İSPANYA: Franko’nun mirasçıları
Daha önceden de belirttiğimiz gibi bu ülkenin önemli özelliklerinden birisi, 8 Mayıs 1945’ten itibaren Avrupa’nın her ulustan faşistinin, bu arada da en ünlülerinin; Skorzeny, Degrelle, Darquier de Pellepoix’lerin sığınağı olmuş olmasıdır. III. Reich’in-çöküşünden Franco’nun ölümüne kadar İspanya, Avrupa’nın değişik ülkelerinde yasal veya yasadışı faaliyet yürüten faşist örgütlerin cephe gerisi, üssü rolünü görmüş, onların maddi ve manevi destek kaynağı olmuştur.
İspanya’da onlarca yıl hüküm süren Franco iktidarı boyunca faşistlerin bağımsız örgütlenmesine ihtiyaç duyulmadığı açıktır. Faşizmin İspanyol versiyonu Frankizm, egemen sınıfların bu alandaki taleplerini fazlasıyla yerine getirmekte(190)kusur etmemiştir. Ancak diktatörlüklerin yıkıldıkları ülkelerdeki faşist artıkların buluşma merkezi olan İspanya’da, bazı etkinliklerde bulunma ihtiyacı duyulmuş ve bu yönde örgütlenme girişimleri olmuştur.
Bu bağlamda kayda değer girişim CEDADE’ın (Circulo Espagnol de Amigos de Europa-Avrupa Dostları İspanya Kulübü) faaliyetleridir. CEDADE ‘60’lı yılların ortalarında Batı Almanya’da, İspanyol, İtalyan ve Alman faşistlerinin ortaklaşa kurdukları bir örgüttür. Bu örgütün misyonu, Avrupa’nın değişik faşist grupları arasında işbirliğini sağlamak, faaliyetlerini tek merkezden yönetmektir. Kıtada 40 civarında seksiyon oluşturan CEDADE’ın merkezi ve esas faaliyet alanı İspanya olmuştur.
Avrupa faşizminin buluşma merkezi konumuna rağmen, İspanya faşistlerinin örgütlülüğü, günümüzde diğer Avrupa ülkelerindeki örneklere nazaran, henüz cılız düzeyde seyrediyor. Bunun bir nedeni, Franco rejimi doğal ölüm sürecini yaşayarak çökme ve dağılma aşamasına geldiğinde, burjuvazinin, Franko rejiminin devamına aday unsurlara desteğini yinelememesi, İspanyol faşistlerinin güçlü örgütlülükler yaratarak politik varlıklarını sürdürme şansını ortadan kaldırmıştır.
Diğer taraftan, İspanya burjuvazisinin Frankizm’in en önde gelen simalarına nankörlük etmemesi, Caudillo’un 1975’te ölümünden sonra, “iç barış, ulusal bütünlük” argümanları arkasına gizlenilerek onların yeni rejime entegre edilmelerinde herhangi bir güçlük ile karşılaşmaması da, sorunun bir başka boyutudur. Örneğin, bunlar içinde en ünlüsü, sonradan Muhafazakar Parti’nin başına getirilen Manuel Fraga İribarne’dir.
İspanya burjuvazisinin Franco’nun ölümünü fırsat bilerek uluslararası planda itibar edinme kaygısıyla at değiştirmesi, faşistlerin yıllarca ordu/polis işbirliğine dayanan bir askeri darbeye umut bağlamalarına yolaçmıştır. Bir türlü gelmeyen, gelip de başarıya ulaşamayan bir darbe beklentisi içinde yaşamışlardır.
“Golpiste” (darbeci) gelenek diye adlandırılan bu beklentinin son çırpınışlarından birisi, Fuerza Nueva ve El Alcazar’ın çağrısı üzerine, üst düzeydeki bir grup subay adına hareket eden Albay Tejero’nun 23 Şubat 1981 günü Cortes’e (Millet Meclisi) düzenlediği başarısız silahlı baskındır. Darbenin başarısızlığı anlaşılır anlaşılmaz sözkonusu subaylar maceralarından vazgeçmiş ve Tejero yalnız bırakılmıştır.
Franco’nun ölümüyle yıllanmış ittifakların bozulması, İspanyol burjuvazisinin farklı tercihler yapması, rejimi sürdürmekten yana olan unsurların ansızın sahipsiz kalmalarına yolaçmıştır. Bu nedenle İspanyol faşistleri bir ara kendilerini, en uç noktalarda ifade eden çıkışlarla ispatlamaya çalışmışlardır. Örneğin, ‘70’li yıllarda İspanya’da yaşanan kanlı suikastlar serisinin aktörü Guérilleros Du Christ Roi-Kral İsa’nın Gerillaları adında ne olduğu belirsiz bir gruptur.
Buna karşılık İspanya’da daha kapsamlı bir perspektif içinde faaliyet yürüten, kalıcı bir misyon üstlenen inisiyatiflere de rastlanıyor. En çarpıcı örneği, legal alanda faaliyet yürüten değişik İspanya faşist grupları arasında iletişim rolünü oynayan El Alcazar adındaki yayın organıdır.
Burada post-frankizmin gözden kaçırılmaması gereken bir boyutu da Gonzalesci(191)sözde sosyalistlerin rejimle yürüttükleri pazarlıklar ve yaptıkları antlaşmalardır. 1978, 1981 ve 1982’de milletvekili seçimlerinin arifesinde yaşanan darbe girişimleri, aynı zamanda seçimleri kazanma şansları yüksek olan “sosyalistler”e bir uyarı özelliğine sahipti. Bu darbe girişimlerinden sonra, PSOE’nin hükümet olmasından önce sosyalistlerin ordu, polis, adalet kurumları ve işverenlerle yürüttükleri gizli pazarlıklardan ve varılan antlaşmalardan sonra Felipe Gonzales’e hükümet olma fırsatı tanındı.
Gonzales’in verdiği teminatların bazıları özetle şunlardır: İşverenlere sosyal barış, sendikaların dizginlenmesi, işçi sınıfının taleplerinin budanarak etkisizleştirilmesi ve AET’ye üye olma. Orduya ilişkin verilen söz NATO’ya üye olma, yaşlı subayların emekliye sevk edilmesi ve genç olanlara hızlı terfi etme olanaklarının tanınması ve herhangi bir ayıklamaya gidilmemesi. Felipe Gonzales orduya verdiği teminatın aynısını polise ve adalet kurumlarına vermiştir. Poliste en ufak bir tasfiyeye gidilmemiştir. Tam tersine Franko polisinin, ordusunun ve yargıçlarının "tecrübesinden yararlanıyoruz" denilerek rejimin en sivrilmiş elemanları Bask bölgesinde ETA’ya karış kirli savaşta kullanılmışlardır.
Franko’nun ölümünden birkaç ay sonra 1976’da İspanya faşizminin tarihi figüranı Blas Pinar, FN’i (Fuczza Nueva-Yeni Güç) kurdu. 1979’da Phalange Espangol’la seçim ittifakına girdi. Ancak % 2 oranında oy alarak sadece Blas Pinar’ı Cortes’e (Parlamento) gönderebildi. Blas Pinar daha sonradan, Avrupa’da uç göstermeye başlayan faşizmin güçlenme dinamiğini İspanya’ya yansıtmak amacıyla, Fransız Le Pen ve İtalya’lı MSI’nın önderi Almirante’nın şeref konuğu olarak 1986’da kuruluş kongresine katıldıkları Fronte Nacional’i (Milli Cephe) oluşturma girişiminde bulundu.
Ama bu girişim de ilk aşamada, 1989 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, umulan sonucu vermedi, alınan 60 000 kadar oyla istenilen dinamik yaratılamadı. Ama, buna rağmen, İspanya’da geçen yıl gerçekleştirilen kapsamlı bir kamuoyu araştırması, toplumdaki faşist sempatinin % 10 civarında seyrettiğini ve dolayısıyla Avrupa’daki genel eğilime tekabül ettiğini gösteriyor.
Dostları ilə paylaş: |