92-DEVE YARIŞI
Müslümanlar, at yarışına, deve yarışına ve ok atma yarışına büyük ilgi gösteriyorlardı. Çünkü İslam, askerlerin bilmesi ve uygulaması gereken işleri sünnet haline getirmişti. İslam Ümmeti’nin rehberi Resulü Ekrem(s.) de bu tür yarışmalara katılıyordu. Müslümanların ve özellikle de gençleri askeri işleri öğrenmesi için en güzel teşvikti bu. İslam önderleri, Müslümanları bu sünnete teşvik ettikleri sürece, cesaret ve askerlik ruhu İslam toplumunda korunuyordu. Resulü Ekrem(s.), bizzat kendisi bu yarışmalara katılır, bazen deveye bazen de ata binerdi.
Resulü Ekrem’in koşmasıyla tanınan bir devesi vardı. Her yarışta birinci oluyordu. Yavaş yavaş bazı basit düşünceli insanlar, “Deve peygamberin devesi olduğu için kazanıyor. Dünyadaki hiçbir deve bu deveyi geçemez.” Diye düşünmeğe başlamışlardı.
Bir gün göçebe olan bir Arap, devesiyle Medine’ye geldi ve :
-Ben Peygamberle deve yarışına varım, dedi.
Peygamberimizin ashabı, kendilerinden emin bir şekilde bu ilginç yarışı ki peygamber de kendi devesine binmişti izlemek için şehir dışına akın etmişlerdi. Resulü Ekrem ve göçebe Arap, başlama noktasına geldi ve izleyenlere doğru yarışa başladılar. İzleyenler çok heyecanlıydı. Fakat halkın beklentisinin aksine göçebe Arabın devesi, peygamberin devesini geride bırakarak yarışı kazandı.
Peygamberimizin devesi hakkında farklı düşünen Müslümanlardan bir grup, bu durumdan oldukça rahatsız olmuşlardı. Sonuç beklediklerinin tersi olduğu için, hayal kırıklığı yaşamışlardı. Resulü Ekrem(s.), onlara şöyle buyurdu:
-Bunda üzülecek bir şey yok. Benim devem bütün develeri geçtiği için, kendini beğeniyordu. Kendi kendine: “ Benden daha üstünü yoktur “ diyordu. Ama ilahi sünnete göre, her elin üstünde bir el vardır. Her yokuşun bir inişi vardır. Ve her gurur kırılacaktır.
Resulü Ekrem(s.), bu hikmetli sözlerle onlara yanlış düşündüklerini anlattı.103
93-SUSUZ NASRANİ
İmam Sadık(as), Mekke ve Medine arasında yoluna devam ediyordu. Meşhur hizmetçisi Musadıf da yanındaydı. Yolda bir ağacın dibine uzanmış durumu normal olmayan bir adam gördüler. İmam (as), Musadıf’a :
-O adama doğru gidelim, dedi. Belki de susuzluktan dolayı öyle halsiz düşmüş olabilir. Adama yaklaştıklarında İmam:
-Susuz musun? Diye sordu.
Adam:
-Evet, dedi.
Musadıf, imamın emriyle adama su verdi. Adamın hal ve hareketinden, kıyafetinden Hıristiyan olduğu belliydi. İmam(as) ve Musadıf, oradan uzaklaşınca Musadıf İmama şöyle sordu:
-Hıristiyan’a sadaka vermek caiz midir?
-Şu an olduğu gibi zaruri bir durumda evet…104
94-İMAM ALİ’NİN(AS) MİSAFİRLERİ
Bir adam, oğluyla birlikte misafir olarak Ali’nin(as) evine geldi. Ali (as), büyük bir saygıyla onları evin baş köşesinde oturdu ve kendisi de karşılarında oturdu. Yemek zamanı geldi. yemekten sonra İmam Ali’nin(as) hizmetçisi Kamber, el yıkamak için İbrik, leğen ve havlu getirdi. Ali(as), misafirlerin elini yıkamak için onları Kamber’den aldı. Misafir kendini geri çekerek şöyle dedi:
-Sizin benim ellerimi yıkamanız hiç yakışık alır mı?
-Kardeşin senden bir parçadır. Senden ayrı değildir. Sana hizmet etmek istiyor. Bunun karşılığında Allah, mükafat verecektir. Neden sevap bir işe engel olmak istiyorsun.
Buna rağmen adam kabul etmedi. Ali(as):
-Mümin kardeşime hizmet etme şerefine nail olmak istiyorum lütfen işime engel olma, diyerek adama yemin verdi.
Adam, mahcup bir şekilde çaresizce kabul etmek zorunda kaldı. Ali(as) şöyle buyurdu:
-Farz et şu an Kamber eline su döküyor. Rica ediyorum ellerini yıkarken rahat ol.
Misafir, elini yıkadıktan sonra, imam (as), değerli oğlu Muhammed B. Hanefiyye’ye şöyle dedi:
-Çocuğun elini yıka. Ben babasının elini yıkadım sen de çocuğun elini yıka. Eğer çocuğun babası burada olmasaydı ve sadece bu çocuk misafirimiz olsaydı, ellerini ben yıkardım. Ama Allah, baba ve oğlun bulunduğu bir yerde, aralarında saygı açısından fark gözetilmesini sever.
Muhammed, babasının emriyle kalktı ve küçük misafirin ellerini yıkadı.
İmam Hasan Askeri(as), bu olayı anlattıktan sonra şöyle buyurdu: “Hakiki şia böyle olmalıdır.”105
95-CÜZZAMLILAR
Medine’de birkaç kişi cüzam hastalığına yakalanmıştı. İnsanlar onlardan tiksinerek, korkarak uzak duruyorlardı onlardan. Bu biçare insanlara, cismi hastalıklarının kendilerine verdiği eziyetten çok, insanların verdiği ruhi rahatsızlıklar daha çok eziyet ediyordu. Başka insanlar onlara yaklaşmadığı için, birbirleriyle oturup kalkıyorlardı. Bir gün yine beraber oturup yemek yerken İmam Zeynel Abidin(as), oradan geçmekteydi. İmamı sofraya davet ettiler. İmam(as), özür dileyerek şöyle buyurdu:
-Ben niyetliyim (oruçluyum). Niyetli olmazsan sofranıza otururdum. Ama bir gün siz benim misafirim olabilirsiniz.
Sonra oradan ayrıldı. İmam(as), evde güzel yemekler pişirilmesini emretti. Sonra da misafirlerini davet etti. Çok saygılı bir şekilde sofra açıldı. İmam(as) ve misafirler, yan yana oturup yemeklerini yediler. 106
96-İBNİ SİYABE
Abdurrahman B. Siyabeyi Kufi, daha yetişme çağındayken babası öldü. Bir taraftan babasının ölümü, diğer taraftan da fakirlik ve işsizlik, onun hassas ruhunu rencide ediyordu. Bir gün evde oturmuştu ki kapı çaldı. Gelen babasının arkadaşlarından biriydi. Tesliyet arz edip, teselli vermeğe çalıştıktan sonra şöyle sordu:
-Babandan sana bir şey kaldı mı?
-Hayır…
-Bu bin dirhemi al. Bunu sermaye et ve yapacağın işte karını harca.
Sonra da dönüp gitti. Abdurrahman, sevinçli bir şekilde annesinin yanına gidip, para kesesini ona göstererek olayı ona da anlattı.
Babasının dostunun tavsiyesi üzerine ticaret yapmayı düşünüyordu. Yarını beklemeden hemen o akşam bütün parayı mala yatırdı. Kendisine bir dükkan tuttu ve ticaret yapmaya başladı. Kısa sürede işlerini büyüttü. Kendi kendine bir hesap yaptığında, sadece evini idare etmekle kalmayıp, baya da para biriktirdiğini gördü. Annesine hacca gitme hususunda danıştığında annesi ona şöyle dedi:
-Önce babanın arkadaşının yanına git. Hayatımızın bereket sermayesi olan bin dirhemi ona geri ver. Daha sonra hacca gidersin.
Abdurrahman, adamın yanına giderek, içinde bin dirhem bulunan keseyi adama uzatarak:
-Paranızı alın, dedi.
Adam, Abdurrahman’ın bin dirhemi az bulduğunu ve hiç kullanmadan geri getirmiş olabileceğini düşünerek:
-Eğer az bulduysan biraz daha verebilirim, dedi.
-Hayır az değil. Çok bereketli paraydı. Artık sermayem olduğu için bu paraya ihtiyacım kalmadı. Size teşekkür edip paranızı geri vermeğe geldim. Hususen şimdi Hacca gitmek istiyorum. O yüzden de paranızı geri vermek istiyorum.
Abdurrahman, adamın evinden çıktıktan sonra hac yolculuğu için hazırlık yapmaya başladı. Hac merasiminden sonra da Medine’ye geldi. kalabalık bir grupla beraber İmam Sadık’ın(as) huzuruna çıktı. İmamın evi oldukça kalabalıktı. Abdurrahman, daha çok genç olduğu için, en arkalarda oturdu ve gelen gidenleri seyretmeğe, sorulan soruları ve verilen cevapları can kulağıyla dinlemeğe başladı. Meclis, biraz sakinleşince İmam sadık(as), Abdurrahman’ın biraz daha yakına gelmesini işaret etti. İmam:
-Sizin bir işiniz var mıydı? Diye sorunca Abdurrahman şöyle cevap verdi:
-Adım Abdurrahman. Siyabeyi Kufi’nin oğluyum.
-Baban nasıl?
-Babam Allah’ın rahmetine kavuştu.
-Allah ona rahmet etsin. Peki geçiminiz için babandan geriye bir şey kaldı mı?
-Hayır ondan geriye hiçbir şey kalmadı.
-Peki nasıl oldu da hacca gidebildin?
-Doğrusu biz, babamızın vefatından sonra çok perişandık. Baba yokluğu bir taraftan, fakirlik de bir taraftan bizi kıskacına almıştı. Bir gün babamın arkadaşlarından biri bana gelerek, bir miktar para verdi ve onu sermaye etmemi istedi. Ben de dediğini yaptım ve elde ettiğim karla Hacca geldim…
Abdurrahman’ın sözü buraya varınca, İmam (as) araya girdi:
-Babanın arkadaşının bin dirhemini ne yaptın?
-Annemin emriyle geri verdim.
-Aferin sana. Şimdi sana nasihat etmemi ister misin?
-Size kurban olayım tabi ki…
-Her zaman doğru konuş ve dürüst ol. Dürüst kimse, halkın malında ortaktır…107
Dostları ilə paylaş: |