"kesertuhu fe'n-kesere" (onu kırdım o da kırıldı) ve "kesertuhu feasâ" (onu kırmaya çalıştım, etkilenmedi) denir. Buna göre isyan bir emir veya yasaktan etkilenmemek, isteneni yapmamak demektir. Böyle bir durum, Mevlâ-kul ilişkisi çerçevesindeki yükümlülükler için söz konusu olduğu gibi irşadî/öğüt nitelikli hitaplar için de geçerlidir.
Günümüzde, "namaz kıl", "oruç tut", "hacca git" veya "şarap içme" ve "zina etme" gibi emir ve yasaklara karşı gelme durumunda Müslüman topluluğun dilinde "isyan" kavramının kullanılmasına gelince; bu, şeriat veya şeriat ehli tarafından bu kelimeye yüklenen anlamdır. Dolayısıyla sözlük ve genel ürf açısından kavramın ifade ettiği anlamın genelliğine bir zarar vermez.
Azma olarak tercüme ettiğimiz "el-gavaye" ise, bir insanın yaşama amacını koruyamaması ve bu doğrultuda bir düzenlilik içinde hayatını sürdürme kabiliyetini gösterememesi demektir. Bununsa, emrin irşadî/öğüt nitelikli mi; yoksa mevlevî/teşri nitelikli mi olma durumlarına göre farklılık göstereceği kesindir. Bu durumda diyebilirsin ki: Şu hâlde Hz. Âdem ve eşinin tövbe etmesine ve "Eğer sen bizi bağışlamasan ve bize acımasan elbette hüsrana uğrayanlardan oluruz." demeleri ne anlam ifade eder? Buna cevap olarak derim ki: Daha önce de söylediğimiz gibi "tövbe", yapılan işten pişmanlık duyup geri dönmektir. Duruma göre, dönüş de farklı olabilir.
Efendisinin emrine başkaldıran bir köle, yaptığına pişman olup tövbe etmekle efendisinin katında kaybettiği eski konumuna, eski yakınlığına dönmesi mümkün olduğu gibi, doktor tarafından belli bir meyveyi ve yiyeceği yemesi yasaklanmış bir hasta için de aynı durum söz konusudur: Doktorun bu yasağı bütünüyle onun sağlığı ve selâmeti ile ilgili öğüt nitelikli bir yasaklamadır. Diyelim ki, hasta doktorun bu uyarısına uymadı ve yasağı çiğnedi, sonuçta ölümle burun buruna geldi. Böyle bir duruma düşen adamın yaptığına pişman olması, kendisini eski sağlığına kavuşturacak bir ilâç vermesi için yeniden doktora başvurması son derece normaldir. Doktor da, ilk karakteristik sağlığına kavuşması ve hatta ondan daha iyi bir duruma gelmesi için bir süre zorluk
çekmesi, meşakkatlere katlanması, yorulması, egzersiz yapması gerektiğini söyleyebilir.
Bağışlama ve merhamet etmeye gelince, yukarıdaki diğer durumlar için de söylediğimiz gibi, duruma göre bunların yönelik oldukları hedef de değişiklik arzedebilir.
AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
Tefsir'ul-Kummî'de müellif kendi babasından a da rivayet zincirlerine yer vermeksizin İmam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: "İmam'a, 'Âdem'in yerleştirildiği cennet, dünya bahçelerinden bir bahçe miydi, yoksa ahiretteki bahçelerden biri miydi?' diye soruldu. İmam şöyle buyurdu: Bir dünya bahçesiydi, üzerine güneş ve ay doğardı. Eğer ahiret bahçelerinden bir bahçe olsaydı, sonsuza dek oradan çıkmazdı. Yüce Allah onu söz konusu cennete yerleştirince, o ağaç hariç diğer her şeyi ona helâl kıldı. Çünkü Âdem öyle bir yaratılışa sahipti ki, varlığını ancak emir, yasak, beslenme, giyinme, barınma ve nikâh (cinsel birleşme) ile sürdürebilirdi. Bir yerden destek almadığı sürece kendisine yararlı olan şeyi zararlı olan şeyden ayırt edemezdi." "İblis, yanına gelip ona şöyle dedi: 'Eğer siz, yüce Allah'ın size yasak ettiği bu ağacın meyvesinden yerseniz, birer melek olursunuz ve sonsuza dek bu cennette kalırsınız. Eğer bu meyveden yemezseniz, Allah sizi buradan çıkaracaktır.' Sonra da kendilerine öğüt vermek istediğini bildirerek yemin etti. Nitekim yüce Allah da bu olayı şöyle haber veriyor: 'Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf melek olursunuz ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan menetti ve onlara, 'Elbette ben size öğüt verenlerdenim.' diye de yemin etti.' [A'râf, 20-21]" "Âdem onun sözünü tuttu ve eşi ile birlikte söz konusu ağacın meyvesinden yedi. Sonra da yüce Allah'ın bize haber verdiği gelişmeler oldu: 'Ayıp yerleri kendilerine göründü.' Yüce Allah'ın üzerlerine giydirdiği cennet giysileri açıldı. Ayıp yerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye çalıştılar. Bunun üzerine, 'Rableri onlara şöyle seslendi: Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim ve ben size şeytan sizin apaçık düşmanınızdır, dememiş miydim?' Yüce Allah'ın bize aktardığına göre onlar da şöyle demişlerdi:
'Rabbimiz, biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, muhakkak ziyana uğrayanlardan oluruz.' Bunun üzerine yüce Allah onlara şöyle dedi: 'Birbirinize düşman olarak inin, sizin yeryüzünde bir süreye kadar kalıp geçinmeniz lazımdır.' Yani kıyamete kadar... Âdem Safa tepesinin üzerine indi. Bu tepenin 'Safâ' olarak adlandırılması, Âdem Safiyyullah'ın oraya indirilmiş olmasından dolayıdır." "Havva da Merve tepesine indi. Bu tepenin 'Merve' adını alması, kadının (el-mer'e) oraya indirilmiş olmasından dolayıdır. Hz. Âdem kırk gece secdeye kapanıp cennetten ayrılmış olmanın hüznüyle ağlayarak sabahladı. Cebrail yanına inerek ona şöyle dedi: 'Allah seni kendi elleriyle yaratmadı mı? Senin içine kendi ruhundan üfleyip bütün melekleri sana secde ettirmedi mi?' Âdem, 'Evet.' dedi. 'Şu ağaçtan yeme dediği hâlde, emrini çiğnemedin mi?' Âdem, 'İblis bana Allah adına yalan yemin içti.' dedi."
Ben derim ki: Hz. Âdem'in yerleştirildiği cennetin, dünya bahçelerinden biri olduğu şeklinde birçok açıklama Ehlibeyt İmamlarından rivayet edilmiştir. Bunların bir kısmı, İbrahim b. Haşim kanalıyla aktarılmış ve bu rivayetle uyum oluşturmuştur.1 Aslında Hz. Âdemin yerleştirildiği cennetin; dünya bahçelerinden biri olduğu şeklindeki ifadeden maksat, onun sonsuzluk cennetlerine karşılık, bir ara dönem (berzah) bahçesi oluşudur. Rivayetin bazı bölümlerinde de buna yönelik işaretler vardır. "Âdem Safa tepesine indi." ve "Havva Merve tepesine indi..." Yine "Bir süreden maksat, kıyamet günüdür." şeklindeki ifade de buna yönelik bir işaret içermektedir. O süreden maksat, kıyamet günü olduğuna göre de; ölümden sonraki berzah bekleyişi, yeryüzünde gerçekleşen bir bekleyiştir.
Nitekim Kur'ânı Kerim'de ölümden sonraki dirilişi konu edinen ayetler de berzah bekleyişinin yeryüzünde gerçekleştiğini ifade etmektedirler. Yüce Allah bu hususla ilgili olarak şöyle buyuruyor: "Ve Allah dedi: 'Yeryüzünde yıllar sayısınca ne kadar kaldınız?' 'Bir gün yahut günün bir kısmı kadar kaldık; sayabilenlere sor.' dediler. Buyurdu ki: Sadece az bir zaman kaldınız, keşke bilseydiniz." (Mü'minûn, 112-114) "Kıyamet koptuğu gün, suçlular yeryü- --------
zünde bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler. Zaten onlar, böyle çevriliyorlardı. Kendilerine bilgi ve iman verilenler dediler ki: "Andolsun siz, Allah'ın kitabınca, ta yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu da dirilme günüdür. Fakat siz bilmiyordunuz." (Rûm, 55-56)
Ayrıca, Ehlibeyt İmamlarından aktarılan bazı rivayetler de, Hz. Âdem'in yerleştirildiği cennetin gökte olduğunu ve Âdem ile eşinin gökten indiklerini ifade ediyorlar. Bu arada, rivayetlerin diliyle tanışık olanlar, söz konusu cennetin gökte olması ve Hz. Âdem ile eşinin gökten indirilmiş olması ile, bu ikisinin yeryüzünde yaratılmış olmaları ve orada yaşamış olmaları arasında bir çelişki doğacağından korkmazlar. Aynı şey, cennetin gökte oluşu ile, kabir sorgulamasının yeryüzünde olması, ayrıca kabrin ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukur olması için de geçerlidir. İnşaallah "gök" kavramı üzerinde durduğumuz zaman bu ve benzeri problemlerin ortadan kalkacağını umuyorum.
İblis'in Hz. Âdem ile eşinin yanına nasıl geldiği, hangi yollara başvurduğu hususuna gelince; sahih ve itibar edilen rivayetlerde buna ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir. Bize ulaşan bazı haberlerde yılan ve tavus kuşunun İblis'e Âdem ve eşini yoldan çıkarma hususunda yardımcı oldukları belirtilmekle beraber, bunlara itibar etmemek gerekir. Bunların uydurulmuş olduğuna inandığımız için, anlatma gereğini duymadık. Bu kıssa aslında Tevrat'tan alınmıştır. Onun için kıssayı olduğu gibi oradan aktarıyoruz. Tekvin Kitabının 2. Babında şöyle denir: "Ve Rab Allah yerin toprağından Âdem'i yaptı, ve onun burnuna hayat nefesini üfledi; ve Âdem yaşayan can oldu. Ve Rab Allah şarka doğru Âdem'de bir bahçe dikti; ve yaptığı Âdem'i oraya koydu. Ve Rab Allah görünüşü güzel ve yenilmesi iyi olan her ağacı ve bahçenin ortasında hayat ağacını, ve iyilik ve kötülüğü bilme ağacını yerden bitirdi. Ve bahçeyi sulamak için Aden'den bir ırmak çıkardı, ve oradan bölündü, ve dört kol oldu. Birinin adı Nil'dir; kendisinde altın olan bütün Havila diyarını kuşatır, ve bu diyarın altını iyidir; orada ak günnük ve akik taşı vardır. Ve ikinci ırmağın adı Ceyhun'dur. Bütün Habeş diyarını kuşatan odur. Ve üçüncü ırmağın adı Dicle'dir. Musul'un
doğusunda akar. Ve dördüncü ırmak Fırat'tır. Ve Rab Allah Âdem'i aldı baksın ve onu korusun diye Aden bahçesine koydu. Ve Rab Allah Âdem'e emredip dedi: Bahçenin her ağacından istediğin gibi ye; Fakat iyilik ve kötülüğü bilme ağacından yemeyeceksin; çünkü ondan yediğin günde mutlaka ölürsün." "Ve Rab Allah dedi: Âdem'in yalnız olması iyi değildir; kendisine uygun bir yardımcı yapacağım. Ve Rab Allah her kır hayvanını, ve göklerin her kuşunu topraktan yaptı; ve onlara ne ad koyacağını görmek için Âdem'e getirdi; ve Âdem her birinin adını ne koydu ise canlı mahlukun adı o oldu. Ve Âdem bütün sığırlara ve göklerin kuşlarına, ve her kır hayvanına ad koydu; fakat Âdem için kendisine uygun yardımcı bulunmadı. Ve Rab Allah Âdem'in üzerine derin uyku getirdi; ve o uyudu; ve onun kaburga kemiklerinden birini aldı, ve yerini etle kapadı; ve Rab Allah Âdem'den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı, ve onu Âdem'e getirdi. Ve Âdem dedi: Şimdi bu benim kemiklerimden kemik ve etimden ettir; buna Nisa denilecek, çünkü o insandan alındı. Bunun için insan anasını ve babasını bırakacak, ve karısına yapışacaktır, ve bir beden olacaklardır. Ve Âdem ve karısı, ikisi de çıplaktılar, ve utançları yoktu." 3. Bab: "Ve Rab Allah'ın yaptığı bütün kır hayvanlarının en hilekârı olan yılandı. Ve kadına dedi: Gerçek, Allah: Bahçenin hiçbir ağacından yemeyeceksiniz, dedi mi? Ve kadın yılana dedi: Bahçenin ağaçlarının meyvesinden yiyebiliriz; fakat bahçenin ortasında olan ağaç hakkında Allah: Ondan yemeyin, ve ona dokunmayın ki, ölmeyesiniz, dedi. Ve yılan kadına dedi: Katiyen ölmezsiniz; çünkü Allah bilir ki, ondan yediğiniz gün, o vakit gözleriniz açılacak, ve iyiyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız. Ve kadın gördü ki, ağaç yemek için iyi; ve gözlere hoş ve anlayışlı kılmak için arzu olunur bir ağaçtı; ve onun meyvesinden aldı ve yedi; ve kendisiyle beraber kocasına da verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı, ve kendilerinin çıplak olduklarını bildiler; ve incir yaprakları dikip kendilerine önlükler yaptılar." "Ve günün serinliğinde bahçede gezmekte olan Rab Allah'ın sesini işittiler; ve Âdem'le karısı Rab Allah'ın yüzünden bahçenin ağaçları arasına gizlendiler. Ve Rab Allah Âdem'e seslenip ona dedi: Neredesin? Ve o dedi: Senin sesini bahçede işittim ve kork-
tum, çünkü ben çıplaktım, ve gizlendim. Ve dedi: Çıplak olduğunu sana kim bildirdi. Ondan yeme, diye sana emrettiğim ağaçtan mı yedin? Ve Âdem dedi: Yanıma verdiğin kadın o ağaçtan bana verdi, ve yedim." "Ve Allah kadına dedi: Bu yaptığın nedir? Ve kadın dedi: Yılan beni aldattı, ve yedim. Ve Allah yılana dedi: Bunu bilerek yaptığın için bütün sığırlardan ve bütün kır hayvanlarından daha lânetlisin; karnın üzerinde yürüyeceksin, ve ömrünün bütün günlerinde toprak yiyeceksin; ve seninle kadın arasına, ve senin zürriyetinle onun zürriyeti arasına düşmanlık koyacağım; o senin başına saldıracak, ve sen onun topuğuna saldıracaksın. Kadına dedi: Zahmetini ve gebeliğini ziyadesiyle çoğaltacağım; ağrı ile evlât doğuracaksın; ve arzun kocana olacak, o da sana hâkim olacaktır. Ve Âdem'e dedi: Karının sözünü dinlediğin ve: Ondan yemeyeceksin, diye sana emrettiğim ağaçtan yediğin için, toprak senin yüzünden lânetli oldu; ömrünün bütün günlerinde zahmetle ondan yiyeceksin; ve sana diken ve çalı bitirecek; ve kır otunu yiyeceksin, toprağa dönünceye kadar, alnının teriyle ekmek yiyeceksin; çünkü ondan alındın; çünkü topraksın, ve toprağa döneceksin. Ve Âdem karısının adını Havva (hayatı olan) koydu; çünkü bütün yaşayanların anası oldu. Ve Rab Allah Âdem için ve karısı için deriden kaftan yaptı, ve onlara giydirdi." "Ve Rab Allah dedi: İşte, Âdem iyiyi ve kötüyü bilmekte bizden biri gibi oldu; ve şimdi elini uzatmasın ve hayat ağacından almasın, ve yemesin ve ebediyen yaşamasın diye, böylece Rab Allah onu Aden bahçesinden, kendisinin içinden alındığı toprağı işlemek için çıkardı. Ve Âdem'i kovdu; ve hayat ağacının yolunu korumak için, Âdem bahçesinin şarkına Kerubileri, ve her tarafa dönen kılıcın alevini koydu." (Tevrat'tan alınan bölüm burada sona erdi.)
Kıssayı iki kanaldan, yani Kur'ân ve Tevrat kanallarından süzüp incelediğin zaman, ardından Şiî ve Sünnî kanallardan gelen rivayetleri göz önünde bulundurup üzerinde düşündüğün zaman, gerçeği kavrayabilirsin. Ne var ki, biz, kitabın amacını aştığı için bu hususta ayrıntılı bir inceleme yapmaktan kaçındık.
Gelelim şeytanın cennete girmesi olayına: Burada iki soruyla karşılaşıyoruz:
1- Bilindiği gibi cennet, Allah'a yakınlığın, arınmışlığın ve temizliğin sembolüdür. Nitekim yüce Allah cennet için şöyle buyuruyor: "İçinde ne saçmalama var, ne de günaha sokma." (Tûr, 23)
2- Cennet göktedir ve şeytan Âdem'e secde etmekten kaçınınca yüce Allah ona şöyle hitap etmiştir: "Çık oradan, çünkü sen kovuldun." (Hicr, 34) "Oradan in, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir." (A'râf, 13)
Birinci soruya verilebilecek cevap şudur: Kur'ân-ı Kerim'in işaret ettiği saçmalama ve günaha sokma durumlarının mümkün olmadığı cennet, müminlerin ahirette girecekleri sonsuzluk cenneti ile, ölümden sonra ve sorumluluk dünyasından göçün ardından girdikleri berzah cennetidir. Fakat insanın yeryüzüne yerleştirilip, sorumluluk altına sokulmasından, emir ve yasaklara muhatap kılınmasından önce Hz. Âdem'in yerleştirildiği cennetle ilgili olarak Kur'ân-ı Kerim bu tür bir nitelendirmede bulunmamıştır. Aslında bu cennette durum bunun tersini göstermektedir. Nitekim Hz. Âdem de burada söz konusu hatayı işlemiştir. Kaldı ki, saçmalama ve günaha sokma kavramları nispîdirler ve ancak insanın dünyaya gelip emir ve yasaklara muhatap olmasından ve sorumluluk altına girmesinden sonra gerçekleşebilirler.
İkinci soruya ise birkaç şekilde cevap vermek mümkündür: Birincisi: Her şeyden önce "çık oradan" ifadesi ile "in oradan" ifadesindeki zamirin "gök"e dönük olduğu hususu kesin değildir. Çünkü bu ifadelerden önce gökten söz edilmediği gibi, konunun da "gök"le bir ilgisi yoktur. Şu hâlde, bazı mülâhazalara göre meleklerin arasından çıkış ve inişin kastedildiği söylenebilir. Belki de, saygınlık makamından çıkış ve iniştir kastedilen.
İkincisi: Söz konusu iniş ve çıkış emriyle, kinaye yöntemi ile, orada meleklerin arasında sürekli kalmanın yasaklığı anlatılmak istenmiş olabilir. Buna göre, ara sıra oraya, meleklerin bulunduğu yere çıkmak söz konusu yasağın kapsamına girmez. Nitekim şeytanların kulak hırsızlığı yapmaktan alıkonduklarını ifade eden ayetlerde de buna yönelik işaretler vardır, daha doğrusu bu ayetler bizim bu yaklaşımımızı pekiştirir niteliktedir. Bazı rivayetlerde de, Hz. İsa'dan önce şeytanların yedinci göğe kadar çıktıkları, İsa (a.s) doğduktan sonra dördüncü göğe ve daha
yukarısına çıkmaları yasaklandığı, daha sonra Hz. Muhammed (s.a.a) dünyaya gelince, tüm göklere çıkışları, yakalandıkları yerden fırlatılıp atıldıkları anlatılmaktadır.
Üçüncüsü: Kur'ân-ı Kerim'de İblis'in cennete girdiğine değinilmiyor. Onun için meseleyi fazla kurcalamanın bir anlamı yoktur. Bu olay sadece bazı rivayetlerde konu ediliyor ki, bunlar, tevatür haddine ulaşmayan birtakım "ahbâr-ı âhâd"dır. Ayrıca ravinin, hadisi anlam olarak rivayet etme ihtimali de vardır. İblis'in cennete girdiğine yönelik en belirgin işareti içeren ifade yüce Allah'ın bize aktardığı şeytanın şu sözüdür: "Dedi ki: Rabbiniz başka bir sebepten dolayı değil, sırf melek olursunuz ya da ebedi kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan menetti." Burada "şu" zamiri kullanılmış ki, bu zamir nesneye yakın olan bir kişinin kullanacağı türdendir. Ne var ki, eğer bu zamir, mekânsal bir yakınlığı ifade ediyor olsaydı, o zaman, "Sakın şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz." ifadesine bakılarak aynı durumun yüce Allah için de geçerli olduğunu söylemek gerekirdi.
el-Uyûn adlı eserde Abdusselâm el-Herevî'nin şöyle dediği rivayet edilir: "İmam Rıza'ya (a.s) dedim ki: 'Ey Resulullah'ın oğlu Hz. Âdem ve eşi Havva hangi ağacın meyvesini yediler? Çünkü insanlar bu hususta farklı görüşler ileri sürüyorlar. Bir kısmı onun buğday ağacı olduğunu söylerken, diğer bir kısmı da onun kıskançlık ağacı olduğunu söylüyorlar.' İmam, 'Hepsi doğrudur.' dedi. Bunun üzerine, 'Birbirlerinden farklı görüşler, aynı anda nasıl doğru olabilirler?' diye sordum, şöyle dedi: Ey Salt'ın oğlu, cennetteki bir ağaç, birkaç türden meyve verebilir. Buğday ağacı üzüm de verebilir. Onlar dünya ağaçlarına benzemezler." "Yüce Allah melekleri Âdem'e secde ettirip, onu cennete yerleştirince, Hz. Âdem kendi kendine, 'Acaba Allah benden daha hayırlı bir insan yaratmış mıdır?' dedi. Yüce Allah onun içinden geçenleri bildi ve 'Ey Âdem, başını yukarı kaldır ve Arş'ın ayaklarına bak.' diye seslendi. Âdem Arş'ın ayaklarına bakınca, orada 'Allah'- tan başka ilâh yoktur; Muhammed O'nun elçisidir; Ali b. Ebu Talib müminlerin emiridir; Fatıma onun eşi dünya kadınlarının efendisidir; Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir.' diye yazılı olduğunu gördü. Bunu gören Âdem, 'Ya Rabbi, kim bunlar?' diye