“DİŞİ kurdun rüyalari” Üzerine biR İnceleme



Yüklə 145,82 Kb.
səhifə3/3
tarix26.05.2018
ölçüsü145,82 Kb.
#51675
1   2   3

6. Rejim:

Cengiz Aytmatov'un eserlerinde rejime muhalif bir radikal havası sezilmez. O, bizdeki Tanzimat nesli gibidir. Rejimi eleştirir, fakat onun yıkılması konusunda uç girişimlerde bulunmaz. Onun eleştirileri yıkıcı olmaktan çok, yapıcı olmaya yöneliktir. Aytmatov'un rejim hakkındaki eleştirilerini bir kaç noktada toplamak mümkündür.

Aytmatov, Dişi Kurdun Rüyaları'nda çevre-rejim, din-rejim, ekonomi-rejim ve kültür-rejim ilişkilerine temas eder ve rejimin bu konular karşısındaki tavrını "hiçbir ard niyet olmadan" (s. 288) eleştirir.

a) Çevre-Rejim: Yazar, tabiat dengesinin bozulmasında idarenin mecbur kalarak hayvan avına izin vermesinin rol oynadığını söyler. Bu işi yapanların kötü insanlar olmasından dolayı menfi sonuçlar ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla okuyucu ister istemez rejime değil, bu insanlara kızabilir ancak. Bütün yapılanlar "büyük şeflerin" izniyle ve "resmî görüş" öyle istediği için yerine getirilmiştir yazara göre. Bu yüzden roman boyunca rejimin çevre politikasının ciddi anlamda eleştirildiğini pek göremeyiz.

b) Din-Rejim: 'Din bir afyondur.' anlayışıyla hareket eden SSCB idaresi, diğer Türk topluluklarına olduğu gibi müslüman Kırgız-Türk halkına da ateizm üzerine konferanslar verdirmiştir.17 Bu konferansların sonuçları da az çok toplum üzerinde görülmüştür. Bu sebeple romanda bu insanların temsilcilerini görmemiz mümkün olur. Bos, Abdias'ın çevresindekileri dine davet etmeye çalışması üzerine ona şu sözleri söyler:

"Tanrı ile manrı ile işimiz yok bizim; ne sanıyorsun sen kendini? Biz sadece hükümetin emirlerini yerine getiriyoruz. Ve senin gibi bir papaz bozuntusu da hükümet planını bozmaya kalkışıyor. Sürüngenin birisin, bir halk düşmanısın sen. Halk ve devlet düşmanı. Senin gibi hainlere dünyada yer yok. 'Bizimle olmayan bize düşmandır.' Stalin söyledi bunu." (s. 231)

Bos'un bu sözleri rejimin din anlayışını yansıtması bakımından önem arz eder. Bu sözleriyle Bos, rejim ile dinsizlik arasında bir ilgi kurmaktadır.

Sovyet rejimi, dini insanlar için önemsiz hale getirmeye çalışmıştır. Yukarıda din konusunda bahsettiğimiz Boston ve Ernazar arasında geçen şu konuşma bu açıdan dikkate değerdir.

Boston ve Ernazar "Eskiden, Ala-Mengü'yü aşan çobanlar(ın) soğuktan korunmak için" okudukları "Geçit duası"nda Gök Tengri'ye şöyle dua ederler:



"Ey Gök Tengri! Ey bu soğuk göklerin Tengrisi! Buzlu geçidi aşarken yolumuzu açık tut! Yardımını esirgeme!

Sürülerimizi ölüm kargaşasına düşürme! Onların yerine havada uçan kara kargayı al!

Çocuklarımızı soğuktan öldürme! Onların yerine havada uçan guguk kuşunu al!

Eyerlerimizin kolonlarını iyice sıkacağız, öküzlerimizin sırtına semerleri sıkıca bağlayacağız ve sonra yüzümüzü sana döndüreceğiz.

Yolumuza engel çıkarma ey Tengri! Geçiti aşmamıza, yeşil otlaklara, serin sulara ulaşmamıza yardım et. Bizi öldürme. Canımız yerine bu duamızı kabul et, ey Tengri!.." (s. 298)

Boston, duanın geri kalan kısmını unutmuştur. Duayı unutan Boston'a karşı Ernazar'ın tavrı Sovyet rejiminin dine bakışını gösterir:



"Boş ver! Zamanımızda bu tür dualara kimsenin aldırdığı yok. Okulda bize bunların gericilik olduğunu, cehalet devrine ait şeyler olduğunu öğrettiler. Şimdi insanlar uzayda geziyor." (s. 299)

Rejim, körpe dimağları yanlış alana şartlandırmıştır. Abdias'ın uyuşturucu kaçakçılarıyla gittiği yerde dini anlatmaya ve beraberindekileri kötü yoldan alıkoymaya çalışması üzerine çocuk yaştaki Petruha Abdias'a şunları söyler:



"Cesaretimizi kırmaya çalışma. Bizim için para herşeyden önce gelir! Lenka, söyle şuna, sen Tanrı'yı mı istiyorsun, parayı mı?

-Parayı! dedi Lenka." (s. 119)

Bunun üzerine Abdias kurtlardan bile korkan Lenka'nın Tanrı karşısında parayı tercih etmesini 'normal' bulur. Çünkü "kötünün gücü çok daha büyüktü, körpe dimağlara yanlış olanı daha kolay kabul ettirebiliyordu, o kadar ki, karanlıktan korkan bu küçük çocuğa bile, paranın onu Tanrı'dan daha çok ilgilendirdiğini söyletebiliyordu. Oysa Tanrı burada doğru ve yaşamağa değer bir hayatın sembolü gibi anlaşılmalıydı." (s. 120) der, Abdias. Rejimin uyguladığı propoganda sistemiyle manevî değerlerini kaybeden genç nesil onun yerine başka bir şeyi, yani parayı yerleştirmiştir.



c) Rejim-Ekonomi: Devletlerin ayakta kalabilmeleri için ekonomik bağımsızlıklarına kavuşmuş olması gerekir. Sovyetler Birliği devletçi bir ekonomik yapıya sahiptir. Gün Olur Asra Bedel romanında olaylar arasındaki bağlantıyı sağlayan tren ile ilgili bölüm kadar olmasa da Dişi Kurdun Rüyaları'nda da tren önemli bir görevi üstlenir. Roman boyunca tren Rus rejiminin ve devletçiliğinin bir sembolü gibidir. Uçsuz-bucaksız topraklarda ekonominin canlı kalması trenler sayesinde mümkün olabilir ancak. Cengiz Aytmatov da bunun farkındadır ve teknik bir unsur olarak romanlarında sürekli olarak treni laite-motif olarak kullanır.

Trenler Sovyetler Birliği'nin ekonomisinin gelişmesini ve ulaşımını sağlamasının yanısıra toplumun çökmesini sağlayacak uyuşturucu gibi maddelerin de taşınmasında büyük rol oynar. Dişi Kurdun Rüyaları'nda uyuşturucu kaçakçıları trenler sayesinde bu işi yapabilirler. Çünkü uyuşturucu kaçakçılarının gizlenmesi için trenler biçilmiş kaftandır adeta.

Aytmatov, ziraat ve hayvancılık alanında uzmanlık yapmıştır. Ayrıca çobanların hayatlarını da çok iyi bilmektedir. Gerek rejime yaptığı eleştirilerde, gerekse çobanların hayatlarını esere yansıtmada bunun için başarılıdır. Yazar, çok iyi bildiği bu konuyu merkez alarak romanında rejimi ekonomik yönden eleştirir; bunu da özellikle romanın üçüncü bölümünde ekonomiye ve çobanların hayatlarına yer vererek yapar. Boston ve Ernazar, sistemin ekonomik yapısını eleştirirken karşılarında Bazarbay ve rejimin diğer temsilcilerini bulurlar. Boston ve Ernazar, devletin önündeki ekonomik tıkanıklığı açmaya çalışan iki başarılı kişidir; diğerleri ise devletçilikten yanadırlar veya menfaatleri uğruna böyle davranmayı tercih etmektedirler.

Tembel ve asalak tipli insanlar bütün gayretiyle çalışan insanlara bir yüktür. Romanda pek çalışmayan şehirlilerin yükünü köylüler çeker. Yazarın bu konudaki görüşlerini Boston'un ağzından öğreniriz. Rejimin adamı Koçkorbay, "toprak yalnız halka aittir" derken Boston "benim ağılım bana ait değil de, halka ait ise gelsin, benim yerime işleri halk yapsın." diye karşılık verir. Boston, bütün bunları söylerken rahattır, çünkü o, rejimin takdir ettiği başarılı bir çobandır ve gün geçtikçe rejime kâr üstüne kâr getirmektedir. Böylesine başarı kaydeden Boston bir başka eleştirisinde "toprak herkese ait ise, kimseye değil anlamına geliyor, o zaman da herkes alıyor ve anlaşmazlıklar sürüp gidiyor." der ve bu anlayışıyla rejimin toprak politikasın kabul etmez. O, hep itiraz eder. Romanın şu satırlarında Boston'un itirazlarının yoğunlaştığını görürüz:



"Belki... Hayır, belki değil, kesindi, kaçınılmazdı bu. İşçi kolları sisteminin ve aile tipi işletmelerin sözkonusu edilmesinden çok önce, Boston bu konuda bir çeşit öncülük etmişti. Her fırsatta, kendi çobanlarının sürekli olarak ve kendilerininmiş gibi bağlanacağı parsellere sahip olmaları gerektiği fikrini ısrarla savunmuştu. Hiçbir ard niyet olmadan ileri sürdüğü bu basit görüş, konformisleri çileden çıkarmaya yetiyordu. Boston, yaz mevsiminde, dağlarda, sorumluluğu sovhoz kâhyasına değil kendisine ait olacak yaylaklar, otlaklar istiyordu. Burası yalnız onun ve çobanlarının olacaktı. Çünkü, beklenmedik güçlükleri, meseleleri halledecek olan kişi kâhya değil, kendisiydi. Her yaz ayrı bir meraya götürmük istemiyordu koyunlarını. Her zaman kendisinin kullanacağı, başkalarının yararlanamayacağı otlakları olsun istiyordu. Ona bu izni, bu imkânı verirlerse, o zaman görsünlerdi üretimdeki artışı. Üretim yüz misli artardı ve devletin anonim topraklarda insan bir ortakçıdan, bir yancıdan farksız oluyor, bir sonraki sonbaharda nereye gideceğini, hayvanlarını nereye götüreceğini bilemiyordu.

Bu meseleyi her ortaya atışında, herkes onu önce pek hatırlı bulur, meraların bölüşülmesinin, aynı kişilerin kullanımında kalmasının daha rasyonel, daha çok gelir sağlayıcı olacağını, kendilerini kendi meralarında hissedecek çobanların ve ailelerinin işe daha gönülden sarılacaklarını kabul ederlerdi. Ama bu işin olmaması için politikacı bir ekonomistin, bir yardakçının, bu işin sosyalizmin yüce prensipleriyle bağdaşamayacağını, bu konuda şüphesi olduğunu söylemesi yetiyordu. O zaman da meslekdaşları hemen geriye çark eder, sosyalizmden sapma suçlamasından korkarak, birçok tutarsız karşı görüş atarlardı ortaya. Fakat Boston Urkunçiev, her toplantıda, bunun bir zaruret olduğunu bıkıp usanmadan, inatla söylerdi. Toplantıya katılanlar arasında öğrenim görmemiş olan yalnız o idi. Onu alaylı tebessümlerle, ama aslında içlerinden biraz da gıpta ederek dinlerlerdi. Çünkü bu şanslı adamın işini kaybetmek, mesleğinde başarısızlığa düşmek korkusu yoktu. Onun için düşüncelerini rahatça söyleyebilirdi. Sonuçta, teorik açıdan ve sistemli şekilde onun teklifleri reddedilir, sözde fikirleri çürütülürdü. Bu konuda, yani Boston'un fikirlerini çürütmede en çok gayretkeşlik gösteren kişi de hücrenin sekreteri Koçkorbay idi. Birçokları gibi Koçkorbay da partinin mahallî okulundan diplomalı bir 'kocabaş' idi. Boston'la aralarındaki gerginlik artık komik bir hal almış bulunuyordu. Parti toplantılarına Koçkorbay(ev)'in başkanlık ettiği günden beri çoban Boston onun, gerçekten iddia ettiği gibi bir sözde bilgiç mi, yoksa bir çıkar için mi öyle göründüğünü bir türlü anlayamıyordu. Yumurta gibi şişik, tüysüz ve kırmızı yanaklarıyla bu adam, daha çok bir hadım gibiydi. Yakasında, kimbilir ne zamandan beri hiç değiştirmediği bir kıravat, koltuğunda da bir dosya bulunur, her zaman telaşlı, endişeli görünürdü (bitip tükenmeyen işlerin içinde boğuluyormuş görünürdü). Koşar gibi hızlı konuşurdu. Ağzından çıkan kelimeler, gazeteden okuduğu kelimelerdi, aynı cümleleri tekrarlardı. Boston bazen kendi kendine 'Bu adam rüyalarını da mı kopya ediyor yoksa?' diye düşünürdü.

Çekişmeleri hemen hemen her zaman aynı kelimelerle olurdu. Yüksek bir kürsüden konuşan Koçkorbayev:

-Yoldaş Urkunçiev, derdi, artık anlamış olmanız gerekir ki bizde topraklar kişilerin değil, halkın malıdır. Anayasada böyle yazılıdır. Toprak yalnız halka aittir. Ama siz, her şeyin size verilmesini istiyorsunuz: Kış ve yaz meralarının, ağılların, çayırların özel mülkünüz, malınız olmasını istiyorsunuz. Sosyalizm ilkelerine tamamen aykırı olan bir şeyi kabul edemeyiz. Bizi ne büyük bir hataya sürüklediğinizi anlıyor musunuz?

-Ben hiç kimseyi hiç bir yere sürüklemiyorum. Benim ağılım bana ait değil de halka ait ise, gelsin, benim yerime işleri halk yapsın. Nasıl yapacağını görmek isterdim doğrusu. Yaptığım işin sahibi ben değilsem, herhalde bir başkası sahip olmalı.

-Sahibi halktır yoldaş Urkunçiev. Kaç kere tekrarladı, iktidarın tek sahibi Sovyet halkıdır.

-Halk mı? Peki sana göre ben neyim? Ben halktan biri isem, niçin hiçbir gücüm, hiçbir şeyim olmadığını anlayamıyorum. Sen gençsin, okumuşsun, birçok şey öğrenmişsin, ama nasıl oluyor da, ben, bana anlattıklarından hiçbir şey anlamıyorum?

-Tabiî, tabiî, benim ne yapmam gerektiğini siz yöneticiler benden iyi bilirsiniz! Ama maalesef, koyunlarla uğraşan yine de benden başkası değil. Beni, halkı bir tehdit aracı gibi kullanarak korkutamaz, susturamazsınız. Eğer tek hakem halk ise, ben buna karşı değilim. Ama halkın da iyi düşünmesi gerek. Sürülerimiz yıldan yıla artıyor. Şimdiden sadece küçükbaş hayvanların sayısı kırk bine ulaştı. Birkaç yıl önce bu kadar artacağına kimse inanmazdı. Ama aynı zamanda otlaklar küçüldü, yün üretme planı ise büyüdü. Bugüne kadar hayvan başına 3,7 kg. yün elde ediyordum. Hepiniz biliyorsunuz, yirmi yıl önce 2 kg. yün alıyorduk. Bu kadar zamanda, hayvan başına 1,7 kg. yün artışı sağladım. Nasıl bir emekle, nasıl bir çaba ile oldu bu! Bu sene bu mikdarı 500 gram daha arttırdılar. Nasıl elde ederim bunu? Sihirbaz mıyım ben? Plan hedeflerine ulaşmazsam, adamlarım prim alamayacaklar. Hepsinin geçindirmek, beslemek zorunda oldukları aileleri var. Bu şartlar altında kendilerini tüketmeleri neye yarar? Her ağılın şefi, diğerinin otlaklarına akbabalar gibi üşüşürse üretim nasıl artar? Toprak herkese ait ise, kimseye ait değil anlamına geliyor, o zaman da herkes alıyor ve anlaşmazlıklar sürüp gidiyor. Bu arada sen, parti sekreteri olarak, bu işleri düzeltmek için parmağını bile oynatmıyorsun. Senin yüzünden de müdür, elleri kolları bağlı kalıyor! Beni kör mü sanıyorsun!

-Benim çalışmalarıma yalnız komite karışır ve komite de senin tehlikeli reformlarına hiç izin vermez yoldaş Urkunçiev!

Ve tartışma böylece düğümlenip kalıyordu..." (s. 288-291)

Biraz uzunca olan bu alıntıda Aytmatov'un sistemi başarılı bir çobana ekonomik yönden eleştirttiğini görmekteyiz. Yazarın rejimin ekonomi politikasını eleştirmek için yansıtıcı karakter olarak Boston gibi rejimin başarısı için mücadele etmiş bir çoban olan Boston’u seçmesi dikkat çekicidir. Aslında burada konuşan Boston değil Aytmatov’dur.



d) Kırgız Kültürü-Rejim: Boston ve Ernazar geçmiş inançlardan gelen 'Geçit duası'nı yaparken birden Ernazar'ın ağzından sistemin yapısı hakkında şu sözler dökülür:

"Okulda bize bunların gericilik olduğunu, cehalet devrine ait şeyler olduğunu öğrettiler."

Bu cümleyi Ernazar'a söyleten yazar, geleneklerine bağlıdır. Aynı şekilde olumlu bir tip olan Boston da geleneklerine bağlıdır. Bu sebeple boston Ernazar'a "Onların gelenekleri onlara, bizim törelerimiz bize aittir." (s. 299) der.



Bu konuşmanın devamında ise, geleneklerine uygun isimler koyan halkın isimleri Ruslar tarafından zoraki değiştirildiği ifade edilir. Bu sefer Ernazar Boston'a şunları söyler:

"Çocuklarımıza da iyi adlar vermiyormuşuz. Sözde, yeni doğanlara verilecek isimler için bir 'Yeni isimler listesi' varmış. Yukarıdakiler onaylamış bu listeyi. Bizim ananelerimize uygun isimler yerine bunları vermeliymişiz çocuklarımıza." (s. 299)


*. Bu inceleme sırasında, Cengiz AYTMATOV, Dişi Kurdun Rüyaları, Çev.: Refik ÖZDEK, Ötüken Yay., İstanbul, 1990 künyeli kitap kullanılmış olup, parantez içerisindeki sayfa numaraları bu kitaba aittir.

1. Emine GÜRSOY-NASKALİ, "XX. YÜZYIL SOVYET KIRGIZ EDEBİYATI - I. BÖLÜM- 1920'li 1930'lu Yıllar ve İkinci Dünya Savaşı Dönemi", Türk Dili der., nr: 505, Ankara, Ocak-1994, s. 135.

2. Bilge ERCİLASUN, "Cengiz Aytmatov Hakkında Bir İnceleme", Türk Kültürü der., nr: 325, Mayıs-1990, s. 294.

3. Ayrıca, bu eser, 1993 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Nedamettin BONCUKÇU'ya Kırgız Türkçesinden Türkiye Türkçesine çevirttirilerek Kader Ağı (Kıyamat), (Ankara, 1993) ismiyle yayımlanmıştır.

4. Nevzat ÖZKAN, Türk Dünyası (Nüfus-Sosyal Yapı-Dil-Edebiyat), Geçit Yay. Kayseri, 1997, s. 88.

5. Ali İhsan KOLCU, Millî Romantizm Açısından Cengiz Aytmatov, Ötüken Yay. İstanbul, 1997, s. 207.

6. Refik ÖZDEK, "Cengiz Aytmatov ve Eserleri", Türk Edebiyatı der., nr: 231, Ocak-1993, s. 38-39.

7. a.g.m., s. 39.

8. Emine GÜRSOY-NASKALİ, "XX. YÜZYIL SOVYET KIRGIZ EDEBİYATI - I. BÖLÜM- 1920'li 1930'lu Yıllar ve İkinci Dünya Savaşı Dönemi", Türk Dili der., nr: 505, Ankara, Ocak-1994, s. 25.

9. Cengiz AYTMATOV, "Her İnsanın Kendi Zamanına Bir cevabı Olmalı", Mülâkat: Eyüp CAN-Ö. Faruk ŞERİFOĞLU, Zaman gz., 24 Nisan 1994.

10. Abdurrahim KARAKOÇ, "Dişi Kurdun Rüyaları", Yeni Düşünce gz., 25 Mayıs 1990.

11. Cengiz AYTMATOV, "Cengiz Aytmatov ile Dil ve Edebiyat Üzerine Söyleşi", Mülakat: İsmail PARLATIR, Türk Dili der., nr:.487, Temmuz-1992, s. 64.

12. Ali İhsan KOLCU, a.g.e., s. 210.

13. Vladimir KORKİN, "Cengiz Aytmatov ile Söyleşi: Tercih: Robot veya İnsan Olmak", Çev.: Orhan SÖYLEMEZ, Türk Dili der., nr: 495, Mart-1993, s. 204.

14. Galine GUSEVA, "Çingiz Aytmatov ve Kahramanları", Çev.: Naile ZAKİROVA, Sanat Olayı der., nr:.57, Şubat-1987, s. 54.

15. Cengiz AYTMATOV, Gün Olur Asra Bedel, Ötüken Yay., İstanbul, 1991, s. 361-362.

16. Cengiz AYTMATOV, Toprak Ana, Varlık Yay. (Milliyet gazetesinin hediyesidir.), İstanbul, 1995, s. 23.

17. "Kırgızistan'da dinî hayatın çok canlı olması Orta Asya cumhuriyetleri içinde Özbekistan'ın dışında en çok Kırgızistan'da din aleyhtarı (ateist) propagandanın yürütülmesine sebep olmuştu. 1948 ile 1975 yılları arasında Bişkek'te 69 İslamiyet aleyhtarı kitap yayınlanmıştı. Aynı zamanda devamlı din aleyhtarı konferanslar verilmekteydi. 1955 yılında Kırgızistan'da bu nevi 17.200 ateist konferans verilmişse bunun sayısı 1975'te 45 bine yükselmiştir (aynı yılda Tacikistan'da 40.500 konferans verilmişti)."

Nâdir DEVLET, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Ek Cilt, Çağ Yay., İstanbul, 1993, s. 368.




Yüklə 145,82 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin