leme ve kontrol etme görevi 1854'te Meclis-i Âlî-i Tanzîmat'a verildi. Devletin en yüksek istişare meclisi görevini yapmak üzere, 1855'te Meclis-i Âlî-i Umûmî adıyla bir meclis oluşturuldu. Bunlardan başka, kaptan paşa lığa bağlı Meclis-i Bahriyye, Ziraat Nezâreti'ne bağlı Meclis-i Ziraat ve Meclis-i Maâdin. Zabtiye müşirine bağlı Meclis-i Zabtiyye gibi meclisler meydana getirildi.
Taşra teşkilâtı Fransız mülkî idare sistemi esas alınarak yeniden düzenlendi. Eyaletlerde valinin etrafında mahallî meclisler teşkil edildi. Meclislerde gayri müsümlere de temsil hakkı tanındı. Mülkiye memurları için ilk defa 22 Eylül 1858'de vazife ve salâhiyet kanunu çıkarıldı. Adlı teşkilâtta da önemli yenilikler yapıldı. Tanzimat'tan önce mevcut olan şer'î mahkeme, cemaat ve konsolosluk mahkemelerinin yanı sıra bir de nizamiye mahkemeleri kuruldu. Bu mahkemelere müslüman ve gayri müslim üyelerin tayin edilmesi esası getirildi. Tercüme ve İktibas yoluyla Batılı devletlerden bazı kanunlar alındı. Ceza kanunu 1840'ta, ticaret kanunu 1850'de ve arazi kanunu 18S7de bu yolla alınan belli başlı kanunlardır. Yeni kurulan Adliye teşkilâtı Adliye Nezâreti'ne bağlanırken, eski şer'î mahkemeler şeyhülislâmın faaliyet sahası içinde bırakıldı. 1843 yılında çıkarılan askerî kanunla askerlik hizmeti kur'a usulüne göre bir düzene konuldu. 1856 Islahat Fermanı ile gayri müslimlerin de askere alınmaları esası getirildi. Fakat azınlıkların büyük tepkisiyle karşılaştığı için uygulanamadı.
Eğitim alanında Önemli adımlar atıldı. Devrin bütün aydınlarının görev aldığı Meclis-i Maârif-i Umûmiyye'nin hazırladığı bir kanuna göre ilk öğretim mecburi olacak, ilk ve orta öğretimde para alınmayacak, bir de darülfünun kurulacaktı. Buna bağlı olarak ilk ve orta öğretim işlerini yürütmek üzere 1847'de Mekâtib-i Umûmiyye Nezâreti kuruldu. Sıbyan mektepleri ile rüşdiyeler ıslah edildi. 1858'de İstanbul'da ilk defa kız rüşdiyesi açıldı. 1849'da. rüşdiyelerle dârüjfünun arasında eğitim yapacak olan dârülmaârif (lise) kuruldu. Darülfünun açılışına teşebbüs edildiyse de muvaffak olunamadı. 1845'ten itibaren harp mektepleri üçe ayrıldı ve ardından Harp Akademisi kuruldu. 1847de dâ-rülmuallimîn adıyla ilk defa öğretmen okulu açıldı. Ziraat Mektebi 11847), Orman Mektebi (1859), Telgraf Mektebi
261
ABDÜLMECİD
(1860) ve Mekteb-i Tıbbiyye'ye bağlı olarak Ebe Mektebi (1842) gibi daha pek çok okulun yanı sıra, 1850'de yerli ve yabancı pek çok ilim adamının üye olduğu ilk ilim akademisi sayılan Encü-men-i Dâniş tesis edildi. Türkçe'nin sadeleştirilmesi çalışmaları ve Osmanlı tarihinin yazılması faaliyetleri bu kurum eliyle başlatıldı. Bu kurumun Türk ilmine kazandırdığı en büyük eser, Cevdet Paşa'nm 12 ciltlik Târihidir. Buna rağmen Abdülmecid döneminde eğitim alanında yapılan bu çalışmalarda tam bir başarıya ulaşılamadı. Tıpkı hukuk alanında olduğu gibi eğitimde de ikilik meydana geldi. Medreseler eski düzen-leriyle şeyhülislâmın yönetimine terke-dilirken yeni kurulan okullar Maarif Ne-zâreti'ne bağlandı.
Abdülmecid devrinde ilk özel gazete 1840 yılında çıkmaya başladı. İngiliz asıllı W. Churchill'in çıkardığı Ceride-İ Havadis hükümet tarafından da desteklendi.
Maliyede de önemli ıslahat yapıldı. İltizam* usulü kaldırılarak vergilerin toplanması, merkezden gönderilecek vali derecesinde yetkili muhassıl adı verilen memurların kontrolüne bırakıldı. Ancak hiçbir hazırlık yapılmadan girişilen yeni malî tedbirler bazı karışıklıklara yol açtı. Devletin gelirleri düştü; bunun üzerine ilk defa kâime-i mu'tebere adıyla kâğıt para basıldı. Aynca yeniden iltizam sistemine dönüldü. 1848 yılından itibaren Osmanlı maliyesi sürekli buhranlar dönemine girdi. Kırım Harbi'nin getirdiği ağır masrafları karşılamak üzere ilk defa dışarıdan borç alındı (24 Ağustos 1854); bunu 1855'te ikinci. 1858'-
de üçüncü ve 1860'ta dördüncüsü takip etti. Her borca karşılık memleketin önemli gelir kaynaklan ipotek edildi.
Bir yandan malî imkânsızlıklar, diğer yandan gayri müslim tebaaya verilen geniş imtiyazların ortaya çıkardığı hoşnutsuzluk memleketi tekrar karışıklıklara sürükledi. 1857'de Cidde'de, 1858'-de Karadağ'da olaylar çıktı. Büyük Avrupa devletleri kendi çıkarları doğrultusunda müdahale etmek için bu olayları fırsat bildiler. Bu durum karşısında paniğe kapılan Osmanlı devlet adamları onların her isteğini yerine getiren bir politika takip etmeye başladılar. Abdül-mecid'in bu duruma engel olamaması. Tanzimat Fermanı'nın doğurduğu hoşnutsuzluğu daha da arttırdı.
Muhalifler, Avrupa devletlerinin bir vasi gibi davranmasını önlemek için Ab-dülmecid'i hal'edip Abdülaziz'i tahta geçirmeye karar verdiler. Bir ihbar üzerine, tarihe Kuleli Vak'ası olarak geçen bu isyan teşebbüsü, 14 Eylül 1859'da daha başlamadan bastırıldı. Bu sırada malî vaziyet iyice kötüleşmiş, savaş masraflarını karşılamak üzere ağır şartlarla alınmış olan dış borçlar hazineye büyük bir külfet yüklemişti. Beyoğlu sarraflarından alınan borçların yekü-nü de seksen milyon altın lirayı aşmıştı. Bunlar için rehin verilen mücevherlerle borç senetlerinin bir kısmı yabancı tüccar ve bankerlerin eline geçmişti. Bu durumu sert bir şekilde tenkit eden Sadrazam Âlî Paşa. 18 Ekim 1859'da padişah tarafından azledildi.
Bu sırada. 1856 İslahat Fermanı'nda vaad edilen reformların gerçekleştirilmediği gerekçesiyle İngiltere. Fransa. Avusturya, Prusya ve Rusya tarafından Osmanlı hükümetine bir nota verildi (Ekim 1859) Bu notada reform programının uygulanmasını sağlamak maksadıyla ayrı ayrı müdahalede bulunacaklarını da bildirdiler. Nitekim Rusya ilk adımı atarak. Bosna-Hersek ve Bulgaristan'daki gayri müslimlerin durumlarının milletlerarası bir teftiş komisyonu tarafından incelenmesini istedi. Bu mesele halledilmeden. Fransa ve İngiltere'nin kışkırtmaları sonucu Lübnan olayları tekrar başladı (1860) Dürziler ile Mâ-rûnîler arasında olaylar çıktı. Bu hadise henüz yatışmışken Şam'da karışıklıklar meydana geldi. Karışıklıklar sırasında Hollanda ve Amerikan konsolosları öldürüldü (1860). Olaylar, her zaman olduğu gibi, Avrupa kamuoyuna büyütülerek ve yanlış aksettirildi. Avrupa devletleri Babıâli'ye karşı baskılarını art-
tırdılar. Fransa Beyrut'a asker çıkardı. Fevkalâde komiser görevi ile Lübnan'a gönderilen Hariciye Nâzın Fuad Paşa, Avrupalılar'ı teskin etmek için şiddetli tedbirler aldı. Pek çok Türk subay ve idareciyi, olaylarda ihmali olduğu gerekçesiyle ağır cezalara çarptırdı. Avrupa devletleriyle yapılan müzakereler sonunda Lübnan gayri müslim bir mutasarrıfın idaresinde imtiyazlı bir sancak haline getirildi (9 Haziran 1861).
Çeşitli iç ve dış olaylar, malî buhranlar içinde geçen Abdülmecid devrinde pek çok imar faaliyetlerinde de bulunuldu. Dışarıdan alınan borç paraların bir kısmı ile saray ve köşkler inşa ettirildi. Dolmabahçe Sarayı (1853), Beykoz Kasrı (1855), Küçüksu Kasrı (1857), Mecidiye Camii (1849), Teşvikiye Camii (1854), o devrin belli başlı mimari eserlerindendir. Yine bu devirde Bezmiâlem Valide Sultan tarafından Gureba Hasta-hanesi yaptırıldığı gibi (1845-1846), yeni Galata Köprüsü de aynı tarihte hizmete girdi. Ayrıca pek çok çeşme, cami, tekke ve benzeri sosyal kurumlar tamir edildi veya yeniden yapıldı.
Abdülmecid de babası gibi tüberküloz hastalığına yakalanarak 25 Haziran 186l'de henüz 39 yaşında iken İhlamur Köşkü'nde vefat etti ve Yavuz Sultan Selim Türbesi yanına defnedildi. Çocuklarından Murad, Abdülhamid, Mehmed Reşad ve Vahdeddin daha sonra padişah oldular.
262
ABDULMECID EFENDİ
BİBLİYOGRAFYA:
Seyahatnâme-i Hümâyun lAbdülmecid'in Rumeli Seyahati), İstanbul 1261; Selâhaddin, Bir Türk Diplomatın Eurâk-ı Siyâsiyyesi, İstanbul 1306; Cevdet Paşa. Tezâ/cır(nşr. M. Ca-vid Baysun). Ankara 1986, II, IV; a.mlf., Ma'rû-zât (nşr. Yusuf Halaçoğlu), İstanbul 1980, s. 4-32; Kâmil Paşa. Târîh-i Siyâsî-i Deolet-i Aliy-ye-i Osmâniyye, İstanbul 1325-27, III, 180-233; Lütfî. Târih, İstanbul 1303, VI; 1306, VII; 1328. Vlli; Ahmed Refik. Türkiye'de Mülteciler Meselesi, İstanbul 1926; a.mlf.. "Sultan Abdülme-cid Han'ın Sarayında (Dr. Spitzer'in hatıratı)", TOEM, VI (34), 11333], s. 599-622; Hayreddin. Vesâik-i Tânhiyye ve Siyâslyye Tetebbuâtı, İstanbul 1326,1. 1-104; II. 1-96; Mahmud Cevad. Maârif-i Clmümiyye Nezâreti Târihçe-i Teşkilât ue İcrââtı, İstanbul 1328; Ed. Engelhardt, Türkiye oe Tanzimat (trc. Ali Reşâd), İstanbul 1328, s. 38-168; E. Driault. Şark Meseiesüirc Nafizi, istanbul 1328, s. 215-247; Serge Gor-yanov. Deulet-i Osmâniyye ue Rusya Siyâseti (trc. Ali Reşâd —Macar İskender), İstanbul 1331; Uluğ İğdemir, Kuleli Vahası Hakkında Bir Araştırma, Ankara 1937; İbnülemin, Son Sadrazamlar, İstanbul 1940, l-lll; M. Çağatay Uluçay. Abdülmecid, İstanbul 1956; Ali Fuat Türkgeldİ. Mesâil-i Mühimme-i Siyâsiyye (nşr. Bekir Sıtkı Baykall, Ankara 1960, I. 1-336; İ. H. Danİşmend. Kronoloji, İstanbul 1961, IV, 121-196; Karal. Osmanlı Tarihi, V, 169-264; VI, 1-289; A. H. Ongunsu. "Abdülmecid", İA, I, 92-94; J. Deny. "'Abd al-Madjid I", Ei2 (İng.l, I, 74-75. m
imi Cevdet Küçük
F ABDÜLMECİD EFENDİ ^
(1868-1944)
L.
Son Osmanlı halifesi (1922-1924).
Babası Sultan Abdülaziz, annesi Hay-rânıdii Kadın'dır. 29 Mayıs 1868de İstanbul'da doğdu. Babasının 1876'da tahttan indirilmesinden sonra II. Meş-rutiyefin ilânına kadar sarayda kapalı bir hayat yaşadı. Bu sırada yabancı dil öğrendi. Güzel sanatlarla, özellikle resimle ilgilendi. Amcasının oğlu Mehmed Vahdeddin'in 4 Temmuz 1918'de tahta çıkması üzerine veliaht oldu. 1. Dünya Savaşı sonunda İstanbul işgal altında bulunduğu bir sırada. Sultan Vahdeddin'in bazı davranışlarını alenen tenkit etti. Kuvâ-yı Milliye lehinde beyanlarda bulundu. Hatta bir ara Ankara'ya gitmesi bile söz konusu oldu. Fakat millî harekâtın başına hanedandan birinin geçmesini istemeyen İngilizler onu göz hapsine aldılar.
Zaferden sonra toplanacak barış konferansına hem Ankara, hem de İstanbul hükümetlerinin davet edilmeleriyle başlayan ihtilâf, saltanatın ilgasına kadar vardı. Türkiye Büyük Millet Meclisi.
1 Kasım 1922 tarih ve 431 sayılı iki maddeden oluşan bir kanunla saltanat ve hilâfeti birbirinden ayırarak saltanatı kaldırdı. Böylece İstanbul hükümetine son vermek yoluna gidilmiş oldu. Aynı kanunun ikinci maddesinde ise halifeliğin Osmanlı hanedanına ait olduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu makama hanedanın ilim ve ahlâk bakımından en lâyık olanının seçileceği ifade edilmekteydi. Ancak. 1 Kasım'da saltanatı elinden alınan Vahdeddin'in halife seçildiği de açıklanmamıştı. Vah-deddin iki gün sonraki (3 Kasım 1922) cuma selâmlığına hem halife, hem de padişah sıfatıyla çıktı. Nihayet Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kendisini 16 Kasım'da "ihânet-i vataniyye" ile ithama karar vermesi üzerine 16-17 Kasım 1922 gecesi bir İngiliz zırhlısı ile Türkiye'yi terketti.
Bu hadise üzerine hilâfet makamının boşaldığına hükmeden Türkiye Büyük Millet Meclisi, 19 Kasım 1922 günü Abdülmecid Efendi'yi halife seçti. Kendisine bütün İslâm halifelerinin hâiz olduğu "emîrü'1-mü'minîn" unvanı yerine "halîfe-i müslimîn" unvanının verilmesi kararlaştırıldı. 24 Kasım 1922 günü Topkapı Sarayı'ndaki Hırka-i Şerif Dairesi'nde yeni halifeye biat edildi. Biat merasiminde, Ankara hükümetinin temsilcisi Refet Paşa ile Hoca Müfid Efendi'nin de dahil olduğu mebuslardan müteşekkil bir heyet de hazır bulundu. İlk defa Arapça yerine Türkçe dua edildi. Fatih Camii'nde yeni halife adına Müfid Efendi tarafından ilk defa Türkçe hutbe okundu. "Küçük cihaddan büyüğüne döndük" mealindeki hadîs-i şerifi konu alan hutbede, "büyük cihad" cehalete karşı savaş diye yorumlandı. Yeni halife İslâm âlemine bir beyanname neşrederek kendisini seçen meclise teşekkür etti.
Saltanatsız halifeliğin ne olduğu konusunun tartışılması bir muhalefet cep-
Abdülmecid Efendi
hesi oluşturdu. Cumhuriyetin ilânına kadarki dönemde, halifenin devlet başkanı sayılıp sayılamayacağı yolunda değişik görüşler ortaya çıktı. Ankara hükümetinin İstanbul'daki temsilcisi Refet Paşa. 19 Kasım 1922 tarihli bir yazı ile, Abdülmecid Efendi'nin "halîfe-i müslimîn ve hadi mü "I-Haremeyn" unvanını kullanmak, cuma günleri selâmlık resmine çıkmak ve Fâtih'in sarığı gibi sarık sarmak. İslâm âlemine neşri istenilen beyannamenin bir de Arapça'sını neşretmek talebinde bulunduğunu, Sultan Vahdeddin'i takip hususunda mazur görülmesini istediğini Ankara'ya bildirdi. Mustafa Kemal Paşa ise Abdülmecid Efendi'nin Fâtih'in sarığı yerine redingot giyebileceğini bildirdi. Fakat "halîfe-i müslimîn" yerine "halîfe-i Resûlullah" tâbirini kullanması, imzasını da Abdülmecid bin Abdülaziz Han tarzında yazması uzun tartışmalara sebep oldu. Bununla saltanat fikrinin ortadan kalkmadığı ileri sürüldü.
Bu sırada 21-27 Aralık 1922 tarihinde toplanan Hint Hilâfet Konferansı Abdülmecid'in halifeliğini tasdik ve kabul etti. Yine Hint müslümanları 3 Ocak 1923'te Mustafa Kemal Paşa "ya "mün-cî-i hilâfet" (hilâfetin kurtarıcısı) unvanını verdi. Ankara'da 15 Ocak 1923'te Afyon Mebusu Şükrü Hoca (Çelikalay) tarafından yazılan "Hilâfet-i İslâmiyye ve Büyük Millet Meclisi" adlı bir broşür dağıtıldı. Burada Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hilâfeti saltanattan ayırarak onu siyasî iktidardan mahrum ve sırf lafzî bir müessese haline getiremeyeceği ileri sürülüyordu. Nihayet 15 Nisan 1923'te çıkarılan 334 sayılı "Saltanata Ait Propagandaların Men'İne Dair Kanun'la bu tartışmalara son verilmek istendi.
29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilân edilince hilâfet ve halifenin durumu yeniden gündeme geldi. Gazetelerde halifenin istifa edeceğine dair haberler çıktı. Bizzat Abdülmecid Efendi tarafından yalanlanan bu dedikodular üzerine kamuoyunda meşrutî idare ve halifeliğin devamı konusunda leh ve aleyhte tartışmalar başladı. Tam bu sırada, 5 Aralık 1923 tarihli gazetelerde İngiltere İslâm Cemiyeti adına Ağa Han ve Emîr Ali imzalarıyla Başvekil İsmet Paşa'ya gelen mektubun tercümesi yayımlandı. Burada hilâfet makamının muhafazası, hatta takviyesi ile halifenin şeref ve nüfuzunun iadesi gerektiği savunuluyordu.
263
ABDULMECID EFENDİ
Bu neşriyat üzerine 8-9 Aralık 1923 gecesi Türkiye Büyük Millet Meclisi'n-de gizli bir toplantı yapılarak İstanbul'a bir İstiklâl Mahkemesi heyetinin gönderilmesine karar verildi. Böylece hilâfet taraftan muhalefet sindirildi. Mecliste bütçe görüşmeleri sırasında hilâfetin ilgası ve hanedanın yurt dışına çıkarılmasına dair Urfa Mebusu Şeyh Saffet Efendi ve elli üç arkadaşı tarafından verilen kanun teklifi müzakere edildi. Ali Fethi Be/in başkanlığında toplanan meclis, "böyle bir hareketin İslâm âlemini üzeceği, bundan ancak İngilizler'in memnun kalacağı ve hilâfetin Türkiye için lüzumlu bir müessese olduğu" yolundaki itirazlara rağmen, 3 Mart 1924 tarihinde halifeliği kaldıran ve Osmanlı hanedanını yurt dışına çıkarmayı öngören 431 sayılı kanunu kabul etti.
Abdülmecid Efendi, yanında oğlu Ömer Faruk, kızı Dürrüşehvar, çocuklarının hocası Salih Keramet Nigâr, iki ka-dınefendi, özel kâtibi Hüseyin Nakip ve doktoru Selâhaddin Bey olduğu halde, aynı günün gecesi otomobille Çatalca'ya götürülerek buradan trene bindirildiler. Trene binerken vali tarafından kendisine verilen zarfın içinden 2000 sterlin ile birlikte. İsviçre hükümetince vize edilmiş ve yalnız çıkış için verilmiş olan pasaportların çıkması üzerine, İsviçre'nin Leman gölü kenarında bulunan Territel kasabasındaki Büyük Alp Oteli1 ne telgraf çekilerek yer ayırtıldı.
Otele yerleştikten sonra pek çok Avrupalı gazeteci, halife ile röportaj yapmak üzere buraya akın etti. Avrupa basını, Abdülmecid'İn milletini çok sevdiğini, mütevekkil ve metin göründüğünü, kendisini vatanından ayıranlar hakkında herhangi bir tenkitte bulunmadığını yazıyordu. Çeşitli müslüman ülkelerden Abdülmecid'e gelen telgraflarda hilâfetin lağvından duyulan üzüntü dile getiriliyor, bu konuda gelişen olaylar hakkında ayrıntılı bilgi isteniyordu. Abdülmecid Efendi bu telgraflara bir cevap olmak üzere, 11 Mart 1924 günü haber ajansları vasıtasıyla bir beyanatta bulundu. Burada Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kararını yersiz ve yolsuz bulduğunu, kararı hükümsüz saydığını bütün müslüman cemaatlerine duyurduğunu ilân ettiği gibi, ayrıca bir dinî şûranın toplanmasını istediğini ve bu mukaddes müessesenin ihyası için müs-lümanlardan yardım beklediğini bildir-
di. Bu beyanatının üzerinden dört beş gün geçtikten sonra İsviçre hariciye vekilinin Yakındoğu şubesi müdürü Ab-dülmecid'i ziyaret ederek, beyanatının Türk hükümetince iyi karşılanmadığını ve İsviçre hükümetinden bu gibi faaliyetlere izin verilmemesini talep ettiğini bildirdi.
Abdülmecid ve ailesinin otel masrafları haftada 100 sterlini geçiyordu. Bu yüzden Salih Keramet Nigâr'ı müslüman devletlerin sefirleriyle görüşmek ve yardım sağlamak üzere Paris'e gönderdi. Salih Keramet Nigâr Paris'ten bir şey elde edemeyince Londra'ya geçti. Orada Seyyid Emîr Ali'nin aracılığı ile Hayda-râbâd nizamının Abdülmecid Efendi'ye ayda 300 sterlin tahsisat bağlamasını temin etti. Ekim 1924'te Fransa'ya geçen ve Nis şehrinde sakin bir hayat sürmeye başlayan Abdülmecid burada kendisini ibadete verdi. Haydarâbâd nizamı, büyük oğlu A'zam Câh'a Abdülmecid'İn kızı Dürrüşehvar'ı. küçük oğlu Muazzam Câh'a da Şehzade Selâhaddin Efen-di'nin torunu Nilüfer Sultan'ı istedi. Sade bir merasimle iki Osmanlı prensesinin Haydarâbâd sarayına gelin gitmeleri Abdülmecid Efendi'nin malî durumunun bir hayli düzelmesini sağladı. Hilâfet konusunda İslâm âleminden umduğu ilgiyi bulamadığı için kendisini daha çok ibadete, resim çalışmalarına ve mûsikiye verdi.
Daha sonra Paris'e yerleşen Abdülmecid Efendi, II. Dünya Savaşı'nda Paris bombalanırken 23 Ağustos 1944'te hayata gözlerini yumdu. Bu sırada İstanbul'da bulunan vekili Salih Keramet Nigâr'ın. Abdülmecid Efendi'nin naaşı-nın Türkiye'ye getirilmesi için yaptığı müracaatlar hiçbir sonuç vermedi. Hatta kızı Dürrüşehvar Türkiye'ye gelerek
Abdülmecid Efendiye ait bir tablo
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile görüşmüş ve babasının Paris Camii'nde tahnit edilmiş olarak bekleyen naaşmın vatanına nakledilerek defni için söz almış olmasına rağmen, Abdülmecid'İn naaşı Türkiye'ye getirilemedi. Daha sonra, on yıldan beri bekletildiği Paris Camii'nden alınarak Medine'ye götürüldü; 30 Mart 1954 tarihinde Cennetü'1-Bakî' Mezarlı-ğı'na defnedildi.
Abdülmecid Efendi, döneminin manzara geleneğine rağmen resimlerinde figürü ön plana çıkaran bir üslûp takip etmiştir. "Sarayda Beethoven", "Haremde Goethe", "Saraylı hanım", "Halil Ed-hem" gibi portreleri ve kendi portresi, bu yeni anlayışın güzel örnekleridir. Çok figürlü resimlerinde Doğu ve Batı kültürüne has öğeleri birleştirmeye çalışan Abdülmecid'İn tabloları, ilk olarak 1986'da İstanbul'da özel bir sanat galerisinde sergilenmiştir.
BİBLİYOGRAFYA:
TBMM Gizli Celse Zabıttan, IV, 314-328, 330-353; Râsih [Kaplan] v.dğr., Hâkimiyyet-i MİUİyye ue Hilâfet-i Islâmİyye, İstanbul 1341; M. Kâmran Ardakoç. Hilâfet Meselesi, İstanbul 1955; A. Fuat Cebesoy. Siyâsî Hatıralar, İstanbul 1957, 1. 165; II, 67; Ayşe Osmanoğlu. Babam Abdülhamid, İstanbul 1960, s. 223 vd.; L H. Danişmend. Kronoloji, İstanbul 1961, IV. 228, 469; Salih Nigâr Keramet, Halîfe II. Abdülmecid, İstanbul 1964; Sadiye Osmanoğlu, Hayatımın Acı ue Tatlı Günleri, istanbul 1966; Mehmet Emin Bozarslan, Hilâfet ue ümmetçilik Sorunu, İstanbul 1969, s. 123; G. Jaeschke. Yeni Türkiye'de İslâmlık (trc. Hay-rullah Örs), Ankara 1972, s. 33, 115-123; Kadir Mısıroğlu, Kurtuluş Sauaşmda Sarıklı Mücahitler, İstanbul 1972, s. 418; a.mlf., Os-manoğuiiannın Dramı, İstanbul 1979, s. 241-267; Mahmut Goloğlu. Halifelik Ne İdi? Hasıl Alındı-Niçin Kaldırıldı? Ankara 1973, s. 54 vd.; Adnan Turanı. Batı Anlayışına Dönük Türk Resim Sanatı, Ankara 1977, s. XXVI vd.; A. Afetinan. Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi, Ankara 1977, s. 44, 100; Mete Tuncay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Ankara 1981, s. 68-86; Razi Yalkın, "Son Halife Abdülmecid ve Hânedân-ı Âl-i Osman İstanbul'dan Nasıl Çıkarıldı", Tarih Dünyası Dergisi, sy. 1 vd., İstanbul 1950. v—\
İMİ Cevdet Küçük
r
ABDÜLMECİD FİRİŞTEOĞLU
(bk. FİRİŞTEOĞLU, Abdülmecid).
ABDÜLMECİD el-HAJMİ
L
(fak. HANİ, Abdülmecid b. Muhammed).
264
ABDÜLMEUK b. KATAN
ABDÜLMECİD StVÂSİ
(bk. StvASf, Abdülmecid).
ABDÜLMELtK b. ABDÜLAZÎZ
(bk. İBN CÜREYC).
ABDÜLMEUK b. EBÛ SÜLEYMAN
Ebû Abdillâh Abdülmelik
b. Ebî Süleyman el-Kûfî
(ö. 145/762-63)
Hadis rivayetiyle tanınan âlim.
L
Ebû Süleyman, Ebû Muhammed kün-yeleriyle de anılan ve tebeü't-tâbiînden olan Abdülmelik'in hocaları arasında Saîd b. Cübeyr, Atâ b. Ebû Rebâh, Enes b. Şîrîn önde gelirler. Kendisinden rivayette bulunanların başında ise Yahya b. Saîd el-Kattân, Şu'be b. Haccâc. Süfyân es-Sevrî, Abdullah b. Mübarek gibi meşhur muhaddisler vardır. Cerh ve ta'dil* imamlarının hemen hepsine göre hadis ilminde büyük bir otorite ve aynı zamanda fakihtir. Talebelerinden Cerîr b. Abdülhamîd'İn belirttiğine göre zamanının hadisçileri, hadisle ilgili bir ihtilâf söz konusu olunca, Abdülmelik b. Ebû Süleyman'ın hakemliğine başvururlardı. Ahmed b. Hanbel'e göre ise Abdülmelik sika* olmakla birlikte zaman zaman rivayetlerinde hataya düşmüştür. Buna rağmen Küfeliler'in en kuvvetli hadis hafızlarından sayılır. Bu özelliği sebebiyle talebelerinden Süfyân es-Sevrî ve İbnü'l-Mübârek ondan "mîzan" diye söz ederler.
BİBLİYOGRAFYA:
İbn Ebû Hatim. el-Cerh ue't-ta'dît, Hayda-râbâd 1371-73/1952-53, 11/2, s. 366; Hatfb, Târîhu Bağdâd, Kahire 1349/1931, X, 393; İbnü'l-Cevzî, Şıfatü'ş-şafue (nşr. Mahmûd Fâ-hürî—Muhammed Kal'acî), Halep 1969-73 — Beyrut 1399/1979, IV, 5; Zehebî. A'lâmun-nübelâ", VI,107-109; a.mlf., Mîzânü'I-i'tidâl (nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî), Kahire 1382/ 1963, 11, 656; a.mlf.. Tezkiretul-huffâz, Hayda-râbâd 1375-77/1955-58, [, 155; İbn Hacer. Tehzîbut-Tehzîb, IV, 279.
nn
Iffll Mücteba Uğur
ABDÜLMELİK b. HABİB
(bk. İBN HABİB es-SÜLEMİ).
ABDÜLMELtK b. KATAN
( jLii jt JİLJI-Lt )
Abdülmelik b. Katan b. Nufeyl el-Fihrî (ö. 123/741)
Hatife Hişâm b. Abdülmelik'in Endülüs valisi.
33 (653) yılında doğdu. Harre Sava-şı'nda Müslim b. Ukbe kumandasındaki Emevî kuvvetlerine karşı Medineliler'İn safında çarpıştı. Medineliler'İn yenilgisiyle sonuçlanan bu savaştan sonra ff-rîkıyye'ye kaçtı ve bir müddet sonra Endülüs'e geçerek Kurtuba'ya yerleşti. Charles Martel kumandasındaki Frank-lar'la savaşırken şehid düşen Abdur-rahman el-Gâfiki'nin yerine Endülüs valiliğine tayin edildi (114/732). Ertesi yıl Vasconlar'a karşı bir sefer düzenleyerek büyük ganimetler elde etti. Abdül-melik'i valiliği sırasında meşgul eden en önemli mesele Berberi isyanlarıydı. Bu isyanları bastırmakta başarı sağlayamayınca Halife Hişâm'ın yeni İfrîkıyye valisi Ubeydullah b. Habhâb tarafından görevinden alındı ve yerine Ukbe b. Haccâc es-Selülî getirildi (734). Ukbe, Ab-dülmelik'i hapsedip ileri gelen adamlarını İfrikıyye'ye sürdü. İfrîkıyye'de Arap-lar'la Berberiler arasında meydana gelen savaşta çok sayıda Arap cengâverin öldürülmesi Endülüs'te büyük bir tepki uyandırdı. Vali Ukbe b. Haccâc'a karşı ayaklananan Araplar onu azledip Abdülmelik b. Katan'ı ikinci defa valiliğe getirdiler (739).
Bu olayları öğrenen Halife Hişâm, Ubeydullah'ın yerine vali tayin ettiği Kül-sûm b. lyâz kumandasındaki büyük bir orduyu İfrîkıyye'ye gönderdi. Külsüm Berberîler'le yapılan savaşta yenilip öldürülünce yeğeni Bele b. Bişr. mağlûp birliklerle Sebte'ye (Ceuta) çekildi. Burada Berberîler tarafından kuşatılan Bele. Abdülmelik'ten yardım istedi. Yakın adamlarıyla istişare eden vali onların Endülüs'ü ele geçirmelerinden endişe ederek bu teklifi reddetti. Hatta kendisinden habersiz erzak yardımında bulunan Ziyâd b. Amr et-Lahmryi öldürttü. Ancak bir müddet sonra Berbe-riler'in giderek güçlendiğini görüp İfrî-kıyye'de Arapların başına gelen felâketin ileride kendi başlarına da gelmesinden korkarak Bele b. Bişr ve askerlerini bazı şartlarla Endülüs'e getirtmeyi uygun buldu. Buna göre Bele on kişiyi Abdülmelik'in yanında rehine olarak bulunduracak ve bir yıl sonra askerleriyle birlikte Endülüs'ten ayrılacaktı. İleri sürdüğü şartların kabul edilmesi üze-
Dostları ilə paylaş: |