Dedik ki: Ey Âdem, sen ve e


olmasaydı, ne seni, ne cenneti, ne ateşi, ne göğü ve ne de yeryüzünü



Yüklə 414,59 Kb.
səhifə4/4
tarix30.07.2018
ölçüsü414,59 Kb.
#63537
1   2   3   4
olmasaydı, ne seni, ne cenneti, ne ateşi, ne göğü ve ne de yeryüzünü
yaratırdım. Sakın onlara kıskanarak bakma. Yoksa seni
yakın çevremden uzaklaştırırım.' dedi. Fakat Hz. Âdem onlara kıskanarak
baktı, onların yerinde olmayı istedi. Bunun üzerine şeytan
ona musallat oldu, nihayet kendisine yasaklanan ağacın meyvesini
yedi. Aynı şekilde şeytan Havva'ya da musallat oldu. O da
Fatıma'ya kıskanarak baktı. Nihayet o da Âdem gibi yasak meyveyi
yedi. Bunun üzerine yüce Allah onları cennetinden çıkardı, onları
yakın çevresinden uzaklaştırıp yeryüzüne indirdi." [c.1, s.239, h:
1]

Ben derim ki: Aşağı yukarı aynı anlamı vurgulayan başka rivayetler
de vardır. Bir kısmı konuyu daha geniş çerçevede ele almış,
bir kısmı daha kısa tutmuş, bir kısmı da daha özet ve daha genel
ifadelerle meseleyi aktarmıştır. Gördüğün gibi bu rivayette İmam
(a.s), söz konusu ağacın buğday ve kıskançlık ağacı olduğunu ve
Âdem ile eşinin buğday ağacının meyvesinden yiyip kıskançlık illetine
yakalandıklarını, bunun sonucunda da Hz. Muhammed ve soyunun
(hepsine selâm olsun) yerinde olmayı temenni ettiklerini dile
getiriyor. Birinci anlama göre, yasak ağaç cennet ehlinin ilgisini
ve iştahını çekmeyecek kadar önemsiz ve cazibesizdi. İkinci anlama
göre ise, bu ağaç Âdem ve eşinin ulaşamayacakları kadar
önemli ve erişilmezdi. Nitekim bir rivayette de bu ağacın, Hz. Muhammed
ve soyunun bilgisi olduğu bildirilmiştir.
Kısacası, bunlar iki farklı anlam ifade etmektedirler. Ancak
sen, misakla ilgili olarak geçen konuya bir göz attığın zaman, anlamın
bir olduğunu görürsün. Buna göre Hz. Âdem, Allah'tan başkasına
yönelmeme anlamını kapsayan ve Allah'a yakınlığı sembolize
eden cennetten yararlanma ile, dünyaya bağlanma zorluk ve
meşakkatini beraberinde getiren yasak ağaçtan yemeyi birlikte
yürütmek istemişti. Ama bu iki olguyu birlikte yürütmek ona
mümkün olmamış, nihayet yeryüzüne indirilmişti. Dolayısıyla Hz.
Muhammed'in (s.a.a) sahip olduğu, bu iki olguyu bir arada yürütme
makamına erişememişti. Ama daha sonra yüce Allah onu seçerek
ve tövbe etmesini sağlayarak onu dünyadan soyutlamıştı ve

234 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

ona doğru yolu göstermişti. Unuttuğu misakı da bunun ardından
ona hatırlatmıştı. Böylece meseleyi düşünüp anla.

İmam'ın, "Onlara kıskançlık gözüyle baktı, yerlerinde olmayı
istedi." şeklindeki sözüne gelince; burada söz konusu kıskançlığın,
onların yerinde olmayı istemek şeklinde gerçekleştiğini, yoksa,
aşağılık bir huy olan hasedin söz konusu olmadığı, bu şekilde açıklanmaktadır.

Yukarıdaki açıklama sayesinde Kemal'ud-Dîn adlı eserde
Sumâli'nin İmam Muhammed Bâkır'dan (a.s) aktardığı rivayet ile
Tefsir'ul-Ayyâşî'de aktardığı rivayet arasında ilk etapta varmış gibi
görünen çelişki de bertaraf edilmiş oluyor. Birinci rivayette1 İmam
Bâkır (a.s) şöyle buyuruyor: "Yüce Allah Âdem'den, bu ağaca yaklaşma
diye söz aldı. Allah'ın öngördüğü vakit gelince, Âdem yememesine
ilişkin sözü unutarak yasak ağacın meyvesini yedi. Nitekim
yüce Allah şöyle buyuruyor: Andolsun Biz, önceden Âdem'-
den söz almıştık; fakat unuttu. Biz onda bir kararlılık görmedik."
[Tâhâ, 115]

İkinci rivayette ise2, şöyle geçer: İmam Bâkır (a.s) veya İmam
Sadık'tan (a.s) birine, "Allah Âdem'i 'unuttu' diye nasıl sorumlu tutuyor?"
diye soruldu. Şöyle cevap verdi: "Âdem unutmadı. Hem
nasıl unutabilir ki? Oysa şeytan ona şöyle diyordu: Rabbiniz, başka
bir sebepten dolayı değil, sırf melek olursunuz ya da ebedi kalıcılardan
olursunuz diye sizi şu ağaçtan menetti." Geçen açıklamalara
dikkat edilirse, bu iki rivayetin arasıda çelişki olmadığı son
derece açıktır.

Şeyh Saduk'un el-Emalî adlı eserinde, Ebu's-Salt el-Herevî'nin
şöyle dediği rivayet edilir: "Halife Me'mun İmam Ali Rıza (a.s) ile
tartışmak üzere İslâm bilginlerini ve Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecusilik
ve Sabiîlik gibi diğer dinlere mensup bilginleri topladığı
zaman, hiç kimse ona karşı bir kanıt ileri sürememişti. O, bir kayanın
katılığı gibi görkemiyle duruyordu. Bu arada Ali b. Muhammed
b. Cehm ayağa kalktı ve şöyle dedi: 'Ey Resulullah'ın oğlu,
peygamberlerin masum olduklarını kabul ediyor musun?' İmam,
---------
1- [Kemal'ud-Dîn, c.1, s.213, h: 2]
2- [Tefsir'ul-Ayyâşî, c.2, s.9, h: 9]

Bakara Sûresi / 35-39 ...................................................... 235

'Evet.' dedi. 'Peki, 'Âdem Rabbine karşı geldi ve yolunu şaşırdı.'
ayetini nasıl yorumluyorsun?' dedi."
"Bunun üzerine Efendimiz Rıza (a.s) şöyle dedi: Yavaş ol, ey Ali;
Allah'tan kork ve Allah'ın peygamberlerine kötü nitelikler yakıştırma.
Allah'ın kitabını kişisel görüşünü esas alarak yorumlamaya
kalkışma. Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor: 'Onun yorumunu ancak
Allah ve ilimde derinleşenler bilir.' Yüce Allah'ın, 'Âdem
Rabbine karşı geldi ve yolunu şaşırdı.' sözüne gelince, Allah Âdem'i
yeryüzündeki hücceti ve memleketlere hükmeden halifesi
olsun diye yarattı. Allah Âdem'i cennet için yaratmadı. Âdem'in işlediği
günah da cennette gerçekleşmişti, dünyada değil ve bu, yüce
Allah'ın Âdem ve soyunun yaşam süreçleri için öngördüğü plânın
gerçekleşmesine yönelik bir ilk adımdı. Âdem yeryüzüne indirildikten
sonra yüce Allah onu hücceti ve halifesi yaptı. Sonra da
ona masumluk niteliğini verdi: 'Allah Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini
ve İmrân ailesini âlemler içinde seçkin kıldı.'1..." [Oturum: 20,
s.28, h: 32]

Ben derim ki: "Günah cennette işlenmişti..." ifadesi, daha önce
de değindiğimiz gibi, mevlevî ve teşri nitelikli dinsel yükümlülüğün
henüz cennette yürürlüğe konulmadığına yönelik bir işaret
içermektedir. Dinsel yükümlülüğün yurdu dünya hayatıdır ki, bu
hayat, cennetten inişten sonra Hz. Âdem (a.s) için öngörülmüştür.
Şu hâlde, söz konusu günah, irşadî ve öğüt nitelikli bir emre karşı
işlenmişti, mevlevî/teşri nitelikli bir emre karşı değil. Dolayısıyla
bazılarının yaptığı gibi, rivayeti körü körüne yorumlamanın bir anlamı
yoktur.

el-Uyûn adlı eserde Ali b. Muhammed b. Cehm'in şöyle dediği
rivayet edilir: "Bir gün Halife Me'mun'un yanına gittim, İmam Rıza
da orada bulunuyordu. Me'mun dedi ki: 'Ey Resulullah'ın evlâdı,
sen peygamberlerin masum olduğunu demiyor musun?' 'Evet.'
dedi. 'Şu hâlde, 'Âdem Rabbinin emrine karşı çıktı ve yolunu şaşırdı.'
ayetini nasıl yorumluyorsun?' diye sordu. Bunun üzerine İmam
Ali Rıza (a.s)şöyle dedi: Allah Âdem'e dedi ki: 'Sen ve eşin cennette
kalın. Ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin. Ama sakın şu
ağaca yaklaşmayın. (Onlara buğday ağacını gösterdi.) Yoksa za-
---------

1- [Âl-i İmrân, 33]

236 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1
limlerden olursunuz.' Allah onlara, 'Şu ağaçtan yemeyin.' demedi.
O ağacın türünden olan diğer ağaçlarla ilgili olarak da böyle bir
şey söylemedi. Onlar da söz konusu ağaca yaklaşmadılar ve
meyvesinden yemediler. Başka ağaçların meyvesinden yediler.
Nihayet şeytan onlara vesvese verip dedi ki: 'Allah sizi bu ağaçtan
menetmedi. Tersine sizi başkasına yaklaşmaktan menetti. Sizi
bundan menetmesi de, meyvelerini yiyip de melek veya sonsuza
dek kalıcılardan olmamanız içindir."
"Ayrıca kendilerine öğüt vermek istediğini yemin ederek belirtti.
Âdem ve Havva o güne kadar Allah adına yalan yemin içen birine
rastlamamışlardı. Böylece onları kandırdı ve Allah adına içilen
yemine güvenmelerini sağlayarak yasak ağacın meyvesini onlara
yedirdi. Hz. Âdem bu suçu peygamberlik misyonunu üstlenmeden
önce işlemişti. Yani ateşe atılmayı gerektiren bir büyük günah söz
konusu değildi. Hz. Âdem'in (a.s) işlediği suç, peygamberlik misyonunu
üstlenmeden önce bir peygamberin işleyebileceği türden
bağışlanmış küçük bir hataydı. Allah onu seçip peygamberlikle görevlendirince, masumluk niteliğine sahip oldu; artık ne büyük ve
ne de küçük günah işledi. Yüce Allah şöyle buyuruyor: 'Âdem
Rabbinin emrine karşı çıktı ve yolunu şaşırdı. Sonra Rabbi onu
seçti, tövbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi.' Yine buyuruyor
ki: 'Allah Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini
âlemler içinde seçkin kıldı.'..." [c.1, s.155, h: 1, bab:15]

Ben derim ki: Şeyh Saduk (r.a) bu hadisi naklettikten sonra,
"Bu hadisin Ali b. Muhammed b. Cehm kanalıyla gelmiş olması
son derece ilginçtir. Çünkü bu adam Ehlibeyt'i sevmez, onlara
düşmanlık beslerdi." demiştir. Şeyh Saduk'un ilgisini çeken husus,
rivayetin, peygamberlerin masumluğuna ilişkin ifadeler içermesidir.
Ancak rivayetin içeriği üzerinde daha derin düşünseydi, kendisine
hiç de ilginç gelmezdi. Çünkü bu rivayette Âdem'le ilgili olarak
Ehlibeyt mezhebinin yaklaşımıyla uyuşmayan hususlar vardır.
Ehlibeyt kaynaklı çok sayıda rivayetlere dayanan görüşe göre,
peygamberler, peygamberlikle görevlendirilmelerinden önce de,
sonra da masumdurlar.

Ayrıca, İmamın Me'mun'un sorusuna cevap olarak sarf ettiği
ileri sürülen sözlerde yüce Allah'ın, "Rabbiniz başka bir sebepten

Bakara Sûresi / 35-39 ...................................................... 237

dolayı sizi bu ağaçtan menetmedi, belki..." şeklindeki sözü "Allah
sizi bu ağaçtan menetmedi. Tersine başkasına yaklaşmaktan
menetti. Başkasına yaklaşmaktan menetmesi de, meyvelerini yiyip
de melek ya da sonsuza dek kalıcılardan olmamanız içindir..."
şeklinde yorumlanmıştır. Oysa yüce Allah'ın, İblis'in dilinden aktardığı
"Rabbiniz başka bir sebepten dolayı değil, belki melek veya
sonsuza dek kalıcılardan olmayasınız diye sizi bu ağaçtan
menetti." sözü ile, "Dedi ki: Ey Âdem, sana sonsuzluk ve tükenmeyen
hükümranlık ağacını göstereyim mi?" ifadesi gösteriyor
ki, şeytan onları sonsuzlukla ve yasak dolayısıyla görünmeyen hükümranlık
umuduyla kandırıp bizzat yasaklanan ağacın meyvesinden
yemeye teşvik etmişti.

Kaldı ki, adı geçen adam, yani Ali. b. Muhammed b. Cehm yukarıda
sunduğumuz rivayette sorusunun tam ve doğru cevabını
almıştı. Şu hâlde, bazı hususlarla ilgili olarak bazı yorumlarda bulunmak
mümkünse de, söz konusu rivayet tamamıyla sorunsuz değildir.

Şeyh Saduk, İmam Bâkır'dan (a.s), o da atalarından, onlar da
Hz. Ali'den ve o da Resulullah'tan (s.a.a) şöyle rivayet eder: "Âdem
ile Havva'nın cennete girmeleri ve oradan çıkmaları, bir dünya gününün
yedi saati kadar sürdü. Allah onları aynı gün yeryüzüne indirdi."
[el-Hisal, s.396, h: 103]

Tefsir'ul-Ayyâşî'de Abdullah b. Sinan'ın şöyle dediği rivayet edilir:
Benim de hazır bulunduğum bir sırada İmam Sadık'a (a.s) şöyle
bir soru yöneltildi: "Hz. Âdem ve eşinin cennete girişleri ile bir
hata işleyip oradan çıkışları arasında ne kadar bir süre geçti?" İmam
şu cevabı verdi: "Yüce Allah cuma günü, güneşin batıya
meyletmesinden sonra Âdem'in burnuna kendi ruhundan bir
nefha üfledi. Sonra eşini en alt kaburgasından yarattı. Ardından
tüm melekleri ona secde ettirdi ve aynı gün içinde onu cennete
yerleştirdi. Allah'a andolsun ki, cennete yerleştirilişinin üzerinden
altı saat geçmemişti ki, Allah'ın emrine karşı geldi. Bunun üzerine
yüce Allah, güneşin batışından sonra onları oradan çıkardı, sabaha
kadar cennetin kapısının eşiğinde beklediler. Bu sırada ayıp
yerleri kendilerine göründü. 'Bunun üzerine Rableri onlara şöyle
seslendi: Ben sizi bu ağaca yaklaşmaktan menetmemiş miy-

238 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

dim?' Âdem çok utandı ve boyun bükerek şöyle dedi: 'Rabbimiz,
biz kendimize zulmettik. Suçumuzu itiraf ettik. Şu hâlde bizi bağışla.'
Allah onlara şöyle dedi: Göklerimden yeryüzüne inin, çünkü
bir günahkâr ne cennetimde ve ne de göklerimde bana komşuluk
edemez." [c.2, s.10, h: 11]

Ben derim ki: Bu rivayetin içeriği, cennetten çıkışın mahiyeti
ile ilgili olarak bize ışık tutabilir. Buna göre, önce cennetten, kapısının
eşiğine çıkmışlar, oradan da yere inmişler. Bu hususu, tekvinî
bir emir olup karşı gelmesi mümkün olmamakla birlikte iniş
emrinin ayetlerde iki kez tekrarlanmasından ve yüce Allah'ın,
"Dedi ki: Ey Âdem, sen ve eşin cennette durun... ve sakın şu ağaca
yaklaşmayın." sözü ile, "Rableri onlara şöyle seslendi: Ben sizi
o ağaçtan menetmemiş miydim?" sözü arasındaki ifade tarzı
farklılığından da anlamak mümkündür. Çünkü birincisinde yakını
gösteren "dedi" kelimesi ile "şu" zamiri kullanılmışken, ikinci ayette
uzağı gösteren "seslendi" fiili ile "o" zamiri kullanılmıştır.
Ne var ki, rivayette Tevrat'ta olduğu gibi Havva'nın Âdem'in en
alt kaburgasından yaratıldığı belirtiliyor. Oysa ileride Âdem'in yaratılışı
konusunda değineceğimiz gibi, Ehlibeyt İmamlarından gelen
rivayetler bu iddiayı yalanlar niteliktedirler. Bununla birlikte rivayeti,
Havva'nın, Âdem'in kaburgalarının yaratılışından sonra arta
kalan balçıktan yaratıldığı şeklinde yorumlamak da mümkündür.
Cennetteki kalış sürelerinin altı veya yedi saat oluşuna gelince;
bu, basit bir meseledir, çünkü rivayetlerde yaklaşık bir rakam kullanılmıştır.

el-Kâfi'de İmam Bâkır (a.s) veya İmam Sadık'tan (a.s) birinin,
"Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler aldı." ayeti ile ilgili olarak
şöyle dediği rivayet edilir: "Âdem'in aldığı kelimeler şunlardı: Senden
başka ilâh yoktur. Allah'ım, seni överek tenzih ederim. Bir kötülük
işledim, kendime zulmettim. Beni bağışla, Çünkü sen, bağışlayanların
en hayırlısısın. Senden başka ilâh yoktur. Allah'ım, seni
överek tenzih ederim. Bir kötülük işledim, kendime zulmettim.
Bana acı, çünkü sen, bağışlayanların en hayırlısısın. Senden başka
ilâh yoktur. Allah'ım seni överek tenzih ederim. Bir kötülük işledim,
kendime zulmettim. Bana acı, çünkü sen merhamet edenlerin
en hayırlısısın. Senden başka ilâh yoktur. Seni överek tenzih

Bakara Sûresi / 35-39 ...................................................... 239

ederim. Bir kötülük işledim, kendime zulmettim. Beni bağışla ve
tövbemi kabul et. Çünkü sen tövbeleri çok kabul edensin, çok
merhamet edensin." [c.8, s.253, h: 472]

Ben derim ki: Bu anlamı içeren metinleri Şeyh Saduk, Ayyâşî,
Kummî1 ve diğerleri de rivayet etmişlerdir. Ayrıca Ehlisünnet mezhebinin
dayandığı kanallardan da buna yakın anlamlar içeren hâdisler
rivayet edilmiştir. Belki de bu sonuçları, kıssayı anlatan ayetlerin
ifadelerinden edinmişlerdir.

Yine el-Kâfi'de Kuleynî şöyle der: "Bir diğer rivayette de, 'Âdem
Rabbinden bazı kelimeler aldı.' ayetiyle ilgili olarak şöyle buyurulu-
yor: Âdem; Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin hakkı için
Allah'tan bağışlanma diledi." [c.8, s.253]

Ben derim ki: Şeyh Saduk, Ayyâşî, Kummî ve diğerleri de buna
yakın hâdisler rivayet etmişlerdir. Buna yakın rivayetler Ehlisünnet
kanallarınca da aktarılmıştır. Örneğin ed-Dürr'ül-Mensûr tefsirinde,
Peygamber efendimizin (s.a.a) şöyle dediği rivayet edilir: "Âdem
işlediği günahı işleyince, başını göğe kaldırıp şöyle dedi: 'Muhammed'in
hakkı için beni bağışlamanı diliyorum.' Bunun üzerine
Allah ona, 'Muhammed de kimdir?' diye vahyetti. Âdem, 'Senin
şanın yücedir. Beni yarattığın zaman, başımı kaldırıp Arş'ına baktım,
orada 'La ilâhe illallah, Muhammed'ur-resulullah' yazılı olduğunu
gördüm. O zaman anladım ki, senin katında, adını kendi adının
yanına yazdığın zattan daha kadri yüce biri olamaz.' dedi.
Bunun üzerine Allah ona şöyle vahyetti: Ey Âdem, o, senin soyundan
gelen son peygamberdir, eğer o olmasaydı, seni yaratmazdım."

Ben derim ki: Bu anlam, ilk bakışta ayetlerin zahiri ile
uyuşmuyor gibi görünse de, derine nüfuz edici bir bakış açısı ve titiz
bir inceleme ile, ayetlerle bir yakınlığı, bir ilgisi olduğu görülebilir.
Çünkü "Âdem... aldı." ifadesinin orijinalinde geçen "telakka"
kelimesi, karşılayarak kucaklayarak almak anlamını içermektedir.
Burada Âdem'in bu kelimeleri Rabbinden aldığı belirtiliyor, yine
burada "tövbe" olayından önce bir bilginin varlığından söz ediliyor.
Çünkü Hz. Âdem, daha önce Rabbinden tüm isimleri öğren-
----------
1- [Meani'l-Ahbar, s.108, h: 1; Tefsir'ul-Ayyâşî, c.1, s.41, h: 25; Tefsir'ul-
Kummî, c.1, s.44]

240 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

mişti. Yüce Allah meleklere şöyle demişti: "Ben yeryüzünde bir
halife yaratacağım. Melekler, 'Orada bozgunculuk yapacak, kan
dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor
ve seni noksan sıfatlardan tenzih ediyoruz.' dediler. Allah,
'Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.' dedi. Ve Âdem'e isimlerin tümünü
öğretti."
Bu bilgi kaçınılmaz olarak bütün zulüm ve günahların
giderilmesini, tüm hastalıkların tedavi edilmesini gerektiriyordu.
Aksi takdirde, meleklere cevap verilmemiş ve gerekçeleri geçersiz
kılınmamış olacaktı. Çünkü yüce Allah, onların "bozgunculuk
yapacak, kan dökecek" şeklindeki sözlerine herhangi bir cevap
vermiyor, sadece Âdem'e tüm isimleri öğrettiğini belirtiyor. Şu
hâlde, her türlü bozgunculuğun ıslahı bu isimlerin kapsamındadır.
Bu isimlerin hakikatinin ne olduğunu daha önce öğrendin. Bunlar,
göklerin ve yerin bilinmezlikleri arasında yer alan gaybî varlıklardır.
Yüce Allah bunlar aracılığı ile kullarına yönelik lütuflarını aktarır.
Bu isimlerin bereketi olmadan mükemmelleşmek isteyen hiç
kimsenin tekâmülü gerçekleşemez.

Bize ulaşan bazı rivayetlerde1 belirtildiğine göre yüce Allah
ona isimleri öğretince, o, Ehlibeyt'in hayallerini ve nurlarını görmüştü.

Yine bazı rivayetlere göre, yüce Allah, onlardan misak almak
üzere sulbündeki soyunu çıkardığı zaman, Ehlibeyt'i görmüştü.

Bazı rivayetlere göre de Hz. Âdem cennetteyken Ehlibeyt'i
görmüştü. Yüce Allah, "Âdem Rabbinden bazı kelimeler aldı."
derken, kelimeleri belirsiz kılarak, meseleye bir müphemlik getirmiştir.
Ama Kur'ân-ı Kerim'de "kelime" kavramı açıkça dış dünyada
gerçekliği olan bir varlığı, bir objeyi ifade etmek için kullanılmıştır:
"Adı Meryemoğlu İsa Mesih olan bir kelimeyle..." (Âl-i
İmrân, 45)

Bazı tefsir bilginlerine göre de, Hz. Âdem'in Allah'tan aldığı kelimeler,
yüce Allah'ın A'râf suresinde dile getirdiği şu sözlerdir:
"Dediler ki: Rabbimiz, biz kendimize zulmettik, eğer bizi
bağışlamaz ve bize acımazsan, muhakkak ziyana uğrayanlardan
oluruz."
--------
1- [Bihar'ul-Envar, c.11, s.175, h: 20]

Bakara Sûresi / 35-39 ...................................................... 241

Biz bu görüşe katılamayacağız. Çünkü, Bakara suresinde ele
aldığımız ayetlerden de anlaşıldığı gibi Âdem ve eşinin tövbe etmeleri,
yeryüzüne inişlerinden sonra gerçekleşmişti. Yüce Allah
şöyle buyuruyor: "Dedik ki: Birbirinize düşman olarak inin." Ardından
şöyle buyuruyor: "Âdem Rabbinden bazı kelimeler aldı,
bunun üzerine Allah onun tövbesini kabul etti."
Bu kelimeleri ise, A'râf suresinde de vurgulandığı gibi Âdem ve
eşi yeryüzüne inmeden önce cennette söylemişlerdi. Yüce Allah
şöyle buyuruyor: "Rableri onlara seslendi: 'Ben sizi o ağaçtan
menetmedim mi?' Onlarsa dediler ki: Rabbimiz, biz kendimize
zulmettik..." Ardından yüce Allah şöyle buyuruyor: "Dedik ki: Birbirinize
düşman olarak inin..."

Görüldüğü gibi, "Rabbimiz, biz kendimize zulmettik." sözünü
söylemiş olmaları, yüce Allah'ın seslenişi karşısında duydukları
ezikliğin, suçu itiraf etmenin bir ifadesidir. Bununla, Rablık niteliğinin
Allah'a özgü olduğunu, kendilerininse hüsrana uğrama tehlikesi
ile burun buruna gelmiş iki zalim olduklarını vurgulamakla
birlikte meselenin tamamen Allah'ın yetkisinde olduğunu, nasıl dilerse
öyle hareket edeceğini bildiriyorlar.

Tefsir'ul-Kummî'de İmam Sadık'ın (a.s) şöyle dediği rivayet edilir:
"Hz. Musa yüce Allah'tan kendisini Hz. Âdem'le karşılaştırmasını
diledi. Yüce Allah da onları buluşturdu. Hz. Musa, Hz. Âdem'e
şöyle dedi: 'Babacığım, yüce Allah seni kendi elleriyle yaratmadı
mı? İçine kendi ruhundan üflemedi mi? Melekleri sana
secde ettirmedi mi? Ve sana sakın şu ağaçtan yeme, demedi mi?
Peki ne diye Rabbinin emrine karşı çıktın?' Âdem dedi ki: 'Ey Musa,
Tevrat'ta, yaratılışımdan kaç yıl önce o hatayı işlediğime rastladın?'
Musa dedi ki: 'Otuz bin yıl önce.' Âdem dedi ki: Öyledir."
İmam Sadık (a.s) diyor ki: "Böylece Âdem Musa'nın kanıtını çürütmüş
oldu."

Ben derim ki: Allâme Suyutî de ed-Dürr'ül-Mensûr'da bu anlamı
içeren bir hadisi birkaç kanaldan Peygamber efendimize (s.a.a)
dayandırarak rivayet etmektedir.

İlel'uş-Şerayi adlı eserde İmam Bâkır'ın (a.s) şöyle dediği anlatılır:
"Allah'a andolsun ki, Allah Âdemi dünya için yarattı. Ama onu

242 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

önce cennete yerleştirdi ki, emrine karşı gelsin de onu yaratılışının
amacı olan yere indirsin."

Ben derim ki: Bundan önce değindiğimiz Ayyâşî'nin İmam Sadık'tan
(a.s) rivayet ettiği ve Hz. Âdem'in meleklerden bir arkadaşının
olduğu şeklinde ifadeler içeren hâdis de buna yakın mesajlar
kapsamaktadır. el-İhticac adlı eserde Şamlı bir adamın İmam Ali
(a.s) ile girdiği şu diyaloga yer verilir: Adam Hz. Ali'ye şöyle sorar:
"Yeryüzünün en şerefli vadisi hangisidir?" Hz. Ali der ki: "Serandib
vadisidir. Hz. Âdem gökten oraya düşmüştür."

Ben derim ki: Buna karşın, diğer bazı rivayetlerde Hz. Âdem'in
Mekke'ye indiği belirtilir. Bunların bir kısmına da değindik. Aslında
bu rivayetleri uyuşturmak mümkündür. Hz. Âdem önce Serandib
vadisine oradan da Mekke'ye inmiş olabilir.

ed-Dürr'ül-Mensûr tefsirinde Taberanî'den, el-Azame'de Ebu'şŞeyh'ten
ve İbn-i Mürdeveyh'den Ebuzer'in şöyle dediği rivayet edilir:
"Dedim ki: 'Ya Resulallah! Sence Âdem, peygamber miydi, değil
miydi?' Resulullah buyurdu ki: Evet, o bir nebi, bir resuldü. Allah
onunla önceden konuştu ve ona şöyle dedi: Ey Âdem, sen ve
eşin cennette kalın."

Ben derim ki: Ehlisünnet mezhebinin mensubu bazı bilginler,
değişik kanallardan buna yakın ifadeler içeren hâdisler rivayet
etmişlerdir.
Yüklə 414,59 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin