Dedesinin adının Mustafa olduğu belir­tildiğinden, kaynaklarda Abdülbâki Arif b. Mehmed b. Mustafa seklinde anıl­maktadır. Şiirlerinde Arif mahlasını kul­landığından Arif Abdülbâki olarak da tanınmıştır



Yüklə 1,08 Mb.
səhifə21/25
tarix12.01.2019
ölçüsü1,08 Mb.
#94858
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   25

Abdülvâdîler çok zengin olmamala­rına rağmen başşehir Tlemsen"i cami.

medrese ve saraylarla süslemişler, bu­rayı önemli bir ilim ve ticaret merkezi haline getirmişlerdir (bk. tlemsen).

BİBLİYOGRAFYA:

İbn İzârî, el-BeySnü'l-muğrib (nşr. Muham-med İbrahim el-Kettâni v.dğr.), Beyrut 1406/ 1985, s. 13, 361, 385, 390, 403, 406, 415, 466; İbn Haldun, el- cİber, Bulak 1284 — Bey­rut 1399/1979, VII, 72-149; Hasan b. Muham-med el-Vezzân el-Fâsî. Vasfü İfrtkıyye (trc. Muhammed Huccî— Muhammed el-Ahdar], Beyrut 1983, II, 7-10; Muhammed b. Muham­med el-Endelüsî, el-Hulelü's-sündüsiyye fi'l-ahbâri't-Tünisiyye (nşr. Muhammed el-Habîb el-Heyle), Beyrut 1985, !, 599; Ali b. Ebû Zer1 el-Fâsî, ez-Zahtretü's-seniyye fi târthi'd-devle-til-Mertniyye, Rabat 1972, s. 15, 25, 61, 65, 71-72, 75-76, 80-83, 89, 93, 101, 112, 115-116, 117, 121. 145-146; Halil Edhem, Düveli Islâmiyye, İstanbul 1927, s. 57; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, 367-369; Jami! M. Abu'n-Nasr. A History of the Maghrib İn the Islamic Period, Cambridge 1987, s. 134-143; B. Bel, "Abdülvâdîler", I, 101-102; Enver Ziya Karal, "Barbaros Hayreddin Paşa", İA, II, 311-315; Georges Marçais, "Mermiler", İA, VII, 763-766; a.mlf.. utAbd al-Wâdids", El2 (İng.), I, 92-94; Alfred Bel, "Tlemsen", İA, XII/1, s. 393-398; a.mlf, "Zeyânîler", İA, XIII, 544-545; A. Cour. "Abü Zayyan III", E\2 (İng). I, 168; H. R. İdris, "Hafşids", Ö^İng), |||, 66-69.

imi Erdoğan Merçil

ABDÜLVÂHİD el-CÛZCANİ

Ebû Ubeyd Abdülvâhid b. Muhammed el-Cûzcânî

L

XI. yüzyılda yaşayan müslüman astronom ve matematikçi.



Hayatı hakkında bilinenler, İbn Sînâ'-nın (980-1037) yakın dostu ve Öğrencisi olduğundan ibarettir. Buna göre, arala­rında Önemli bir yaş farkı bulunmaması ve dolayısıyla onun da X. yüzyılın sonları ile XI. yüzyılın ilk yarısında yaşamış ol­ması gerekir. Cüzcân'ın, bugünkü Af­gan Türkistanı'nda Murgab ile Amu-derya arasında, halkının çoğunluğunu Türkler'in teşkil ettiği bir bölge olması, el-Cûzcânî nisbesini taşıyan Abdülvâhid b. Muhammed'in de dostu İbn Sînâ gibi Türk asıllı olabileceğini kuvvetli bir ihti­mal olarak akla getirmektedir.

Abdülvâhid el-CÛzcânrnin İlim âle­mine yaptığı en büyük hizmet İbn Sî-nâ'nın Kitâbü'ş-Şifâ3 adlı eserini ve bu eserin mukaddimesinde yer alan filozo­fun otobiyografisini tamamlamış olma­sıdır. Esere eklediği Önsözden İbn Sî-nâ'nın hayatı hakkında geniş bilgi elde edilmekte, ayrıca onun notlarını kendi-

sinin kitap haline getirdiği ve eksik yer­lerini de tamamladığı öğrenilmektedir. Kıftî, İbn Ebû Usaybia. BeyhakI ve $eh-rezûrî gibi biyografi yazarları. İbn Sînâ hakkında verdikleri bilgileri Cûzcânfden naklettiklerini belirtmektedirler. Bey-hakl'nin Tetimmetü Şıvâni'l-hikme'de açıkladığına göre Cûzcânî, İbn Sînâ'nın eş-Şifâ3 adlı kitabından başka en-Ne-cât'ı ile er-Risâletü'l- calâ 'iyye'sinin de sonlarına matematik ilimleriyle ilgili bi­rer bölüm eklemiş, ayrıca el-Kânûn'un zor anlaşılır yerlerini de şerhetmiştir. Yine Beyhakî, İbn Sînâ'nın Hay b. Yak-zân adlı risalesini de şerhettiğini, ayrıca Kitâbü'l-Hayevân adlı Farsça bir eser kaleme aldığını ve bu eserin bir nüs­hasının o çağda Nîsâbur Nizamiye Kü-tüphanesi'nde mevcut olduğunu bildir­mektedir.

Cûzcânfnin bugüne yalnız iki eseri in­tikal etmiştir. Bunlardan Kitâbü Key-fiyyeti'I-eflâk, gezegenlerin birbirlerine kıyasla yerlerini inceleyen ele geçmemiş bir eserinden bizzat kendisinin yaptığı bir özettir ve üç ayn nüshası bulunmak­tadır (Oxford, Bodleian Library, Thurston 3, Marsh 720; Leiden, Oriental. nr. 174/2). Ayrıca bu eser Kutbüddin eş-Şîrâzî ta­rafından da Fe'altü felâ teJüm'ün için­de özetlenerek iktibas edilmiştir (Tah­ran, Meclis-i Şûra, nr. 3944-63). Diğer ese­ri Hilâşu terkîbi'l-eflâk adını taşımak­tadır (Meşhed, nr. 5593/9). Bugün bu kitabın müstakil bir telif olmayıp Fergâ-nî'nin Kitâbü'î-Cevâmi' adlı eserine ya­zılmış bir şerh olduğu anlaşılmış bulun­maktadır. İbnü'l-Heysem'in çağdaşı olan Abdülvâhid el-Cûzcânî de Kitâbü Key-fiyyeü'l-eflâk'te, onun gibi fakat on­dan müstakil olarak Batlamyus'un sis­temini incelemiş ve o da konuya çözüm getirememiştir. Bununla beraber İbnü'i-Heysem'den farklı biçimde, Batlamyus'­un hatalarını ihtiva etmeyen kendine ait bir sistem kurmaya çalışmıştır. An­cak sonuçta ortaya koydukları, onun da "equant problemi'ni tam anlayamadığı­nı göstermektedir.

Eserlerinde Cûzcânrden bahseden ve çalışmalarından alıntılar yapan Kutbüd­din eş-Şîrâzî, her ne kadar onu şiddetle eleştirmiş, görüşlerini geçersiz ve "çok büyük apaçık yanlışlıklar" şeklinde nite-lemişse de Cûzcânfnin İslâm astronomi tarihinde önemsiz sayılamayacak bir yere sahip olduğu şüphesizdir.

XVI. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan ve Nasîruddin et-Tûsfnin Risâle-i Sî Faşî'\ ile Çağmînrnin el-Mülahhaş fi'î-

277

ABDÜLVÂHİD el-CÛZCÂNÎ



fteyVsine birer açıklama ve usturla­bın kullanılışı üzerine bir kaside yaz­mış olan Abdülvâhid b. Muhammed ile Abdülvâhid b. Muhammed el-Cüzcânryi karıştırmamak gerekir.

BİBLİYOGRAFYA:

Beyhakl, Tetimme-i Şiuâni'l-hikme (nşr. Mu­hammed Şâfi1). Lahor 1351, s. 93-95; H. Suter. Mathematiker, Leipzig 1900, s. 172-173; Sto-rey. Persian Literatüre, London 1970-72, ll/l, s. 3; G. Sarton, Introduction, New York 1975, [1/2, s. 1008; III, 1530; Sezgin, GAS, VI, 276-277, 280-281; Mehdî Muhakkik. Şerhu'i-İiâhiy-yât miri Kitâbi'ş-Şifâ* İMolla Mehdî Nerâkij. Tahran 1365 hş./1986, Giriş, s. 1-4; G. Saliba. "İbn Sina and Abü cUbayd al-Jüzjânı: The Problem of the Ptolemaic Equant", Mecel-letü't-Târîhi'l-tu.lûrml-cArabiyye, İV/2, Halep 1980, s. 376-380. [—ı

İm! Sargon Erdem

ABDÜLVÂHİD el-MERRAKÜŞİ

Ebû Muhammed Muhyiddîn Abdülvâhid b. Alî etTemîmî

el-Merrâküşî (ö. XIII. yüzyılın ortalan)

Mağrib ve Endülüs tarihinin

ana kaynaklarından olan

el-Mu'db fî telhisi ahbâri'l-Magrib

adlı eserin müellifi.

L

7 Rebîülâhir 581 'de (8 Temmuz 1185) Merakeş'te doğdu. Küçük yaşta tahsil için Fas şehrine gitti ve orada Ebû Be­kir Muhammed b. Zühr ile filozof İbn Tufeyl'in oğlu Bekir b. Tufeyl gibi meş­hur kişilerle tanıştı. Endülüs'e geçip bir müddet İşbîliye ve Kurtuba'da kaldı ve devrin meşhur âlimlerinin derslerine devam etti. Bir ara Merakeş'e döndü (1213), ardından tekrar İşbîliye'ye gi­derek arkadaşı Muhammed b. Fazl'ın aracılığıyla Vali İbrahim b. Ebû Ya'küb el-Mansür'un hizmetine girdi. Bu ve­sileyle Mağrib ve Endülüs'ün ileri ge­len devlet adamlarıyla görüşme imkânı buldu. 1222'de Mısır'a, oradan da Hi­caz. Sam ve Bağdat'a gitti. Bağdat'ta Abbasî Halifesi Nâsır-Lidînillâh'ın vezi­rinin teşvikiyle el-Mu^cib fî telhisi ah-bâri'l-Mağrib adlı eserini yazmaya baş­ladı (621/1224).



Mağrib ve Endülüs tarihinin ana kay­naklarından biri olan e}-Muccib, müel­lifin hâtıralarına ve olaylara şahit olan kişilerin ifadelerine dayanması sebebiy­le ayrı bir önem taşımaktadır. Abdül­vâhid. Endülüs'ün fethinden (92/711) itibaren 667 (1269) yılına kadar meyda­na gelen olayları anlatan eserini kale-

me alırken, fetihten Muvahhidler Devle-ti'nin kuruluşuna kadar olan kısım için, Endülüs tarihçisi Humeydrnin eserle­rinden ve özellikle Cezvetü'l-muktebis adlı kitabından faydalanmıştır. Mülû-kü't-tavâif hakkında geniş bilgi veren el~Muccib, R. Dozy tarafından İngilizce tercümesi ve bir girişle birlikte yayım­lanmış (77ıe Hlstory of the Almohades, Leıden 1847, 1881), daha sonra E. Fagn-an eseri Fransızca'ya çevirmiştir [His-toire des Almohades, Alger 1893). Eser, Dımaşk (1324), Fas (1938) ve Kahire1 -de de (1324, 1332, 1949, 1963) neşredil­miştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Serkîs. Mı/cem, II, 1724-1725; M. Şemsed-din [Günaltay]. İslamda Târih ue Müverrihler, İstanbul 1339-42, s. 257; Brockelmann. GAL, 1, 392-393; Suppl, I, 555; Keşfü'z-zunûn, I!, 1733; Hediyyetul-'ârinn, I, 635; Ziriklî. ei-Ac-lâm, Kahire 1373-78/1954-59, IV, 326; Keh-hâle. Mu*cemü'l-mü'ellifîn, Dımaşk 1376-80/ 1957-61 — Beyrut, ts. (Dâru İhyâi't-türâsil-Arabî), VI, 210; Abbas el-Cerrârî. el-Emîrü'ş-şâ'ir Ebü'r-Rebf Süleyman el-Muuahhidî, Ra­bat 1404/1984, s. 87; Abdurrahman Utbe. Ma ca 't-Mektebeti'l- 'Arabiyye, Beyrut 1404/ 1984, s. 213-214; H. İbrahim Hasan, İslâm Ta­rihi (trc. İsmail Yiğit v.dğr.l, İstanbul 1986, VI, 285-287; A. Cour, "Abdülvâhid", İA, I, 102; E. Levi — Provençal, "'Abd al-Wâhid al-Marrâ-kuşhî", E^lİng),!, 94.

imi Abdülkerim Özaydin

ABDÜLVÂHİD b. MUHAMMED

(bk. EBÜL-FERECeş-ŞİRAZİ).

ABDÜLVAHtD ct-REŞID

(jj^ı -^y1-^)

Ebû Muhammed Abdülvâhid er-Reşîd

b. İdrîs el-Me'mûn b. Ya'küb

(Ö. 640/1242)

Muvahhidler Devleti hükümdarı (1232-1242).

L_ J


615'te (1218) Habâbe adlı bir cariye­den doğdu. Babası İdrîs el-Me'mûn, 1233 yılında taht iddiacılarından Yahya b. Nâsır'ın eline geçmiş olan Merakeş üzerine yürüdüğü sırada ölünce, annesi onun ölümünü gizleyerek ordunun nüfuzlu kumandanlarından Kânun b. Cermûn es-Süfyânî, Şuayb b. Vakârit el-Heskûri ve hıristiyan birliklerin kuman­danı ile anlaştıktan sonra, on dört ya­şındaki oğlu Abdülvâhid'i er-Reşîd un­vanıyla hükümdar ilân ettirdi (18 Ekim

1232]. Ordu ve devlet erkânının deste­ğiyle tahta geçen Abdülvâhid süratle Merakeş üzerine yürüdü ve Yahya b. Nâsır'ı mağlûp ettikten sonra Kâdî Ebû Muhammed'in gayretleri sayesinde faz­la bir mukavemetle karşılaşmadan şeh­re girdi. Habâbe, kumandanların oğlu­nu desteklemelerine karşılık, ele ge-çirebilirlerse Merakeş'i yağmalamala­rına müsaade edeceğine söz vermişti. Fakat Abdülvâhid de halka şehri tes­lim ettikleri takdirde mal ve can gü­venliklerinin teminat altında olacağı­na dair söz verdiği için, kumandan ve askerlere yağmadan bekledikleri ka­zanca karşılık 500.000 dinar ödemek zorunda kaldı.

Abdülvâhid tahta geçtiğinde tam bir çöküş içinde olan devleti eski haline ge­tirmek üzere bazı teşebbüslerde bulun­du. Önce bütün Muvahhidler'in deste­ğini kazanmak için hutbelerde Mehdî b. Tûmert'in adını zikretmeye başladı. Mehdî'nin koyduğu, fakat babasının kal­dırdığı vergileri yeniden koydu. Abdül­vâhid Merakeş'te yönetime hâkim ol­duktan sonra Benî Hüd tarafından İş-bîliye'den kovulan Ömer b. Vakârit el-Heskûrî de onun hizmetine girdi. Ancak bir müddet sonra Abdülvâhid'e karşı açıkça cephe alarak Yahya b. Nasır adı­na davette bulunmaya başladı ve bazı Muvahhid kabilelerini de yardıma çağır­dı. Bunun üzerine Abdülvâhid, dama­dı İdrîs'i başşehirde bırakıp Yahya'ya karşı harekete geçti ve Sicilmâse'de onu bozguna uğrattıktan sonra geri dön­dü. Yahya'ya katılmış olan Saîd b. Zeke-riyyâ kumandasındaki Muvahhidler de tekrar ona bağlılık arzettiler (631 /1233-34) Ömer b. Vakârit daha sonra Hlot-lar'ın reisi Mes'ûd b. Humeydân'ı Abdül­vâhid'e karşı kışkırttı. 0 da bunu haber alınca bir komplo hazırlayıp Mes'ûd'u önde gelen yirmi beş arkadaşıyla bir­likte öldürttü. Hlotlar Yahya b. Humey-dân'ın başkanlığına isyan ederek Yah­ya b. Nâsır'ı tahta geçirmek için Me­rakeş'i muhasara ettiler. Şehirde er­zak tükenince Abdülvâhid Sicilmâse'ye kaçtı. Yahya da şehri zaptedip yağma­ladı (632/1234-35). Aynı yıl Cenevizliler Sebte'yi (Ceuta) kuşattılar ve 400.000 dinar haraç aldıktan sonra kuşatmayı kaldırdılar. Abdülvâhid 633'te (1235-36) Sicilmâse'den Merakeş'e hareket etti. Yahya'yı mağlûp ederek şehre gir­di. Daha sonra intikam almak için Hlot-lar'ın üzerine yürüdü ve Fas'a kadar geldi. Bu sırada Yahya b. Nasır Araplar

278


ABDÜLVÂHİD YAHVÂ (RENE GUENON)

tarafından öldürüldü, başı Fas'ta bulu­nan Abdülvâhid'e gönderildi. Bu geliş­meler üzerine İşbîliye halkı da ona biat etti. Yahya'nın öldürülmesinden sonra Hlotlar da bağlılık arzettiler; fakat Ab-dülvâhid buna rağmen üzerlerine asker sevkederek onlardan intikam aldı. En­dülüs'te Benî Hûd'a karşı isyan etmiş olan İbnü'l-Ahmed Muhammed b. Yû­suf b. Nasr da 636'da (1238-39) ona tâbi oldu. Fakat bütün gayretlerine rağ­men Abdülvâdîler hanedanının kurul­masına ve Merinîler'in ülkenin çeşitli yerlerini işgal etmelerine engel olama­dı. Giderek güçlenen Merinîler Mağrib ve İspanya'yı Muvahhidler'in elinden alır­ken Franklar da 29 Mayıs 1239da Kur-tuba'yı işgal ettiler.

Abdülvâhid er-Reşîd, on yılı aşkın bir süre hükümdarlık yaptıktan sonra 9 Ce-mâziyelâhir 640'ta (4 Aralık 1242). Me-rakeş'te sarayının bahçesindeki havuz­da boğularak öldü. Yerine Merînîler'le barış anlaşması yapan Ebü'l-Hasan Ali es-Saîd geçti.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Hallikân. Vefeyât Inşr. İhsan Abbasi, Beyrut 1968-72, VII, 17; İbn İzârî, el-Beyânü'l-muğrib Inşr. Muhammed ibrahim el-Kettânî vdğr I, Beyrut 1406/1985, s. 299-360; Zehebî, A'lâmü'n-nübetâ3, XXII, 343; İbn Haldun, el-cİber, Bulak 1284 — Beyrut 1399/1979, VI, 254; İbnü'l-İmâd. Şezerâtü'z-zeheb, Kahire 1350-51 — Beyrut, ts. (Dâru İhyâi't-türâsi'l-Arabî), V, 208; Muhammed b. Muhammed el-Endelüsî. el-Huleiü 's-sündüsiyye fi'l-ahbâri't-Tûnisiyye (nşr Muhammed el-Habîb el-Hey-lc), Beyrut 1985, II, 132-133; el-Hıttetüt-meuşiy-ye fî zikri'l-ahbâri't-Merrâküşiyye (nşr Süheyl Zekkâr-Abdulkâdir Zimâme), Rabat 1399/ 1979, s. 163, 167; E. de Zambaur. Manuel de Genealogie et de Chronologie Pour t'Histoire de Ustam, Harınover 1927, s. 73; Halil Edhem, Düuel-i İstâmiyye, İstanbul 1927, s. 51-52; AN b. Ebû Zer' el-Fâsî. ez-Zahîretus-seniyye fî târİhi'd-deuletİl-Meriniyye, Rabat- 1972, s. 56-57, 60-61; Ziriklî, ei-Ac!âm, Kahire 1373-78/1954-59, IV, 233; C. E. Bosvvorth. İslâm Devletleri Tarihi (trc. Erdoğan Merçit—Meh­met İpşirlil, İstanbul 1980, s. 36-38; Abbâs b. İbrahim. el-Tlâm bi-men halle Merrâkilş oe Ağmât mine'l-aclâm (nşr. Abdülvehhâb b Mansûr), Rabat 1974-83, VIII, 514-519; Sey-yid Abdülazîz Salim. Târihu'l-Mağrib fil'as-nl-lslâmî, İskenderiye 1982, s. 783; H. İbrahim Hasan, Târîhu't-İstâm, Kahire 1983, IV, 233; Abdülmecîd en-Neccâr. el-Mehdî b. Tümart, Beyrut 1403/1983, s. 406; İbrahim Harekât. el-Mağrib "abre't-târîh, Rabat 1405/1985, s. 292; A. Bel. "Abdülvâhîd", İA, I, 104-105; Pierre de Cenival. "Merâkeş", İA, VII, 744; Şi-nâsî Altundağ. "Muvahhidler", İA, VIII, 770; G. Marçais, "cAbd al-Wâdids", El2 (İng.l, I, 92-94. m

Iffll Abdülkerim Ozaydın

ABDÜLVAHtD b. SEIİM

ABDÜLVÂHİD YAHYA

GUĞNON)

XIII. yüzyıl Anadolu Selçuklu mimarı. ,



Doğum ve ölüm tarihleri bilinmemek­tedir. Adına, Konya'daki Mevlânâ Ce-lâleddln-i Rûmî'nin ceviz sandukası üze­rinde yer alan kitabede rastlanmakta­dır. Bu sanduka. 1273 yılında vefat eden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî için ya­pılmış olmasına rağmen, bilinmeyen bir tarihten beri Mevlânâ'nın babası Sul-tânü'l-ulemâ Bahâeddin Veled'in kabri üzerinde bulunmaktadır. Sandukanın şekil ve planı ile çoğu Mevlânâ'nın şiir­lerinden seçilen yazı ve süsleme kom­pozisyonlarını Mimar Abdülvâhid b. Se-lîm hazırlamış, işçiliğini ise Hümâmed-din Muhammed adlı Konyalı bir ahşap ustası yapmıştır. Ayrıca Mimar Abdül­vâhid b. Seiîm'in Mimar Bedreddîn-i Tebrîzî ile birlikte Mevlânâ Türbesini de inşa ettiği bilinmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

L. A. Mayer, Isiamic Architects and Their Works, Geneve 1956, s. 34; İ. Hakkı Konyalı. Âbideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi, Kon­ya 1964, s. 664-674; Zeki Sönmez. Başlan­gıçtan XVI, Yüzyıla Kadar Anadolu'daki İslâm ue Türk Deuri Yapılarında Çalışan Sanatkâr­lar (doktora tezi, 19811, İÜ Ed. Fak., s. 106-108; Yusuf Akyurt. "Konya Asarı Atika Müzcsi'n-de Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nin Sandu­kası", Türk Tarih Arkeologya ue Etnografya Dergisi, III, Ankara 1936, s. 113-127.

\M Zeki Sönmez

Abdülvâhid b Selimin adının geçtiği, Mevlânâ Celâled­dîn-i Rûmi'nin sandukası üzerindeki kitabe
• f

J'1
(1886-1951)

İslâm, Hint ve Çin tasavvuf doktrinlerini entellektüel seviyede ele alan ve

modern dünyayı her yönüyle tenkit eden görüşleriyle tanınan

Fransız mutasavvıf ve mütefekkiri.

L J


15 Kasım 1886'da Fransa'nın Blois şehrinde doğdu. Soy bakımından tama­men Fransız ve Katolik bir ailenin çocu­ğudur. İlk öğrenimini öğretmen olan teyzesinden gördü. Orta öğrenimini dinî bir okulda yaptı. 1902'de retorik Öğren­cisi olarak koleje başladı. 1903'te ko­lejin felsefe bölümüne girdi ve aynı yıl felsefe-edebiyat diplomasını elde etti.

Ekim 1904'te Paris'te College Rolline matematik öğrencisi olarak yazıldı. Sağ­lık durumu el vermediği için üniversite öğrenimini bırakarak Paris'e yerleşti. Klasik öğretimin verdikleriyle tatmin ol­madığını hissederek entellektüel ufku­nu genişletmek için, o devirde rağbet­te olan "neo-spiritualiste" doktrinleri incelemeye yöneldi. Bir arkadaşı vası­tasıyla, "bâtın ve gizli ilimler" ile uğra­şan "occultiste" bir cemiyetin ileri ge­lenleriyle tanıştı. Kısa zamanda ciddiyet ve titizliğiyle kendini kabul ettirdi. Daha sonra bu çevre ile ilgili mason locaları­na girdi ve kısa zamanda yüksek dere­celere ulaştı. 1908'de yapılan Spiritüa-list ve Masonik Kongre'de sekreter ola­rak bulundu. Kongre'de Ecole Hermeti-que'in şefi Papus'un "insan ruhunun ölümden sonra tekrar dünyaya gelip bir bedene girerek tekâmül edeceğini (re-incarnation: tenasüh), böylece ölümsüz­lük (survivance) kazanmış olacağını ve bunun spiritüalizmin iki temel gerçeği olduğunu" söylemesi üzerine sekreter­likten ayrıldı. Bu sırada L'Eglise Gnos-tique'in ileri gelenleriyle tanışarak bu kuruluşa girdi. Adı geçen bu mason lo­caları ve "occultiste" teşekküllerle irti­batını kestikten sonra bir başka mason locasına girdi. 1914'e kadar devam eden faaliyetlerine bu tarihten itibaren ta­mamen son verdi. 1909 yılı Kasımında bazı arkadaşlarıyla çıkarmaya başladığı La Gnose adlı dergide ilk makale­si yayımlandı. 1910'da İsveçli ressam Abdülhâdî (]ohn Gustaf Agueli, ö. 1917) ile tanıştı. La Gnose'da iki yıl boyunca İslâm tasavvufuna dair makaleler yazdı. Ezher şeyhi, Mâlikî âlimi ve Sâzeliyye

279

ABDÜLVÂHİD YAHYA (RENE GUENON)



tarikatı şeyhi Abdurrahman İUîş el-Ke-bîr'in halifesi Abdülhâdî vasıtasıyla müs-lüman olup Şâzeliyye tarikatına inti­sap etti ve Abdülvâhid Yahya adını al­dı (1912).

Temmuz 1912'de bir Fransız'la evlen­di. Ekim 1917'de Cezayir'in Setif şeh­rindeki kolejde felsefe dersleri yanında Fransızca ve Latince de okuttu. Bu şe­hirde bulunduğu sırada Arapça'sını iler­letti. Muhtemelen bazı tasavvuf ehli kimselerle de tanıştı. Ekim 1918'de Fransa'ya döndü ve doğum yeri Blois'-daki Augustin-Thierry Koleji'ne felse­fe öğretmeni oldu. Ertesi yıl öğretmen­liği bırakıp Paris'e gitti. 1920'li yıllarda Paris Üniversitesi'nde kütüphaneci ola­rak çalıştı. Bu yıllarda evinde Hindu, müslüman ve hıristiyan ziyaretçileri ka­bul ederek sohbetlerde bulundu. Bazı dostlarının evinde müslüman, Hindu, yahudi ve hıristiyan gençlerin devam ettiği toplantılara da katıldı. Bu gençle­rin kendi "anane" ve dinleri hakkında müphem bazı bilgilerin dışında hiçbir şey bilmediklerini ve aşırı derecede Ba­tılılaşmış olduklarını gören Abdülvâhid Arapça. Sanskritçe, Latince. Yunanca, İbrânîce, İngilizce. Almanca. İtalyanca, İspanyolca, Rusça ve Lehçe bildiği için sohbetlerde onlara kendi dilleriyle hitap ediyordu.

1925-1927 yıllarında yazı kadrosuna katıldığı Le Voile d'Isis dergisinde tam bir hürriyet içinde fikirlerini ifade etme imkânına kavuştu. 1928'de karısı öldü. 1929 yılında tanıştığı, Mısırlı mühendis Hasan Ferid Dina'nın dul kalan zengin eşi Marie W. Shillito Abdülvâhid'in eser­lerine büyük ilgi göstermişti. Dina Ha­nım, Abdülvâhid'in külliyâtını ve İslâm tasavvufuyla ilgili bazı eserleri neşrede­cek bir yayınevi kurmayı düşündüğünü kendisine bildirdi. Bu düşünceyi ger­çekleştirmek için Abdülvâhid'in Mısır'­dan bazı taşavvufî eserleri getirip bun­ları tercüme etmesini kararlaştırdılar. Abdülvâhid Yahya, bu maksatla Dina Hanım ile birlikte 1930'da Mısır'a git­ti. 1931 kışında dostlarına Fransa'ya dönmekten vazgeçtiğini bildirdi ve Ka-hire'de, yeni memleketinin bütün örf ve âdetlerini benimsemiş "Şeyh Abdülvâ­hid Yahya" olarak yaşamaya başladı. Bir süre. Seyyidinâ Hüseyn Camii'nde tanıştığı Şâzelî şeyhi Selâme Râzfnin sohbetlerine devam etti. Kahire'de ge­çirdiği ilk iki yılda Symbolisme de la Croix (Paris 1931) ve Les Etats Multi-

ples de l'Etre (Paris 19321 adlı eserleri­ni kaleme aldı. 1931 yılında el-Mcfriie dergisinde beş Arapça makalesi yayım­landı.

1934 Temmuzunda Şeyh Muhammed İbrahim'in büyük kızı Fâtıma ile evlendi. Ertesi yıl arkadaşlarına mektup yazıp Paris'teki evini boşaltmalarını, kitap ve evrakı kendisine göndermelerini iste­di. Kahire'ye yerleşen İngiliz müslüman Şeyh Ebûbekir, müslüman olup Ruhi­ye Nûreddin adını alan Lamartine'in kü­çük yeğeni Valantine de Saint-Point. Amerikalı müslüman Şeyh Abdülkâdir'-le zaman zaman sohbetlerde bulundu. 1944'te Şeyh Hüseyin adlı bir İngiliz müslümanla dost oldu. Bu yıllarda ken­disini birkaç defa ziyaret eden Necmed-din Bammat (ö. 1985), "Visites â Rene Guanon" başlıklı hâtıra yazısında, onun sofrada "ekmeği parçalarken, yeme­ğe tuz katarken bile hareketlerine bir ibadet kıymeti verdiğini" söyler. 1932-1939 yıllan arasında okuyucularıyla yo­ğun mektuplaşma sebebiyle eser yaz­ma imkânını bulamadı.

23 Kasım 1948'de Mısır tâbiiyetine geçmek için müracaat etti. Bu isteği ancak uzun teşebbüsler ve çok yüksek seviyede müdahaleler sonunda gerçek­leşebildi. 1947'de bozulan sağlık duru­mu 1950'nin son aylarında daha da kö­tüleşti. Şeyh Ebûbekir'in tanıştırdığı Dr. Katz onun her türlü laboratuvar tahlili­ni reddettiğini söyler. 7 Ocak 1951'de vefat etti. Ertesi gün vasiyeti üzerine Seyyidinâ Hüseyn Camii'nde kılınan ce­naze namazından sonra Mukattam te­pesi yakınında Derrâse Mezarlığı"na defnedildi.

Fikirleri. Abdülvâhid Yahya eserlerin­de daha çok Hindu doktrinlerini incele­mek ve terminolojisini kullanmakla be­raber, yeri geldikçe bütün dinlerden bahseder. İslâm tasavvufuna ayırdığı birkaç makale dışında İslâmiyet ve ta­savvufa pek az yer verir; ancak bazı temel mefhumları, bilhassa "tevhid", "vahdet-i vücûd", "insân-ı kâmil", "şeri­at", "tarikat" ve "hakikat" gibi mef­humları sık sık kullanır. Tevhid ve vah­det-i vücûdu düşüncesinin hem hareket hem de varış noktası olarak bütün yazı­larında görmek mümkündür. Eserlerin­de çok sağlam ve mâna yüklü bir Fran­sızca kullanan Abdülvâhid Yahya, Doğu düşüncesine ait mefhumları ifade ede­bilmek için Fransızca kelimelere yeni mânalar yükleyerek kendine has bir

terminoloji meydana getirmiştir. Mese­lâ metaphisique (tasavvuf), tradition (an'ane, İslâmî mânası ile İçtimaî, hukukî yani zahir ve bâtını her yönüyle içine alan en geniş mânada din), religion (inanç, ibadet ve ahlâkı içine alan en dar mânada din, dinin en dar mânada zahiri), intelli-gence (kalp, gönül), intellectualitĞ (irfan, maneviyat), intellectuel (arif), ölite (ha­vas), initiation (tasavvuf, intisap), röali-sation (seyrü sülük), indentite supreme (vahdet-i vücûd, aynü'l-cem') gibi keli­meler bunlardan bazılarıdır.

Sanskritçe ve Arapça'yı, Hint, Cin ve İslâm tasavvufu hakkındaki bilgilerini Doğulu üstatlardan şifahî olarak öğre­nen Abdülvâhid Yahya'nın Hindu üstat­larının kim olduğuna dair bilgi yoktur. Taoizm hakkında Matgioi aracılığıyla Tong-sang Luat'tan fiilî bir bilgi edindi­ği bilinmektedir. İslâm tasavvufu ile münasebeti hakkında ise kesin bilgiler mevcuttur. Onun mensup olduğu tari­katlar Şâzeliyye ve Ekberiyye'dir.

"İslâm Tasavvufu" adlı makalesinde bütün ananevî doktrinler içinde şeriat ve hakikat farkının en açık bir şekilde İslâm'da ifade edildiğini, şeriatın her­kes için müşterek, hakikatin ise yeterli kabiliyete sahip bir havas zümresine mahsus olduğunu belirtir. Tasavvuf te­riminin Fransızca'da "mistisizm" ile de­ğil, "initiation" kelimesiyle karşılanabi­leceğini söyler ve bu ikisi arasındaki fark üzerinde durur. Ona göre İslâm ta­savvufu herhangi bir dış tesirle doğma­mıştır. Hz. Peygamber'e ulaşan bir inti­sap zinciri bulunmaktadır ve tamamen İslâmrdir. İlm-i zahir ve ilm-i bâtın İs­lâm dininin birbirini tamamlayan iki yü­züdür. Tasavvuf öz itibariyle tamamen tabiat ötesi manevî bir bilgidir. Tasav­vuf ilmine bağlı ilm-i hurûf. ebced, eski kimya ve simya gibi birçok an'anevî ilim vardır. Hint ve Çin tasavvuflarıyla İslâm tasavvufu arasında temel çizgi ve fikir­ler bakımından benzerlik olmakla bera­ber her biri kendi an'anesi içinde ayrı bir bütündür.

Abdülvâhid Yahya'ya göre Doğu ile Batı arasındaki en esaslı fark, Hint ve Çin'de "an'ane"nin zahir ve bâtmıyla bir bütün olarak bilhassa bâtını temsil eden tasavvufun İslâm ülkelerinde mürşid-ler vasıtasıyla hâlâ canlı bir doktrin şek­linde mevcut olmasıdır. Gerçi Batılılaş­ma Doğu'nun da büyük ölçüde çehresi­ni değiştirmiş ve hâlâ değiştirmekte ise de her şeye rağmen Doğu kendi an'ane-


Yüklə 1,08 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin