan eski gele­neği yaşatır. Avlunun kuzey kanadı kes­me taş payelere oturtulmuş sivri ke­merlerle açılan çapraz tonozlarla örtü­lüdür. Doğu ve batı kanatlarında iki kat halinde medrese bölümü yer alır. 1968 yılında avluda önemli değişiklikler yapıl­mış, kuzey kanadı da duvarla örülerek odalar haline getirilmiştir. Geç döneme ait minberi ağaç işçiliği ve dilimli köşk kubbesiyle dikkati çeker.

BİBLİYOGRAFYA:

Kâtip Ferdi, Mardin Artuklulan Tarihi, İs­tanbul 1939, s. 47; Albert Gabriel. Voyages Archeologiques dans la Turquie Orientale, Paris 1940, s. 26; Ara Altun, Mardin'de Türk Deuri Mimarisi, İstanbul 1971, s. 46; a.mlf., Anadolu'da Artuktu Deori Türk Mimarisinin Gelişmesi, İstanbul 1978, s. 100.

mi Ara Altun

ABDÜLLATİF EFENDİ, Sütçüzâden

(ö. 1099/1688)

Musikişinas, mutasavvıf-şair.

L _l

Meşhur musikişinas Sütçüzâde îsâ Efendi'nin (ö. 1037/1627) oğludur. Ha­yatı hakkında fazla bilgi yoktur. Safâyî, 7ezidre'sinde onu Ali ismiyle anmakta­dır. Hayatının büyük bir kısmını İstan­bul'da geçirdi. Gençlik yıllarında Hal-vetiyye şeyhlerinden Ümmîsinanzâde Hasan Efendiye intisap etti ve onun hizmetinde bulundu. Bu sebepten Üm-mîsinan Hafızı diye tanınmıştır. Bütün bunlardan, hayatını tekke ve zaviyeler­de geçirdiği anlaşılmaktadır. 1688'de çıktığı hac yolculuğunda, bu vazifeyi ifa edemeden Kahire'de vefat etti ve orada defnedildi.



Abdüllatif Efendi'nin tasavvufî şiirle­ri, onun sanat kudretini ortaya koy­maktadır. Şiirlerinde Hafız mahlasını kullanmıştır. Ayvansarâyî. VefeydCında onun bir divanı olduğunu söylüyorsa da nüshasına bugüne kadar rastlanma-

mıştır. Ayrıca o, zamanın önemli mu­sikişinasları arasında yer almış, özel­likle kendi şiirlerine yaptığı besteler­le ün kazanmıştır. Mûsikideki ilk ho­casının babası olduğu söylenmektedir. Çeşitli el yazması güfte mecmuaların­da Ümmîsinan Hafızı adına kayıtlı pek çok eserine rastlanıyorsa da bunlar­dan hiçbirinin notası günümüze ulaş­mamıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Safâyî. Tezkire, Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, nr. 112, vr. 59b-60"; Salim. Tezkire, İstanbul 1315, s. 214-215; Ayvansarâyî. Vefe-yât-ı Selâtîn, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1375, vr. 20a; Mehmed Şükrî, Silsilename, Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdâyî, nr. 1098, vr. 24a; SıcıH-ı Osmânî, III, 360; S. Nüzhet Ergun, An­toloji, İstanbul 1942, I, 43-44; İstA, I, 124.

[Tl

Uftl Nuri Ozcan



ABDÜLLATİF HARPÜTÎ ~^

(bk.HARPÛTİ, Abdüllatif).

L J

ABDÜLLATİF KARAMANI



Türk ahlâkçısı.

L- _l


Fakih Karamânî, Kara Abdüîlatif ve Siyahser lakaplarıyla da bilinmektedir. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Aile ahlâkına dair esasları anlatan meşhur Türkçe eseri Âdâbü'l-menûzU"m kete-be kayıtlarına dayanarak ISüleymaniye Ktp., Hüseyin Paşa, nr. 290 nüshasının ketebesi 985 115771 tarihlidir), onun XVI. yüzyılda yaşamış olduğunu söylemek mümkündür. Kendisine hayırlı bir eş ve sâlih evlât nasip etmesi için Allah'a yaptığı duanın kabul edilmiş olduğunu Âdûbul-menâzil'm mukaddimesinde belirten müellif, ulemâ ailesine mensup eşinin zaman zaman evine gelen misa­fir hanımları gücü nisbetinde irşada çalıştığını, ancak onun özellikle kadınla­ra hitap eden ve hayatın her safhasın­da kendileri için gerekli bilgileri ihtiva eden müstakil bir eserin bulunmayışın­dan şikâyet ettiğini kaydeder. Abdülla­tif bu yakınmayı haklı bulduğunu ve bu konudaki boşluğu doldurmak amacıyla pek çok kaynaktan faydalanarak Âdâ-büi-mendzii'i kaleme aldığını söyler. Bu eserde seçkin bir ev kadınının vasıf­lan, eşler arasındaki karşılıklı hak ve vazifeler, aile fertlerinin rahatlıkla barı-nabilmeleri. ayrıca ailede ahlâk ve edep kurallarının yaşatılabilmesi için bir ev-

de bulunması gerekli maddi şartlar ile ebeveyn-evlât münasebetleri ve hocala­ra saygı gibi pedagojik konular işlen­mektedir. Eserin bulunabilen yazma nüshaları, İstanbul Üniversitesi (TY, nr. 199, 2717, 7161, 7181, 7201). Süleymani­ye (Hacı Mahmud Efendi, nr. 1564; Per-tevniyal, nr. 449) ve Nuruosmaniye (nr. 2269] kütüphanelerindedir.

Abdüllatifin kaynaklarda adı geçen ve bir nüshası Süleymaniye Kütüphane-si'nde (Esad Efendi, nr 1722) bulunan diğer bir eseri de Mirâcü'l-müştakın ve minhâcü'l-müttakîn adını taşır. Mü­ellif bu eserinde, seyrü sülük esnasında aşılması gereken manevî menzil ve ma­kamları, klasik tasavvuf kaynaklarında yer alan usûl-i aşere* tasnifi içinde in­celemektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Keşfü'z-zunÛn, II, 1738; Hcdiyyetü'l-'arifin, I, 618; Osmanlı Müellifleri}, 130; M. AH Aynî. Türk Ahlâkçıları, İstanbul 1939, s. 175-204; A. Sırrı Levend. "Ümmet Çağında Ahlâk Kitap­larımız", TDAY Belleten, Ankara 1964, s. 101. m

İmi HÜSAMEDDİN ERDEM

256

ABDULLATÎFel-KUDS!



ABDÜLLATÎF el-KUDSİ

Abdüllatîf b. Abdirrahmân

b. Ahmed el-Kudsî

(Ö. 856/1452)

Zeyniyye tarikatını Anadolu'ya getiren âlim ve sûfî.

786'da (1384) Kudüs'te doğdu. İbn Ganm ve İbn Benâne diye meşhur olan bir ailenin oğludur. Önce medresede okuyarak "zahirî ilimler'i öğrendi. Bu yıllarda zekâ ve kabiliyetiyle hocalarının dikkatini çekti. Daha sonra tasavvufa ilgi duydu ve devrin meşhur safîlerin­den Şeyh Abdülazîz'e intisap ederek ondan icazet aldı. Hacca giderken Ku­düs'e uğrayan Zeyniyye tarikatının ku­rucusu Zeynüddîn el-Hâfî'yi evinde mi­safir ederek sohbetlerinden faydalan­dı. Onunla birlikte hacca gitmeyi çok is­tediyse de annesi rahatsız olduğu için mürşidi izin vermedi; ancak hac dönü­şü kendisini Horasan'a götürebileceğini söyledi. Abdüllatîf, Horasan'da HâfTnin yanında yeniden seyrü sülûke başladı. Riyazet ve mücahedesine mürşidinin tavsiyesi üzerine Câm şehrinde devam etti. Ahmed Câmî-i Nâmekî'nin kabri yanında erbaîn*e girdi. Bu sırada şey-hiyle düzenli olarak mektuplaştı. Müri­dinin iç dünyasındaki değişiklikleri bu mektuplarla takip eden Hâfî, Abdülla-tîfe icazetname gönderdi. Abdüllatîf daha sonra tekrar Kudüs'e döndü ve bir müddet Şam'da kaldıktan sonra Kon­ya'ya giderek Sadreddin Konevî Zâviye-si'nde irşad görevini sürdürdü. 1448'de Bursa'ya gitti. Evliya Çelebi'nin "büyük bir âsitâne" diye övdüğü, müridlerinden İranlı Hoca Bahşâyiş tarafından 1449 tarihinde yaptırılan Zeyniyye Dergâhı'n-da irşad faaliyetini sürdürürken vefat etti. Kabri Bursa'da Zeynîler Camii'nin naziresi nded ir.


Yüklə 1,08 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin