Dedesinin adının Mustafa olduğu belir­tildiğinden, kaynaklarda Abdülbâki Arif b. Mehmed b. Mustafa seklinde anıl­maktadır. Şiirlerinde Arif mahlasını kul­landığından Arif Abdülbâki olarak da tanınmıştır



Yüklə 1,08 Mb.
səhifə16/25
tarix12.01.2019
ölçüsü1,08 Mb.
#94858
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   25

Nisbesi bazı kaynaklarda Makdisî ola­rak geçen Abdüllatîfin tasavvufî dü­şünceleri, mürşidi Zeynüddîn el-Hâfî ile aynı paraleldedir. HâfTnin en belirgin özelliklerinden biri, vahdet-i vücûd* konusunda ihtiyatlı bir dil kullanması ve bu hususta zaman zaman müridleri-ni uyarmasıdır. Müridi Abdüllatîf el-Kudsî de aynı yolu takip etmiş, gerek iman ve akîde, gerekse irfan ve tarikat alanında şeriata aykırı gördüğü akım­larla mücadele etmiştir. Bu mücadeleye Konya'da iken başlamış ve Ehl-i sünnet dışı bazı düşünceleri savunan Cüneyd

es-Safevî ile yaptığı fikrî tartışmalardan sonra Karamanoğlu İbrahim Bey'e bir mektup göndererek şöyle demişti: "Bu Şeyh Cüneyd'in muradı sûfîlik değildir. Şeriatı bozup emaret talep eder" (Âşık-paşazâde, Tarih, s. 250). Abdüllatîf el-Kudsî'nin yaşadığı dönemde Anadolu'da yaygınlaşan bâtıl mezhep ve tarikatlara karşı daha Orhan Bey zamanında mü­cadeleye başlanmış, bu akımlara men­sup kişiler takip edilerek tesirsiz hale getirilmeye çalışılmıştır. Onun mensup olduğu Zeyniyye tarikatında ise Ehl-i sünnetin belirlediği sınırlar titizlikle ko­runmuştur. Bu durum Zeynüddîn el-Hâfî ve Abdüllatîf el-Kudsî'nin eserle­rinde açık bir şekilde görülmektedir.

Abdüllatîf el-Kudsî'nin tasavvuf tarihi açısından en önemli özelliği, Zeyniyye tarikatını Anadolu'ya getirmiş olması­dır. Bu tarikat günümüze kadar ulaşa­mamışsa da özellikle Şeyh Vefa döne­minde en tesirli tasavvufî mektepler­den biri olmuştur. Bazı kaynakların Hal-vetiyye'nin bir kolu olarak gösterdikle­ri Zeyniyye tarikatı, icazetnamelerden de anlaşıldığı gibi. aslında Sühreverdiy-ye'nin bir koludur. Yetiştirdiği birçok sûfî arasında, kendisinden sonra post-nişin olan Tâceddin İbrahim Karamâ-nî. Şeyh Vefa diye bilinen Muslihuddin Mustafa b. Ahmed ve Âşıkpaşazâde'yi Özellikle kaydetmek gerekir. Bazı tarihî eserler Molla Fenârfyi de Abdüllatîf el-Kudsî'nin müridi gösterirlerse de bu­nun doğru olması çok şüphelidir. "Zahi­rî ve bâtınî ilim!er"i şahsında birleşti­rerek yalnız dervişleri değil, zamanın güçlü âlimlerini de kendisine bağlayan Abdüllatîf el-Kudsî, bu özellikleriyle Os­manlı Devleti'nin temelinde bulunan di­nî, fikrî yapının mimarlarından biri sayı­labilir.

Eserleri. 1. Tuhfetü'1-vâhİbi 1-mevo-hib iî beyânı makâmât ve'î-merâtib. Eser nefs. ruh, kalp ve sır makamla­rından sonra birçok tasavvufî ıstılahın açıklandığı şu bölümleri ihtiva etmekte­dir: Ruhun cesedin köleliğinden kurtul­ması, Hak Teâlâ'ya doğru devamlı seyr, varlıkta zıtların görünüşü, müşahede deryasında İstiğrak, kemali hakikatle­rin gerçekleşmesi, vuslatın kemal nok­tasında zaferin tahakkuku. Eserin mü­ellif hattıyla olan bir nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'ndedir (AY, nr. 4495). 2. Hâdi'l-kulûb ilâ likö'i'I-mah-bûb. İki ana bölümden meydana gel­miştir. Birinci bölümde sahih akîde, Al­lah'ın zât, sıfat ve fiillerinin ispatı ele

Abdüllatîf el-Kudsî'nın müellif hattı Tuhletıi'l-vShibi'i-mevâhib (î beyânı makâmst ue'l-merâiıb adlı eserin­den bir sayfa (iu KtP . ay. nr 4495. ur tr j

alınmış, sem'iyyât* konulan geniş şe­kilde izah edilmiştir. İkinci bölümde şeyh ve mürid konularına yer verilmiş, ikisi­nin de âdâb ve erkânı maddeler halin­de açıklanmıştır. Klasik kelâm konulan ile tasavvuf ve tarikat meselelerinin aynı eserde ele alınmış olması dikkate değer bir özelliktir. Yazma bir nüshası, Süley-maniye Kütüphanesİ'nde (Yazma Bağış­lar, nr. 167) bulunmaktadır. 3. Keşfü'l-ictikhd fi'r-reddi calâ mezhebi'l-iihâd. Bâtıl mezhep ve tarikatlara karşı reddi­ye olarak yazılan eserde müellif Cebriy-ye, Mu'tezile. Bâtıniyye ve Dehriyye'den Hurufîliğe kadar pek çok cereyanı ele almış, bunların tahlil ve tenkitlerini yapmıştır. Hulüliyye, İbâhiyye ve Me-lâmiyye de üzerinde önemle durduğu cereyanlar arasındadır. Eser, mezhepler ve tarikatlar tarihini ilgilendirdiği ka­dar, XV. yüzyıl Osmanlı ülkesinin dinî, fikrî durumu hakkında da önemli bilgi­ler ihtiva etmektedir. 4. Şifâ* ü'l-müte-3ellim iî âdâbi'l-mucaîlim ve'1-müte-callim. Bu eserde hoca-talebe münase­betlerini ele almış, ilim, ilmin fazileti, ilimlerin tasnifi hakkında bilgiler ver­miş, medrese ilimlerine temas ederek

257

ABDÜLLATÎF el-KUDSÎ



metot hakkında çeşitli görüşler ileri sürmüştür. S. Kitâbü Emr bi'1-ma'rûf ve'n-nehy 'ani'l-münker. Diğer eserle­rine göre hacmi küçük olan bu eserinde Abdüllatîf el-Kudsî, meseleyi Kur'an ve hadis çerçevesinde ele almış, konuya ta-savvufî irşaddan çok genel anlamda teb­liğin usul ve imkânları açısından yaklaş­mıştır. Son üç eser Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi'nde (Ulu-cami, nr. 1479) bulunmaktadır.

Keşiü'I-i'ükâd adlı eserinde bahset­tiği İktibâsü ref'i'l-iltibâs fî beyâni tarîki'n-nâs ve bazı kaynaklarda kendi­sine nisbet edilen Nefhatü'l-eshâr ve rihletü'I-esrar adlı eserlere henüz rast­lanmamıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Âşıkpaşazâde. Târih (nşr. N. Atsız!, İstanbul 1949, s. 249-250; Lâmiî. Nefehât Tercümesi, s. 550; Taşköprizâde, Şaka* ik (nşr. Ahmed Sub-hî Furati, İstanbul 1405/1985, s. 68; Mecdî, Şakaik Tercümesi, İstanbul 1269, I, 80; Keş-fü'z-zunûn, I, 134; II, 1398; Evliya Çelebi. Se­yahatname, II, 17; İsmail Beliğ, Güldeste, Bur­sa 1302, s. 97; Harîrîzâde. TibySn, II, 103b; Mehmed Şemseddin, Yâdîgâr-ı Şemsî, Bursa 1332, s. 100; Osmancı Müellifleri, I, 391; He-diyyetü'l-'ârifîn, I, 616; Hüseyin Vassâf. Se­fine, I, 264-265; Kâmil Kepecioğlu, Bursa Kü­tüğü, Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Ktp., Genel bl., nr. 4521, IV, 189; Uzunçarşılı. Os­man/ı Tarihi, I, 533; E. Hakkı Ayverdi, Osman­lı Mimarisinde Çelebi ue II. Sultan Murad Dev-ri, İstanbul 1972,11,353.

Iffll Mustafa Kara

P ABDÜLLATİF SUBHİ PAŞA (bk. SUBHİ PAŞA, Abdüllaüf).

ABDÜLLATİF et-TÎBAVÎ

(1910-1981)

Tarih, eğitim ve Ortadoğu

üzerindeki çalışmalarıyla

tanınan çağdaş Arap alimi.

29 Nisan 1910'da Kudüs yakınların­daki Tayyibe köyünde doğdu. I. Dünya Savaşı'nın çalkantılı yıllarında ilk okulu köyünde bitirdikten sonra Tulukerm'de liseye devam etti. Daha sonra Kudüs'te­ki Arab College'e kaydoldu. Burada öğrenimine devam ederken Mısır'da ya­yımlanan el-Hilöl dergisinin modern Yakındoğu tarihinde en kritik olayın hangisi olduğu konusunda düzenlediği yarışmada iki yüzden fazla yarışmacı arasında birinci oldu. Ödül alan çalış­ması el-Hİlâl'de ve daha sonra Muhd-

darât adlı kitabında yayımlandı. Yüksek öğrenimini, kazandığı bir bursla Beyrut Amerikan Üniversitesi"nde yaptı. Üni­versitedeki öğrencilik yıllarında çeşitli dergilerde yazılar yazdı. Yine bu sırada, iki dilde araştrma yapabilecek genç­lerin katılabildikleri bir yarışmada iki ayrı çalışmayla ödül kazandı. İngilizce araştırması "The Christians Under Mu-hammed and His First Two Successors". Arapça araştırması ise "el-İhvânü's-Sa-fâ" başlığını taşıyordu. et-Taşavvufü'I-İslömî adlı ilk çalışması yine bu yıllarda neşredildi (Kahire 1928). 1929'da yük­sek öğrenimini tamamladıktan sonra eğitim müfettişi olarak Kudüs'te me­muriyete başladı. Ayrıca İngiliz manda yönetiminde bulunan Filistin'de idarî ve ilmî görevlerde bulundu. Burada görev­li olduğu yıllarda eğitim ve öğretimin ilerlemesine, okul sayısının artmasına ve kültür seviyesinin yükselmesine bü­yük önem verdi; gençlik meseleleriyle de yakından ilgilendi. İngilizce ve Arap­ça yayımlanan çeşitli gazetelerde yazı­lar yazdı. İsrail Devleti'nin kurulması üzerine (1948) birçok Arap gibi o da İn­giltere'ye göç etti. Londra Üniversitesi'n-de önce felsefe (1952), sonra da edebi­yat doktorası (1962) yaptı. Bir süre BBC-nin Arapça bölümünde çalıştıktan sonra Londra Üniversitesi Eğitim Enstitüsü­ne İslâm eğitimi profesörü olarak tayin edildi ve emekli olduğu 1977'ye kadar bu görevinde kaldı. 1960-1963 yılları arasında araştırmalarını Harvard Üni-versitesi'nde sürdürdü. Burada Ameri­can Interests in Syria 1800-1901 adlı çalışmasını hazırladı. Londra Üniversi-tesi'nde iken eğitim ve Ortadoğu tari­hi alanında yüzlerce öğrenci yetiştirdi, çok sayıda tez ve seminer yönetti, bir-

Abdüllatîf et-Tibâvî

çok araştırmayı gerçekleştirdi. 16 Ekim 1981de Londra'da bir trafik kazasın­da Öldü.

Abdüllaüf et-Tibâvî. çeşitli dergilerde yayımlanan çok sayıda makalesi yanın­da, bazıları Arapça, Farsça, Fransızca, Almanca ve İtalyanca'ya da tercüme edi­len eserler kaleme aldı. Bu arada, daimî üyesi olduğu Şam'daki el-Mecmau'1-il-miyyü'l-Arabfnin çıkardığı Mecelletü'l-Mecmaci'l-Cilmiyyi'l-CArabi adlı der­gide birçok makalesi yayımlandı. Haya­tının son yirmi yılında çeşitli gazete ve dergilerde çıkan elliden fazla makalesi arasında özellikle ikisi önemlidir. Bun­lardan biri "Critiques of English Speak-ing Orientalists and their Approach to İslam and the Arabs" (Islamic Quarterly, Vlli/3-4, London 1964; XXIII/1, 1979); diğeri "On the Orientalists Again'dir {Musiim World, XX/ 1, 1981). Bu makale­lerde, müsteşriklerin İslâm dini ve özel­likle Kur'ân-ı Kerîm hakkındaki görüş­lerini tenkit etmiş. İbn İshak'ın Sîretü Resûlillâh adlı eserinin İngilizce tercü­mesi {The Life of Muhammed, London 1955) sebebiyle Alfred GuiIIaume"u ve ayrıca R. V. Sergeant ile B. Levvis'i de çeşitli konularda eleştirmiştir. Bunla­rın dışında, Filistin davasını destekle­yen ve bu konuyla İlgili tarihî gerçek­leri dile getiren pek çok yazısı The Times'ta neşredilmiştir.

Tîbâvî 1977 yılında Londra Üniversİ-tesi'nden emekli olunca, aralarında Dr. Habîbülhak Nedvfnin de bulunduğu ar­kadaşları, kendisine ithaf edilen ve dünyanın birçok ülkesinden çeşitli ilim adamlarının otuzdan fazla makalesini ihtiva eden bir armağanı Arabic and Isîamic Garland adıyla yayımladılar.

Eserleri. 1. Arab Education in Man-datory Palestine. XIX. yüzyılda Filistin. Suriye ve Lübnan'a Batı kültürünün nü­fuzunu konu alan eser, Ortadoğu'nun eğitim ve tarihine ışık tutması bakımın­dan önemlidir (London 1956). 2. British Interests in Palestine 1800-1901. Ya­yımlanmamış İngiliz ve Osmanlı orijinal kaynaklarına dayanılarak hazırlanan ve özellikle İngiliz misyoner cemiyetleriyle kültür kurumlarını ele alan bir eserdir (Oxford 1961). 3. Muhâdarât fî târihi'l-'Arab ve'1-İslâm. İslâm ve Arap tarihi üzerine verdiği konferanslarını ihtiva etmektedir (I-II, Beyrut 1963, 1966). 4. American Interests in Syria 1800-1901. Türkiye. Mısır, Suriye, Lübnan ve Amerikan misyoner cemiyetlerinin ar­şivlerinden faydalanmak suretiyle ha­zırladığı bir eserdir (Oxford 1966).

258

ABDULMECID



Ayrıca et-Tasavvuf ü'1-İslâmiyyü'î-'Arabî (Kahire 1928); Cemâ'atü İhvâ-ni'ş-Şafâ (Beyrut 1931); The Husain-Mc Mahon Correspondence (Jaffa 1938); The Faisal'Weizmann Agreement (Jaf­fa 1938); et-Terbiye ve't-ta'îîm fi'l-İs-lâm (Kudüs 1942]; A Modern History ol Syria Including Lebanon and Pal-estine (Macmillan 1969); îslamic Edu-cation-Its Traditions and Modernisa-tion into the Arab National Systems (London 1972); Arabic and îslamic Themes: Historical, Educational and Literary Studies (London 1976); Anglo-Arob Relations and Question of Pal-estine 1914-1921 (London 1977) adlı eserleriyle Engîish-Speaking Oriental-ists ILondon 1964); Al-Ghazali's Tract on Dogmatic Theology (London 1965); Russian Cultural Penetraüon of Syria-Palestine İn the Nineteenth Century (London 1966) ve Jerusalem: Its Place in İslam and Arab History (Beyrut 1969) gibi bazı monografileri ele vardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Mahmoud Akhal Droubie, "A Biography", Arabic and Islamic Gariand Presented to Ab-dut-Laüf Tibaıvi, London 1977, s. 11-18; Do-nald P. Little, "Three Arab Critiques of Ori-entalism", The Müslim World, LXIX/2, Mew York 1979, s. 110-131; "Obıtuary Dr. Tiba­ıvi", The Islamic Quarterly, XXV/l-2, London 1981, s. 66; A. S. Bazmee Ansari, "Dr. A. L. Tibawi (Abdul Latif al-Tibawi)"r Hl, V/2 (1982}, s. 111-113. [-1

MU A. S. Bazmee Ansarî

ABDÜLMECÎD

L

(1823-1861)



Osmanlı padişahı (1839-1861).

J

Babası II. Mahmud, annesi Bezmiâlem Valide Sultan'dır. 25 Nisan 1823te İs­tanbul'da doğdu. Tahsil ve terbiyesine itina edilerek zamanın icaplarına göre. tıpkı Avrupalı bir prens gibi yetiştiril­di. Konuşacak ve okuduğunu anlayacak kadar iyi Fransızca öğrendi. Avrupa neş­riyatını yakından takip eder, temas et­tiği yabancılarla çeşitli konulan tartı­şırdı. Batı mûsikisine ve yaşayış tarzı­na hayrandı.



1 Temmuz 1839'da babasının ölümü üzerine, on yedi yaşında iken tahta geçti. Devlet idaresindeki tecrübesizli­ği, devletin o sırada içinde bulunduğu meseleleri halletmesini güçleştiriyordu. Zaaf ve aczini bilen genç padişah, dev-

let büyüklerine nasihatlerini dinleyece­ğine ve kendilerine güveneceğine dair söz verdi. Yabancı sefirlere de II. Mah-mud'un başlattığı ıslahata devam edile­ceği bildirildi. Bu sırada Mısır meselesi­nin ikinci safhası Nizip mağlûbiyeti (24 Haziran 1839! ile vahim bir hal almıştı. Devlet ileri gelenleri arasındaki reka­bet de iyice artmıştı. II. Mahmud'un ce­naze merasimi sırasında. Meclis-i Vâ-lâ-yı Ahkâm-ı Adliyye Reisi Koca Hüs-rev Paşa. Başvekil Mehmed Emin Rauf Paşa'dan mühr-i hümâyunu zorla ala­rak kendisini sadrazam ilân ettirdi (2 Temmuz 1839).

Henüz Nizip bozgunundan haberdar olmayan padişah Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa'yı affederek meseleyi çözmek istedi. Orduya ve donanmaya harekâtı durdurmaları için haber gönderdi. Köse Akif Efendi Çanakkale boğazı açıkların­da bulunan Osmanlı donanmasına ha­beri verdikten sonra Mısır'a giderek Mehmed Ali Paşa'ya padişahın kendisi­ni affettiğini bildirdi. Kaptanıderya Ah-med Fevzi Paşa ise rakibi olan Hüsrev Paşa'nın sadârete gelmiş olmasından çekinerek donanmayı Mısır'a götürüp Mehmed Ali Paşa'ya teslim etti (3 Tem­muz 1839). Kısa bir süre sonra da Ni­zip mağlûbiyeti haberi İstanbul'a ulaştı. Osmanlı Devleti'nin ordusuz ve donan-

masız kalmasından cesaret alan Mısır valisi padişahla anlaşmaya yanaşmadı. Öte yandan İngiltere, Fransa, Rusya. Avusturya ve Prusya, verdikleri ortak bir nota iie Mısır meselesinin kendileri­ne danışılmadan çözülmemesini istedi­ler (27 Temmuz 1839). Bu notanın kabul edilmesiyle Osmanlı tarihinde yeni bir dönem başlamış oldu. Böylece Osmanlı Devleti bir bakıma Avrupa devletlerinin vesayeti altına girdi.

Bu sırada Londra ve Paris'te Osmanlı Devleti'ndeki ıslahat hazırlıkları ve geti­receği faydalar konusunda temaslarda bulunan Hariciye Nâzın Mustafa Reşid Paşa derhal İstanbul'a döndü. Mısır me­selesinde Avrupa'nın yardımının sağlan­ması için onları memnun edecek bir re­form programının ilânına genç padişa­hı razı etti. Mustafa Reşid Paşa, bizzat hazırladığı Gülhane Hatt-ı Hümâyunu veya "Tanzimat Fermanı" adı verilen re­form programını, bütün cemaat liderle­rinin ve yabancı devlet sefirlerinin hu­zurunda okudu (3 Kasım 1839). Tanzi­mat devrini açan bu belge, millî hâkimi­yet prensibini kapsamamakla birlikte, şahsî ve mülkî emniyeti, bir kısım hak­ların korunması gibi esasları kabul ede­rek devlet ile fert arasındaki münase­betleri tayin edecek kanunların çıkarıla­cağını vaad ediyordu. Bazı iç ve dış olay­lar sonucu ilân edilen Tanzimat Ferma­nı, keyfî idareye son vermeyi de amaç­lıyordu.

Bu fermanın sağladığı uygun hava, bir Avrupa meselesi halini almış olan Mısır meselesinin çözümünü kolaylaş­tırdı. İngiltere'nin teklifi üzerine beş büyük devlet Londra'da bir araya gel­diler. Mısır valisini destekleyen Fran­sa dışarıda bırakılarak İngiltere. Rusya, Avusturya ve Prusya arasında Londra Antlaşması imzalandı (15 Temmuz 1840). Mısır valiliği veraset yolu ile Mehmed Ali Paşa'ya bırakılarak işgal ettiği top­raklar ve Osmanlı donanması geri alın­dı. 13 Temmuz 1841de yine aynı dev­letler Londra'da imzaladıktan Boğazlar Sözleşmesi ile Osmanlı Devleti'nin Bo­ğazlar üzerindeki hâkimiyetini ve ya­bancı savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçemeyeceği esasını kabul ettiler. Dev­letin ıslahat işleriyle meşgul olduğu bir sırada. İngiltere ve Fransa'nın Ortado­ğu'da giriştikleri nüfuz mücadelesi yü­zünden Suriye ve Lübnan olayları patlak verdi (1845). Hariciye Nâzın Şekib Efen­di Beyrut'a gönderilerek durum yatıştı-rılmaya çalışıldı.

259

ABDULMECIO



Avrupa'da başlayan 1848 ihtilâlleri sı­rasında Avusturya'ya karşı istiklâl mü­cadelesi veren Macar milliyetçileri Tür­kiye'ye sığındı. Avusturya ve Rusya'nın harp tehditlerine rağmen, Abdülmecid'-in mültecileri iade etmemesi Avrupa'­da Osmanlı Devleti lehine büyük yankı uyandırdı. Bu ihtilâller Eflak-Boğ da n'a da yayıldı ve mesele. Ruslar'la yapılan Baltalimanı Antlaşması (1 Mayıs 1849) ile geçici bir sonuca bağlandı. Fakat bir süre sonra ortaya çıkan "mukaddes ma­haller meselesi" Osmanlı Devleti ile Rus­ya'yı savaşa sürükledi. Kudüs'teki Kato­likler'! himaye etmek için müracaatta bulunan Fransa'ya karşı, Rusya da Or-todokslar'ın haklarını korumak iddiasıy­la harekete geçti. Babıâli'ye verdiği bir nota ile Ortodoks Osmanlı tebaasına geniş haklarla birlikte bunların himaye hakkının da kendisine verilmesini iste­di. Osmanlı hükümeti bunu reddedince Eflak-Boğdan'ı işgal etti. Bunun üze­rine Rusya'ya savaş ilân edildi (4 Ekim 18531. Tarihe Kırım Harbi olarak geçen ve 30 Mart 1856'da imzalanan Paris Muahedesi ile son bulan bu savaşta İn­giltere. Fransa ve Piyemonte Osmanlı Devleti'nin yanında yer aldı. Avusturya ve Prusya ise tarafsız kaldı.

Savaşta ordularıyla yardım eden müt­tefikler, Abdülmecid'den Tanzimat Fer-manı'nı teyit eden ve onu tamamlayan bir ıslahat fermanı almaya muvaffak oldular. Fransız ve İngiliz elçileriyle sad­razam ve şeyhülislâmın birlikte hazırla­dıkları Islahat Fermanı, Paris Kongresi başlamadan padişah tarafından ilân edildi (18 Şubat 1856). Osmanlı tebaası gayri müslimlere, savaştan önce Rus­ların teklifinden daha fazla haklar ve­ren ve Batı sermayesinin Türkiye'ye gir­mesini kolaylaştırıcı hükümler taşıyan Islahat Fermanı, Paris Muahedesi'nde de zikredildi. Böylece ıslahat konusun­da. Batılı devletlere müdahale etme hakkı verilmiş oldu. Buna karşılık Os­manlı Devleti'nin, diğer devletlerin te­minatı altında toprak bütünlüğünü ko­ruma ve Avrupa devletleriyle eşit hakla­ra sahip olma prensibi kabul edildi.

Abdülmecid dönemi ıslahat tarihi açısından büyük önem taşır. Padişah, ilân ettiği fermanlara sadık kalarak, çeşitli unsurları eşitlik prensibi içinde ve Osmanlıcılık fikri etrafında birleştir­meye çalıştı. Fakat özellikle gayri müs-lim unsurlarda uyanan milliyetçilik duy­gularının Islahat Fermanı'nın getirdiği imtiyazlarla desteklenmesi, dinî. iktisa-

dî ve millî haklara kavuşan azınlıkların Batılı devletlerce de himaye edilmeleri, böyle bir birliğin kurulmasını imkânsız hale getirdi.

Abdülmecid'in de önceki padişahlar gibi kendi üstünde tanıdığı tek kuvvet şeriattı. Bütün icraatını ve iradesiyle yaptığı yeni düzenlemeleri şeriata uy­gun yapmak zorunda olduğu inancıyla hareket ediyordu. Diğer taraftan Ab­dülmecid. devlete devrinin şartlarına uygun bir düzen vermekten başka çare bulunmadığına da inanmıştı. Islahatçı düşünceye sahip devlet adamlarını des­teklemesi de bundan dolayı idi. Onlar umumi idarede yeni düzenlemelere gi­derken, kendisi de eski padişahların tâbi olduğu bazı gelenek ve usullerde yenilik yapmaya çalıştı.

Abdülmecid. başta demiryolları ol­mak üzere Batı memleketlerinde bulu­nan bütün medeniyet vasıtalarını almak azminde idi. Avrupanın hükümet şeklini de incelemişti. Avusturya'nın mutlaki-yet idaresini, Fransa'nın meşrutî krallık

sistemine tercih ettiğini söylüyordu. Pa­dişahlık ve hilâfet konusundaki fikirleri kendisinden önceki padişahlardan fark­lı değildi. Hilâfet ve saltanatın Allah'­ın ihsanı olduğuna inanmakta idi. Bun­dan dolayı Osmanlı İmparatorluğu "Me-mâlik-i Mahrûsa-i Şahane", Osmanlı te­baası da "vedîa-i ilâhiyye" olarak kabul edilmekte idi. Mülk ve tebaasını idare etmek hususundaki haklarının "hukök-ı saltanat-ı seniyye'yi teşkil ettiğine kani idi. Bu sebeple bütün memurları tayin ve azletme yetkisine sahipti.

Abdülmecid. padişahların sarayda ka­palı kalma geleneğine son vererek za­man zaman halkın arasına katıldı ve onların meseleleriyle ilgilendi. Ara sı­ra Babıâli'ye giderek vekiller heyetinin toplantılarına katıldı. Her yıl Meclis-i Vâlâ'yı bir nutukla açmayı âdet haline getirdi. Sık sık kışlaları ve tersaneyi tef­tiş etti. Camilerde verilen icazet mera­simlerinde, askerî ve rüşdiye okulların­da yapılan imtihanlarda hazır buluna­rak talebeye ve hocalara teşvik edici

260

ABDULMECİD



sözler söyledi. Halkın ihtiyaçlarını yerin­de görmek ve şikâyetlerini dinlemek için memleket içinde bazı seyahatlere çıktı. 25 Haziran 1844'te İzmit, Mudan­ya, Bursa. Gelibolu, Çanakkale ve Ada-lar'ı ziyaret etti. 29 Nisan 1846da Ru­meli gezisine çıktı. Aynı yılın temmu­zunda Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa'nın bir ay süreyle İstanbul'u ziyaretini ka­bul etti.

Abdülmecid. eski padişahların uygu­ladıkları bazı kuralları da değiştirdi. Ya­bancı elçilerin padişahla siyasî konular üzerinde görüşmeleri âdet değilken, Kı­rım Harbi arefesinde elçilerin görüşme taleplerini kabul etmeye başladı. Bun­dan böyle elçiler randevu alarak padi­şahla görüşme imkânı buldular. Yalnız İngiliz elçisi Stradford Canning randevu almadan padişahla görüşebiliyordu. Bu elçinin padişah nezdinde nüfuzu o ka­dar fazla idi ki diplomatlar tarafından kendisine "taçsız sultan" lakabı veril­mişti. O zamana kadar Avrupa hanedan mensuplarının ziyaretleri iade edilmez­ken, Abdülmecid Fransız elçiliğine gide­rek Prens Napolyon'un ziyaretini iade etti. Yine onun zamanına kadar Osman­lı padişahlarınca nişan verilir, fakat alın­mazken ilk defa o. Fransız İmparatoru III. Napolyon'un "Legion d'honneur" ni­şanını kabul ederek bu geleneği de bozdu. Yine bu vesile ile Fransız elçisi­nin 4 Şubat 1856'da verdiği baloya ka­tıldı.

Abdülmecid, II. Mahmud'un kurduğu başvekillikten vazgeçerek sadrazamlık makamını yeniden tesis etti. Yirmi yıllık saltanatı süresinde yirmi iki sadrazam değiştirdi. Karakter itibariyle hissî ve alıngan olan padişah, mizacına uygun düşmeyen nüfuzlu sadrazamları azle­derdi. Ayrıca çevresinin tesirlerine kapı­lır, kadınlarının, kızlarının ve damatları­nın telkinleriyle hareket ederdi. Padişa­hı sadrazam değiştirmeye sevkeden başlıca sebeplerden biri de dış müda­hale idi. Tanzimat'tan sonra Avrupa devletlerinin müdahalesi arttı. İngiltere ve Fransa'nın İstanbul'daki elçileri padi­şaha akıl hocalığı yapmak hususunda çetin bir mücadeleye giriştiler. Osmanlı devlet adamları da İngiliz ve Fransız ta­raftarı olarak ikiye ayrıldı. Mustafa Re-şid Paşa İngiliz, Âlî, Fuad, Kıbrıslı Meh­med ve Serasker Rıza paşalar da Fran­sız taraftarı idi. Abdülmecid İngiliz ve Fransız hükümetlerinin İstanbul'daki elçileri vasıtasıyla yaptıkları baskı dere­cesine göre bu iki gruptan birini iktidar

mevkiine getirirdi. Elçilerin devlet işleri­ne ve en çok sadrazam azil ve tayinleri­ne müdahaleleri o dereceye vardı ki, Osmanlı Devleti Fransa ve İngiltere nez­dinde şikâyette bulunmak zorunda kal­dı. Bu devletler elçilerine talimat gön­dererek müdahaleden kaçınmalarını is­tediler. Bu karardan pek çok Osmanlı paşası memnun olmadığı gibi elçiler de talimata aldırmadılar.

Abdülmecid döneminde şeyhülislâm­lar Meclis-i Vükelâya katılmakla birlik­te politik nüfuzları büsbütün azalmıştı. Bundan dolayı sık sık sadrazam değiş­tiği halde, bu dönemde sadece dört de­fa şeyhülislâm değişti. Devlette en yük­sek maaşı, yüz bin kuruş ile şeyhülislâm alıyordu. Nizamiye askerinin başında bulunan serasker, ayrıca kara kuvvetle­rinin de kumandanı sayıldı. Sadrazam­ların "serdâr-ı ekrem" unvanıyla sefere gitmeleri ve askere kumanda etmeleri usulüne son verildi. Bâb-ı Seraskerrnin nüfuzu arttı. Seraskerlik rütbesi, sadra­zamlık ve şeyhülislâmlıkla aynı seviyeye getirildi. 1845'te Zabtiye Müşirliği ku­rularak İstanbul'un ve eyaletlerin asayi­şi bu makama devredildi.

Abdülmecid devrinde ayrıca. II. Mah-mud zamanında kurulan meclislerin ve nezâretlerin sayıları arttırıldı. Her türlü idarî ve kazaî işlerin yüksek karar mer­cii olan Dîvân-ı Hümâyun önemini kay­betti. Onun yerini nazırların teşkil ettiği Meclis-i Hâs veya diğer adıyla Meclis-i Vükelâ aldı. Babıâli'de sadrazamın baş­kanlığında Adliye reisi. Hariciye nâzın. Maliye nâzın, Hazîne-i Hassa nâzın, Ev-kaf-ı Hümâyun nâzın Ticaret nâzın, Zabtiye müşiri, Sadâret müsteşarı. Vali­de kethüdasından oluşan Meclis-i Hâs'ın önemi arttı. 1850'de, bu meclise giren memurların padişaha ve devlete sada­katle hizmet edeceklerine dair yemin etme usulü getirildi. Bu usul giderek diğer memuriyetlerde de yayıldı.

1853 yılında Meclis-i Âlî-i Tanzimat kurularak Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Ad-liyye'nin kanun yapma yetkisi bu mecli­se verildi. 1843'te Meclis-i Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî genişletildi. Topçu sınıfını düzen­lemek üzere Meclis-i Tophâne-i Âmire, eğitim işlerini teşkilâtlandırmak, yürüt­mek ve kontrol etmek için de 1845'te Meclis-i Maârif-i Umûmiyye kuruldu. 1856 yılında Maarif Nezâreti'nin teşki-liyle meclis bu nezârete devredildi. Malî konulan incelemek ve gerekli teklifle­ri yapmak için de 1846 yılında Meclis-i Mâliyye kuruldu. Islahat işlerini düzen-


Yüklə 1,08 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin