SAPLA SAMAN KARIŞTI
Zamanın şartlarına göre değişim şart. Fakat bu değişimde ölçü kaçırılırsa, ortalık curcunaya döner ve toplumu ayakta tutan değerleri yok olma noktasına getirir. Hele bir de değişmeyecek şeyleri değiştirmeye zorlarsanız kendinizi inkar etmiş, bir nevi “harakiri” yapmış olursunuz.
Her nedense iki asırdır, gelişimi, değişimi hep yanlış uyguluyoruz veya uygulatıyorlar. Batı, değişimde teknolojiye yönelirken biz dine, manevi değerlere yöneldik. Onlar dinlerine hiç dokunmazken biz teknolojiyi bir tarafa bırakıp nasıl yaparız da dini değiştiririz, hep bunun planı, projesi ile uğraştık. Çünkü kasıtlı olarak geri kalmanın müsebbibi olarak din gösterildi.
Bu kadar yanlış zorlamanın çarpık neticeleri de artık alınmaya başlandı. Manevi değerlerimiz, dinimiz, her kesim tarafından tartışılmaya, sorgulanmaya başlandı. Eskiden bidatler hurafeler sokularak bozulmaya çalışılan din, şimdi iman esasları sarsılarak bozulmaya yok edilmleye çalışılmaktadır.
Dikkat edilirse, televizyonlarda en çok tartışılan konular dini konular. Halbuki dini inançlarda doğru, tartışmakla bulunamaz. Bulunabilseydi bu kadar peygamberin, kitabın gönderilmesine lüzum kalmazdı.
Aydın din adamı yetiştirmek ve dünyaya İslamiyeti tanıtmak için açılan İlahiyat fakültelerinin bazılarında (Özellikle İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde) ; derslerde, verilen konferanslarda sistemli bir şekilde öğrenciler, değişim adı altında dinden, namazdan manevi değerlerden uzaklaştırmaya çalışılıyor. Manevi değerlere önem vermeyen, namaz kılmayan kimseler, imanı kuvvetli ideal insan olarak lanse edilmektedir. Kabın içinde ne varsa dışarı onu sızdırır, bu normal. Beni hayrete düşüren, konferansta, derste hiçbir öğrencinin söz isteyip, “hocam siz diyorsunuz, hem namaz kılmayacak hem de imanı kuvvetli olacak bu nasıl olur?” dememesi.
Bir ilahiyatçı bayan çıkıyor, “ Benim başımı kapatmam sizi yanıltmasın; ben başı örtmenin farz olmadığına inanıyorum, benim başımı kapatmam örfe dayalı” demesine de bir itiraz gelmiyor öğrenciden. Böyle olaylar, dinin tahrip edilmesinde epeyce yol alındığını göstermekte.
Din tahripçilerinin hepsinin ortak özelliği, “doğruyu sadece ben bilirim, sadece benim dediklerim doğru” demeleri. Bir taraftan, Kur’an kafidir, herkes okuyup dinini buradan öğrenebilir; bir alime, bir mezhebe, hatta peygambere ihtiyaç yok derken; diğer taraftan her biri İslamiyeti anlatan, “İslamiyet budur” diyerek bir sürü kitap yazıyorlar. Bununlala da kalmıyorlar, konferanslarla, televizyon programlarıyla, gazete yazılarıyla dini yorumluyorlar. Demekki samimi değiller.
Hani herşey açıktı, rehbere, alime ihtiyaç yoktu! Bir alime, rehbere ihtiyaç olduğunu onlar da biliyorlar, fakat hinliklerinden öyle söylüyorlar.
Anadolu’nun ücra bir köyünde yaşayan Ali askere gider. İlk günlerde paşa teftişe gelir. Paşa bizim saf Anadolu çocuğu olan Ali’nin karşınıda durup sorar: Oğlum benim adım ne? Bizim Ali, kendi kendine düşünür: Koskoca paşanın adını bilmemesi mümkün değil. Bu işte bir bit yeniği var, diyerek ne cevap vereceğini aramaya başlar. Birden gözleri parlar, işin sırrını çözmenin sevinciyle kendinden emin bir şekilde; komutanım der, sen adını bilmesine biliyon da, bunu bana hinliğinden soruyon. Ali’nin bu saf ve samimi cevabı paşanın çok hoşuna gider, kahkaha ile güler.
Şimdi bana diyecesiniz ki, “sen hep olumsuzları dile getiriyorsun, pek çok da iyi gelişmeler oluyor. Mesela, son yıllarda, dine yöneliş arttı, namaz kılanlar çoğaldı, başörtülülerde kayda değer artış oldu.” Böyle söyleyenler, görünüşte haklı olabilirler. Fakat, sayıya değil kaliteye bakmam lazım. Adam namaz kılıyor ama, günde on defa küfre dalıp çıkıyor haberi yok. Kadın başını örtüyor ama, açıktan farkı yok.Hatta pek çok açık kadın bunlardan daha edepli. Uzaktan bana bak dedirticek, daracık bir elbise, uzun yırtmaçlı etek, tesettürlü- tesettürsüz defileler, o toplantı senin bu toplantı benim akşama kadar sokakta. Halbuki başı örtmek tesestürün bir parçasıdır. Tesettür sadece başı örtmekten ibaret değildir. İnancı gereği başını örten, bunun diğer icablarını da yerine getirmesi gerekmez mi?
Tesettürün defilesi olur mu?
Her kuralın kendi içinde bir mantığı vardır. Bu mantığa dikkat edilmezse, kuraldan istenilen netice alınamaz. Hatta kuralın neticesi menfi olur, zarara dönüşebilir. Dinimizin emrettiği “tesettürlü olma” kuralı da bir mantığa dayanır. Buna uyulmazsa “sevap” almak için yapılan fiil “harama” dönüşebilir.
Son yıllarda yapılan, herkesimden tepki alan “Tesettür defileleri” buna örnek gösterilebilir. Az çok tesettür kuralının Hikmetini bilen sol kesim bile buna tahammül edemedi. Haklı olarak tepkilerini dile getirdiler. Mesela sosyal demokrat bir yazarımızın tepkisi özetle şöyle oldu:
“İnandığımız gibi yaşayacağız” diyorlardı. Haklarıydı. Bir süredir bu değişti. Artık, yaşadıkları şeye inanıyorlar.” Dahil oldukları hayatı, vicdanen meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Öyle olmasa “tesütter defilesi “ gibi ucubeyi kabullenebilirler mi? Kadını iştahlı gözlerden sakınmayı amaçlayan “tesettür”ün bizzatihi bir teşhir seansı olan “defileye” konu olması, başlı başına bir çelişki değil mi? Mankenlerin dolaştığı, namahremlerin bakıştığı bir “gösteri”, herkesin her şeyini sergilediği asrımızın gösteriş dünyasının dışında kalmayı seçmiş mümin kadını bozmaz mı? İsrafı teşvik eden hazları yücelten, nefsi kışkırtan, tüketimi kamçılayan bir seyirlik, kanaatkarlığı, tevazuu, nefsin ve hazların ıslahını tembihleyen islam terbiyesiyle bağdaşabilir mi? “
Evet bağdaşa bilir mi? Tesettürü sadece başı örtmek olarak görenler bağdaştırabilir. Bunlar, helal olan bir malın tanıtımının da helal olacağına dair fetva aldıklarını söylüyorlar. Herhalde bunlar helal tanıtımla haram tanıtımı karıştırıyorlar.
Son yıllarda para hırsının yani sıra bir de aşağılık kopleksi gelişti bazı Müslümanlarda. Başka bir yazar da konuya bu açıdan yaklaşıyor. (Bazı ifadeler için affınıza sığınıyorum)
“Müzik, ışıklar, renkler... Manken kızlar... "Tak... tak... tak..." yürüyecekler. Podyumun sonuna gelecekler... "Rak..." diye dönecekler... Tesettürlü giysiler içinde endam kıracak, kalça sallayacaklar. Abdestli, namazlı, örtünmüş hanımla evli erkekler, "tesettürlü mankenlerin" bacaklarını, kalçalarını, mahrem yerlerini gözleriyle soyacaklar. Göz zinası yapacaklar. Olacak sana tesettür defilesi. Hayata bak dincileri ne hale getirdi. Laikler gibi olacaklar ya.Onlarla yarışacaklar ya. Örtünmenin defilesini yapıyorlar. Örtünmenin defilesi mi olur? Altı kaval, üstü şişhane! İslam kültüründe defile mi vardı? İslamcı kadın, laik kadına yaklaşıyor. Aslında İslamda reform yapıyorlar. Aslında "Yapın yapın..." demeli... Daha çok tesettür defilesi yapın. Ne kadar çok yaparsanız iyidir, demeli”
Bu tür faaliyetler İslama büyük zarar vermektedir.Tesettür defilesi ve bunun gibi gayri İslami davranışlar ya İslamın tesettür emrinin ne olduğunu bilmemenin veya para hırsının gözleri bürüdüğünün ifadesidir.
Tesettür yani hicab ayetinin içinde yapılanların tam aksıne; kadının teşhir edilmemesi, gözden ırak olması, zaruret olmadıkça sesini duyurmaması, erkelerin arasına karışmaması, sokağa çıktığında giyinişinin sade olması, dikkati celbedici giyim ve hareketler içinde bulunamması, tahrik edici olmaması... gibi davranışlar da vardır.
Nitekim. Tergib’te bildirildiğine göre: Hz.Fâtıma’ya sorarlar: “Kadınlar için en iyi olan nedir?” cevâbında, “Erkeklerden uzak durmalarıdır” buyurur. Âişe validemize, kadın sokağa çıkmak zorunda kaldığında nasıl olmalı diye sorulduğunda; başörtüsünün üstüne eski bir örtü almalı, belini büküp yeni elbise giymemelidir. Konuşmasının düzgün olmaması için ağzına bakla gibi bir şey koymalıdır.” buyurur. Defilecilerin yaptığına bir bakın bir de bu hükümlere. Nereden nereye değil mi?
Yanlış anlaşılmasın; İslamiyet, papazlar gibi kadından uzak durun demiyor. Meşru şekilde evlenin, yuva kurun; komşunun karısını, kızını baştan çıkarmayın, onların haya perdelerini parçalamayın, aile yavalarını yıkmayın diyor. Tesettürün gayesi de bu değil mi zaten!..
Dostları ilə paylaş: |