"Bugünkü devrimin kesin zaferi, demokratik devrimin sona erdiği ve sosyalist devrimin kararlı savaşımının başladığı nokta olacaktır”. Lenin “bugünkü devrimi” ve onun yaratacağını öngördüğü iktidar biçimini, hep bu dinamik bakış ile ele alır. Kendisi, yıllar sonra Nisan Tezleri'nde, bazı sloganları dinamik içerikleriyle ele almak yerine onları cansız formüllere indirgeyen “eski Bolşevikler”e karşı, İki Taktik'ten, proletaryanın ve köylülüğün demokratik diktatörlüğünün “bir geçmişi, ve bir de geleceği” olduğuna dair düşüncelerini aktarır. Devrimin sorunlarını ve sonraki tarihsel seyrini sınıflar mevzilenmesinden ve mücadelesinden hareketle ele almak, beraberinde, demokratik devrimden sosyalist devrime geçiş sorununu, menşevik bakışaçısında olduğu gibi iktisadi etkenlerden değil, fakat asıl belirleyici olan etkenden, sınıfsal-siyasal güç ilişkileri ve proletaryanın hazırlık derecesinden hareketle ele almayı getiriyordu. Lenin, İki Taktik'le(59)egemen olan ve ondan yalnızca üç ay sonra kaleme alınan bir makalede(Sosyal Demokrasinin Köylü Hareketi Karşısındaki Tavrı, 1905 Devrimi Üzerine Yazılar, Yöntem Yayınları, s. 182-183)ise açıkça formüle edilen bu bakışaçısını, yıllar sonra, Kautsky ile ünlü polemiğinde ve tam kendi geçmiş bakışaçısını olumlamak üzere yineliyordu: Demokratik devrim ile sosyalist devrim arasına "yapay olarak bir Çin Şeddi çekmek, onları proletaryanın hazırlık ve yoksul köylülerle birlik derecesinden başka bir şeyle ayırmak istemek, Marks'izmi şaşılacak derecede bozmak, alçaltmak, onun yerine liberalizmi geçirmek demektir."(Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Beşinci baskı (1989), s. 87)
Bolşevik devrim stratejisinin kurucusu Lenin’de, Rus liberal burjuvazisinin demokratik devrim karşısındaki gerici konumunu, Rus proletaryasının ise aynı devrim içindeki öncü devrimci rolünü saptamak, Rus köylülüğünün bu devrimdeki muazzâm devrimci rolünü gereğince değerlendirmek, onu yerli yerine oturtmakla bütünleşiyordu. Bu son etken, köylülük, gereğince değerlendirilememiş olsaydı eğer, Bolşevik strateji bir anda tüm anlamını yitirirdi. Az sonra kısaca değineceğimiz Trotski, hiç de geleneksel olarak ve genellikle iddia edildiği anlamda değil, fakat kendine özgü bir biçimde tam da bu alandaki zayıflığın tarihsel bir örneğidir.
Toplumsal karakteri ve dolaysız ilk görevleri bakımından devrimin burjuva demokratik niteliği konusunda anlaşmış görünen Rus marksistlerinin, bu devrimde köylülüğün muazzam toplumsal ağırlığı ve özel devrimci rolü konusunda yaşadıkları ayrılık, ilk bakışta anlaşılmaz görünür. Bir kısım liberal yazarlar ve tarihçiler bunu Menşevik teorisyenlerin doktrinerliğine, daha açıkçası, Marx- Engels’in o güne kadarki bakışaçısına bağlılıklarına yorarlar. Gerçekte ise bu iddia, Menşevik liderlerin kendi konumlarını böyle sunmuş olmaları olgusu dışında, hiç bir gerçeklik taşımaz. Marx-Engels’in Batıdaki serilik ilişkilerinden kurtulmuş ve dolayısıyla tarihsel olarak kendi devrimci demokratik rolünü şu ya da bu biçimde geride bırakmış bir “köylülük” hakkında söylediklerini alıp kırsal yaşamında serflik ilişkilerinin egemen olduğu Rusya’ya uygulamak, Menşevik liderler için doktrinerlik görüntüsünün ardına saklanarak Marksizmi kaba bir biçimde tahrif etmekten başka bir anlam taşımaz. Ya da, yalnızca, Narodizmin köylülüğe ilişkin hayallerine karşı yerinde bir eleştiriden, Rus kırına egemen serflik düzenini gözden kaçırmak ve köylülüğe karşı liberal bir küçümsemeye kapılmak gibi saçma bir sonuca ulaştıkları anlamına gelir.
Rus devrimi, burjuva-demokratik toplumsal siyasal anlamını, tam da, Rusya’nın toplumsal yaşamında ezici bir ağırlığı oluşturan serflik ilişkilerinin, bu ilişkilerin temsilcisi feodal soyluların ve onların dayanağı çarlık rejiminin tasfiyesinde bulmaktaydı. Bu, herşeyden önce, köylülüğün toprak köleliğinden kurtulması, özgürleşmesi ve toprağa kavuşması demekti. Bu nesnel ihtiyaç Rus köylülüğünün taşıdığı büyük devrimci enerjinin ve Rus devriminin seyrinde oynayacağı özel rolün de nesnel tarihsel-toplumsal temeliydi.(60)Bunu gözden kaçırmak, Rus burjuva devriminin asıl içeriğini gözden kaçırmak, pratikte ise devrimden kopmaktı. Menşeviklerin anlayışında burjuva demokratik devrim denilen şeyin gerçekte liberal bir anayasal reformun ötesine geçememesi, bu açıdan şaşırtıcı değildir. Bu, devrimde önderliği burjuvaziye bırakan Menşeviklerin demokratik devrime ilişkin programlarının, gerçekte Rus liberal burjuvazisinin anayasal reform programıyla örtüşmesini de açıklar.
Gecikmiş bir burjuva devrim arifesindeki Çarlık Rusyası'nda, “geri ve cahil bir yığın” olarak gördükleri köylülüğe karşı liberal bir küçümseme duymak, Menşevizm'de tipik bir eğilimdir. Ne var ki bunun gerisindeki asıl etken, demek oluyor ki bu küçümsemenin gerçek hareket noktası, Rus proletaryasının devrimci enerjisine ve önderlik kapasitesine, dolayısıyla bizzat kendisine güvensizliktir. Bu güven boşluğu, ya da Rusya proletaryasına bu güvensizlik, Rus burjuvazisine duyulan güvenle telafi edilmiştir. Menşevizmde asıl tipik olan budur. Bolşevizmde tipik olan ise, tersinden olarak, tam da bu açıdan, Rus proletaryasına, onun, burjuvaziye rağmen ve köylülüğü ardından sürükleyerek Rus devrimine önderlik etme kapasitesine ve yeteneğine olan sarsılmaz güvendir.
Bu güven sayesinde ve bu güvenden hareketledir ki, Bolşevikler, liderleri Lenin’in şahsında, 1905’ten çok önce, daha en başından itibaren, burjuva devrim arifesindeki Rusya’da köylülüğün bu devrimde sahip olduğu çok özel toplumsal ağırlığı ve taşıdığı büyük devrimci potansiyeli bütün kapsamı ve derinliği ile görebilmiş, devrim stratejisi içinde yerli yerine olunabilmişlerdir. Köylü sorununda daha başlangıçta edinilen bu üstünlüğü onlar, Bolşevikler, Rus devriminin bütün tarihsel seyri boyunca başarıyla değerlendirmişlerdir. Bu onlara, emperyalist savaşı izleyen devrimci dalganın geri çekildiği ve proleter devrimin Rusya’da yalnız kaldığı bir evrede, köylülükle ilişkilerde yeni politikalar geliştirerek iktidarı koruma ve giderek onu sosyalist inşa mücadelesinin içine çekme olanağı sağlamıştır. Burada sorun, Trotski’nin en son (1939) yazılarının birinde ortaya koyduğu gibi, hiç de kendi başına alındığında “köylülükle bir sosyalist gelişme etkeni” görüp görmemek değildir.(Lenin’in hiçbir zaman “köylülükte bir sosyalist gelişme etkeni görmediği”ni yazan Trotski, yine de şunları belirtmek ihtiyacı duyar: "Şüphesiz, köylülüğe ilişkin klasik Marksist anlayışın hatalı-çıkıp çıkmadığı sorusu sorulabilir. Bu konu bizi bu makalenin sınırlarını aşmaya götürür. Şu kadarını söylemek yeter ki, Marksizm köylülüğü mutlak ve durağan bir karaktere sahip sosyalist olmayan bir sınıf olarak asla değerlendirmemiştir. Bizzat Marx, köylünün yalnızca boş inançlara sahip olmayıp düşünce yeteneği de olduğunu söylemiştir. Değişen şartlarda bizzat köylülüğün de niteliği değişir. Proletarya diktatörlüğü rejimi, köylülüğü etkilemek ve onu yeniden eğitmek için geniş olanaklar açmıştır. Bu olanakların sınırı henüz tarih tarafından tüketilmemiştir." (L. Trolskiy, Rus Devriminin Üç Kavranışı, Sonuçlar ve Olasılıklar içinde, Kardelen Yay. s.128))Sorun, devrimin her ayrı gelişme evresinde, öncü devrimci sınıf olarak proletaryanın, köylülüğün (onun farklı tabakalarının) durumunu doğru değerlendirebilmesi ve bu değerlendirmeye dayalı bir politika ile ona başarıyla önderlik edebilmesidir. Dolayısıyla, bir kere daha sorunun(61)özü, proletaryanın önderlik kapasitesi, başta köylülük tüm ezilen sınıf ve tabakaları ardından sürükleme yeteneğidir.
Köylülük sorunu, Trotski’nin değerlendirmede genellikle başarısız kaldığı temel sorunlardan biridir. Devrimin ve iç savaşın sınıf ilişkilerini ve tüm sınıfların davranışlarını alabildiğine saydamlaştırdığı tarihsel dönemler dışında, köylü sorunu, Trotski’nin hep zayıf kaldığı bir sorun olmuştur. Bu zayıflık daha 1905 Devrimiyle başlar. Rus liberal burjuvazisinin devrim karşısındaki gerici konumu ile Rus proletaryasının devrim içindeki devrimci rolü konularında, bu iki temel sorunda, tartışmasız bir açıklığa ve devrimci tutuma sahip olan Trotski, köylülüğü devrimci strateji içinde doğru bir yere oturtamaz. Doğal olarak bu onu devrimin gelişme seyri ve demokratik devrimden sosyalist devrime geçişin sorunları konusunda da karışıklığa iter.
Trotski’nin köylülük sorunundaki zayıflığı, en azından 1905’te, hiç de iddia edile geldiği gibi burjuva devriminde köylü sorununun taşıdığı özel önemi gözden kaçırmasında değildir. Bunu görmek için Sonuçlar ve Olasılıklar'a bakmak bile yeterli. Fakat tam da bu temel eserin kendisidir ki, köylü sorununun özel önemini gözönünde bulunduran Trotski’nin, bunu, köylülüğün bir sınıf olarak burjuva devriminde oynayacağı toplumsal-siyasal rolün devrim stratejisi içindeki yerini gereğince değerlendirmekle birleştiremediğini kanıtlamaktadır.
Bu eserde, köylülük bize, bağımsız bir sınıf olarak davranma yeteneğinden yoksun olduğu şeklindeki doğru bir değerlendirmeden hareketle fakat bundan çıkarılan yanlış bir sonuçla, genellikle edilgen bir güç olarak sunulur. Proletarya kararlılıkla savaşacak, iktidarı alacak, köylülüğün istemlerini karşılayacak, böylece onun desteğini alacaktır. “İktidardaki proletarya, köylülüğün önünde, onu kurtarmış bir sınıf olarak duracaktır." Orijinalinde italik olarak yeralan bu sözler, Trotski’nin bakışaçısını özetler. Fakat tam da bu ele alış devrime ilişkin bir stratejik çizgiden yoksunluğu anlatır.
Köylü sorununun özel ağırlığı ile, köylülüğün bu sorundan kaynaklanan büyük devrimci enerjisi ve bunun devrim stratejisi içindeki yeri, iki farklı şeydir. Trotski’de bu ikincisi tümüyle yok değilse de son derece belirsiz ve bulanıktır. Lenin’in stratejik çizgisi köylülüğün devrimci kapasitesini görmeyi ve önden, devrim zafere ulaşmadan ve tam da devrimi zafere ulaştırmak için, değerlendirmeyi öngörür. Trotski’de ise sorun, savaşıp iktidarı alacak işçi sınıfının, iktidardaki bir sınıf olarak, toplumda özel bir ağırlığı oluşturan köylülüğün desteğini nasıl alacağı biçimine bürünür. Sorunu böyle koymak, mantıksal sonuçlarına götürüldüğünde, önderliği, ittifakları ve dolayısıyla devrimin zaferini olanaksız kılmaktır. Zira devrimin yedekleri sorunu devrimin kaderi sorunudur. Önderlik yalnızca önden gitmek değil, fakat beraberinde devrimin zaferi ve iktidarı garantileyecek güçleri (müttefikleri) sürükleyebilmektir. Stratejik çizgi, buna ilişkin bir açıklığı anlatır. Trotski bundan yoksundur.
Fakat asıl önemli nokta şudur ki, müttefiki doğru değerlendirememek, aslında, öncünün önderlik fonksiyonunu gereğince değerlendirememekle dolaysız olarak bağlantılıdır. Bu iki zaaf birbirini tamamlar. İşçi sınıfının devrimci(62)rolüne ve kapasitesine yaptığı tüm kuvvetli vurgulara rağmen, Trotski’nin kendine özgü konumuna menşevik bir yön kazandıran da gerçekte budur. Başta Lenin bolşeviklerin onu bir yarı-menşevik olarak nitelemeleri boşuna değildir.
Trotski’nin köylülüğe ilişkin zayıflığı zaman içinde hafiflemedi, tersine pekişti. 1915’te, “son on yıl boyunca köylülük içinde hiç durmadan ilerleyen sınıf ayrışması” gerekçesiyle ve Rusya’da proletaryanın burjuva ulusla başbaşa kaldığı, bir demokratik devrimin artık imkansız olduğu yeni argümanıyla birarada iyice silikleşti.(İktidar Mücadelesi, Sonuçlar ve Olasılıklar”a ek, (s.107-108)Trotski bu makaledeki açık zaafını, ’’epizodik" bir hataya indirgeyerek. Sürekli Devrim'inde kabul eder. (Köz Yayınları, 1976, s.64))Oysa yıllar sonra, Sürekli Devrim başlıklı kitabında, iki yıl sonrasının (1917’nin) tarihsel bilançosunu, temel bir yönüyle ve tümüyle doğru olarak, şöyle özetler: "Tarım sorununun bütün toplumun hayatı açısından sahip olduğu belirleyici önem ve köylü devriminin korkunç derinliği ve her şeyi silip süpüren yaygınlığı olmaksızın, Rusya’da proletarya diktatörlüğünün sözü bile edilemezdi.”
Kendisinin o güne kadar ki zayıflığını bu kadar güçlü bir biçimde sergileyen tarihsel olguyu açıkça ifade ederken Trotski’nin tek tesellisi, köylülüğün bağımsız bir rol oynayamadığı, fakat amaçlarına ancak proletarya önderliğinde ulaşabildiği idi. Fakat bu, köylülüğün bağımsız bir rol oynamadaki nesnel yeteneksizliği, gerçekte Trotski’nin kendine kurduğu bir tuzaktır. Zira Trotski bundan hareketle her zaman köylülüğün devrimci önemini küçümseme yanlışına düşmüştür. Köylülüğün sınıfsal konumu ve karakteri gereği bağımsız bir güç olamadığı bir gerçektir. Fakat bizzat Rus devriminin tüm tarihi, onun basit bir eklenti de olmadığına, devrimci dönemlerde etkin bir devrimci güç olarak ortaya çıktığına, olayların seyri içinde politik ağırlığını ve etkisini kendi tarzında hep gösterdiğine, kendi örgütlenmelerini yarattığına (asker ve köylü sovyetleri), yürüttüğü etkin savaşımın küçük-burjuva partiler (sosyalist-devrimciler) şahsında etkin bir siyasal ifade bulduğuna, tanıklık eder. Ekim Devrimi'yle taçlanan tarihsel süreç, o “kısa” Şubat-Ekim arası, tüm bunlara tanıklık eder. Bu ön süreci atlayarak Ekim Devrimi'ni anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmak ise beyhude bir çabadır. Trotski bunu atlayabildiği içindir ki, Ekim Devrimi'nden on yılı aşkın bir süre sonra bile, hala 1905’te formüle edilen “sürekli devrim teorisinin tarihsel öngürüsünün olağanüstü bir kuvvetle doğrulanışı”ndan sözedebilmektedir.(Sürekli Devrim, s.12)
Tarih, Trotski’nin, proletaryanın iktidarı gelişmiş ülkelerden önce Rusya gibi geri bir ülkede ele geçirebileceğine ilişkin öngörüsünü, gerçekten parlak bir biçimde doğrulamıştır. Fakat aynı tarih, bunun tam da, proletaryanın, köylülüğün devrimci enerjisini doğru değerlendirmesi ve ondan en iyi şekilde yararlanması durumunda olabileceğini de “olağanüstü bir kuvvetle” doğrulamıştır. Bizzat Trotski’nin de yalnızca iki satır üstte belirittiği gibi, “Rus proletaryası, dev köylü ayaklanması dalgası üzerinde iktidara yükseldi”. Fakat Trotski’nin stratejik(63)çizgisinin (eğer böyle bir çizginin varlığından sözedilebilirse) hesaba katmadığı tam da buydu. Rusya gibi, burjuva devrim süreci içindeki bir köylü ülkesinde...
Dostları ilə paylaş: |