olmasaydı, ne seni, ne cenneti, ne ateşi, ne göğü ve ne de yeryüzünü yaratırdım. Sakın onlara kıskanarak bakma. Yoksa seni yakın çevremden uzaklaştırırım.' dedi. Fakat Hz. Âdem onlara kıskanarak baktı, onların yerinde olmayı istedi. Bunun üzerine şeytan ona musallat oldu, nihayet kendisine yasaklanan ağacın meyvesini yedi. Aynı şekilde şeytan Havva'ya da musallat oldu. O da Fatıma'ya kıskanarak baktı. Nihayet o da Âdem gibi yasak meyveyi yedi. Bunun üzerine yüce Allah onları cennetinden çıkardı, onları yakın çevresinden uzaklaştırıp yeryüzüne indirdi." [c.1, s.239, h: 1]
Ben derim ki: Aşağı yukarı aynı anlamı vurgulayan başka rivayetler de vardır. Bir kısmı konuyu daha geniş çerçevede ele almış, bir kısmı daha kısa tutmuş, bir kısmı da daha özet ve daha genel ifadelerle meseleyi aktarmıştır. Gördüğün gibi bu rivayette İmam (a.s), söz konusu ağacın buğday ve kıskançlık ağacı olduğunu ve Âdem ile eşinin buğday ağacının meyvesinden yiyip kıskançlık illetine yakalandıklarını, bunun sonucunda da Hz. Muhammed ve soyunun (hepsine selâm olsun) yerinde olmayı temenni ettiklerini dile getiriyor. Birinci anlama göre, yasak ağaç cennet ehlinin ilgisini ve iştahını çekmeyecek kadar önemsiz ve cazibesizdi. İkinci anlama göre ise, bu ağaç Âdem ve eşinin ulaşamayacakları kadar önemli ve erişilmezdi. Nitekim bir rivayette de bu ağacın, Hz. Muhammed ve soyunun bilgisi olduğu bildirilmiştir. Kısacası, bunlar iki farklı anlam ifade etmektedirler. Ancak sen, misakla ilgili olarak geçen konuya bir göz attığın zaman, anlamın bir olduğunu görürsün. Buna göre Hz. Âdem, Allah'tan başkasına yönelmeme anlamını kapsayan ve Allah'a yakınlığı sembolize eden cennetten yararlanma ile, dünyaya bağlanma zorluk ve meşakkatini beraberinde getiren yasak ağaçtan yemeyi birlikte yürütmek istemişti. Ama bu iki olguyu birlikte yürütmek ona mümkün olmamış, nihayet yeryüzüne indirilmişti. Dolayısıyla Hz. Muhammed'in (s.a.a) sahip olduğu, bu iki olguyu bir arada yürütme makamına erişememişti. Ama daha sonra yüce Allah onu seçerek ve tövbe etmesini sağlayarak onu dünyadan soyutlamıştı ve
ona doğru yolu göstermişti. Unuttuğu misakı da bunun ardından ona hatırlatmıştı. Böylece meseleyi düşünüp anla.
İmam'ın, "Onlara kıskançlık gözüyle baktı, yerlerinde olmayı istedi." şeklindeki sözüne gelince; burada söz konusu kıskançlığın, onların yerinde olmayı istemek şeklinde gerçekleştiğini, yoksa, aşağılık bir huy olan hasedin söz konusu olmadığı, bu şekilde açıklanmaktadır.
Yukarıdaki açıklama sayesinde Kemal'ud-Dîn adlı eserde Sumâli'nin İmam Muhammed Bâkır'dan (a.s) aktardığı rivayet ile Tefsir'ul-Ayyâşî'de aktardığı rivayet arasında ilk etapta varmış gibi görünen çelişki de bertaraf edilmiş oluyor. Birinci rivayette1 İmam Bâkır (a.s) şöyle buyuruyor: "Yüce Allah Âdem'den, bu ağaca yaklaşma diye söz aldı. Allah'ın öngördüğü vakit gelince, Âdem yememesine ilişkin sözü unutarak yasak ağacın meyvesini yedi. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: Andolsun Biz, önceden Âdem'- den söz almıştık; fakat unuttu. Biz onda bir kararlılık görmedik." [Tâhâ, 115]
İkinci rivayette ise2, şöyle geçer: İmam Bâkır (a.s) veya İmam Sadık'tan (a.s) birine, "Allah Âdem'i 'unuttu' diye nasıl sorumlu tutuyor?" diye soruldu. Şöyle cevap verdi: "Âdem unutmadı. Hem nasıl unutabilir ki? Oysa şeytan ona şöyle diyordu: Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf melek olursunuz ya da ebedi kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan menetti." Geçen açıklamalara dikkat edilirse, bu iki rivayetin arasıda çelişki olmadığı son derece açıktır.
Şeyh Saduk'un el-Emalî adlı eserinde, Ebu's-Salt el-Herevî'nin şöyle dediği rivayet edilir: "Halife Me'mun İmam Ali Rıza (a.s) ile tartışmak üzere İslâm bilginlerini ve Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecusilik ve Sabiîlik gibi diğer dinlere mensup bilginleri topladığı zaman, hiç kimse ona karşı bir kanıt ileri sürememişti. O, bir kayanın katılığı gibi görkemiyle duruyordu. Bu arada Ali b. Muhammed b. Cehm ayağa kalktı ve şöyle dedi: 'Ey Resulullah'ın oğlu, peygamberlerin masum olduklarını kabul ediyor musun?' İmam, --------- 1- [Kemal'ud-Dîn, c.1, s.213, h: 2] 2- [Tefsir'ul-Ayyâşî, c.2, s.9, h: 9]
'Evet.' dedi. 'Peki, 'Âdem Rabbine karşı geldi ve yolunu şaşırdı.' ayetini nasıl yorumluyorsun?' dedi." "Bunun üzerine Efendimiz Rıza (a.s) şöyle dedi: Yavaş ol, ey Ali; Allah'tan kork ve Allah'ın peygamberlerine kötü nitelikler yakıştırma. Allah'ın kitabını kişisel görüşünü esas alarak yorumlamaya kalkışma. Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor: 'Onun yorumunu ancak Allah ve ilimde derinleşenler bilir.' Yüce Allah'ın, 'Âdem Rabbine karşı geldi ve yolunu şaşırdı.' sözüne gelince, Allah Âdem'i yeryüzündeki hücceti ve memleketlere hükmeden halifesi olsun diye yarattı. Allah Âdem'i cennet için yaratmadı. Âdem'in işlediği günah da cennette gerçekleşmişti, dünyada değil ve bu, yüce Allah'ın Âdem ve soyunun yaşam süreçleri için öngördüğü plânın gerçekleşmesine yönelik bir ilk adımdı. Âdem yeryüzüne indirildikten sonra yüce Allah onu hücceti ve halifesi yaptı. Sonra da ona masumluk niteliğini verdi: 'Allah Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmrân ailesini âlemler içinde seçkin kıldı.'1..." [Oturum: 20, s.28, h: 32]
Ben derim ki: "Günah cennette işlenmişti..." ifadesi, daha önce de değindiğimiz gibi, mevlevî ve teşri nitelikli dinsel yükümlülüğün henüz cennette yürürlüğe konulmadığına yönelik bir işaret içermektedir. Dinsel yükümlülüğün yurdu dünya hayatıdır ki, bu hayat, cennetten inişten sonra Hz. Âdem (a.s) için öngörülmüştür. Şu hâlde, söz konusu günah, irşadî ve öğüt nitelikli bir emre karşı işlenmişti, mevlevî/teşri nitelikli bir emre karşı değil. Dolayısıyla bazılarının yaptığı gibi, rivayeti körü körüne yorumlamanın bir anlamı yoktur.
el-Uyûn adlı eserde Ali b. Muhammed b. Cehm'in şöyle dediği rivayet edilir: "Bir gün Halife Me'mun'un yanına gittim, İmam Rıza da orada bulunuyordu. Me'mun dedi ki: 'Ey Resulullah'ın evlâdı, sen peygamberlerin masum olduğunu demiyor musun?' 'Evet.' dedi. 'Şu hâlde, 'Âdem Rabbinin emrine karşı çıktı ve yolunu şaşırdı.' ayetini nasıl yorumluyorsun?' diye sordu. Bunun üzerine İmam Ali Rıza (a.s)şöyle dedi: Allah Âdem'e dedi ki: 'Sen ve eşin cennette kalın. Ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin. Ama sakın şu ağaca yaklaşmayın. (Onlara buğday ağacını gösterdi.) Yoksa za- ---------
1- [Âl-i İmrân, 33]
236 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1 limlerden olursunuz.' Allah onlara, 'Şu ağaçtan yemeyin.' demedi. O ağacın türünden olan diğer ağaçlarla ilgili olarak da böyle bir şey söylemedi. Onlar da söz konusu ağaca yaklaşmadılar ve meyvesinden yemediler. Başka ağaçların meyvesinden yediler. Nihayet şeytan onlara vesvese verip dedi ki: 'Allah sizi bu ağaçtan menetmedi. Tersine sizi başkasına yaklaşmaktan menetti. Sizi bundan menetmesi de, meyvelerini yiyip de melek veya sonsuza dek kalıcılardan olmamanız içindir." "Ayrıca kendilerine öğüt vermek istediğini yemin ederek belirtti. Âdem ve Havva o güne kadar Allah adına yalan yemin içen birine rastlamamışlardı. Böylece onları kandırdı ve Allah adına içilen yemine güvenmelerini sağlayarak yasak ağacın meyvesini onlara yedirdi. Hz. Âdem bu suçu peygamberlik misyonunu üstlenmeden önce işlemişti. Yani ateşe atılmayı gerektiren bir büyük günah söz konusu değildi. Hz. Âdem'in (a.s) işlediği suç, peygamberlik misyonunu üstlenmeden önce bir peygamberin işleyebileceği türden bağışlanmış küçük bir hataydı. Allah onu seçip peygamberlikle görevlendirince, masumluk niteliğine sahip oldu; artık ne büyük ve ne de küçük günah işledi. Yüce Allah şöyle buyuruyor: 'Âdem Rabbinin emrine karşı çıktı ve yolunu şaşırdı. Sonra Rabbi onu seçti, tövbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi.' Yine buyuruyor ki: 'Allah Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini âlemler içinde seçkin kıldı.'..." [c.1, s.155, h: 1, bab:15]
Ben derim ki: Şeyh Saduk (r.a) bu hadisi naklettikten sonra, "Bu hadisin Ali b. Muhammed b. Cehm kanalıyla gelmiş olması son derece ilginçtir. Çünkü bu adam Ehlibeyt'i sevmez, onlara düşmanlık beslerdi." demiştir. Şeyh Saduk'un ilgisini çeken husus, rivayetin, peygamberlerin masumluğuna ilişkin ifadeler içermesidir. Ancak rivayetin içeriği üzerinde daha derin düşünseydi, kendisine hiç de ilginç gelmezdi. Çünkü bu rivayette Âdem'le ilgili olarak Ehlibeyt mezhebinin yaklaşımıyla uyuşmayan hususlar vardır. Ehlibeyt kaynaklı çok sayıda rivayetlere dayanan görüşe göre, peygamberler, peygamberlikle görevlendirilmelerinden önce de, sonra da masumdurlar.
Ayrıca, İmamın Me'mun'un sorusuna cevap olarak sarf ettiği ileri sürülen sözlerde yüce Allah'ın, "Rabbiniz başka bir sebepten
dolayı sizi bu ağaçtan menetmedi, belki..." şeklindeki sözü "Allah sizi bu ağaçtan menetmedi. Tersine başkasına yaklaşmaktan menetti. Başkasına yaklaşmaktan menetmesi de, meyvelerini yiyip de melek ya da sonsuza dek kalıcılardan olmamanız içindir..." şeklinde yorumlanmıştır. Oysa yüce Allah'ın, İblis'in dilinden aktardığı "Rabbiniz başka bir sebepten dolayı değil, belki melek veya sonsuza dek kalıcılardan olmayasınız diye sizi bu ağaçtan menetti." sözü ile, "Dedi ki: Ey Âdem, sana sonsuzluk ve tükenmeyen hükümranlık ağacını göstereyim mi?" ifadesi gösteriyor ki, şeytan onları sonsuzlukla ve yasak dolayısıyla görünmeyen hükümranlık umuduyla kandırıp bizzat yasaklanan ağacın meyvesinden yemeye teşvik etmişti.
Kaldı ki, adı geçen adam, yani Ali. b. Muhammed b. Cehm yukarıda sunduğumuz rivayette sorusunun tam ve doğru cevabını almıştı. Şu hâlde, bazı hususlarla ilgili olarak bazı yorumlarda bulunmak mümkünse de, söz konusu rivayet tamamıyla sorunsuz değildir.
Şeyh Saduk, İmam Bâkır'dan (a.s), o da atalarından, onlar da Hz. Ali'den ve o da Resulullah'tan (s.a.a) şöyle rivayet eder: "Âdem ile Havva'nın cennete girmeleri ve oradan çıkmaları, bir dünya gününün yedi saati kadar sürdü. Allah onları aynı gün yeryüzüne indirdi." [el-Hisal, s.396, h: 103]
Tefsir'ul-Ayyâşî'de Abdullah b. Sinan'ın şöyle dediği rivayet edilir: Benim de hazır bulunduğum bir sırada İmam Sadık'a (a.s) şöyle bir soru yöneltildi: "Hz. Âdem ve eşinin cennete girişleri ile bir hata işleyip oradan çıkışları arasında ne kadar bir süre geçti?" İmam şu cevabı verdi: "Yüce Allah cuma günü, güneşin batıya meyletmesinden sonra Âdem'in burnuna kendi ruhundan bir nefha üfledi. Sonra eşini en alt kaburgasından yarattı. Ardından tüm melekleri ona secde ettirdi ve aynı gün içinde onu cennete yerleştirdi. Allah'a andolsun ki, cennete yerleştirilişinin üzerinden altı saat geçmemişti ki, Allah'ın emrine karşı geldi. Bunun üzerine yüce Allah, güneşin batışından sonra onları oradan çıkardı, sabaha kadar cennetin kapısının eşiğinde beklediler. Bu sırada ayıp yerleri kendilerine göründü. 'Bunun üzerine Rableri onlara şöyle seslendi: Ben sizi bu ağaca yaklaşmaktan menetmemiş miy-
dim?' Âdem çok utandı ve boyun bükerek şöyle dedi: 'Rabbimiz, biz kendimize zulmettik. Suçumuzu itiraf ettik. Şu hâlde bizi bağışla.' Allah onlara şöyle dedi: Göklerimden yeryüzüne inin, çünkü bir günahkâr ne cennetimde ve ne de göklerimde bana komşuluk edemez." [c.2, s.10, h: 11]
Ben derim ki: Bu rivayetin içeriği, cennetten çıkışın mahiyeti ile ilgili olarak bize ışık tutabilir. Buna göre, önce cennetten, kapısının eşiğine çıkmışlar, oradan da yere inmişler. Bu hususu, tekvinî bir emir olup karşı gelmesi mümkün olmamakla birlikte iniş emrinin ayetlerde iki kez tekrarlanmasından ve yüce Allah'ın, "Dedi ki: Ey Âdem, sen ve eşin cennette durun... ve sakın şu ağaca yaklaşmayın." sözü ile, "Rableri onlara şöyle seslendi: Ben sizi o ağaçtan menetmemiş miydim?" sözü arasındaki ifade tarzı farklılığından da anlamak mümkündür. Çünkü birincisinde yakını gösteren "dedi" kelimesi ile "şu" zamiri kullanılmışken, ikinci ayette uzağı gösteren "seslendi" fiili ile "o" zamiri kullanılmıştır. Ne var ki, rivayette Tevrat'ta olduğu gibi Havva'nın Âdem'in en alt kaburgasından yaratıldığı belirtiliyor. Oysa ileride Âdem'in yaratılışı konusunda değineceğimiz gibi, Ehlibeyt İmamlarından gelen rivayetler bu iddiayı yalanlar niteliktedirler. Bununla birlikte rivayeti, Havva'nın, Âdem'in kaburgalarının yaratılışından sonra arta kalan balçıktan yaratıldığı şeklinde yorumlamak da mümkündür. Cennetteki kalış sürelerinin altı veya yedi saat oluşuna gelince; bu, basit bir meseledir, çünkü rivayetlerde yaklaşık bir rakam kullanılmıştır.
el-Kâfi'de İmam Bâkır (a.s) veya İmam Sadık'tan (a.s) birinin, "Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler aldı." ayeti ile ilgili olarak şöyle dediği rivayet edilir: "Âdem'in aldığı kelimeler şunlardı: Senden başka ilâh yoktur. Allah'ım, seni överek tenzih ederim. Bir kötülük işledim, kendime zulmettim. Beni bağışla, Çünkü sen, bağışlayanların en hayırlısısın. Senden başka ilâh yoktur. Allah'ım, seni överek tenzih ederim. Bir kötülük işledim, kendime zulmettim. Bana acı, çünkü sen, bağışlayanların en hayırlısısın. Senden başka ilâh yoktur. Allah'ım seni överek tenzih ederim. Bir kötülük işledim, kendime zulmettim. Bana acı, çünkü sen merhamet edenlerin en hayırlısısın. Senden başka ilâh yoktur. Seni överek tenzih
ederim. Bir kötülük işledim, kendime zulmettim. Beni bağışla ve tövbemi kabul et. Çünkü sen tövbeleri çok kabul edensin, çok merhamet edensin." [c.8, s.253, h: 472]
Ben derim ki: Bu anlamı içeren metinleri Şeyh Saduk, Ayyâşî, Kummî1 ve diğerleri de rivayet etmişlerdir. Ayrıca Ehlisünnet mezhebinin dayandığı kanallardan da buna yakın anlamlar içeren hâdisler rivayet edilmiştir. Belki de bu sonuçları, kıssayı anlatan ayetlerin ifadelerinden edinmişlerdir.
Yine el-Kâfi'de Kuleynî şöyle der: "Bir diğer rivayette de, 'Âdem Rabbinden bazı kelimeler aldı.' ayetiyle ilgili olarak şöyle buyurulu- yor: Âdem; Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin hakkı için Allah'tan bağışlanma diledi." [c.8, s.253]
Ben derim ki: Şeyh Saduk, Ayyâşî, Kummî ve diğerleri de buna yakın hâdisler rivayet etmişlerdir. Buna yakın rivayetler Ehlisünnet kanallarınca da aktarılmıştır. Örneğin ed-Dürr'ül-Mensûr tefsirinde, Peygamber efendimizin (s.a.a) şöyle dediği rivayet edilir: "Âdem işlediği günahı işleyince, başını göğe kaldırıp şöyle dedi: 'Muhammed'in hakkı için beni bağışlamanı diliyorum.' Bunun üzerine Allah ona, 'Muhammed de kimdir?' diye vahyetti. Âdem, 'Senin şanın yücedir. Beni yarattığın zaman, başımı kaldırıp Arş'ına baktım, orada 'La ilâhe illallah, Muhammed'ur-resulullah' yazılı olduğunu gördüm. O zaman anladım ki, senin katında, adını kendi adının yanına yazdığın zattan daha kadri yüce biri olamaz.' dedi. Bunun üzerine Allah ona şöyle vahyetti: Ey Âdem, o, senin soyundan gelen son peygamberdir, eğer o olmasaydı, seni yaratmazdım."
Ben derim ki: Bu anlam, ilk bakışta ayetlerin zahiri ile uyuşmuyor gibi görünse de, derine nüfuz edici bir bakış açısı ve titiz bir inceleme ile, ayetlerle bir yakınlığı, bir ilgisi olduğu görülebilir. Çünkü "Âdem... aldı." ifadesinin orijinalinde geçen "telakka" kelimesi, karşılayarak kucaklayarak almak anlamını içermektedir. Burada Âdem'in bu kelimeleri Rabbinden aldığı belirtiliyor, yine burada "tövbe" olayından önce bir bilginin varlığından söz ediliyor. Çünkü Hz. Âdem, daha önce Rabbinden tüm isimleri öğren- ---------- 1- [Meani'l-Ahbar, s.108, h: 1; Tefsir'ul-Ayyâşî, c.1, s.41, h: 25; Tefsir'ul- Kummî, c.1, s.44]
mişti. Yüce Allah meleklere şöyle demişti: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım. Melekler, 'Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni noksan sıfatlardan tenzih ediyoruz.' dediler. Allah, 'Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.' dedi. Ve Âdem'e isimlerin tümünü öğretti." Bu bilgi kaçınılmaz olarak bütün zulüm ve günahların giderilmesini, tüm hastalıkların tedavi edilmesini gerektiriyordu. Aksi takdirde, meleklere cevap verilmemiş ve gerekçeleri geçersiz kılınmamış olacaktı. Çünkü yüce Allah, onların "bozgunculuk yapacak, kan dökecek" şeklindeki sözlerine herhangi bir cevap vermiyor, sadece Âdem'e tüm isimleri öğrettiğini belirtiyor. Şu hâlde, her türlü bozgunculuğun ıslahı bu isimlerin kapsamındadır. Bu isimlerin hakikatinin ne olduğunu daha önce öğrendin. Bunlar, göklerin ve yerin bilinmezlikleri arasında yer alan gaybî varlıklardır. Yüce Allah bunlar aracılığı ile kullarına yönelik lütuflarını aktarır. Bu isimlerin bereketi olmadan mükemmelleşmek isteyen hiç kimsenin tekâmülü gerçekleşemez.
Bize ulaşan bazı rivayetlerde1 belirtildiğine göre yüce Allah ona isimleri öğretince, o, Ehlibeyt'in hayallerini ve nurlarını görmüştü.
Yine bazı rivayetlere göre, yüce Allah, onlardan misak almak üzere sulbündeki soyunu çıkardığı zaman, Ehlibeyt'i görmüştü.
Bazı rivayetlere göre de Hz. Âdem cennetteyken Ehlibeyt'i görmüştü. Yüce Allah, "Âdem Rabbinden bazı kelimeler aldı." derken, kelimeleri belirsiz kılarak, meseleye bir müphemlik getirmiştir. Ama Kur'ân-ı Kerim'de "kelime" kavramı açıkça dış dünyada gerçekliği olan bir varlığı, bir objeyi ifade etmek için kullanılmıştır: "Adı Meryemoğlu İsa Mesih olan bir kelimeyle..." (Âl-i İmrân, 45)
Bazı tefsir bilginlerine göre de, Hz. Âdem'in Allah'tan aldığı kelimeler, yüce Allah'ın A'râf suresinde dile getirdiği şu sözlerdir: "Dediler ki: Rabbimiz, biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, muhakkak ziyana uğrayanlardan oluruz." -------- 1- [Bihar'ul-Envar, c.11, s.175, h: 20]
Biz bu görüşe katılamayacağız. Çünkü, Bakara suresinde ele aldığımız ayetlerden de anlaşıldığı gibi Âdem ve eşinin tövbe etmeleri, yeryüzüne inişlerinden sonra gerçekleşmişti. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Dedik ki: Birbirinize düşman olarak inin." Ardından şöyle buyuruyor: "Âdem Rabbinden bazı kelimeler aldı, bunun üzerine Allah onun tövbesini kabul etti." Bu kelimeleri ise, A'râf suresinde de vurgulandığı gibi Âdem ve eşi yeryüzüne inmeden önce cennette söylemişlerdi. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Rableri onlara seslendi: 'Ben sizi o ağaçtan menetmedim mi?' Onlarsa dediler ki: Rabbimiz, biz kendimize zulmettik..." Ardından yüce Allah şöyle buyuruyor: "Dedik ki: Birbirinize düşman olarak inin..."
Görüldüğü gibi, "Rabbimiz, biz kendimize zulmettik." sözünü söylemiş olmaları, yüce Allah'ın seslenişi karşısında duydukları ezikliğin, suçu itiraf etmenin bir ifadesidir. Bununla, Rablık niteliğinin Allah'a özgü olduğunu, kendilerininse hüsrana uğrama tehlikesi ile burun buruna gelmiş iki zalim olduklarını vurgulamakla birlikte meselenin tamamen Allah'ın yetkisinde olduğunu, nasıl dilerse öyle hareket edeceğini bildiriyorlar.
Tefsir'ul-Kummî'de İmam Sadık'ın (a.s) şöyle dediği rivayet edilir: "Hz. Musa yüce Allah'tan kendisini Hz. Âdem'le karşılaştırmasını diledi. Yüce Allah da onları buluşturdu. Hz. Musa, Hz. Âdem'e şöyle dedi: 'Babacığım, yüce Allah seni kendi elleriyle yaratmadı mı? İçine kendi ruhundan üflemedi mi? Melekleri sana secde ettirmedi mi? Ve sana sakın şu ağaçtan yeme, demedi mi? Peki ne diye Rabbinin emrine karşı çıktın?' Âdem dedi ki: 'Ey Musa, Tevrat'ta, yaratılışımdan kaç yıl önce o hatayı işlediğime rastladın?' Musa dedi ki: 'Otuz bin yıl önce.' Âdem dedi ki: Öyledir." İmam Sadık (a.s) diyor ki: "Böylece Âdem Musa'nın kanıtını çürütmüş oldu."
Ben derim ki: Allâme Suyutî de ed-Dürr'ül-Mensûr'da bu anlamı içeren bir hadisi birkaç kanaldan Peygamber efendimize (s.a.a) dayandırarak rivayet etmektedir.
İlel'uş-Şerayi adlı eserde İmam Bâkır'ın (a.s) şöyle dediği anlatılır: "Allah'a andolsun ki, Allah Âdemi dünya için yarattı. Ama onu
önce cennete yerleştirdi ki, emrine karşı gelsin de onu yaratılışının amacı olan yere indirsin."
Ben derim ki: Bundan önce değindiğimiz Ayyâşî'nin İmam Sadık'tan (a.s) rivayet ettiği ve Hz. Âdem'in meleklerden bir arkadaşının olduğu şeklinde ifadeler içeren hâdis de buna yakın mesajlar kapsamaktadır. el-İhticac adlı eserde Şamlı bir adamın İmam Ali (a.s) ile girdiği şu diyaloga yer verilir: Adam Hz. Ali'ye şöyle sorar: "Yeryüzünün en şerefli vadisi hangisidir?" Hz. Ali der ki: "Serandib vadisidir. Hz. Âdem gökten oraya düşmüştür."
Ben derim ki: Buna karşın, diğer bazı rivayetlerde Hz. Âdem'in Mekke'ye indiği belirtilir. Bunların bir kısmına da değindik. Aslında bu rivayetleri uyuşturmak mümkündür. Hz. Âdem önce Serandib vadisine oradan da Mekke'ye inmiş olabilir.
ed-Dürr'ül-Mensûr tefsirinde Taberanî'den, el-Azame'de Ebu'şŞeyh'ten ve İbn-i Mürdeveyh'den Ebuzer'in şöyle dediği rivayet edilir: "Dedim ki: 'Ya Resulallah! Sence Âdem, peygamber miydi, değil miydi?' Resulullah buyurdu ki: Evet, o bir nebi, bir resuldü. Allah onunla önceden konuştu ve ona şöyle dedi: Ey Âdem, sen ve eşin cennette kalın."
Ben derim ki: Ehlisünnet mezhebinin mensubu bazı bilginler, değişik kanallardan buna yakın ifadeler içeren hâdisler rivayet etmişlerdir.