II. Rus devriminin sorunları üzerinden teorik miras
Marx-Engels’te Rus devriminin sorunları
Tek ülkede sosyalizm sorunu, teorik çerçeve sözkonusu olduğunda, genel bir eğilim olarak, marksist devrim teorisi ve onun emperyalizm çağında Lenin’de aldığı biçimden hareketle tartışılır. Marx-Engels’in kendi dönemlerinde genel olarak proleter devrim sorununu ele alışları ile Lenin’inki karşılaştırılır, buradan ‘20’lerin ünlü tartışmasına geçilir.
Bu ara bölüm bu alışılmış tutumdan bir ayrılma anlamına geliyor. Biz sorunu Rus devriminin sorunları üzerinden oluşmuş teorik mirastan giderek ele alacağız. Bu ilkinin tümüyle gereksiz ya da yararsız olduğu anlamına gelmiyor. Fakat bu kadarının kendi başına sorunun somut tarihsel gerçekliği içinde kavranması için hiç de yeterli olmadığı anlamına geliyor. Sorun kendini belli bir somut tarih süreci içinde ortaya koymuştur ve o güne kadarki ideolojik şekillenmeler ortaya çıkan soruna yaklaşımları dolaysız olarak belirlemiştir. Somut bir inceleme bu konuda hiç bir tereddüt bırakmamaktadır.
Lenin, Sorge’ye Mektuplar'ın Rusça çevirisine yazdığı Önsöz’de, Marks ve Engels’in mektuplarında, Rusya’da bir devrimin “hemen hemen yirmi yıllık bir dönem boyunca” (yaklaşık olarak 1875-1895 yılları arası) ateşli bir tutkuyla beklendiğini belirtir. Buna şu gözlemini ekler: “Marks ve Engels, doğal olarak bir Rus devriminin ve onun dünya çapındaki öneminin en ateşli inancını taşıyorlardı.”
Lenin’in Önsöz’ü 1907 Nisanı’nda kaleme alınmıştır. Bu yukarıdaki gözlem(50)için dikkate değer bir tarihtir. 1905 başında patlak veren Birinci Rus Devrimi, yaklaşık olarak bu aynı tarihte hemen tümüyle geride kalmış bulunuyordu. Yalnızca iki ay sonra bu bitişi kesin bir biçimde işaretleyen ve Rusya’da karanlık bir karşı-devrim dönemi başlatan 3 Haziran (Stolipin) Darbesi gerçekleşecekti.
Engels’in ölümüne kadar 20 yıl tutkuyla beklenen Rus Devrimi, ilk beklentiden 30 yıl sonra, fakat Rus sosyalistleri için onları hazırlıksız yakalayacak kadar erken bir tarihte, 1905’te, nihayet geldi. Rus toplumunu tepeden tırnağa sarstı. Tüm toplumsal sınıf ve tabakaları, onların temsilcisi olan siyasal parti ve akımları sınavdan geçirdi, olayların ateşi içinde herbirini yerli yerine oturttu, programlarını ve taktiklerini sınadı.
Yarattığı fırtınalı sarsıntıyla Rus toplumu için muazzam önemini apaçık göstermişti 1905 Devrimi. Ne var ki, Marx-Engels’in beklentilerini hayli gecikmiş olarak doğrulamış olsa bile, Lenin’in yukarıdaki satırları yazdığı sırada “dünya çapındaki önemi” konusunda henüz çok az belirti sunuyordu. Olduğu kadarıyla da bunlar Batı’da değil, fakat yüzyılların derin uykusundan henüz uyanmakta olan Doğu’daydı. 1905 Devrimi, kendini önceleyen ve Çarlığın yenilgisiyle sonuçlanan Rus-Japon savaşı ile birlikte, uyuyan Asya’yı derinden sarstı. Özellikle İran ve Çin’de olmak üzere, bir dizi ülkede güçlü bir burjuva demokratik hareketin gelişimini hızlandırdı. Bu başlangıçta yeterince farkedilmediyse de, Rus devriminin yenilgisini izleyen yıllarda, gitgide daha açık görülebilir hale geldi. Fakat Lenin’in Önsöz’ünü yazdığı dönemlerde bunlar (bir ölçüde İran’daki olaylar dışında) henüz görülüp değerlendirilemiyordu. Hiç değilse Lenin için bu böyle görünüyor.
Bu etkinin asıl olarak beklendiği Batı’da ise, Avusturya’da genel oy hakkının kazanılmasıyla sonuçlanan 1905 sonbaharı olayları (“Viyana’da korkunç sokak gösterileri, Prag’da barikatlar”) dışında, görünürde yaprak kımıldamadı. Ya da bu etki, devrimin büyük bir zenginlikle ortaya çıkardığı proleter mücadele ve örgütlenme araç ve yöntemleri üzerine (özellikle de siyasal kitle grevi üzerine) işçi sınıfının en ileri kesimlerinde, sosyal-demokrat parti çevrelerinde yolaçtığı tartışmalar biçiminde oldu. Ki bu beklenenden bütünüyle farklı bir sonuçtu.
İmparatorluk Avusturyası’na ilişkin olarak anılan örnek dışında, Avrupa bir bütün olarak sükunetini koruyordu. Paris Komünü’nün yenilgisiyle girilen sessizlik ve uyuklama dönemini gölgeleyen herhangi bir kıpırdanış, Doğu’da 1905 Rus Devrimi sarsıntısına rağmen, yaşanıyor değildi. İşçi hareketi yasal ve barışçıl politik ve örgütsel gelişmesini, II. Enternasyonal partileri ise buna önderlik süreci içinde çürümelerini sürdürüyorlardı. Denilebilir ki bu sakin manzarayı bozan tek hareketlilik, emperyalist devletler arasında gitgide kızışan rekabet, yaşanan siyasal-askeri gruplaşmalar ve bir dünya savaşı hazırlığı için günden güne artan silahlanmaydı. II. Enternasyonal’in 1907 Ağustosu”nda toplanan Stuttgart Kongresi’nde savaş tehlikesi ve militarizm sorunlarının hararetli tartışılması da bunu göstermektedir.
Tüm bunlara rağmen ve devrimin hemen tümüyle geride kaldığı bir dönemde,(51)Lenin’in, Marx ve Engels’in Rus Devriminin “dünya çapındaki önemine” ilişkin düşüncelerinin altını dikkatle çizmesi, dikkate değer bir olgudur.
Marx ve Engels’te Rus devriminin dünya çapındaki önemi, somut olarak ifadesini, Avrupa devrimiyle karşılıklı ilişkilerinde buluyordu. Buna göre, Rusya’da gündemde olan burjuva-demokratik devrim Avrupa’daki bir proleter devrimin başlangıcı olur ve onunla tamamlanırsa, tam da bu sayede, Rus Devrimi de kendi demokratik aşamasıyla sınırlı kalmayacak, iktidarı ele geçirmiş sosyalist Avrupa proletaryasının yardımıyla sosyalist devrime yönelecekti.
Marx ve Engels’in, ilk kez 1875’te Engels tarafından formüle edilen, Manifesto'nun 1882’deki Rusça çevirisine ünlü Önsöz’de ise en özlü ve çok bilinen formülasyonuna kavuşan, ölümünden hemen önce 1894’te yine Engels tarafından son bir kez yeniden tekrarlanan bu düşüncesi, Şubat Devrimi’ne kadar, daha da somut olarak Nisan Tezleri'ne kadar, Lenin’in hep ve ısrarla bağlı kaldığı bir temel düşünceydi.
Marx-Engels’in bu konudaki etkisi öylesine güçlü ve dolaysızdı ki, Lenin bu bağıntıdan sözederken çoğu kere şöyle derdi: “Avrupalı işçiler bize 'bunun nasıl yapılacağını’ gösterecektir ve sonra onlarla birlikte sosyalist devrimi gerçekleştireceğiz”. ‘Bunun nasıl yapılacağını’! Bu Engels’in Lenin tarafından hep tekrarlana gelen ünlü ifadesiydi. Daha sonra da göreceğimiz gibi, bu etki yalnızca Lenin ve Bolşeviklerle de sınırlı değildi. “Orijinal” teorisiyle Trotski bir yana, devrimi ve kazanımlarını liberal burjuvaziye ait gören, ufku burjuva devriminden öteye geçemeyen kuyrukçu Menşevikler bile, 1905 Mayıs’ındaki Konferanslarında, “yalnızca bir durumda”, “devrimin ... Batı Avrupa’nın gelişmiş ülkelerine yayılması durumunda”, lütfedip iktidarın ele geçirilmesi için çaba göstereceklerini söyleyebiliyorlardı. Bu açıklama elbette, her zaman olduğu gibi Marx ve Engels’in düşüncesini kuru, cansız, içeriksiz bir formül biçiminde yinelemekten öte bir anlam ifade etmiyordu. Devrim ve iktidar Menşevizmin ruhuna aykırıydı.
Şimdilik kısaca yanıtlanması gereken bir soru var. 1905 Devrimi’nin Avrupa üzerinde son derece sınırlı, dolaylı ve yerel kalan etkisine rağmen, Lenin neden hala, Marx-Engels’in sözkonusu düşüncesine bağlılığını sürdürüyordu? Bu salt bir “bağlılık” kaygısı mıydı? Lenin’de böyle kaygılar bulunmadığına göre, bunun açıklaması, 1905 Devrimi'nin yenilgisinde ve Lenin’in bu yenilgiye ilişkin değerlendirmesinde bulunabilir. Lenin, devrimin yeterince olgunlaşmadan patlak verdiğini ve tam da bu aynı nedenle, yeterli derinliğe ve kuvvete ulaşamadığını, yenilginin de esası itibarıyla onun bu objektif zaafından kaynaklandığını düşünüyordu. Rus Devrimi henüz bütün çapı ve derinliği ile kendini göstermiş, tüm enerjisini ortaya koymuş değildi. Bunun gerçekleşeceği ikinci bir devrim kaçınılmaz olarak gelecekti. Lenin, devrimin yeniden ve bu kez çok daha derin, kapsamlı, etkin, yenilginin deneyimleriyle güçlenmiş ve hazırlıklı geleceğine, proletarya önderliğinde bir işçi-köylü iktidarı ile taçlanacağına ve Marx-Engels’in öngördüğü uluslararası etkiyi de ancak bu durumda gösterebileceğine inanıyordu. Bu nedenledir ki Marx ve Engels’in muzaffer bir Rus devriminin “dünya çapındaki(52)önemi”ne ilişkin düşüncesine bağlılığını sürdürüyordu. Önsöz’ünü de bir kez daha bu bağlılığı yansıtan ifadelerle noktalıyordu.
Marx ve Engels’in Rus devrimine olan derin inançları ve onun Avrupa üzerindeki muhtemel etkilerine ilişkin görüşleri, Rusya’yı, özellikle Reform (1861) sonrası Rusyası'nı, çok yakından ve dolaysız olarak izlemelerinden kaynaklanmaktaydı. Rusya’ya ilişkin olayları orijinal kaynaklarından izlemekteydiler. Ünlü Mihayilovski'ye Mektup’unda Marx, "Rusya’nın iktisadi gelişmesi hakkında bilgiye dayanan bir yargıya varabilmek için, Rusça’yı öğrendim, ve sonra uzun yıllar bu konuyla ilgili resmi ve diğer yayınları inceledim" demektedir.(Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri içinde. Sol Yay., İkinci (genişletilmiş) baskı, s.272-273)Bunun salt “iktisadi gelişme”ye değil, kuşkusuz bu temel üzerinde fakat özellikle Rusya’daki toplumsal-siyasal gelişmeye bir ilgi olduğunu, Marx’in Rusça öğrenmesine vesile olan kitabın isminden (ve dolayısıyla konusundan) bile çıkarabiliriz: Rusya'da İşçi Sınıfının Durumu.(Kitabı ve yazarını (Rus narodnik sosyalisti N. Flevorski) Marx büyük bir övgüyle anıyor. Bkz. Seçme Yapıtlar, C.2, Sol Yay., s. 208)Muhtemelen (Rus köylülüğünü de inceleyen) bu kitabın da etkisiyle, Marx daha 1870’te, “Rusya’nın içinde volkanik toplumsal güçlerin, otokrasinin en derin temellerini güçten düşürmekle tehdit ettiklerin"den sözedebiliyordu.(a.g.c., s. 237)Engels ise, 1875’te, “Rusya, kuşkusuz ki, bir devrimin arifesindedir", diye yazıyordu, Rusya’da Toplumsal İlişkiler başlıklı makalesinde. Temel fikirleri bakımından son derece önemli bu makalesinde Engels, yalnızca Rusya’da hızlanan ve idealize edilen köy komününü karşı konulmaz bir güçle çözüp dağıtan kapitalist gelişmeye işaret etmekle ve narodnik hayallerin sağlam bir bilimsel eleştirisini yapmakla kalmıyordu. Fakat Rus devrimi ile Avrupa devrimi arasındaki ilişkiyi de (muhtemelen ilk kez olarak) kuvvetle vurguluyordu.(a.g.e., s. 462-475)
Dostları ilə paylaş: |