Demirel ya da kendi gerçEĞİNİ Örtmenin siyasi tezahüRÜ Yazan Dr. Sıtkı karaca



Yüklə 1,81 Mb.
səhifə17/20
tarix06.03.2018
ölçüsü1,81 Mb.
#44413
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20

Siyasette Patronaj ve Demirel

Patronaj (patronage) ilişkileri derken, kısaca bir kişi-yi “himaye etme ve arkalamayı, ona yardımcı olmayı”, muhtelif şekillerde “lütuf ve ihsanda bulunmayı” ve bu kişinin her hangi bir işini yürütme ve resmileştirmede “aracı olmayı” kasdediyoruz ki, esâsen kelime bütün bu mânâları ihtivâ etmektedir.

Patronaj himaye ile ilişkili olsa da, himayeye mazhar olan üzerinde bir tahakküm kaynağıdır. Ehliyet, liyakat ve hakkaniyet ölçütlerini berhava eden patronaj uygu-lamaları kurumları çürümeye itmektedir. Siyaset, doğası gereği patronaja açık/uygun bir kurumdur. Aslında patronajın doğru ve meşru görülmemesi ve desteklen-memesi şarttır. Siyasette bir miktar patronaj doğası gere-ği olacaktır. Ancak patronajın doğru olmayan yönü, aşırı menfaat seviyesine çıkması ve süreklilik kazanmasıdır.

Siyasette patronaja kaynak ve sebep olan pek çok unsur vardır. Buna göre de isimlendirilir; Lider patronajı, Başkanlar (parti başkanları, belediye başkanları) patro-najı, Belediye üst yönetimleri patronajı, Parti içi etkin kademeler patronajı v.b…

Siyaset Dışından Patronaj Durumunda; Sosyal çevre patronajı/hemşehri patro­najı, Ekonomik çevre patronajı, Dini çevre patronajı, Bürokratik çevre patronajı, Militarist patronaj, Kültürel çevre patronajı, Medya çevresi patronajı, Stratejik patronaj, Etnik patronaj, Mafya patronajı, v.b…

Dış Mihraklar Patronajı Durumunda; Stratejik çevre patronajı, Ekonomik çevre patronajı, Kültürel çevre patronajı.

Türkiye’de siyaset iki tür siyasa üretmiştir: Bu, ya tepeden inmeci bir yaklaşımla halkı “adam etme”, halkın “karnını tok, sırtını pek etme” siyasetidir, yani devleti ve devletleşen parti gücünü kullanarak halkı kalkındırma siyasetidir; ya da tepeden inmecilerin kullandığı araçları -devlet ve devletleşen parti gücü gibi araçları - kullansa da, halkın oyunu al­dığı gerekçesiyle sözde demokratik bir maske takan ve halkı, siyaset­çiye şükran borçlu bir yığın haline getiren oportünist siyasettir.1046

Murat Belge’ye göre, batı toplumlarının çoğundan farklı olarak, Türkiye’de politik iktidarla ekonomik çıkar ve toplumsal hayatın bütünü arasında fazla yakın bir ilişki vardır. 1950’den sonraki siyasi sistem patronaj ilişkisi ile ayakta kalmaktadır. Genellikle iki büyük partinin seçim-lerde seçmenlerin en az %60’ından destek görmesi, mer-kezi ayakta tutan unsur olmuştur. Bu desteği verenlerin, nesnel olarak egemen sınıf tanı­mına uymamasına rağmen bu siyasal sistem içinde, iktidarda olan parti, kendi taba-nına ve bu taban ekseninde toplanan kitleye birtakım iktidar nimet­leri dağıtabiliyordu. Bunlar yeterli olmasa da gündelik sağduyu mantığı için­de, oldukça geniş sayıda insanı düzene bağlayabiliyor ve aşırı uçlara gitmeye karşı bir supap görevi görüyordu. Murat Belge’ye göre, fiilen elverişli alanda iş yapan gazinoyu kimin işleteceğinin bile büyük ölçüde iktidardaki partiye bağlı olması gibi yığınla özellik, Türkiye’yi batının sivil toplum kategorisi içinde düşünmeye de imkân bırakmıyor.1047

Mesela, yerel siyasette patronaj etkisini merkez-çevre iliş­kisi çerçevesinde incelersek, patronaj bu yönüy­le çevreyi merkeze katmaktadır diyebiliriz. Uzun yıllar kentin ve toplumun kenarında tutulmuş kit­leler kendile-rinden birini bir kurumun başına seçme gücü ve imkânı elde ettikten sonra, yıllar­ca kendisinden uzak tutuldukları kurumda yerle­rini alarak bu dışlanmışlığa kendi elleriyle bir son vermiş olmaktadırlar. Siyasette patronaj et­kisi vardır ve çok güçlüdür. Bu, siyasetin doğa­sından kaynak-lanmaktadır. Bir yerde siyasal pat­ronaj varsa, orada, ona ihtiyaç olduğu gibi bir meşrulaştırmaya gitmemek şartıy-la, bunun se­bepleri iyice irdelenmek zorundadır. Toplu-mun kenarında tutulmakta olan kesimleri merke­ze taşı-yan bir etkisi de vardır ve bu göz ardı edilmemelidir. Hemşeri öbekleri üzerinden yürütülen belediye başkanı ve üst yönetim patronajı vasıtasıyla merkez-çevre denge-sizliğinin bir miktar yumuşatılması mümkün olmaktadır.

Adalet Partisi'nin tabanının özellikleri dış ticaret düzenlemeleri, inşaat izinleri... v.b gibi konuklar partiyi patronaj ilişkilerine daha meyilli hale getirmiştir. AP'de patronaj göstergeleriyle sık sık karşılaşılmaktadır. Diğer yandan dönemin sol halkçılığından farklı bir yerde tanım-lamak amacıyla AP'de söylem düzeyinde bir popülizm kendini var etmiştir.1048

Türkiye son yıllara kadar siyasal patronaj ağı ile desteklenen bir yapıya sahipti. Demirel Türk siyasal yaşa-mına söyleme dayalı siyasetin unutulmaz örneklerini kazandırmıştır. Kendisi ‘popülist’ olarak nitelen siyasetin temsilcisi olmuştur. Bu ‘popülist’ özelliğiyle seçmeniyle özel bir iletişim kurmayı başarmıştır.1049 Demirel için anlatılan bir yığın patronaj ilişkisi vardır. Bana da böyle bir olay nakledildi. Bir gezisinde, Kütahya Tavşanlı’nın Ağaköy köyünde, köy muhtarının ineğinin rahatsızlığını söz arasında öğrenir. Birkaç gün sonra köye Ankara’dan bir telefon gelir. Telefon eden kişi Demirel olup, ineğin sağlık durumunu sorar. Bu haber çevre köylere çok çabuk yayılır. O seçimde çevre köylerdeki oyların tümünü AP alır. 1980 sonrasında DYP’nin neo-liberal dönüşümü sıra-sında yaşadığı sıkıntının temel nedeni, devletçi politikalar, popülizm ve patronaj ilişkileriyle merkeze bağlanan bir toplumsal tabana dayanıyor olmasıdır.1050 Bu, yeni nesil için cazibesini kaybetmişti. Demirel, nabza göre şerbet olan popülizmi daha sonraları da savunacaktır.1051

Siyasi yaşamının ‘sünni-sağ kesimden’ oy dilendiği dönemde yıllarca Alevilikten uzak duran, hiç bir Hacı Bektaşi Veli törenlerine katılmayan Demirel, Cumhur ‘baba’ olduktan sonra Hacı Bektaşi Veli törenlerine katıl-maya başlamış ve Alevileri kabulünde de Hacı Bektaşi Veli’yi övmüştür. Danışmanı olan gazeteci yazar Arcayürek bu konudaki ikiyüzlülüğünü vurgulayacak şekilde ‘yalnız kaldığımız kimi zamanlar “Alevilerin oruç tutmadığını, camiye gitmediğini” küçümseyen bir sesle’ söylediğini yazmaktadır. “Siyasal felsefe bu. Gerektiğinde gerekeni kullanmak! Ötesi fasafiso.”1052

2000 yılında kendi görev süresini uzatamayı amaçla-yan meclis oylamasından önce, lider izleyen patronajının bir örneğini daha verecekti, Sayın Demirel. Milletvekil-lerine çok dolgun ve ayrıcalıklı bir emeklilik aylığı sağ-layan ve daha önce Anayasa Mahke­mesinin birçok kez iptal etmesine rağmen Meclisin tekrar tekrar çıkardığı yasa, toplumun her kesiminden sert tepkiler aldığı halde, Demirel “Tepkiler beni etkilemez, ben meselenin kendi-sine bakarım” diyerek yasayı onaylayacaktı. Aslında bu, bir kez daha muhtemel seçmeni olabile­cek milletve-killerini o aralık gücendirmeme çabasıydı.1053

1969 yılında elinden “dindarların temsilcisi rolü” Erbakan tarafından alınınca bir başka kulvara, milliyet-çilik kulvarına koşacak, o da Türkeş tarafından alınınca, liberal çağdaşlık kulvarına koşacaktır. 1983 yılında o da Özal tarafından elinden alınınca “baba”lığa soyunacaktır.

Artık Demirel, Cumhur ‘baba’ olduktan sonra tek sığınacağı laiklik, alevilik ve Beşiktaş kulvarı kalacaktır. Kendisinin çok eleştirdiği laiklik fanatiklerini kendi çevresinde toplayacak, Beşiktaş taraftarlığı ile kendisine taraftar olacaktır.

İmam-Hatip Liseleri ve Demirel İktidarı

Bir tür demokrat Demirel’e göre halkın meşru ve makul talepleri yerine getirilmeliydi. Halk, çocuğuna din dersi verilmesi için okul istiyorsa devlet bu okulları aç-malıydı. Devlet eliyle din öğretimi yapılmasının Tevhid-i Tedrisat yasasına aykırı olduğunu söyleyenlere, “Eğer Tevhid-i Tedrisat yasası, devletin, halkın çocuklarına dinini öğretmesine engelse, burada yanlış olan devletin din öğretmesi değil, buna mani olan Tevhid-i Tedrisat yasasıdır” diye karşılık veriyordu.

İmam-hatip okullarından mezun olanların kendile-rinin doğal tabanı olacağını ve buradan mezun olacak din görevlileri aracılığı ile toplumu kendilerine kanalize ede-bileceklerini düşünen muhafazakâr partiler, imam-hatiplere özel bir önem gösterdiler. AP’nin tek başına iktidara geldiği 1965 yılında bu okulların sayısı, orta ve lise bölümü olmak üzere toplam 45 iken, 1966-67’de 65’e, 1967-68’de de 84’e, öğrenci sayısı da 13.478’den 29.132’ye yükselmiştir. 1970–71 yılında ise 111 okula, öğrenci sayısı 48.475’e yükselmiştir. Yine bu dönemde imam-hatip okullarına ilk defa kız öğrenci kabul edil-miştir. Ayrıca bu dönemde hükümet, imam-hatip okulları mezunlarının üniversiteye girmelerini sağlayacağı yönün-de söz verdi. AP’nin Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem ise 1969 yılı bütçe görüşmeleri sırasında TBMM’de par-tisinin hedefinin her ilde bir imam-hatip okulu açmak olduğunu söyledi. Yine aynı dönemde “Kız İmam-Hatip Okulları”nın açılması yönünde istemler gündeme geldi.1054

Talim ve Terbiye Kurulu’nun 4. 8. 1971 tarih ve 225 sayılı kararıyla imam-hatip okulları yeni bir statüye kavuşturuldu. Bu kararın alınmasında imam-hatiplerin sayısının hızla artması ve genel eğitim kurumuna dönüşmesi eğilimi büyük rol oynamıştır.

1974–75 öğretim yılı ile birlikte imam-hatip okulları bünyesinde meslek dersleri -Kur’an-ı Kerim, Arapça, Din Bilgisi- takviyeli 3 yıllık ortaokullar kurulmuş, bu şekilde imam-hatip okulları, kendi bünyelerindeki meslek ders-leri takviyeli ortaokula dayalı 3+4=7 yıllık bir okul haline dönüştürülmüşlerdir.

14 Haziran 1973 tarihinde çıkan 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 32. maddesiyle imam-hatip okullarının adı imam-hatip liseleri olarak değiştirildi. Okulların görevi şu şekilde tanımlandı: “İmam-Hatip liseleri, imamlık, hatiplik ve Kur’an Kursu öğreticiliği gibi dini hizmetlerin yerine getirilmesiyle görevli eleman-ları yetiştirmek üzere, Milli Eğitim Bakanlığı’nca açılan ortaöğretim sistemi içinde, hem mesleğe hem yüksek öğretime hazırlayıcı programlar uygulayan öğretim kurumlarıdır”. Aynı öğretim yılından başlamak üzere lise edebiyat kolu programının uygulanmasına geçildi.

İstatistiklere bakıldığında imam-hatip liselerinin 1970’li ve 1980’li yılların ikinci yarısında çok büyük bir artış gösterdiği görülmektedir. 1969–70 öğretim yılında bu okulların lise kısmının sayısı 30 iken, 1979–80 öğre-tim yılında sayıları 249’a yükselmiştir. 1055

İmam-Hatip liselerinin kurulması, daha çok komünist propagandaya karşı dinin kullanılmasının, kökleri İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar giden ve çok partili düze-nin kurulmasıyla çakışan küresel bir soğuk savaş strateji-sinin sürdürülmesidir. Bu süreç 1946 sonrasında başla-mış, Bayar-Menderes ikilisi döneminde ivme kazanmış, Sunay-Demirel ikilisi zamanında İmam-Hatip anlayışının yaygınlaştırılmasıyla gelişerek devam etmiştir.1056

İmam-hatip okulu mezunları 1971 yılına kadar 7 yıl-lık öğrenim süresini bitirdikten sonra 1 yıl da klasik lise-lerin son sınıfında okuyarak diğer lise mezunları gibi bitirme sınavına girip, lise diploması aldıktan sonra herhangi bir yüksek Öğretim kurumuna girebilme olana-ğına sahiptiler. Bu durum daha sonra, 1 yıl süre ile oku-ma şartı yerine belli derslerden fark sınavı verme şeklin-de uygulandı. Fakat 1971’de ortaokula dayalı 4 yıllık imam-hatip okullarına geçilince, imam Hatip Okulları İdare Yönetmeliği’nin 4’üncü maddesine şu ifade eklen-di: “İmam Hatip Okulu... Öğrencilerini hem mesleğe, hem de kendi alanlarında yüksek öğrenime hazırlar”. Bkz. Resmi Gazete, 22 Mayıs 1972, Sayı: 14193.1057

12 Eylül hükümet darbesinin yapıldığı dönemde imam-hatip liseleri öğrenci sayısı ise 62.206’dır. Demirel’in son iktidar döneminde imam-hatip liselerin-deki öğrenci sayısı 100.300’den 160.720’ye yükselmiş-tir.1058

Sizce, imam-hatip okulu mezunları harp okullarına niçin alınmıyor? Bu konu da kamuoyu önünde açıkça tartışılmalı. Cumhuriyetin okullarıdır bunlar. Açıkça tartışılmalı ve herkes gerekçesini ortaya koymalı. Hükü-met söylemeli: Niye alınmıyor? Alınması lazım geldiği, gerekçeleriyle ortaya konmalı. Bu konular, ancak tartı-şarak bir neticeye vardırılır. Korka korka neticeye var-mak ise mümkün değildir.”1059

Mehmet Altan gelmiş geçmiş hükümetlerin program-ları konusunda uzmandır, ondan rica etsem de, bana, altında “Başbakan Süleyman Demirel” imzası bulunan, maneviyat ve milliyetçilik kokan program maddelerini mi çıkarsa... Ya da, Ahmet Taşgetiren’den, Demirel’in Köprü dergisi çevresine verdiği beyanlardan bir demet hazırlamasını, Nazlı Ilıcak’tan yasaklı Demirel’in Zincir-bozan’dan yazdığı özgürlükçü mektuplardan örnekler sunmasını mı istesem... Bunlara hiç gerek yok aslında; halktan oy toplama derdine düştüğünde son yedi yılını unutturmaya çalışacak yepyeni bir Demirel portresiyle karşılaşacağımızdan eminim...1060

Benzer görüşleri Necati Çelik de dile getirecekti: “Sayın Süleyman Demirel’in yeniden siyasete dönmesi halinde bugünkü muhalefetten daha büyük bir muhalefet ortaya koyacağını ve birkaç yıl içinde bütün geçmişini unutturup halkı arkasına alacağını düşünüyorum.”1061

Bülent Arınç, Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu’na verdiği bir mülakatta: “Sayın Demirel’i 65 yılından beri tanıyan bir insanım. Geçmiş-teki siyasi hayatından, bugünkü konuşmasına kadar çizgisini biliyorum. Bu çizgide mesela laiklik konusu daima inişli çıkışlıdır. Mesela Atatürkçü Düşünce Derneği kendisini ziyarete gelse laiklikle ilgili o kadar güzel şeyler söyler ki hepsi alkışlar. Diyelim ki bir cemaat kendisini ziyarete gelse, o cemaatin kim olduğu-nu çok iyi bilir. Masasının üstüne o cemaatle ilgili kitap-ları koyar ve onlara o kadar güzel şeyler anlatır ki hepsi gözü yaşlı ayrılır. Bu en azından Köprü Dergisi’nde yazdıkları ile doğrudur, imam-hatiplerin haklarını savu-nurken doğrudur, o okulları açarken söyledikleri vardır. Ama her zaman ve zeminde kendisini dinletecek ve ken-disini anlatacak ve karşısındakinin hoşuna gidecek şeyler söyleyebilir.”

İstanbul Barosu Başkanı Turgut Kazan İmam-Hatip lise­lerini eleştirirken orduyu açıktan müdahaleye davet ediyor: “Bu manzara karşısında lâikliğin bekçisi olması gereken ordu, hiçbir şey yapmıyor. Lâiklik elden giderken ordu uyuyor’’’ diyor. “Darbe çığırtkanlığı mı yapıyor-sunuz” diye soranlara da “Be­nim söylediklerim gayet açık. Herkes istediği gibi yorumlamakta serbest” diye pervasızca cevap veriyor (Akit, 27.03.1996). Atatürkçü baro başka­nının demokrasi ve hukuk devleti...1062



Demirel’in Dine Bakışı

Din, Machiavelli'nin dizgesinde zorunludur. Ama artık kendi başına bir amaç değildir. Siyasal yöneticilerin ellerinde yalnızca bir araç haline gelmiştir.1063 Dini kavramlar, Makyavelist “siyasal ahlakçılar”ın elinde “siyasal gerçekçiliğin” araçları olarak kullanılmışlardır. Demirel’in, siyasete girişinden itibaren Farabi’nin tanım-ladığı şekliyle dine yaklaşımı vardır. Dini kendi iktidarı için bir payanda olarak düşünmüştür. Nerede ise Machiavelli’in dini ele alış tarzı ile bire bir örtüşür. Süleyman Demirel’in uygulamalarında dinin, kişi­sel ve partisel çıkar için, demokratik olmayan siyasal amaçlarla kul­lanılması gibi bir sonuç ortaya çıkmıştır.1064

Farabi’ye göre, cahil şehir insanları dini de maddi çıkarları için kullanmaktan kaçınmaz. Dindarlık ve bu insanlara güvenin para edeceğinin bilgisi, din duygusunun kullanılmasını cazip hale getirmiştir. Bunlar, başka insanların elinde olan nimetleri elde edebilmek için fiziki veya statü olarak üstünlük sağlayamayacağını anlayınca, bunlara sahip olabilmek için dini devreye sokar. Bu tavrından dolayı etrafında bir güven çemberi oluşur. Etrafındaki güven çemberi genişledikçe de, o din sömürüsü yoluyla bazı nimetlere sahip olur. Etrafında kendisine güven duyan ne kadar insan olursa, o oranda başlangıçta sahip olamadığı ve diğer güçlerle elde edemeyeceği nimetlere ulaşmış olur. Bu insan diğer insanlar arasında çok güvenilen birisi olduğu için, kendisine karşı hiç şüphe duyulmaz ve bazı konularda kendisine karşı tedbir alınmaz. O da istediğini kolayca elde eder.1065

Hükümdar’ın XI. Bölümünde, Machiavelli, Hüküm-darlıklarda dinin oynadığı rolü incelerken, prensliklerin uzun süre, güçlü ve sağlam kalmalarında dinin çok eskiye dayanan kurumlarının ve halk tarafından desteklenme-sinin önemini vurgulamıştır. Dini kurumların prenslikleri güçlendireceğini, bu yüzden dinin, yasalara uyulması ve toplumun birliğinin sağlanması için kullanılması gerekti-ğini belirtmektedir. Bu konuda Söylevler’in 11. Bölü-münde Romalıların orduları kontrol etmede, halkı telkin etmede, insanları iyiye yöneltmede, kötüden utanılmasını sağlamada dinin rolü olduğunu söyler.1066 Machiavelli, dinden ve ahlâktan soyutlanmış bir siyaset felsefesi gelişti-rirken bu iki şeyin gerekirse politik amaçların gerçekleş-tirilmesinde birer araç olarak kullanılabileceğine işaret eder.1067

Machiavelli, devleti yöneten kişinin tek amacının, devleti yaşatmak ve gücünü, iktidarını arttırmak olduğu-nu; devlet adamının daha yüksek bir ödevi veya görevi bulunamayacağını öne sürer.1068

18. yy insanını özgürleştirme misyonu taşıyan devlet ise, “… bireyi özgürleştirmekten çok onu söylemsel olarak kurmaya çalışır.” Yani devlet bireyi, kendi istediği şekilde biçimlendirmeye çalışır. Modern düzenin bir aygıtı olarak ulus devletin esas işlevi budur. “…modernite düşüncesinin oluşturduğu devlet, nüfusu çeşitli kategorilerde gözlemleyen, nüfusu en alt birimine, yani ‘bireye’ kadar tanımlamak isteyen bir yapıdır.1069 Yapılan kategorileştirme, devletin topluma daha kolay şekil vermesini sağlamıştır. Bireyselleştirme ile insan sadece iktidarın istediği biçimde şekillendirilmiştir.1070

1960 ve 70’li yıllarda sola karşı kampanya, seçmen-lerin dini duygularından yararlanma kampanyası şeklinde yürütülmüştür.1071 1982 Anayasası’nın dine bakışı Sayın Demrel’de somutlaşmıştır. Ya da Demirel’de müşahhas örneklerini yaşadığımız dine yaklaşım, sanki 82 Anaya-sasına mülhem olmuştur. 82 Anayasasının dine verdiği önem, bireylerin dini özgürlükleri noktasında ve laiklik açısından olmamıştır. Türk devleti, dini kendi politika ve eylemlerine yön veren bir güç olarak görmemekle birlik-te, ona, yararlı ya da gerekli görüldüğünde ‘devlet amaç-ları’ için harekete geçirilebilecek bir kaynak gözüyle bak-maktadır.1072 Bunun en somut örneğini, etnik kürt terör örgütü olan PKK ile mücadele ederken havadan atılan broşürlerde görürüz.

Demirel’in dini anlayışında “resmi İslam”ın devletin denetiminde olduğu bir tarz, temeldir. Batılı tip bir liberal yaklaşım ortaya koyamamıştır. Laiklik anlayışıyla uyuş-mayan söylem ve işlevsel yaklaşımlarındaki çelişkiler, dini kendi iktidarını kurmak ve sürdürmek için bir alet olarak görmenin dışına çıkamadığını gösterir.

Demirel’in dinle siyasal açıdan ilintisi, di­ni, sadece kendi kişisel imgesini güçlendirme doğrultusunda kullanmak oldu.1073 Demirel iktidar mücadelesi verdiği her dönemde, tarikatları siyasetinin ana unsurları olarak kullanmıştır.1074 Demirel’in oy aldığı muhafazakâr insan-ların, 60’ların sonrasında MNP/MSP çizgisine yönelmesi daha çok sanayileşmeden olumsuz etkilenerek mevzi ve çıkar kaybına uğrayan esnaf ve zanaatkârlar olduğu ileri sürülmüştür. Bu görüşün Demokratik Parti’nin kurulu-şunda geçerli olduğu iddia edilebilir. MNP/MSP çizgisine oy veren kişilerin birinci önceliği, dinin bireysel tercihinin de ötesinde toplumsal görünüm kazanması isteğidir. Türkiye’deki klasik sağ partiler, dini daha çok bireyin kişisel yaşantısı ile sınırlandırmaya çalışan, toplumsal boyutu pek önemsemeyen bir anlayıştadır.1075

Demirel’in genel tutumu da bu anlayışa uygundur. Ancak iktidardan uzaklaştığında ise dindar kitlenin dinin toplumsal görünüm kazanma isteğini dillendirmekten kaçınmamıştır. Hasan Pulur, 11 Kasım 1989 tarihinde Milliyet Gazetesinde “Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, İslam devletidir” diyebilen Demirel… inanmayan, “Köprü” dergisinin, 1987 Mart’ında çıkan 108. sayısını bulup, okur, görür… diye yazacaktır. Sayın Oktay Ekşi biraz gecikmeli olarak bu konuya değinecektir: “Sayın Demirel’in ‘‘siyaset yapma yasağı’’ içinde olduğu yıllarda, Nurcuların yayın organı Köprü Dergisi’ne verdiği mülakatları okuyanlar, onun ‘din ve devlet’ konusundaki düşüncelerini bilirler. Örneğin, ‘‘1924 Anayasası’nda ‘Türk devletinin dini, din-i İslamdır’ denildiğine göre, o günkü devlet de bir İslam cumhu-riyetidir. 1923’te kurulmuş bulunan Türkiye Cumhu-riyeti bir İslam devletidir. ‘Atatürk’ün kurduğu laik cumhuriyet elden gidiyor’ şeklindeki beyanların, iyi bakıldığı zaman tutarlılığı yoktur. Atatürk’ün kurdu-ğu devlet laik devlet değildir, İslam devletidir’’ dediği, Köprü’nün Mart 1987 tarihli 108’inci sayısında bildiril-mektedir.”1076

“İslâm’da ruhban sınıfı yok. Allah’la kul arasında kimse yok. Hâkim kılınacak olan şeyler, İslâm’ın getir-diği ana kaidelerdir. Kur’ân’ın hükümleridir, Sünnet-i Seniyye’dir… Hukukun üstünlüğüne dayanan bir anayasa devleti eğer iyi işleyebilse, bunların çoğunu beraberinde hâkim kılar. İslam’ın getirdiği ana kaidelerle, hukukun üstünlüğüne dayanan anayasa devletinin kaideleri arasın-da çelişki yoktur…1077 Mütedeyyin insanların, dindar insanların, toplumun rahat ve huzuru için bir teminat olduğu kanaatindeyim… Seçmene inanıyor iseniz, seç-meni çare olarak alıyor iseniz, bunda samimî olunuz. Endişeniz seçmene inanmadığımızı gösteriyor. Çünkü Türkiye’de endişemizi haklı çıkaracak seçmen yoktur… Kanaatimce, bu meseleyi din istismarcılarının mevcudi-yetini bahane ederek, esasında Anayasadaki laiklik prensibini istismar etmek isteyen demagojilerden kurtar-mak ve hakikî maliyeti ile teşhir etmek zarureti vardır...”1078

Dergideki söyleşi yapan kişi, Bediüzzaman Said Nursi’nin bir sözü hakkında soru soruyor, verdiği cevap: “İslâm, yüzde 99,9’u Müslüman olan milletimizin hayat suyudur. Bediüzzaman’ın, “mâye-i hayatiyesidir” dediği. Bunun değerini maddî ölçüler içerisinde tarif etmek mümkün değildir. Esasen manevi ölçüleri kâfi miktarda yüksektir. İslâmiyet’i hakkıyla bilip, hakkıyla onun esas-larına uymak, bir topluluk için çok büyük kudret kaynağıdır. İslâmiyet hem dünyayı tanzim etmiştir, hem âhireti…” Söyleşinin devamında birkaç yıl sonra “işte çağdaş Türkiye” sloganına giden Demirel; “Çağdaşlık yeni bir kavram. Daha çok son zamanlarda kullanılan bir kavram. Tarife muhtaç bir kavram. Hem demokrat olmayacaksınız, hem çağdaş olacaksınız. Bunu anlamak mümkün değildir.”… “Hakkı, hukuku, adaleti hakim kıldığınız takdirde çok değerli bir iş yaparsınız. Zaten Kur’an-ı Kerim zulme karşı çıkmada eşi emsali bulunma-yan büyük kaideler koymuştur. Cenab-ı Allah zulmü ve zalimi sevmez. Seriül-Hisab’dır. Zalimin hesabını çok çabuk görür. ‘Zulmü alkışlamayınız, zalime meyletme-yiniz, zalimi sevmeyiniz, cehennemlik olursunuz.’ (A’raf Sûresi, 41; Hud Sûresi, 13) Binaenaleyh, adalete sahip çıkmak ancak zulme karşı çıkmakla mümkündür.”1079… “Atatürk ilke ve inkılâpları diye, anayasanın üstünde, anayasayı aşan birtakım dokümanlar olmaz. Atatürk ilke ve inkılâpları, zamanında gelmiş, devrini icra etmiştir.… Niye Cenab-ı Allah’ın kelamı içinde en çok tekrarlanan sözlerden biri adalettir? Cenab-ı Allah’ın emirleri içeri-sinde Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette tekrarlanan, emredilen şey adalettir. Devletin esası adalettir… Lok-man Sûresinin 17. ayetindeki “Emr-i bilmaruf, nehy-i anilmünker; doğruyu yap, kötüden uzak dur, ama bunu yapınca başına bir iş gelebilir, başına birşey gelince de ona katlan” manasını gerçekleştirmiştir…”

“Mütedeyyin insanların, dindar insanların bir top-lumda, o toplumun rahat ve huzuru için bir teminat oldu-ğu kanaatindeyim. Allah’ı bilen, Kur’an’ı bilen, Peygam-beri bilen insanlardan bir kötülük gelmez.”1080

“Kur’an hem dünyayı, hem ahireti tanzim etmiştir. Dünyayı tanzim eden kaideleri ne olacak? Eğer Kur’an’ın dünyaya dair getirdiği esaslar ülkenin hukukuna intikal etmemişse o zaman gene, Kur’an’ın içerisinde, bilhassa Maide Suresi’nin 44, 45 ve 46’ncı ayetleri ‘Allah’ın emirlerine göre hareket edin, O’nun dediğini yapın’ diyor. ‘Yapmazsanız; Kâfirsiniz, zalimsiniz, fâsıksınız’ diyor. Üç kaide getiriyor: Fâsıksınız, kâfirsiniz, zalimsi-niz diyor. Bunun içinden nasıl çıkacağız?”1081

“İşte, olan demokrasi orta yerde. Mahkemeli, polisli, jandarmalı bir rejim var Türkiyede ve kökünde de doğuş hatası var. Nesep hatası var.” Bu cümlelerin sahibi ne Şevki Yılmaz, ne Hasan Mezarcı, ne de bir meczuptu. Bu cümleler 1987′de Cumhuriyet gazetesinde yer alıyordu. Sözün sahibi Süleyman Demirel idi.

“Halk kitleleri inanışları ve yaşayışları sebebiyle haksız mu­amelelere maruz kalmış, zulüm altında inletil-miştir. Tahkir edil­miş, devamlı bir baskı altında tutul-muştur.”1082

Demirel insanları siyasi tutum için ahiretle bile korkutacaktır. AP Meclis Grubu toplantısında Demirel; “Milletin sola teslim etmediği iktidarı kim sola teslim ederse, iki cihanda vebal altındadır. Sol ve komünizmle mücadele edenler solu iktidara getirenlerden kıyamete kadar davacı olacaklardır” diyebiliyordu.1083

Laikliğe aykırı bu söylemleri, hiçbir muhafazakâr liderin dillendirmediği ölçüde oy avcılığı için kullana-bilmiştir. Demirel’den daha masum dillendirmelerin, Anayasa Mahkemesi tarafından partilerin ya da mensup-larının yasaklandırılmasına kadar götürülmesi de Türkiye için ilginç bir görüntüdür.

Demirel, Komsuoğlu’nun da belirttiği gibi Türk siya-setinin en iyi lider-takipçi patronajını yürüten bir liderdir. Demirel’in güçlü bir kişiliği olduğu muhakkaktır. Parti liderli­ğini, siyasetten yasaklı olduğu yedi yıl boyunca bile, uzaktan ku­mandayla ama aynı dirayetle yürütmeyi bilmiştir. Bu, özellikle par­tinin taşra örgütüne verdiği kimliğin sonucudur.1084 Demirel’in 1993 yılından sonra kendi izleyicilerine ihtiyacı kalmadığından ve elit bir aile fotoğrafı çektirebilecek kadar çevresi değiştiği için farklı limanlara demir atmış ve takipçileri ile patronaj ilişkisi kesilmiştir. Dayandığı tabanın tüm anlayışlarını artık oya dönüştürme ihtiyacını duymadığı için değerlendirme ve onlara kıymet verme duygusunu yitirmiştir. Kendi deyişiyle elitlerin istemediği ‘köylü başbakan’, artık dönüştüğü elitlerin safında yer almıştır. Cumhurbaşkanlığı yetkileri içindeki tüm atamalarında, köken aldığı kitleden kopuk, elit kesime yakın bireyleri tercih edecektir. Bunun altında muhtemelen bir uzlaşma yatmaktadır. Rahmetli Özal’ın ölümüyle Arcayürek tara-fından tanımlanan “Bekleyen Adam”ın “Gerçekleşen Düşü” Cumhurbaşkanı seçilmek için elitlerle yapmış olması muhtemel uzlaşmanın bir sonucudur. Bu uzlaşım Demirel için ilk değildir; 1964 yılında AP’nin başına geçerken yaptığı uzlaşma, karşısındakilerin (cumhurbaş-kanı seçtirdiği Sunay ile burjuva, siyasi-askeri ve sivil elitlerin) uzlaşmaya sadık kalmaması nedeniyle hayal kırıklığı yaşayacağı ilk uzlaşma dönemi olmuştur. Bu dönemdeki danışmanları da halktan oy istemek için öne çıkaramayacağı kişilerdendi.

Bu kişilerden birisi, Prof. Dr. Bozkurt Güvenç ‘Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı’ idi. Prof. Güvenç’in 8 Ağustos 1997 tarihinde Demirel’e yazdığı -uyarıcı mahi-yetteki- kısa notu birlikte okuyalım...

“Sayın Cumhurbaşkanım, Fikir dergisi Köprü’nün Risale-i Nur Enstitüsü tarafından yayımlanan ve ekli olarak sunduğum özel sayısında: Başbakan Demirel’in Köprü dergisinin Ekim 1985, Ağustos 1986 ve Mart 1987 sayılarında çıkmış üç makalesi ile Yeni Asya’da (Aralık 1994) çıkmış bir makale olmak üzere toplam dört yazısı ‘İslam ve Demokrasi’ başlığı altında ve Sayın Cumhur-başkanımıza mal edilerek yeniden basılmıştır...

Güncel ‘Şeriat ve Demokrasi’ tartışmalarında Baş-bakan Demirel’i Cumhurbaşkanı Demirel’e karşı kulla-narak tartışmaların içine çekip yıpratmak amacıyla seçil-diği izlenimini veren bu makalelerin gözden kaçmış olabileceği ihtimalini düşünerek bilgilerinize arz ederim. Saygılarımla...”

Bu satırlara ilk okuduğumdan beri gülüyorum. Neden mi? Prof. Güvenç, laiklik adına “Cumhurbaşkanı Demi-rel”i, “Başbakan Demirel”den korumaya çalışmış da ondan!

Köprü ve Yeni Asya, “Başbakan Demirel”i “Cum-hurbaşkanı Demirel” ile aynı kişi sanarak, bu alakasız iki kişiyi birbirlerine karşı kullanmak suretiyle yıpratmak istemişler! -Üzgünüm ama ortada birden fazla Demirel olduğu gerçeğini Prof. Güvenç de kabul etmiş!

Hasan Celal Güzel, Süleyman Demirel'in Yeni Asya yayınları arasından neşredilmiş ‘İslâm, Demokrasi, Laiklik’ adlı kitabından pasajlar yayınlamış, alıntılar yaparak bu sözlerin şu an Tayyip Erdoğan tarafından söylense zinde güçlerin ayaklanmaya kalkacağını belirt-miştir.1085

Sırası gelmişken, yıllardır fıkra niyetine anlatılan bir hadiseyi hatırlayalım: Yeni Asya camiasına mensup bir heyet, 70’li yılların ortalarında hükümeti yeni kuran Baş-bakan Demirel’i ziyaret eder. Süleyman Bey, heyete AP’ye verdikleri destekten dolayı teşekkürlerini sunar. Kısa bir hoş beşten sonra misafirler sadede gelirler ve Başbakan’a nazik bir serzenişte bulunurlar: “Efendim, her şey iyi güzel de yeni kabinede bizden bir isim göre-miyoruz.”

Demirel, her zamanki hazır cevaplılığıyla misafir-lerine der ki: “Hiç öyle şey olur mu, kardişim? Ben varım ya?”

Demirel hiç “Nurcu” olmadı ki, şimdilerde değişmiş olsun! 1993 yılından sonra laik cephenin bayraktarlığına soyunması da konjonktürel bir adımdır. Laik hassasiyetin eseri değildir. Ezcümle, ‘Ben varım ya!’nın, sunuşu güncellenmiş, laik kesime yönelik versiyonudur!

Eğer bugün Demirel DYP’nin başında ve muhalefet-teki bir lider olsaydı; hiç kimsenin kuşkusu olmasın, Süleyman Bey “en kral türban özgürlükçüsü” kesilecekti. Belgesi çok yakın tarihten: 1986–91 arasında türban yasağına karşı çıkması 1987 ve 1991 seçimleri içindi...1086

Zamanında zımni olarak Demirel’e destek veren bir cemaat liderinin sohbetinde “Demirel bizden görünüp onlardandır, yani suret-i haktan gözükür ama öyle davranmaz” dediği söylenir.
Aksiyon Dergisi‘nin Aydın Menderes’le yaptığı “Menderes Taştı” isimli söyleşide;


  • Demokrat Parti, Adalet Partisi, DYP vizyonunu bugüne getiren liderler var. Sizin söylediğiniz sözleri onlar söyleyemiyor. Daha çok sola yakın görüşleri dile getiriyorlar. Mesela Süleyman Demirel, Hüsamettin Cindoruk. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? şeklinde kendisine yöneti-len soruya cevabı, bu konuyu açıklamaktadır:

İsimlerin üzerinde durmuyorum; ama bugün kim demokrasiyi, hukuk devletinin gereklerini ve egemen-liğin kayıtsız şartsız millette ait olduğunu savunmuyorsa o kişilerin geçmişleri ne olursa olsun, hangi kesimlerde bulunmuş olurlarsa olsunlar, kişiliklerinin bir yeri demek ki hep CHP’li kalmış. Zaman ve şartlar değişince de kişilikleri, kimlikleri CHP’liliğe rücu etmiştir. CHP derken kastettiğim tabii ki tek parti dönemidir. Bugünkü CHP değil, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu sindirememiş anlamında tek parti zihniyetini kastediyorum. Egemenlik milletin olsun; ama şunlar şun-lar olmasın. Demokraside millete ait egemenlikle Pazar-lık olmaz. İşte bu anlayış tek parti anlayışıdır. Demek onların böyle bir yönleri varmış. Şartlar değişince siyasi düşünceleri, kimlikleri aslına rücu etmiş.1087

1987′de üniversitelerde başörtüsü yasağı tartışmaları yaşanıyordu. Aynı söyleşide Demirel, “Başörtüsünün laiklikle bir alakası yok. Kıyafet o. Kıyafete bakarak kafanın içini çıkarmak… Bunlar çok uzun şeyler. Bunları hâkimler filan suç saymaz. Kimse suç saymaz” diyordu. Cumhuriyet’ten Yalçın Doğan’ın “Kıyafet bir düşüncenin sembolü olamaz mı?” şeklindeki sorusuna Demirel şöyle cevap veriyordu: “Şimdi bakın, kimse düşüncesinden dolayı ‘sen böyle düşünüyorsun’ diye adamı cezalan-dırmanın manası yok. Hür ve demokrat bir Türkiye iste-miyor muyuz? ‘Herkes istediği gibi düşünsün’ dedikten sonra adamın giyimine niye mani oluyoruz? Nitekim Türkiye şalvar giymiyor mu? ‘inkılâp kanunları ihlal oldu’ diyoruz. Ben yine Türkiye’nin geneli için söylüyo-rum. Kendimi savunmak için söylemiyorum. Bu inkılâplar ne zaman oldu? 50–60 sene evvel. Daha kaç sene Türkiye bu inkılâpları kanunla korumak mecburi-yetinde kalacak? Ya da ne zaman ‘bu inkılâplar oturmuş-tur. Bu kanunlara gerek kalmamıştır’ diyecek? 50–60 sene oturmayan inkılâp olur mu canım? Bence Türk entelektüeli elini şakağına dayayıp bunları düşünmeli: Şimdi ortamı değildir. Demirel bunları söyledi, yarın bir sürü adam bana saldıracaktır. Ben bir entelektüel, bir aydın, bir siyasetçi olarak üzerime düşeni yaptım arka-daş. Ne inkılâba, ne inkılâp kanunlarına karşıyım. Bu mümkün de değil. Bir soru koyuyorum ortaya. Türkiye daha kaç sene, 50–60 sene evvel yapılmış inkılâpları kanunla korumak mecburiyetinde kalacak? Asıl soru bu. Tutuculuk derseniz, esas tutuculuk burada.”

Demirel, 1989′da Köprü dergisine verdiği söyleşide başörtüsüyle ilgili şöyle demişti: “Anayasa Mahke-mesi’nin işi değildi bu. Aslında kanunluk bir iş de değil-di. Hükümet başörtüsü olayında çok zikzak çizmiştir. Aslında üniversite yönetimleri de hiçbir mesele yapma-dan bunu halledebilirlerdi. İterken kakarken yanlış bir istikamete girdi. Yine de üniversiteler kendi içlerinde çözebilirler. Başından beri olayı şöyle vaz ettim: Türkiye’de bizim kadınlarımızın yüzde 70′i başını bağlar. Bunların başını açtıramazsınız. Açtırmak isteyen mi var? İstenmiştir vaktiyle. Zor kullanılmıştır ve çok büyük mukavemet gösterilmiştir. Ülkenin çeşitli köşelerinde bunun ıstırapları anlatılır. Sonra kendi haline bırakıl-mıştır. Benim söylediğim şu oldu: Serbest bırakalım. İsteyen bağlasın, isteyen açsın. Böylece, başını bağlayan insanlara, başındaki örtü zorla alınacakmış gibi bir intibayı, bir korkuyu vermemiş olursunuz. Bunu böyle yüksek yargı organlarına götürerek halletmek mümkün değil. Türkiye’de durum şudur: Türkiye henüz laiklik kavramını bir ‘consensus’a, bir mutabakata bağlamış değildir. Çeşitli gruplar var. Bunlar, ‘Bizim başımızı bağlatacak mısınız?’ diye ayağa kalkıyorlar. ‘Başımızı bağlamak istemiyoruz’ diyorlar. Size zorla ‘Başınızı bağlayın’ diyen yok. Bağlamayana karışılmadığı gibi, bağlayana da karışılmasın.”

“Cumhuriyet Batıdaki gibi toplumsal taleplerin ve çeşitlilik­lerin korunabilmesi değil; tek bir yaşam ve düşün-ce biçimini tem­sil ediyor... Dinsel talepleri özel alana hapseden anlayış Demirel’ in ağzından en yalın şeklini buluyor: “Oruç tutamıyor musun? Müslümanlığın icapla-rını yerine getiremiyor musun?” Diğer bir deyişle bununla yetinin diyor. Sanki bir dindarın oruç tutabilmesi bile ona devletçe verilmiş bir imtiyaz. Sanki devlet istese orucu da yasaklayabilir ve insanları zorla yemeğe mecbur edebilir-miş gibi. Bu lâik kesim; inancı verilmiş bir hak, inanç-sızlığı ise özgürlük sanıyor.”1088

Demirel, 28 Şubat’tan sonra “Oruç tutamıyor musun? Müslümanlığın icaplarını yerine getiremiyor musun?” derken 1985’lerde ise mütedeyyin kişilerden alabileceği tek bir oy için [“İnancında, ibadetinde, dini öğrenmede serbestsin, daha ne istiyorsun” diyemezsiniz.] diye-cekti.1089

Üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakılması ile ilgili olarak “Türkiye Cumhuriyetinin kanunları bir şeyi olmaz diyorsa, o kanunları bir kenara atıp olur hale getir-mek mümkün değildir, o kanunları değiştirmeleri lazım” dedi. Kanunlar değiştirilmeden her hangi bir uygula-manın yürürlüğe konması halinde ülkenin kaosa sürükle-neceğini iddia eden Demirel şöyle konuştu: “Halen mevcut olan uygulama kanunlara uygun değilse, kanun-lara uygun olmadan bu uygulama yapılıyorsa, o da yanlış. Kanunlara uygun olarak yapılıyorsa, bu uygula-mayı kanunları değiştirmeden ortadan kaldırmak çok yanlış olur.”

İktidara seslenen Demirel, “Kanun çıkarmak ta güç-leri var, her şeyi hukukun içinde yapmak lazım. Neyi değiştirmesi lazımsa, ama değiştirmeden değişmiş gibi muamele yaptığınız takdirde hukuk devletinin sonunu bulursunuz” diyerek sözlerini tamamladı.1090

Demirel, yasağın kanunlara dayandığını söylüyor. Mumcu’nun sorusuyla soruyorum; “-Peki sizi yasaklayan ne? Belediye gıda tüzüğü mü? Hayır aynı Anayasa.”1091 Yasaklı olduğu halde nasıl oluyor da parti lideri gibi konuşabiliyor?1092 Senin yasağın kanunla bile değil, anayasa ile konulmadı mı? Senin hukuk ve kanun anlayışın bu mudur? İşine geldiğinde yasaları çiğnemekte mahsur görmeyeceksin… işine geldiğinde kaos uyarısı yapacaksın… Daha 1986 yılındaki ara seçimlerde kürsü-lere çıkan bir Demirel vardı. Yavuz Donat’ın “Demi-rel’den ‘başkaldırı’ ya da ‘direnme hakkı’ yazısından aktaracağım şeyler ne demek istediğimi anlatacaktır: “Yasaklı Demirel, her gün yurdun çeşitli yerlerinden “davet” alıyordu. … -Efendim, yasağınız sürüyor. – Hayır sürmüyor. … -Beni suçlayan var mı?... – Yani direnme hakkınızı mı kullanıyorsunuz? – İnsan olmaktan doğan haklarımı kullanıyorum.1093

Eski siyasi liderler perde arkasından partilerini yönet-mekle kalmayıp, siyasal beyanatlar da vermekte idiler.1094 Süleyman Demirel ise Samsun'da DYP için oy istiyor-du.1095

Sayın Demirel, sen 1987 yılında Evren’in siyasi yasaklarla ilgili taraf olmadığını belirttikten sonra kanunlara göre siyaset yapman halen yasak olmasına rağmen aralanan kapıdan geçmedin mi, hatta yasa gereği konuşman yasak olmasına rağmen sadece istediğin meydanda konuşma izni vermeyen Devletin Valilerini tehdit etmedin mi? O dönemde kanunlar hatta anayasa değişmeden siyaset yasağını çiğnemedin mi? Değişmiş gibi bir muamele gösterilmesini istemedin mi? Yasalara uymama ayrıcalığının sadece sana özgü olduğunu mu düşünüyorsun? Direnme hakkı, insan olmaktan doğan haklarını kullanmak sadece sana mı ait, Sayın Demirel?...



Yüklə 1,81 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin