97-HAKİMİN MİSAFİRİ
Adamın biri misafir olarak Ali’nin(as) evine geldi. birkaç gün imamın evinde misafir oldu ama o, sıradan bir misafir değildi. Sakladığı bir şey vardı. Aslında bu adam, başka birinden davacıydı ve davacı olduğu adamın da Ali’nin(as) yanında hazır bulunacağı zamanı bekliyordu. Davacı olduğu adamın gelmesiyle yaşadıkları anlaşmazlık Ali’ye(as) anlatılacak ve Ali(as) da nihayi kararı verecekti.
Bir gün adamın kendisi, meseleyi Ali’ye(as) açtı. Ali(as) meseleyi dinledikten sonra şöyle buyurdu:
-Sen davacısın öyle mi?
-Evet Ey Müminlerin Emiri!
-Çok özür dilerim artık bu günden sonra seni evimde ağırlayamam. Çünkü Resulü Ekrem(s.) şöyle buyurmuştur: “ Hakimin huzurunda bir dava söz konusu olduğunda, iki taraf da hakimin huzurunda değilse, hakim onlardan birini alıp da onu ağırlayamaz.” 108
98-PEYGAMBER EVLATLARI
İmam Rıza’nın(as) Memun tarafından mecbur edilip Horasan’a getirilip, zorla veliahtlık makamını kabul ettirdiği dönemde, kardeşi Zeydun Nar’ da Horasan’daydı. Zeyd’in bir davası vardı ve Medine’de bir ayaklanma çıkardığı için de Memun ona çok kızgındı. Ama siyaseti gereği, İmam Rıza’ya(as) hürmet etmek zorunda olduğu için, Zeyd’i öldürmekten veya hapse atmaktan vazgeçti.
Bir gün kalabalık bir mecliste İmam Rıza(as), halka hitaben bir konuşma yapıyordu. Diğer taraftan da Zeyd, bir grubu etrafına toplamış onlara peygamber evlatlarının faziletlerinden bahsediyordu. Seyitlerin durumlarının istisnai bir durum olduğunu anlatıp, onların azametlerini betimlemeğe çalışıyordu. Zeyd’in sözleri imamın dikkatini çekmişti. Sert bakışlarını onun üzerine dikerek:
-Ey Zeyd! Dedi.
İmamın bu sert tavrı orada bulunan her kesin dikkatini çekmişti. İmam (as), şöyle buyurdu:
-Ey Zeyd! Kufe bakkalcılarının sözlerine inanmışsın ve onların sana sattığı sözleri de insanlara satıyorsun. Bu nasıl bir sözdür insanlara söylüyorsun? O duyduğun “Allah, Fatıma’nın evlatlarını ateşe atmayacak” sözü, Fatıma’nın çocukları Hasan, Hüseyin ve onların iki kız kardeşleri hakkında söylenmiştir. Senin dediğin gibi Seyitlerin hepsi cennete gitse, o zaman Allah katında sen baban Musa Kazım’dan daha üstünsün. Oysa o, hayattayken Allah’ın emrine itaat ediyordu. Geceleri namaz kılıyor, gündüzleri oruç tutuyordu. Ama sen, Allah’a isyan ediyorsun ve ikinizin de cennete gideceğinize inanıyorsun. Demek ki kazanan taraf sensin. Çünkü İmam Musa Kazım(as), ibadet ederek kurtuluşa ererken sen, zahmetsizce kurtuluşa ereceksin. İmam Zeynel Abidin(as) şöyle buyurmuştur: “Bizlerden iyi olanlar, iki kat mükafat alır, kötü olanlar da iki kat azabı hak eder. Tıpkı kuranın Peygamber hanımları hakkında açıkladığı konu gibi… Hakikatte bizden iyi olanlar iki iyilik yapmış olurlar. Birincisi, başkaları gibi iyilik yapmalarıdır. İkincisi ise, Allah Resulü’nün saygınlığını korumuş olmasıdır. Bizden günah işleyen kimseler de, aslında iki günah işlemiştir. Birincisi başkalarının işlediği günahı işlemiştir. İkincisi ise, Peygamberin saygınlığını zedelemiştir.”
Sonra İmam Rıza (as), Iraklı olan Hasan B. Musayı Veşai Bağdadi’ye dönerek şöyle buyurdu:
-Irak halkı kuranın: “ innehu Leyse min ehlike innehu amelun ğayru salih”109 ayetini nasıl kıraat ediyorlar?
-Ey Resulullah’ın oğlu! Bazıları tıpkı bilindiği gibi: “İnnehu amelun ğayru salih” 110 şeklinde okuyor. Bazıları ise, Allah’ın peygamber evladına gazap edebileceğine inanmadıkları için şöyle okuyorlar: “İnnehu amelun ğayri salih” 111 onun Nuh’un neslinden olduğunu kabul etmeyip, şöyle diyorlar: “ O, aslında Nuh’un neslinden değildi. Allah, Nuh’a dedi ki: “Ey Nuh! O, senin neslinden değil. Senin neslinden olsa, senin hatırına onu kurtarırdım.”
Bunun üzerine İmam(as) şöyle devam etti:
-Asla böyle değil. O, Nuh’un öz oğluydu. İnanmayanlardan olduğu için Nuh ile manevi bağı koptu. Nuh’a : “ Oğlun salihlerden değil. Dolayısıyla salihler tarafında yer alamaz.” Denildi. Biz seyitlerin meselesi de aynıdır. Asıl önemli olan, manevi bağ, salih amel ve Allah’ın emrine itaat etmektir. Kim Allah’a itaat ederse, biz Ehlibeyttendir. Bizimle kan bağı olmasa bile… Ve kim günahkar ise bizden değildir. Hz. Zehra’nın öz evlatlarından olsa bile… Senin kendin bile bizimle kan bağın olmamasına rağmen, eğer Allah’ın emrine itaat edersen bizdensin.112
İhtiyar bir adam, abdest almakla meşguldü. Ama yanlış abdest alıyordu. Daha çocuk denecek yaşta olan İmam Hasan(as) ve İmam Hüseyin(as), adamın yanlış abdest aldığını gördüler. Cahile yol göstermemin elbette ki vacipti. İhtiyar adama, doğru abdest almanın yolunu göstermek gerekiyordu. Ama adamın rencide olmaması, adamın aşağılanma hissine kapılarak yanlışında inat etmemesi ve abdest konusunda kötü bir hatıra yaşamaması için, direkt olarak: “Sen yanlış abdest alıyorsun” demediler. Önce kendi aralarında tartışmaya başladılar. İhtiyar adam onları duyuyordu. Biri diğerine şöyle diyordu:
-Ben senden daha doğru abdest alıyorum.
Diğeri de :
-Hayır ben senden daha iyi abdest alıyorum, diyordu.
Sonra hangisinin daha doğru abdest aldığı konusunda, ihtiyar adamın hakemlik etmesine karar verdiler ve tekliflerini ona sundular. Her ikisi de tam ve doğru bir şekilde, yaşlı adamın gözleri önünde abdest alınca ihtiyar adam, doğru abdest nasıl alınıyormuş anladı. Çocukların amacının ne olduğunu da sezmişti. Onların bu tavırları ve üstün zekaları karşısında onların muhabbeti kalbine doldu ve çok etkilenerek şöyle dedi:
-Sizin abdestiniz doğru. Bu cahil ihtiyar, daha nasıl abdest alacağını bilmiyor. Ceddinizin ümmetini sevdiğinizden dolayı beni uyardınız. Teşekkür ederim.113
100-SAD İBNİ REBİ’NİN MESAJI
Uhud Savaşı’nın üzücü macerası sona ermişti. Müslümanlar, ilk başta ağır bir hamleyle Kureyş müşriklerinin bir kısmını öldürüp, diğerlerini de geri püskürtmüşlerdi. Ama bir grup askerin gafletinden dolayı, durum tam tersine döndü ve Müslümanlar gafil avlandılar. Bir çok insan öldürüldü. Eğer Allah Resulü’nün ve az bir grubun mücadelesi olmasaydı, Müslümanların sonu gelmiş olacaktı. Müslümanların psikolojini bozan asıl unsur, Resulullah’ın(s.) öldürüldüğüne dair etrafta yayılan haberdi. Bu yalan haber, Müslümanların morallerini bozarak, müşriklere cesaret verdi. Kureyş, Resulü Ekrem’in(s.) hayatta olduğunu öğrenince, elde ettiği zaferle yetinerek Mekke’ye geri döndü.
Müslümanların bir kısmı bu savaşta öldürülmüştü, bir kısmı da yaralı bir halde yerlerde yatıyorlardı. Bir kısmı da korkuya kapılıp kaçmışlardı. Çok az bir grup ise, Resulü Ekrem’in(s.) yanındaydı. Yerde yaralı yatanlar ve savaş meydanından kaçanlar, sonucun ne olduğunu ve Resulü Ekrem’in(s.) hayatta olup olmadığını bilmiyorlardı. Bu arada, meydandan kaçan bir Müslüman, on iki yara almış, Sad İbni Rebi adında sahabenin yanından geçerken, ona şöyle dedi:
-Duyduğuma göre peygamber öldürülmüş.
-Ama Muhammed’in Allah’ı hala yaşıyor ve asla ölmeyecek. Sen neden geri kaldın ve dinin uğruna neden savaşmıyorsun? Bizim görevimiz Muhammed’i korumak değildi ki O, öldürüldüğünde de bitmiş olsun. Biz dini korumakla görevliyiz.
Diğer taraftan Resulü Ekrem(s.), yaralıların ve ölenlerin kimler olduğunu ve iyileşme umudu olabilecek yaralıları tesbit etmek için araştırma yapıyordu. Resulü Ekrem(s.) yanındakilere dönerek:
-Kim bana Sad’dan haber getirecek? Diye sorunca, Ensar’dan biri:
-Ben haber getiririm, dedi.
Sad’ı aramakla görevli adam, onu ölen askerlerin arasında buldu. Sad, hala yaşıyordu. Adam, Sad’ı görünce:
-Beni, senin hayatta olup olmadığını öğrenmem için peygamber gönderdi, dedi.
Sad ise adama dönerek şöyle dedi:
-Peygambere selamımı ilet ve benim öldürüldüğümü söyle. Çünkü ölmeme az bir zaman kaldı. Ona şöyle söyle: “Sad senin için: “Allah, bir peygambere layık olan en iyi mükafatı versin” diye dua etti de. Peygamberin ashabına da de ki: “Siz hayatta olduğunuz sürece peygambere zarar gelirse, Allah katında mazeretiniz olamaz.”
Ensar’dan olan adam, daha Sad’ın yanından ayrılmadan Sad, ruhunu teslim etti.114
Dostları ilə paylaş: |