I. Avlu (Nadar Avlusu)
Külliyenin I. Avlusuna Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1963 yılında yaptırmış olduğu ve orijinaline benzer cümle kapısından girilmektedir. Taç Kapı olarak isimlendirilen, oldukça geniş ve yüksek olan bu kapının cephesi dik bir prizmayı, içerisi de bir tüneli andıran görünümdedir. Onarım öncesinde bu kapının dış yüzüne “Burası âşıkların kâbesidir. Eksik gelen tamam olur.” anlamında bir kitabe bulunuyordu.
I. Avlu, altın avlu anlamında “Nadar Avlusu” ismiyle tanınmıştır. Bu avlu geniş bir bahçe görünümünde olup, girişin solunda bulunan “At Evi” ile sağ taraftaki “Ekmek Evi”nden günümüze herhangi bir kalıntı gelememiştir. Yaklaşık boyutlarıyla bir üçgeni andıran avlunun doğusunda, girişin sağında, Postnişin Feyzullah Dedebaba zamanında, Sadrazam Halil Paşa’nın eşi Fatma Nuriye Hanım tarafından yaptırılan Üçler Çeşmesi (Feyzi Baba Çeşmesi) bulunmaktadır. Çeşmenin Osmanlıca kitabesi:
“Asitan-ı Hacı Bektaş Velî’de nice zat
Eseri hayrederek eylemiş ümid-i necat
İşte bu nev eser muteber inşasında
Türbedar Fevzi Baba oldu delilü’l-hayrat
Çokeri Al-i Aba Fatıma, Fikriye Hanım
Yaptı bir çeşme ki talisin eder ehl-i hasenat
Dilerem bais ve banisini zat-ı vehfaap
Kevseryab ile seyrab ide ruz-ı Arasat
Aktı tarih-i mizap kaleminden Kami (Şey Baba)
Şüheda aşkına Ya HU içiniz ab-ı hayat”
(1320 - 1902, Mustafa Vasfi-Nevşehir)
Bu çeşmenin etrafı renkli taşlarla bezenmiş, üzerine de Arapça bir kitabe yerleştirilmiş ve üzerine de Mühr ü Süleyman motifi eklenmiştir. Üçler Çeşmesi’nin biraz ilerisindeki kapıdan bugün yalnızca temel kalıntıları bulunan Ekmek Evi’ne geçiliyordu.
Avlunun kuzeyindeki bir kapıdan II. Avlu’ya girişi sağlayan Üçler Kapısı bulunmaktadır. Bu kapı ile aynı doğrultuda külliyenin hamamı ve çamaşırhanelerin girişleri bulunmaktadır. Çamaşırhane iki bölümden meydana gelmiş olup, birinci oda çamaşırların yıkandığı, ikinci oda da yıkanacak çamaşırların toplandığı kısımlardır. Günümüzde bu bölüm depo olarak kullanılmaktadır.
Nadar Avlusu’nunkuzey yönünde, kırmızı renkli kesme taşlar ile örülmüş olan duvarda bulunan Üçler Kapısı, Dergâh Avlusu (Meydan Avlusu) adındaki ikinci avluya geçit verir. Sarı renkli kesme taşlar ile örülmüş olan sivri kemerli kapının üzerinde duvar üçgen bir alınlık meydana getirmekte, yanlarda, kare biçimindeki kırmızı taşlar üzerinde Oniki İmamı simgeleyen on iki dilimli gülçeler dikkati çekmektedir. Üçler Kapısı’nın ardındaki sahanlığın yanlarından üçer basamak ile avlu zeminine inilmekte, basamakların arasında Meydan Havuzu yer almaktadır. Ortasında kare bir fıskiye çanağını barındıran havuzun, tepesinde bir hüseynî tacın yer aldığı üçgen bir alınlık altındaki kitabesi, Tepedelenli Hacı Feyzullah Dede Baba’nın (ö.1913) delâleti ile, Beyrut Valisi Halil Paşa’nın eşi Nazlı Hanım tarafından 1326 (1906)’da yaptırıldığını belgeler. Kitabede;
“Bahr-i ummanı velayet Hacı Bektaş Velî
Hangah-ı feyz-i baridir hemen cennet-i misil
Valiy-i Beyrut devletlü Halil Paşa gibi bir vezirin
Hemseri ismetveri Zehra adil Nazile Hanım bu havuzu itdi inşa’a
Tekyede yaptı güya cennet-i mevade aynı sel sebil
Hacı Feyzullah Baba gayreti ve himmeti ile
Oldu icrasında bu havzu sefa bahs-i delil
Saki-i Kevser şehid-i Kerbela aşkına
Her biri olsun ilahi nail-i ecr-i cezil
Kıl ki remziden Güher-i tarih-i caridir
Bab-ı Kevser oldu bu havzu dildare-i sebil”
(Mehmed Esad - Mucuri)
ifadesi kayıtlıdır.
II. Avlu (Dergâh Avlusu)
Meydan Avlusu ismi de yakıştırılan II. Avlu’ya (Dergâh Avlusu) düzgün taştan yapılmış ve bir çeşit avlu girişini andıran Üçler Kapısı denilen bir kapıdan girilmektedir. İlk yapılışında taş döşeli olan bu avlunun güneyinde Üçler Kapısı’nın girişinde kare planlı bir havuz bulunmaktadır. Bu havuzun Üçler Kapısı’na bakan duvarı da üçgen bir alınlık görünümündedir. Bu üçgenin tepesine mermerden 12 dilimli bir hüseyni tacı yerleştirilmiştir. Üçgenin havuza yönelik yüzünde de 12 mısradan meydana gelmiş bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabeden, havuzun, 1906-1908 yıllarında Beyrut Valiliğini yapan Halil Paşa’nın eşi tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Havuzun ortasına Aslanlı Çeşme’den suyu gelen bir de fıskiye yerleştirilmiştir.
Bu avlunun doğu ve batısında kesme taştan ayaklar üzerine oturtulmuş, hafif sivri kemerli revaklara yer verilmiştir. Buradaki revak kemerlerinin üzerlerine de küçük mermer taşlara yazılmış onarım kitabeleri yerleştirilmiştir. İlk kemerin birinci sütunu üzerinde çeşmenin eski kitabesi var olduğu bilinmesine rağmen, 1853 yılında çeşmeye aslanla birlikte yeni bir kitabe eklenince de eski kitabenin de buraya getirildiği belirtilmiştir.
Burada Aş Evi önündeki revak kitabesinin ise 1869 yılında Hasan Dede tarafından tamir edildiği anlaşılmaktadır.
II. Avlu’da bu havuzdan başka, avlunun sağında Arslanlı Çeşme, Tekke Camisi, Aş Evi; avlunun sol tarafında da Kiler Evi, Meydan Evi, Mihman Evi ve Dede Baba köşkleri bulunmaktadır.
Dergâh Avlusudoğu ve batı yönlerinden (yanlarından), revaklar ile kuşatılmış, gerek ibadete gerekse külliyenin ve Bektaşîliğin yönetimine ilişkin çeşitli birimler bu revaklar gerisine, iki grup hâlinde yerleştirilmiştir. Doğudaki kanatta, güneyden kuzeye doğru Arslanlı Çeşme ve Aş Evi köşkü yer almaktadır. Batıdaki grubun orta kesimi Meydan Evi’ne, güneyi Mihman Evi ile Çamaşır Evi’ne, kuzeyi ise Kiler Evi’ne tahsis edilmiştir. Kiler Evi’nin içinden geçilen ve avlunun kuzeybatı köşesinde bir çıkıntı teşkil eden mekân Dede Baba’nın kışlık odasıdır. Bu oda ile Kiler Evi’nin üst katında, külliyenin bütününe egemen konumu ile Dede Baba köşkü yer alır.
Dergâh Avlusu’ndaki revaklar doğu yönünde, Aş Evi’nin önünde beş adet, mescidin önünde üç adet, batı kanadında da yedi adet olmak üzere, kesme taş örgülü, kare kesitli payelere oturan on beş tane sivri kemerden meydana gelmektedir. Burada üç, beş, yedi gibi Bektaşî sembolizminde önemli sayıların kullanılmış olması muhakkak ki tesadüf eseri değildir. Doğu kanadında, girişten itibaren birinci ve ikinci kemerin arasında yer alan 951 (1544-45) tarihli anonim beyit revakların ne zaman inşa edildiğini belgelemektedir.
Arslanlı Çeşme
Avlunun sağ tarafında, Yusuf Bâli Çelebi’nin oğlu Bektaş Çelebi’ye konuk olan Silistre Valisi Malkoç Bâli İbn-i Ali Bey’in 1554 yılında yaptırmış olduğu bir çeşme bulunmaktadır. Renkli kesme taşlardan yapılmış olan çeşmenin üç kurnası vardır. Çeşmenin suyu Çilehane Tepesi eteklerindeki bir kaynaktan gelmektedir. Çeşmenin alınlığına da H.1270 tarihli bir kitabe açılmış bir kitap sayfası görünümünde yerleştirilmiştir. Bu çeşmeye Mısır Prenseslerinden Kara Fatma Sultan 1853 tarihinde Mısır’dan mermer bir aslan heykeli göndermiş ve bu yüzden de çeşmeye Arslanlı Çeşme ismi verilmiştir. Çeşmenin suyu üç borudan sürekli akmakta olup, bu gözlerden biri arslanın ağzındadır.
Kemer üzerindeki kitabede; “Malgoç Bali idi Ali hazretleri gaziler serdarı, erenler serveri Hacı Bektaş Velî aşkına eyledi cari nur-ı ‘aynı bu kevseri’ ‘962’de teşnelikten oldı abdalan beri”ifadesi bulunmaktadır.
Sersem Ali Baba’nın buraya bir çeşme yaptırdığını ancak bunun kaldırıldıktan sonra yeni yapılan çeşme olan aslanağzı çeşmesinin inşasından sonra kitabenin buraya konduğunu biliyoruz. Çeşmenin üzerindeki kitabede de şunlar kayıtlıdır:
“Muş eden bulur hayat-ı Cavidan
Çeşme-i hayvan ki derler işte bu
İç şehid-i Kerbela’nın aşkına
Ver salat ile selam ile vuzu
Cevher-i tarihini söyle Hilmiya
Aslanın ağzından aktı buzlu su”
(1270 - 1854)
Arslanlı çeşmeden sonra doğu revaklarının altında üç ayrı bölüme açılan kapılar görülmektedir. Bunlardan çeşmenin hemen yanı başındaki kapı eski Ekmek Evi’ne açılıyordu. Günümüzde burası bir depodur. İkinci kapıdan müze yönetimine geçilmektedir. İkinci kapı eskiden Aş Evi Babası köşküne geçişi sağlıyordu. Üçüncü kapıdan ise doğrudan doğruya Aş Evi’ne girilmekteydi.
Arslanlı Çeşme’nin sağdaki duvar payesine nakledilmiş bulunan kitabesinde 962 (1544-55) yılında ünlü akıncı beylerinden Malkoçoğlu Bâlî Bey tarafından yaptırıldığı belirtilmekte, cephesindeki diğer kitabeden ise 1270 (1853-54)’te ihya edildiği anlaşılmaktadır. İhya kitabesinde adı geçmeyen kişinin “Mısırlı Kara Fatma Hatun-Sultan” olduğu rivayet edilir. Arslanlı Çeşme, sarı ve kırmızı renkli kesme taşlar ile iç içe örülmüş altı adet sivri kemere sahiptir. Osmanlı mimarisinin klasik üslup dönemine ait olmasına rağmen Memlûk etkili bir taşra üslubu sergileyen bu çeşmenin ortasında, Kara Fatma Hatun’un Mısır’dan getirttiği söylenen arslan heykeli yer alır. Batı etkisinin hissedildiği, tepesinde de “Yâ Ali” ibaresi ve zülfikâr tasviri bulunan bu heykel, “Allah’ın arslanı” olarak anılan Hz. Ali’yi temsil etmektedir. Bunun yanı sıra çeşmenin cephesi, üç adet lüle, beş adet on iki köşeli teslim taşı, on iki dilimli gülçeler gibi başka sembolik unsurları da barındırır. İç kapısında yer alan kitabede 968 (1560-61) yılında Malkoçoğlu Bâlî bey tarafından yaptırıldığı belirtilen aşevi, ziyaretçisi kalabalık olan Pir Evi’nin en itibarlı birimi olup aşevi babası tarikat teşrifatında Dede Babadan sonra ikinci sırada yer almaktadır.
Aş Evi (Aş Evi Baba Köşkü)
Hacı Bektaş Velî Dergâhı’nın en önemli bölümünü oluşturan Aş Evi’ne iki kanatlı geniş bir kapıdan girilmektedir. İki koridordan geçildikten sonra asıl Aş Evi’nin bulunduğu mekâna girilir. Buradaki birinci koridorun sağ tarafındaki küçük odada Aş Evi Babası’nın mezarı bulunmaktadır. İkinci koridorun kapısı üzerinde 1560 tarihli bir kitabe bulunmaktadır. Bu koridorun sağında Aş Evi Babası’nın odasına açılan pencere, solunda da Kiler Odası, etlerin soğutulduğu dolabın bulunduğu bölüm vardır.
Aş Evi’nin ana salonuna kemerli bir kapıdan girilir ve bu salon kuzey ve güney duvarlarına dayalı büyük bir kemerle ortadan ikiye ayrılmıştır. Salonun tam orta yerinde etlerin doğrandığı ve yağların süzüldüğü taş bulunmaktadır. Güney, kuzey ve doğu duvarlarında yemeklerin pişirildiği irili ufaklı altı büyük ocak vardır.
Aşevi Köşkü’ne girilen kapının meydan kısmına bakan iki mermerin birleştiği yerdeki mermer kitabede:
“Ey günahkar örtün yüzü kara
Ne yüz ile Hazrete karşı vara”
(951 - 1544)
yazılıdır.
Aynı sırada, Aş Evi önündeki revak kemerinin dış yüzeyindeki kitabede ise:
“Tehdit kıldı 1286 Aşhaneyi
Tak ve revakı Hasan Dede”
(1286 -1869)
yazılıdır.
Bu kitabelere bakarak revaklı kısmın sonradan yapıldığı anlaşılmaktadır. Aşevi’nde ikinci hole geçen çift kanatlı kapının üst duvar yüzündeki kitabede:
“Bina haze’l-mutbak’i mübareketi’l
Hacı Bektaş-ı Horasiyani el-mamur
Sahibü’l-hayratı Bali Bey beyni Malkoç
Rahmetullah-ı ‘aleyh sene968 (1560)”
yazılıdır.
Aşevi içinde yedi kemerli revakın 4. ve 5. kemer sütununun üst duvar yüzündeki mermer kitabede:
“Etti tamirin Türabi hane-i takin-i cedid Avni Hakk 1282”
yazılıdır.
Giriş kapısının eksenindeki büyük ocak üzerinde de Bektaşîliğe gönül verenler ile Yeniçeri Ocağı’nca kutsal sayılan Kara Kazan bulunmaktadır. Kara Kazan altı büyük parça dövme bakırın birleştirilmesi ile meydana getirilmiştir. Gövdesine ikisi büyük, ikisi küçük dört ayrı kulp yerleştirilmiştir. Kazanın ağız kenarında:“Tamir-i Selanikli El-Hac Hasan Dede sene 1290 (1874)”, “(Vakf-ı) Hacı Bektaş Velî Yadigâr Sersem Ali”ve “Vakf-ı Sultan Hacı Bektaş Velî Yadigar Sersem Ali”yazısı ile “Vakf-ı Hacı Bektaş Velî… Yadigar… İbrahim Baba 1227 (1711)” yazılıdır.
Aş Evi salonunun ocakları XIX. yüzyılda yapılmış ve Kuleli Ocak denilen şekildedir. Basık kemerli olarak, kesme taştan kapalı ateşlikleri vardır. Salonun kuzeybatısında bulaşık yıkama yeri, bunun yanında et soğutma yeri bulunmaktadır. Günümüzde bu salonun güneybatısındaki Aş Evi Babası’nın odasının ocağı ve sofrası, etnografik eserlerle tamamlanarak teşhir edilmiştir. Buraya yerleştirilen vitrinlerde döneme ait eserler sergilenmiştir.
Tasarımı ile fonksiyonel ve sembolik nitelikli mimarî unsurların ilginç bir sentezini sunan aşevinin simetri ekseni üzerinde, dış kapıyı izleyen iki koridor ile yapının doğu duvarında, Bektaşî tarikatı ile Yeniçeri Ocağı’nın alametlerinden olan Kara Kazan’ın yer aldığı ocak sıralanmaktadır. Teslim taşları ile bezeli kapılarla son bulan giriş koridorlarının sağında (güneyinde) Aşçı Baba ile Aşevi Babası’nın odaları, solunda (kuzeyinde) ise aşevinin özel kilerini teşkil eden iç içe iki birim yer alır. Dikdörtgen planlı (4.00 x 3.00 m.) ve beşik tonozlu olan Aşçı Baba Odası’nda, adı meçhul bir aşçı babaya atfedilen bir lahit bulunmaktadır. Aş Evi Babası’nın odası, nispeten büyük boyutları (6.75 x 4.00 m.) ve yemeklerin pişirildiği ana mekâna hâkim tasarımı ile ayrıcalığını belli eder. Kiler birimleri (6.50 x 3.00 m ve 4.50 x 3.00 m.), et, yoğurt, süt gibi sıcaktan zarar gören bazı ana gıda maddelerinin korunduğu, az ışık alan ve içinde hava akımı sağlanmış olan bir tür soğuk hava depolarıdır.
Kare planlı (8.50 x 8.50 m.) olan ana mekânın, ahşap tavan kirişleri, kuzey-güney doğrultusunda uzanan kesme taş örgülü geniş bir sivri kemer ile takviye edilmiştir. Burada bulunan yedi adet ocaktan en büyüğü, doğu duvarının eksenindeki Kara Kazan ocağıdır. Bereketi ve bolluğu simgeleyen Kara Kazan ancak Muharremin on ikisinde, Kerbela şehitlerine mersiyeler okunarak pişen aşûre için kullanılmakta, günlük yemek için geriye kalan iki ocaktan yararlanılmaktaydı. Mekânın kuzeybatı köşesinde de bulaşıkların yıkandığı, tarikat termilojisinde “ayakcık” tabir edilen niş yer alır. Tam ortada görülen mermer seki et doğrama, bunun önündeki mermer tekne de yağ süzme ameliyeleri içindir.
Aş Evi köşkü çok fonksiyonlu bir birim olup burada resmî konuklar ağırlanmakta, Pir Evi’nde görevli babalar dinlenebilmekte, bazen de Dede Baba’nın başkanlığında toplantılar yapılmaktaydı. Günümüzde müzenin idarî birimlerini barındıran köşkün doğusunda, kahve ocağı olarak kullanılan birim, güneyinde, misafirlere ikram edilen kuru yemiş türünden erzağın saklandığı küçük kiler odası, batısında da misafirlerin ağırlandığı ve toplantıların yapıldığı dikdörtgen planlı (7.50 x 4.00 m.) mekân yer alır.
|
Cami
Hacı Bektaş Velî Külliyesi’nin içerisinde bulunan caminin Sultan II. Mahmud tarafından 1834 yılında yaptırıldığı söylenmektedir.
Cami kesme taştan, kare planlı olup, üzeri içten kubbe, dıştan da sekizgen bir kasnak üzerine sekizgen bir külah ile örtülmüştür. Caminin önünde iki sütunlu üç kemerli bir son cemaat yeri bulunmaktadı. Basık kemerli bir kapıdan girilen caminin üzerini örten kubbeye trompların yardımı ile geçilmiştir.
Caminin kuzeybatı köşesinde çıkıntı duvarı üzerine yerleştirilmiş minaresi, oldukça küçük olup, yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir.
Bazı müellifler mescit bölümünün II. Mahmud tarafından, Vaka-i Hayriye’yi müteakip 1250 (1834-35) yılında inşa ettirildiğini ileri sürmekte ancak günümüzde büyük ölçüde kabul gören bu iddianın gerçeği yansıtmadığı anlaşılmaktadır. Şöyle ki; tekkelerin kapatılması (1925) ile onarımın başlaması (1958) arasındaki devrede, 1948’de külliyeyi incelemiş olan C. H. Tarım, mescide ait olan Arapça inşa kitabesinin metnini vermekte, günümüzde yerinde bulunmayan söz konusu kitabede mescidin, Yavuz Sultan Selim döneminde, 926 (1520) yılında Osmanlılara tabî son Dulkadiroğlu Emîri Şehsuvar Bey oğlu Ali Bey (öl.1522) tarafından inşa ettirildiği belirtilmektedir. Nitekim mescidin tasarımı, basık oranların ve özellikle mimari ayrıntıları II. Mahmud döneminin ampir üslubuna tamamen ters düşmekte, buna karşılık mihrabı, üç merkezli kemeri ve basık köşe trompları ile, Osmanlılardan önce, uzun süre Memluklara tabi olan ve Memluk sanatının etkisinde kalan Dulkadiroğulları’nın bazı camilerindeki mihrapları andırmaktadır.
Üç birimli ve düz damlı bir son cemaat yeri ile kare planlı (10.75 x 10.75 m.) ve kubbeli bir harimden meydana gelen mescidin duvarları kesme taşlar ile inşa edilmiştir. Avlunun konumundan ötürü batı cephesinde yer alan son cemaat yeri revağının sivri kemerleri sekizgen payelere oturur. XIX. yüzyıldaki onarımlarda son şeklini aldığı anlaşılan, sıradan görünümlü minareye, son cemaat yerinin kuzeyindeki küçük eyvanın içinde yer alan merdiven ile ulaşılmaktadır. Simetrik bir tasarımın gözlendiği harimin duvarlarında ikişer adet dikdörtgen pencere bulunmakta, bunların ortasında batı duvarında basık kemerli giriş, doğu duvarında vaaz kürsüsü, güney duvarında da mihrap yer almaktadır. Mihrabın yanlarındaki pencerelerin sonradan örülerek nişe dönüştürülmüş olması mescidin, mihrap duvarına bitişik 968 (1560-1561) tarihli aşevinden daha önce mevcut olduğunu gösterir. Sivri kemerli tromplar ile geçilen basık kubbe, sekizgen bir kasnak ile kuşatılmış ve sekizgen piramit biçiminde bir külahın altında gizlenmiştir, Mihrap gibi, vaaz kürsüsü de Osmanlı mimarisinde alışılmadık tasarımı ile dikkati çeker. Yapının mimarisi ile bütünleşen kürsü, yerden, 1.00 m. kadar yüksekte bulunan, dikdörtgen planlanmış; dilimli kemere sahip bir kavsarası olan, mihrap görünümlü bir nişin içine oturtulmuş ve nişin alanı kadar bir çıkma ile genişletilmiştir. Mescitte bulunan klasik üsluptaki kalem işleri ve hat kompozisyonları Cumhuriyet dönemi onarımında yenilenmiştir.
|
Dostları ilə paylaş: |