Abdülvâdîler çok zengin olmamalarına rağmen başşehir Tlemsen"i cami.
medrese ve saraylarla süslemişler, burayı önemli bir ilim ve ticaret merkezi haline getirmişlerdir (bk. tlemsen).
BİBLİYOGRAFYA:
İbn İzârî, el-BeySnü'l-muğrib (nşr. Muham-med İbrahim el-Kettâni v.dğr.), Beyrut 1406/ 1985, s. 13, 361, 385, 390, 403, 406, 415, 466; İbn Haldun, el- cİber, Bulak 1284 — Beyrut 1399/1979, VII, 72-149; Hasan b. Muham-med el-Vezzân el-Fâsî. Vasfü İfrtkıyye (trc. Muhammed Huccî— Muhammed el-Ahdar], Beyrut 1983, II, 7-10; Muhammed b. Muhammed el-Endelüsî, el-Hulelü's-sündüsiyye fi'l-ahbâri't-Tünisiyye (nşr. Muhammed el-Habîb el-Heyle), Beyrut 1985, !, 599; Ali b. Ebû Zer1 el-Fâsî, ez-Zahtretü's-seniyye fi târthi'd-devle-til-Mertniyye, Rabat 1972, s. 15, 25, 61, 65, 71-72, 75-76, 80-83, 89, 93, 101, 112, 115-116, 117, 121. 145-146; Halil Edhem, Düveli Islâmiyye, İstanbul 1927, s. 57; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, 367-369; Jami! M. Abu'n-Nasr. A History of the Maghrib İn the Islamic Period, Cambridge 1987, s. 134-143; B. Bel, "Abdülvâdîler", I, 101-102; Enver Ziya Karal, "Barbaros Hayreddin Paşa", İA, II, 311-315; Georges Marçais, "Mermiler", İA, VII, 763-766; a.mlf.. utAbd al-Wâdids", El2 (İng.), I, 92-94; Alfred Bel, "Tlemsen", İA, XII/1, s. 393-398; a.mlf, "Zeyânîler", İA, XIII, 544-545; A. Cour. "Abü Zayyan III", E\2 (İng). I, 168; H. R. İdris, "Hafşids", Ö^İng), |||, 66-69.
imi Erdoğan Merçil
ABDÜLVÂHİD el-CÛZCANİ
Ebû Ubeyd Abdülvâhid b. Muhammed el-Cûzcânî
L
XI. yüzyılda yaşayan müslüman astronom ve matematikçi.
Hayatı hakkında bilinenler, İbn Sînâ'-nın (980-1037) yakın dostu ve Öğrencisi olduğundan ibarettir. Buna göre, aralarında Önemli bir yaş farkı bulunmaması ve dolayısıyla onun da X. yüzyılın sonları ile XI. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olması gerekir. Cüzcân'ın, bugünkü Afgan Türkistanı'nda Murgab ile Amu-derya arasında, halkının çoğunluğunu Türkler'in teşkil ettiği bir bölge olması, el-Cûzcânî nisbesini taşıyan Abdülvâhid b. Muhammed'in de dostu İbn Sînâ gibi Türk asıllı olabileceğini kuvvetli bir ihtimal olarak akla getirmektedir.
Abdülvâhid el-CÛzcânrnin İlim âlemine yaptığı en büyük hizmet İbn Sî-nâ'nın Kitâbü'ş-Şifâ3 adlı eserini ve bu eserin mukaddimesinde yer alan filozofun otobiyografisini tamamlamış olmasıdır. Esere eklediği Önsözden İbn Sî-nâ'nın hayatı hakkında geniş bilgi elde edilmekte, ayrıca onun notlarını kendi-
sinin kitap haline getirdiği ve eksik yerlerini de tamamladığı öğrenilmektedir. Kıftî, İbn Ebû Usaybia. BeyhakI ve $eh-rezûrî gibi biyografi yazarları. İbn Sînâ hakkında verdikleri bilgileri Cûzcânfden naklettiklerini belirtmektedirler. Bey-hakl'nin Tetimmetü Şıvâni'l-hikme'de açıkladığına göre Cûzcânî, İbn Sînâ'nın eş-Şifâ3 adlı kitabından başka en-Ne-cât'ı ile er-Risâletü'l- calâ 'iyye'sinin de sonlarına matematik ilimleriyle ilgili birer bölüm eklemiş, ayrıca el-Kânûn'un zor anlaşılır yerlerini de şerhetmiştir. Yine Beyhakî, İbn Sînâ'nın Hay b. Yak-zân adlı risalesini de şerhettiğini, ayrıca Kitâbü'l-Hayevân adlı Farsça bir eser kaleme aldığını ve bu eserin bir nüshasının o çağda Nîsâbur Nizamiye Kü-tüphanesi'nde mevcut olduğunu bildirmektedir.
Cûzcânfnin bugüne yalnız iki eseri intikal etmiştir. Bunlardan Kitâbü Key-fiyyeti'I-eflâk, gezegenlerin birbirlerine kıyasla yerlerini inceleyen ele geçmemiş bir eserinden bizzat kendisinin yaptığı bir özettir ve üç ayn nüshası bulunmaktadır (Oxford, Bodleian Library, Thurston 3, Marsh 720; Leiden, Oriental. nr. 174/2). Ayrıca bu eser Kutbüddin eş-Şîrâzî tarafından da Fe'altü felâ teJüm'ün içinde özetlenerek iktibas edilmiştir (Tahran, Meclis-i Şûra, nr. 3944-63). Diğer eseri Hilâşu terkîbi'l-eflâk adını taşımaktadır (Meşhed, nr. 5593/9). Bugün bu kitabın müstakil bir telif olmayıp Fergâ-nî'nin Kitâbü'î-Cevâmi' adlı eserine yazılmış bir şerh olduğu anlaşılmış bulunmaktadır. İbnü'l-Heysem'in çağdaşı olan Abdülvâhid el-Cûzcânî de Kitâbü Key-fiyyeü'l-eflâk'te, onun gibi fakat ondan müstakil olarak Batlamyus'un sistemini incelemiş ve o da konuya çözüm getirememiştir. Bununla beraber İbnü'i-Heysem'den farklı biçimde, Batlamyus'un hatalarını ihtiva etmeyen kendine ait bir sistem kurmaya çalışmıştır. Ancak sonuçta ortaya koydukları, onun da "equant problemi'ni tam anlayamadığını göstermektedir.
Eserlerinde Cûzcânrden bahseden ve çalışmalarından alıntılar yapan Kutbüddin eş-Şîrâzî, her ne kadar onu şiddetle eleştirmiş, görüşlerini geçersiz ve "çok büyük apaçık yanlışlıklar" şeklinde nite-lemişse de Cûzcânfnin İslâm astronomi tarihinde önemsiz sayılamayacak bir yere sahip olduğu şüphesizdir.
XVI. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan ve Nasîruddin et-Tûsfnin Risâle-i Sî Faşî'\ ile Çağmînrnin el-Mülahhaş fi'î-
277
ABDÜLVÂHİD el-CÛZCÂNÎ
fteyVsine birer açıklama ve usturlabın kullanılışı üzerine bir kaside yazmış olan Abdülvâhid b. Muhammed ile Abdülvâhid b. Muhammed el-Cüzcânryi karıştırmamak gerekir.
BİBLİYOGRAFYA:
Beyhakl, Tetimme-i Şiuâni'l-hikme (nşr. Muhammed Şâfi1). Lahor 1351, s. 93-95; H. Suter. Mathematiker, Leipzig 1900, s. 172-173; Sto-rey. Persian Literatüre, London 1970-72, ll/l, s. 3; G. Sarton, Introduction, New York 1975, [1/2, s. 1008; III, 1530; Sezgin, GAS, VI, 276-277, 280-281; Mehdî Muhakkik. Şerhu'i-İiâhiy-yât miri Kitâbi'ş-Şifâ* İMolla Mehdî Nerâkij. Tahran 1365 hş./1986, Giriş, s. 1-4; G. Saliba. "İbn Sina and Abü cUbayd al-Jüzjânı: The Problem of the Ptolemaic Equant", Mecel-letü't-Târîhi'l-tu.lûrml-cArabiyye, İV/2, Halep 1980, s. 376-380. [—ı
İm! Sargon Erdem
ABDÜLVÂHİD el-MERRAKÜŞİ
Ebû Muhammed Muhyiddîn Abdülvâhid b. Alî etTemîmî
el-Merrâküşî (ö. XIII. yüzyılın ortalan)
Mağrib ve Endülüs tarihinin
ana kaynaklarından olan
el-Mu'db fî telhisi ahbâri'l-Magrib
adlı eserin müellifi.
L
7 Rebîülâhir 581 'de (8 Temmuz 1185) Merakeş'te doğdu. Küçük yaşta tahsil için Fas şehrine gitti ve orada Ebû Bekir Muhammed b. Zühr ile filozof İbn Tufeyl'in oğlu Bekir b. Tufeyl gibi meşhur kişilerle tanıştı. Endülüs'e geçip bir müddet İşbîliye ve Kurtuba'da kaldı ve devrin meşhur âlimlerinin derslerine devam etti. Bir ara Merakeş'e döndü (1213), ardından tekrar İşbîliye'ye giderek arkadaşı Muhammed b. Fazl'ın aracılığıyla Vali İbrahim b. Ebû Ya'küb el-Mansür'un hizmetine girdi. Bu vesileyle Mağrib ve Endülüs'ün ileri gelen devlet adamlarıyla görüşme imkânı buldu. 1222'de Mısır'a, oradan da Hicaz. Sam ve Bağdat'a gitti. Bağdat'ta Abbasî Halifesi Nâsır-Lidînillâh'ın vezirinin teşvikiyle el-Mu^cib fî telhisi ah-bâri'l-Mağrib adlı eserini yazmaya başladı (621/1224).
Mağrib ve Endülüs tarihinin ana kaynaklarından biri olan e}-Muccib, müellifin hâtıralarına ve olaylara şahit olan kişilerin ifadelerine dayanması sebebiyle ayrı bir önem taşımaktadır. Abdülvâhid. Endülüs'ün fethinden (92/711) itibaren 667 (1269) yılına kadar meydana gelen olayları anlatan eserini kale-
me alırken, fetihten Muvahhidler Devle-ti'nin kuruluşuna kadar olan kısım için, Endülüs tarihçisi Humeydrnin eserlerinden ve özellikle Cezvetü'l-muktebis adlı kitabından faydalanmıştır. Mülû-kü't-tavâif hakkında geniş bilgi veren el~Muccib, R. Dozy tarafından İngilizce tercümesi ve bir girişle birlikte yayımlanmış (77ıe Hlstory of the Almohades, Leıden 1847, 1881), daha sonra E. Fagn-an eseri Fransızca'ya çevirmiştir [His-toire des Almohades, Alger 1893). Eser, Dımaşk (1324), Fas (1938) ve Kahire1 -de de (1324, 1332, 1949, 1963) neşredilmiştir.
BİBLİYOGRAFYA:
Serkîs. Mı/cem, II, 1724-1725; M. Şemsed-din [Günaltay]. İslamda Târih ue Müverrihler, İstanbul 1339-42, s. 257; Brockelmann. GAL, 1, 392-393; Suppl, I, 555; Keşfü'z-zunûn, I!, 1733; Hediyyetul-'ârinn, I, 635; Ziriklî. ei-Ac-lâm, Kahire 1373-78/1954-59, IV, 326; Keh-hâle. Mu*cemü'l-mü'ellifîn, Dımaşk 1376-80/ 1957-61 — Beyrut, ts. (Dâru İhyâi't-türâsil-Arabî), VI, 210; Abbas el-Cerrârî. el-Emîrü'ş-şâ'ir Ebü'r-Rebf Süleyman el-Muuahhidî, Rabat 1404/1984, s. 87; Abdurrahman Utbe. Ma ca 't-Mektebeti'l- 'Arabiyye, Beyrut 1404/ 1984, s. 213-214; H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi (trc. İsmail Yiğit v.dğr.l, İstanbul 1986, VI, 285-287; A. Cour, "Abdülvâhid", İA, I, 102; E. Levi — Provençal, "'Abd al-Wâhid al-Marrâ-kuşhî", E^lİng),!, 94.
imi Abdülkerim Özaydin
ABDÜLVÂHİD b. MUHAMMED
(bk. EBÜL-FERECeş-ŞİRAZİ).
ABDÜLVAHtD ct-REŞID
(jj^ı -^y1-^)
Ebû Muhammed Abdülvâhid er-Reşîd
b. İdrîs el-Me'mûn b. Ya'küb
(Ö. 640/1242)
Muvahhidler Devleti hükümdarı (1232-1242).
L_ J
615'te (1218) Habâbe adlı bir cariyeden doğdu. Babası İdrîs el-Me'mûn, 1233 yılında taht iddiacılarından Yahya b. Nâsır'ın eline geçmiş olan Merakeş üzerine yürüdüğü sırada ölünce, annesi onun ölümünü gizleyerek ordunun nüfuzlu kumandanlarından Kânun b. Cermûn es-Süfyânî, Şuayb b. Vakârit el-Heskûri ve hıristiyan birliklerin kumandanı ile anlaştıktan sonra, on dört yaşındaki oğlu Abdülvâhid'i er-Reşîd unvanıyla hükümdar ilân ettirdi (18 Ekim
1232]. Ordu ve devlet erkânının desteğiyle tahta geçen Abdülvâhid süratle Merakeş üzerine yürüdü ve Yahya b. Nâsır'ı mağlûp ettikten sonra Kâdî Ebû Muhammed'in gayretleri sayesinde fazla bir mukavemetle karşılaşmadan şehre girdi. Habâbe, kumandanların oğlunu desteklemelerine karşılık, ele ge-çirebilirlerse Merakeş'i yağmalamalarına müsaade edeceğine söz vermişti. Fakat Abdülvâhid de halka şehri teslim ettikleri takdirde mal ve can güvenliklerinin teminat altında olacağına dair söz verdiği için, kumandan ve askerlere yağmadan bekledikleri kazanca karşılık 500.000 dinar ödemek zorunda kaldı.
Abdülvâhid tahta geçtiğinde tam bir çöküş içinde olan devleti eski haline getirmek üzere bazı teşebbüslerde bulundu. Önce bütün Muvahhidler'in desteğini kazanmak için hutbelerde Mehdî b. Tûmert'in adını zikretmeye başladı. Mehdî'nin koyduğu, fakat babasının kaldırdığı vergileri yeniden koydu. Abdülvâhid Merakeş'te yönetime hâkim olduktan sonra Benî Hüd tarafından İş-bîliye'den kovulan Ömer b. Vakârit el-Heskûrî de onun hizmetine girdi. Ancak bir müddet sonra Abdülvâhid'e karşı açıkça cephe alarak Yahya b. Nasır adına davette bulunmaya başladı ve bazı Muvahhid kabilelerini de yardıma çağırdı. Bunun üzerine Abdülvâhid, damadı İdrîs'i başşehirde bırakıp Yahya'ya karşı harekete geçti ve Sicilmâse'de onu bozguna uğrattıktan sonra geri döndü. Yahya'ya katılmış olan Saîd b. Zeke-riyyâ kumandasındaki Muvahhidler de tekrar ona bağlılık arzettiler (631 /1233-34) Ömer b. Vakârit daha sonra Hlot-lar'ın reisi Mes'ûd b. Humeydân'ı Abdülvâhid'e karşı kışkırttı. 0 da bunu haber alınca bir komplo hazırlayıp Mes'ûd'u önde gelen yirmi beş arkadaşıyla birlikte öldürttü. Hlotlar Yahya b. Humey-dân'ın başkanlığına isyan ederek Yahya b. Nâsır'ı tahta geçirmek için Merakeş'i muhasara ettiler. Şehirde erzak tükenince Abdülvâhid Sicilmâse'ye kaçtı. Yahya da şehri zaptedip yağmaladı (632/1234-35). Aynı yıl Cenevizliler Sebte'yi (Ceuta) kuşattılar ve 400.000 dinar haraç aldıktan sonra kuşatmayı kaldırdılar. Abdülvâhid 633'te (1235-36) Sicilmâse'den Merakeş'e hareket etti. Yahya'yı mağlûp ederek şehre girdi. Daha sonra intikam almak için Hlot-lar'ın üzerine yürüdü ve Fas'a kadar geldi. Bu sırada Yahya b. Nasır Araplar
278
ABDÜLVÂHİD YAHVÂ (RENE GUENON)
tarafından öldürüldü, başı Fas'ta bulunan Abdülvâhid'e gönderildi. Bu gelişmeler üzerine İşbîliye halkı da ona biat etti. Yahya'nın öldürülmesinden sonra Hlotlar da bağlılık arzettiler; fakat Ab-dülvâhid buna rağmen üzerlerine asker sevkederek onlardan intikam aldı. Endülüs'te Benî Hûd'a karşı isyan etmiş olan İbnü'l-Ahmed Muhammed b. Yûsuf b. Nasr da 636'da (1238-39) ona tâbi oldu. Fakat bütün gayretlerine rağmen Abdülvâdîler hanedanının kurulmasına ve Merinîler'in ülkenin çeşitli yerlerini işgal etmelerine engel olamadı. Giderek güçlenen Merinîler Mağrib ve İspanya'yı Muvahhidler'in elinden alırken Franklar da 29 Mayıs 1239da Kur-tuba'yı işgal ettiler.
Abdülvâhid er-Reşîd, on yılı aşkın bir süre hükümdarlık yaptıktan sonra 9 Ce-mâziyelâhir 640'ta (4 Aralık 1242). Me-rakeş'te sarayının bahçesindeki havuzda boğularak öldü. Yerine Merînîler'le barış anlaşması yapan Ebü'l-Hasan Ali es-Saîd geçti.
BİBLİYOGRAFYA:
İbn Hallikân. Vefeyât Inşr. İhsan Abbasi, Beyrut 1968-72, VII, 17; İbn İzârî, el-Beyânü'l-muğrib Inşr. Muhammed ibrahim el-Kettânî vdğr I, Beyrut 1406/1985, s. 299-360; Zehebî, A'lâmü'n-nübetâ3, XXII, 343; İbn Haldun, el-cİber, Bulak 1284 — Beyrut 1399/1979, VI, 254; İbnü'l-İmâd. Şezerâtü'z-zeheb, Kahire 1350-51 — Beyrut, ts. (Dâru İhyâi't-türâsi'l-Arabî), V, 208; Muhammed b. Muhammed el-Endelüsî. el-Huleiü 's-sündüsiyye fi'l-ahbâri't-Tûnisiyye (nşr Muhammed el-Habîb el-Hey-lc), Beyrut 1985, II, 132-133; el-Hıttetüt-meuşiy-ye fî zikri'l-ahbâri't-Merrâküşiyye (nşr Süheyl Zekkâr-Abdulkâdir Zimâme), Rabat 1399/ 1979, s. 163, 167; E. de Zambaur. Manuel de Genealogie et de Chronologie Pour t'Histoire de Ustam, Harınover 1927, s. 73; Halil Edhem, Düuel-i İstâmiyye, İstanbul 1927, s. 51-52; AN b. Ebû Zer' el-Fâsî. ez-Zahîretus-seniyye fî târİhi'd-deuletİl-Meriniyye, Rabat- 1972, s. 56-57, 60-61; Ziriklî, ei-Ac!âm, Kahire 1373-78/1954-59, IV, 233; C. E. Bosvvorth. İslâm Devletleri Tarihi (trc. Erdoğan Merçit—Mehmet İpşirlil, İstanbul 1980, s. 36-38; Abbâs b. İbrahim. el-Tlâm bi-men halle Merrâkilş oe Ağmât mine'l-aclâm (nşr. Abdülvehhâb b Mansûr), Rabat 1974-83, VIII, 514-519; Sey-yid Abdülazîz Salim. Târihu'l-Mağrib fil'as-nl-lslâmî, İskenderiye 1982, s. 783; H. İbrahim Hasan, Târîhu't-İstâm, Kahire 1983, IV, 233; Abdülmecîd en-Neccâr. el-Mehdî b. Tümart, Beyrut 1403/1983, s. 406; İbrahim Harekât. el-Mağrib "abre't-târîh, Rabat 1405/1985, s. 292; A. Bel. "Abdülvâhîd", İA, I, 104-105; Pierre de Cenival. "Merâkeş", İA, VII, 744; Şi-nâsî Altundağ. "Muvahhidler", İA, VIII, 770; G. Marçais, "cAbd al-Wâdids", El2 (İng.l, I, 92-94. m
Iffll Abdülkerim Ozaydın
ABDÜLVAHtD b. SEIİM
ABDÜLVÂHİD YAHYA
GUĞNON)
XIII. yüzyıl Anadolu Selçuklu mimarı. ,
Doğum ve ölüm tarihleri bilinmemektedir. Adına, Konya'daki Mevlânâ Ce-lâleddln-i Rûmî'nin ceviz sandukası üzerinde yer alan kitabede rastlanmaktadır. Bu sanduka. 1273 yılında vefat eden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî için yapılmış olmasına rağmen, bilinmeyen bir tarihten beri Mevlânâ'nın babası Sul-tânü'l-ulemâ Bahâeddin Veled'in kabri üzerinde bulunmaktadır. Sandukanın şekil ve planı ile çoğu Mevlânâ'nın şiirlerinden seçilen yazı ve süsleme kompozisyonlarını Mimar Abdülvâhid b. Se-lîm hazırlamış, işçiliğini ise Hümâmed-din Muhammed adlı Konyalı bir ahşap ustası yapmıştır. Ayrıca Mimar Abdülvâhid b. Seiîm'in Mimar Bedreddîn-i Tebrîzî ile birlikte Mevlânâ Türbesini de inşa ettiği bilinmektedir.
BİBLİYOGRAFYA:
L. A. Mayer, Isiamic Architects and Their Works, Geneve 1956, s. 34; İ. Hakkı Konyalı. Âbideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi, Konya 1964, s. 664-674; Zeki Sönmez. Başlangıçtan XVI, Yüzyıla Kadar Anadolu'daki İslâm ue Türk Deuri Yapılarında Çalışan Sanatkârlar (doktora tezi, 19811, İÜ Ed. Fak., s. 106-108; Yusuf Akyurt. "Konya Asarı Atika Müzcsi'n-de Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nin Sandukası", Türk Tarih Arkeologya ue Etnografya Dergisi, III, Ankara 1936, s. 113-127.
\M Zeki Sönmez
Abdülvâhid b Selimin adının geçtiği, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmi'nin sandukası üzerindeki kitabe
• f
J'1
(1886-1951)
İslâm, Hint ve Çin tasavvuf doktrinlerini entellektüel seviyede ele alan ve
modern dünyayı her yönüyle tenkit eden görüşleriyle tanınan
Fransız mutasavvıf ve mütefekkiri.
L J
15 Kasım 1886'da Fransa'nın Blois şehrinde doğdu. Soy bakımından tamamen Fransız ve Katolik bir ailenin çocuğudur. İlk öğrenimini öğretmen olan teyzesinden gördü. Orta öğrenimini dinî bir okulda yaptı. 1902'de retorik Öğrencisi olarak koleje başladı. 1903'te kolejin felsefe bölümüne girdi ve aynı yıl felsefe-edebiyat diplomasını elde etti.
Ekim 1904'te Paris'te College Rolline matematik öğrencisi olarak yazıldı. Sağlık durumu el vermediği için üniversite öğrenimini bırakarak Paris'e yerleşti. Klasik öğretimin verdikleriyle tatmin olmadığını hissederek entellektüel ufkunu genişletmek için, o devirde rağbette olan "neo-spiritualiste" doktrinleri incelemeye yöneldi. Bir arkadaşı vasıtasıyla, "bâtın ve gizli ilimler" ile uğraşan "occultiste" bir cemiyetin ileri gelenleriyle tanıştı. Kısa zamanda ciddiyet ve titizliğiyle kendini kabul ettirdi. Daha sonra bu çevre ile ilgili mason localarına girdi ve kısa zamanda yüksek derecelere ulaştı. 1908'de yapılan Spiritüa-list ve Masonik Kongre'de sekreter olarak bulundu. Kongre'de Ecole Hermeti-que'in şefi Papus'un "insan ruhunun ölümden sonra tekrar dünyaya gelip bir bedene girerek tekâmül edeceğini (re-incarnation: tenasüh), böylece ölümsüzlük (survivance) kazanmış olacağını ve bunun spiritüalizmin iki temel gerçeği olduğunu" söylemesi üzerine sekreterlikten ayrıldı. Bu sırada L'Eglise Gnos-tique'in ileri gelenleriyle tanışarak bu kuruluşa girdi. Adı geçen bu mason locaları ve "occultiste" teşekküllerle irtibatını kestikten sonra bir başka mason locasına girdi. 1914'e kadar devam eden faaliyetlerine bu tarihten itibaren tamamen son verdi. 1909 yılı Kasımında bazı arkadaşlarıyla çıkarmaya başladığı La Gnose adlı dergide ilk makalesi yayımlandı. 1910'da İsveçli ressam Abdülhâdî (]ohn Gustaf Agueli, ö. 1917) ile tanıştı. La Gnose'da iki yıl boyunca İslâm tasavvufuna dair makaleler yazdı. Ezher şeyhi, Mâlikî âlimi ve Sâzeliyye
279
ABDÜLVÂHİD YAHYA (RENE GUENON)
tarikatı şeyhi Abdurrahman İUîş el-Ke-bîr'in halifesi Abdülhâdî vasıtasıyla müs-lüman olup Şâzeliyye tarikatına intisap etti ve Abdülvâhid Yahya adını aldı (1912).
Temmuz 1912'de bir Fransız'la evlendi. Ekim 1917'de Cezayir'in Setif şehrindeki kolejde felsefe dersleri yanında Fransızca ve Latince de okuttu. Bu şehirde bulunduğu sırada Arapça'sını ilerletti. Muhtemelen bazı tasavvuf ehli kimselerle de tanıştı. Ekim 1918'de Fransa'ya döndü ve doğum yeri Blois'-daki Augustin-Thierry Koleji'ne felsefe öğretmeni oldu. Ertesi yıl öğretmenliği bırakıp Paris'e gitti. 1920'li yıllarda Paris Üniversitesi'nde kütüphaneci olarak çalıştı. Bu yıllarda evinde Hindu, müslüman ve hıristiyan ziyaretçileri kabul ederek sohbetlerde bulundu. Bazı dostlarının evinde müslüman, Hindu, yahudi ve hıristiyan gençlerin devam ettiği toplantılara da katıldı. Bu gençlerin kendi "anane" ve dinleri hakkında müphem bazı bilgilerin dışında hiçbir şey bilmediklerini ve aşırı derecede Batılılaşmış olduklarını gören Abdülvâhid Arapça. Sanskritçe, Latince. Yunanca, İbrânîce, İngilizce. Almanca. İtalyanca, İspanyolca, Rusça ve Lehçe bildiği için sohbetlerde onlara kendi dilleriyle hitap ediyordu.
1925-1927 yıllarında yazı kadrosuna katıldığı Le Voile d'Isis dergisinde tam bir hürriyet içinde fikirlerini ifade etme imkânına kavuştu. 1928'de karısı öldü. 1929 yılında tanıştığı, Mısırlı mühendis Hasan Ferid Dina'nın dul kalan zengin eşi Marie W. Shillito Abdülvâhid'in eserlerine büyük ilgi göstermişti. Dina Hanım, Abdülvâhid'in külliyâtını ve İslâm tasavvufuyla ilgili bazı eserleri neşredecek bir yayınevi kurmayı düşündüğünü kendisine bildirdi. Bu düşünceyi gerçekleştirmek için Abdülvâhid'in Mısır'dan bazı taşavvufî eserleri getirip bunları tercüme etmesini kararlaştırdılar. Abdülvâhid Yahya, bu maksatla Dina Hanım ile birlikte 1930'da Mısır'a gitti. 1931 kışında dostlarına Fransa'ya dönmekten vazgeçtiğini bildirdi ve Ka-hire'de, yeni memleketinin bütün örf ve âdetlerini benimsemiş "Şeyh Abdülvâhid Yahya" olarak yaşamaya başladı. Bir süre. Seyyidinâ Hüseyn Camii'nde tanıştığı Şâzelî şeyhi Selâme Râzfnin sohbetlerine devam etti. Kahire'de geçirdiği ilk iki yılda Symbolisme de la Croix (Paris 1931) ve Les Etats Multi-
ples de l'Etre (Paris 19321 adlı eserlerini kaleme aldı. 1931 yılında el-Mcfriie dergisinde beş Arapça makalesi yayımlandı.
1934 Temmuzunda Şeyh Muhammed İbrahim'in büyük kızı Fâtıma ile evlendi. Ertesi yıl arkadaşlarına mektup yazıp Paris'teki evini boşaltmalarını, kitap ve evrakı kendisine göndermelerini istedi. Kahire'ye yerleşen İngiliz müslüman Şeyh Ebûbekir, müslüman olup Ruhiye Nûreddin adını alan Lamartine'in küçük yeğeni Valantine de Saint-Point. Amerikalı müslüman Şeyh Abdülkâdir'-le zaman zaman sohbetlerde bulundu. 1944'te Şeyh Hüseyin adlı bir İngiliz müslümanla dost oldu. Bu yıllarda kendisini birkaç defa ziyaret eden Necmed-din Bammat (ö. 1985), "Visites â Rene Guanon" başlıklı hâtıra yazısında, onun sofrada "ekmeği parçalarken, yemeğe tuz katarken bile hareketlerine bir ibadet kıymeti verdiğini" söyler. 1932-1939 yıllan arasında okuyucularıyla yoğun mektuplaşma sebebiyle eser yazma imkânını bulamadı.
23 Kasım 1948'de Mısır tâbiiyetine geçmek için müracaat etti. Bu isteği ancak uzun teşebbüsler ve çok yüksek seviyede müdahaleler sonunda gerçekleşebildi. 1947'de bozulan sağlık durumu 1950'nin son aylarında daha da kötüleşti. Şeyh Ebûbekir'in tanıştırdığı Dr. Katz onun her türlü laboratuvar tahlilini reddettiğini söyler. 7 Ocak 1951'de vefat etti. Ertesi gün vasiyeti üzerine Seyyidinâ Hüseyn Camii'nde kılınan cenaze namazından sonra Mukattam tepesi yakınında Derrâse Mezarlığı"na defnedildi.
Fikirleri. Abdülvâhid Yahya eserlerinde daha çok Hindu doktrinlerini incelemek ve terminolojisini kullanmakla beraber, yeri geldikçe bütün dinlerden bahseder. İslâm tasavvufuna ayırdığı birkaç makale dışında İslâmiyet ve tasavvufa pek az yer verir; ancak bazı temel mefhumları, bilhassa "tevhid", "vahdet-i vücûd", "insân-ı kâmil", "şeriat", "tarikat" ve "hakikat" gibi mefhumları sık sık kullanır. Tevhid ve vahdet-i vücûdu düşüncesinin hem hareket hem de varış noktası olarak bütün yazılarında görmek mümkündür. Eserlerinde çok sağlam ve mâna yüklü bir Fransızca kullanan Abdülvâhid Yahya, Doğu düşüncesine ait mefhumları ifade edebilmek için Fransızca kelimelere yeni mânalar yükleyerek kendine has bir
terminoloji meydana getirmiştir. Meselâ metaphisique (tasavvuf), tradition (an'ane, İslâmî mânası ile İçtimaî, hukukî yani zahir ve bâtını her yönüyle içine alan en geniş mânada din), religion (inanç, ibadet ve ahlâkı içine alan en dar mânada din, dinin en dar mânada zahiri), intelli-gence (kalp, gönül), intellectualitĞ (irfan, maneviyat), intellectuel (arif), ölite (havas), initiation (tasavvuf, intisap), röali-sation (seyrü sülük), indentite supreme (vahdet-i vücûd, aynü'l-cem') gibi kelimeler bunlardan bazılarıdır.
Sanskritçe ve Arapça'yı, Hint, Cin ve İslâm tasavvufu hakkındaki bilgilerini Doğulu üstatlardan şifahî olarak öğrenen Abdülvâhid Yahya'nın Hindu üstatlarının kim olduğuna dair bilgi yoktur. Taoizm hakkında Matgioi aracılığıyla Tong-sang Luat'tan fiilî bir bilgi edindiği bilinmektedir. İslâm tasavvufu ile münasebeti hakkında ise kesin bilgiler mevcuttur. Onun mensup olduğu tarikatlar Şâzeliyye ve Ekberiyye'dir.
"İslâm Tasavvufu" adlı makalesinde bütün ananevî doktrinler içinde şeriat ve hakikat farkının en açık bir şekilde İslâm'da ifade edildiğini, şeriatın herkes için müşterek, hakikatin ise yeterli kabiliyete sahip bir havas zümresine mahsus olduğunu belirtir. Tasavvuf teriminin Fransızca'da "mistisizm" ile değil, "initiation" kelimesiyle karşılanabileceğini söyler ve bu ikisi arasındaki fark üzerinde durur. Ona göre İslâm tasavvufu herhangi bir dış tesirle doğmamıştır. Hz. Peygamber'e ulaşan bir intisap zinciri bulunmaktadır ve tamamen İslâmrdir. İlm-i zahir ve ilm-i bâtın İslâm dininin birbirini tamamlayan iki yüzüdür. Tasavvuf öz itibariyle tamamen tabiat ötesi manevî bir bilgidir. Tasavvuf ilmine bağlı ilm-i hurûf. ebced, eski kimya ve simya gibi birçok an'anevî ilim vardır. Hint ve Çin tasavvuflarıyla İslâm tasavvufu arasında temel çizgi ve fikirler bakımından benzerlik olmakla beraber her biri kendi an'anesi içinde ayrı bir bütündür.
Abdülvâhid Yahya'ya göre Doğu ile Batı arasındaki en esaslı fark, Hint ve Çin'de "an'ane"nin zahir ve bâtmıyla bir bütün olarak bilhassa bâtını temsil eden tasavvufun İslâm ülkelerinde mürşid-ler vasıtasıyla hâlâ canlı bir doktrin şeklinde mevcut olmasıdır. Gerçi Batılılaşma Doğu'nun da büyük ölçüde çehresini değiştirmiş ve hâlâ değiştirmekte ise de her şeye rağmen Doğu kendi an'ane-
Dostları ilə paylaş: |