Sosyalizmin Tarihsel Sorunlarına Giriş'ten(Ekimler, sayı:l)(20)
*************************************************
Tek ülkede sosyalizm
H. FIRAT
GİRİŞ
Tek ülkede sosyalizm denilince genellikle iki tarihsel olay birarada akla gelir. İlkin; birinci emperyalist dünya savaşını izleyen devrimci dalganın düşmesi ve Ekim Devrimi’nin Sovyetler Birliği sınırları içine sıkıştığının gitgide daha açık görülür bir olgu haline gelmesiyle birlikte, yeni bir dalgaya kadar bu ülkede sosyalist kuruluş sürecini tek başına yaşama zorunluluğu. Ve ikinci olarak; bu çabanın anlamı ve sınırları, olanakları ve sorunları, tek kelimeyle, perspektifleri üzerine, 1920’lerin ortasındaki büyük tartışma ve mücadele. Nesnel bir durum ile bu duruma ilişkin perspektifler ve bunlar arasındaki çatışma anlamında, bu iki tarihsel olay tarih içinde birbirleriyle her yönüyle tam bir bütünlük oluştururlar.
Tarih içinde yeni ve bir ölçüde beklenmedik olan her durumda olduğu gibi, burada da önce sorun kendini göstermiş, ardından da sorun kendine ilişkin perspektifleri, bu çerçevede cereyan eden zorlu bir ideolojik çatışma ve politik mücadeleyi davet etmiştir. Ve doğal olarak, ortaya çıkan tarihsel sorunun beslediği teori ve politikalardan üstün geleni, bizzat aynı sorunun sonraki seyrini köklü bir biçimde etkileme olanağı da elde etmiştir.
Öte yandan, bizzat tartışmanın ve çatışmanın taraflarının da o günden ve her keresinde son derece net bir biçimde vurguladıkları gibi, yalnız kalan Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin kuruluşuna ilişkin perspektifler, dünya devrimine ve onun gelişme seyrine ilişkin perspektiflerle, buna en iyi nasıl katkıda(21)bulunulabileceği sorunu ile kopmaz biçimde bağlıydı. Bu bağ nesneldi. Bu nesnel temel üzerinde sorun uluslararası komünist hareketi (dolayısıyla Komünist Entemasyonal’i), onun gelişme seyrini ve geleceğini de çok yakından ilgilendiriyordu. Ekim Devrimi’nin sonraki seyrine egemen olacak teorik-politik perspektifler, bunun sorunları ve sonuçları, bu nesnel temel üzerinde, Komünist Enternasyonal’in politikalarını ve geleceğini de kendiliğinden etkileyecekti. Fakat o günün somut tarihsel koşullarında sorun bundan da öteydi. Ekim Devrimi dünya devrimi sürecinin ilk aşaması ve elde kalan tek gerçek kazanımıydı. SBKP de Komünist Enternasyonal içinde özel bir konuma, muazzam bir güce ve otoriteye sahipti. Bu olgu, ortaya çıkacak etkiyi olağan (nesnel) sınırların çok çok ötesine, kaçınılmaz olarak vardıracaktı. Bugünden bakıldığında, tüm çıplaklığı ile görülebilmektedir; tek ülkede sosyalizme ilişkin sorunlar ve bu sorunlara ilişkin perspektif ve politikalar, dünya devriminin değilse bile, dünya komünist ve işçi hareketinin gelişme seyrini önemli ölçüde etkilemiştir.
Bu iki olgu birarada, gerek bir tarihsel pratik olarak, gerekse bununla kopmaz biçimde bağlı bir teorik perspektif ve politika olarak tek ülkede sosyalizm sorununu incelemeyi gerektirmektedir. Bugün Sovyetler Birliği yıkılıp dağılmıştır. Komintern çatısı altında şekillenen geleneksel dünya komünist hareketi ise yozlaşmış, çürümüş ve tasfiye olmuştur. Bugün, dünyanın dört bir yanında komünizm mücadelesini devam ettirmek çabasındaki insanlar, karmaşık nedenlere dayalı bu olumsuz tarihsel akibeti tahlil etmek, anlamak ve aşmak çabası içindedirler. Sorunun çok değişik yönlerine uzanan ve bütünsel bir değerlendirmeye ulaşmayı amaçlayan bu çaba, sorunu bir de tek ülkede sosyalizm anlayışı ve pratiği üzerinden irdelemek, geçmişi değerlendirmeyi ve hatalarıyla hesaplaşmayı bir de bu açıdan gerçekleştirmek durumundadır.
Bunu gerektiren başkaca temel nedenler de var. Çağdaş kapitalizmin bugünkü gelişme düzeyi, üretici güçlerin kazandığı devasa boyut, sermayenin uluslararasılaşmasının bugün artık üretim süreçlerinin uluslararasılaşmasına varan yeni düzeyi, bu iktisadi gelişmenin uluslararası ilişkilerdeki politik ve kültürel sonuçları, bütün bunlar, devrimin sorunlarına, onun olanaklarına ve dinamiklerine, güçlüklerine ve engellerine bakışta bugün hesaba katılmak zorundadır. Emperyalist dünya iki dünya savaşı arası dönemde büyük bir parçalanmışlık yaşamıştı. Oysa ikinci savaştan sonra ve yakın zamana kadar, ABD emperyalizminin jandarmalığında tek bir blok olarak yönetilebildi. Bugün yeniden dişe diş bir rekabet dönemine girmiş olan emperyalistler, fakat buna rağmen devrimci gelişmelere karşı hala bir blok halinde davranabiliyorlar. Doğal olarak, tek ülkede sosyalizmin sorunları bu açıdan da tartışılmak durumundadır. Zira sosyalizm sorunu dünya devrim sürecinin gelişme eşitsizliğinden dolayı, tarih sahnesine çok büyük bir ihtimalle yine tek tek ülkeler üzerinden girecektir. Fakat bu kez karşılaşacağı sorunlar iki savaş arası dönemden farklı kapsam ve biçimlerde olacaktır. Küba’nın bugün karşı karşıya kaldığı boğucu kuşatma ile bunun yolaçtığı sorunlar bu açıdan canlı bir deneyim olarak önümüzde duruyor. O Küba ki, 30 küsur yıllık gelişmenin, deneyimin ve kazanımların tüm avantajlarına ve Latin Amerika(22)halklarının çok özel bir desteğine sahiptir.
Tüm bunlar birarada sorunun taşıdığı özel önemi göstermektedir. Oysa geride kalan tarihsel deneyimin bir çok yönü tartışıldığı halde, bu yönüne, tek ülkede sosyalizm sorununa pek az girilmektedir. Zira Trotskizmin süreklileşmiş “tarihsel muhalefet”inin en temel, denebilir ki beylik alanı olan bu sorun, tam da bu aynı nedenle en “hassas” sorunlardan biri, hatta birincisi olagelmiştir. Sorundan sözetmek bile trotskist damgası yemeye yetebilmiştir. Trotskizm çokça ve sürekli olarak lanetlenmiş bir akım olduğu için, ve dahası, büyük devrimci ve sosyalist tarihsel pratiklerin kusurları etrafında dönüp durmaktan öte, hiçbir tarihsel başarının, başarı orda kalsın, sözü edilebilir herhangi bir devrimci pratiğin onurunu taşımadığı için de, samimi devrimciler Trotskizmin bu alamet-i farikasını hep itici bulmuşlar ve bir "tabu" olarak göregelmişlerdir.
Bununla birlikte, bu sorunun “sorun” olarak görülmemesinin gerisinde, daha önemli başka nedenler vardır. Hiç değilse yakın zamana kadar, yaygın olarak, tek ülkede sosyalizm sorununa tarihsel olarak aşılmış, artık geride kalmış bir özel tarih olayı olarak bakılırdı. Bu iki anlamda böyleydi. İlkin, Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin 1930’ların ortasında kurulduğu, bu kuruluşun tarihsel olarak kanıtlandığı, dolayısıyla soruna ilişkin tartışmanın da böylece tarihsel pratik tarafından bitirildiği kabul edilirdi. Ve ikinci olarak, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, Sovyetler Birliği’nin yalnızlıktan kurtulduğu, çok sayıda ülkeden oluşan bir sosyalist kampın oluştuğu olgusundan hareketle, “tek ülke” sorununun bu yönüyle de anlamını yitirdiğine, sorunun tümden tarihe karıştığına inanılırdı.
Tarihsel sürecin seyri ve sonuçları, bu kabulü ve inançları bugün boşa çıkarmış, en tutucu kafalarda bile hiç değilse tartışmalı hale getirmiştir.
1930’larda Sovyetler Birliği’nde sosyalizm kurulmuş muydu? Bu, ilgili soruna ilişkin her tartışmada beylik sorudur. Ne var ki, sorunu böyle koymak yalnızca onu basitleştirmek anlamına gelir. Ya da, sorun böyle konuldu mu, yanıt hiç de basitçe “evet” ya da “hayır” biçiminde olamaz.
Fakat bilindiği gibi, tek ülkede sosyalizm tartışmasının geleneksel kutupları sorunu hep böyle koymuşlardır ve tartışmalı ölçüt ve tanımlamalarla, evet ya da hayır demişlerdir. Bir tarih olayını içinden yaşayanların yanılgılarını ve saplantılarını belli sınırlar içinde anlamak mümkündür. Fakat olaya bugünden bakmak ve tarihsel sürecin sonraki tüm seyrinin sağladığı açıklıkların ışığında herşeyi yerli yerine oturtmak mümkünken, bugün kalkıp geçmiş yargıları olduğu gibi tekrarlamak, en hafif deyimiyle, budalalıktır. Burada, bu tutumda, olaylardan, tarihten, tarihsel devrimci pratiğin kendisinden öğrenmek yoktur.
Lenin 1923 Martı'nda ve siyasal yaşamının en son yazısında, Sovyet ülkesi sosyalist kuruluşun politik önkoşullarına sahip fakat sosyalizme doğrudan geçebilecek iktisadi ve kültürel önkoşullarından yoksundur, demişti. Dolayısıyla, Sovyetler Birliği’nde sosyalizmi inşa çabası, öncelikle “uygarlık koşulları”nı elde etmek, sosyalizme doğrudan geçişi olanaklı kılacak koşulları yaratmak mücadelesiydi. Bu problem gözden kaçırıldı mı, ne Sovyetler Birliği’nde sosyaliz(23)min inşasının kendine özgü sorunları doğru anlaşılır, ve ne de, 1930’ların ortasında ulaşılan düzey doğru bir biçimde tanımlanır.
Dostları ilə paylaş: |