Dönüşe dönüşe tükenen ve yeniden üretilen kent ile kentli



Yüklə 17,07 Kb.
tarix27.04.2018
ölçüsü17,07 Kb.
#49292

Dönüşe dönüşe tükenen ve yeniden üretilen kent ile kentli
BİRGÜN – 20.09.2007 / ASUMAN YEŞILIRMAK
Tasarım ve değişim değeri hesaplarından öteye geçemeyen kentsel dönüşüm projelerinde, insanların tepkileri, sosyal güvenceleri saydıkları yaşam alanlarını koruma çabaları ya da zorunlu kalacakları yeni tercihlerin yaratabileceği işsizlik, evsizlik, sosyal ayrışma sorunları hesaba katılmıyor
1999 depreminden bu yana kent gün demimizi çokça meşgul eden bir kavram oldu "kentsel dönüşüm." Basın yayın organlarında sık sık bu konuyla ilgili haber, yorum ve eleştirileri izliyoruz. Sürekli değişen ekonomik ve sosyal koşulları ile kentler sürekli ve dinamik bir değişim içinde. 1950'lerden bu yana dönüşen kentlerimiz bir yandan çevrelerindeki ekolojik alanları giderek tüketti. Diğer yandan gecekondulaşma, af uygulamaları, yık-yap-sat uygulamaları, siyasi imar operasyonları ve izole sitelerle devam eden kentlerin kendini tüketme ve yeniden üretme döngüsü şimdilerde daha çok "kentsel dönüşüm" adı altında "küresel/siyasi" imar operasyonları olarak gündemimizde.
İNSANA DAİR İZLER...

Büyük kentleri büyüme ve yayılma sürecinden, dönüşüm sürecine yönelten nedenler genellikle aynı. İstanbul'da olduğu gibi sanayileşme sürecinde göç alan kentler aynı hızla ve büyük altyapı eksiklikleri ile kentleşiyor, büyüyor giderek çeperlere daha fazla yayılıyor. Dar gelirliler kent çevresinde dalga dalga illegal yerleşim bölgeleri oluştururken orta ve yüksek gelir grupları kent merkezlerinden kaçıp kent dışında uyku şehirleri oluşturuyor. Bir yandan çeper yerleşmeleri ile boşluklar dolarken diğer yandan merkezi alanlar köhneleşmeye başlıyor. En yoksullar buralara yerleşiyor. Yayılma nedeniyle uzun mesafelerde trafik yükü, zaman kaybı ve ekonomik kayıp artıyor, ekolojik alanlar geri dönülmez biçimde tahrip oluyor ve yeniden kent merkezlerine yönelim başlıyor. Sonuçta bir yandan kent topraklarının böylesine tüketilmesi diğer yandan küreselleşme etkileri, teknolojik gelişmeler, li-beral-neoliberal politikalarla gelen makro ekonomik değişiklikler bütün büyük kentlerde ciddi sosyal, ekonomik ve mekânsal değişimlere yol açıyor. Kentsel Dönüşüm kavramıyla ilgili Batı kentleşme yazınında birçok tanım bulunuyor. Bu tanımlamalarda dönüşümün yalnızca fiziksel ve ekonomik boyutundan değil, sosyal, çevresel iyileştirme ve sürdürülebilirlik boyutlarından da söz ediliyor. Ülkemizde de son yıllarda ardı ardına kentsel yenileme /dönüşüm projeleri gündeme geliyor. Kentsel yenileme ve kentsel dönüşüm amaçlı yasalar ve yasa taslakları hazırlanıyor. Ama içlerinde insana dair hiçbir iz yok. Yapılan bütün kentsel yenileme ve dönüşüm projelerinde gayet kapsamlı analiz çalışmaları yapılıyor, çeşit çeşit tasarım projeleri yapılıyor, gayrimenkul değerleme hesapları yapılıyor ama işin sosyal boyutu, insan boyutu yok, ya da birkaç içi boş slogandan öteye gidemiyor.


Gecekondu olarak başlayıp sözde ıslah edilmiş ya da kent merkezlerindeki köhneleşme sonucu emlak değerleri dibe vurmuş, en yoksulların yaşadığı alanlarda, gayrimenkullerin şimdiki değeri ve uygulamadan sonraki değeri hesaplanacak. Tapusu olmayanlara enkaz bedeli verilecek, olanlara yerine göre orada veya kentin başka bir yerinde konut verilecek. Aradaki değer farkı da yirmi yıla kadar borçlandırılarak insanların sırtına yüklenecek. "Bu iş, işte bu kadar basit!" Bir de şu kentsel dönüşüm yasası meclisten çıksa başka hiçbir sorun kalmayacak projeler hemen uygulanmaya başlanacak.
Sorulacak çok soru var... Yaşadığı yerin değer artışını ödeyemeyenler kent topraklarının bu kadar kısıtlı olduğu bu kentte nereye gidecekler? Sırtlarına yüklenen borçları ödeyemezlerse ne olacak? Kent merkezlerinde büyük çoğunluğu oluşturan yoksul kiracılar ne olacak? Cevaplar hazır; "Onlar zaten işgalciler, kent merkezlerine gelip yerleşen-lerse köyden gelmişler böyle değerli yerlerde yaşamayı hak etmiyorlar. Hem zaten İstanbul artık sanayi kenti değil hizmet kenti, bilgi üreten kent olacak, artık onlara ihtiyacımız kalmayacak. Eğer bu kentte yaşamanın bedelini ödeyemiyorlarsa Anadolu'ya geri dönsünler. Hatta İstanbul'a göçü durdurmak için vize de koyarız. Biz buralarda siteler, rezidanslar, Osmanlı konakları, villalar vs yapacağız." Genel söylemlerden çıkan mantık bu. Bu yaklaşımlar doğal olarak karşı tepkileri doğuruyor. Kentsel dönüşüm meselesiyle karşılaşan bütün mahallelerde giderek tepkiler örgütleniyor. Öncelikle kendi iradelerini yok sayan bütün plan ve projelere binlerce itiraz dilekçeleri veriyorlar.
'BİZİM SÖZ HAKKIMIZI UNUTTUNUZ!'

Genellikle tek tip olan bu dilekçelerde esasen diyorlar ki "Biz bu kentte yaşıyoruz, bizim söz hakkımızı unuttunuz. Bize işgalci diyorsunuz ama bu ülkenin sanayisini geliştirmek için bizim emeğimizi talep ettiniz geldik. Başka şansımız da yoktu, ne emeğimizin pazarlığını yaptık ne de nerede yaşayacağımızın. Başımızın çaresine baktık, gecekondularımızı yaptık, çamurlu sokaklarda yaşadık, çeşmelerden su taşıdık. Giderek sokaklar, mahalleler olduk. Devlet buna göz yummakla kalmayıp teşvik etti. Oylarımız karşılığında bize tapu, elektrik, su verdi. Neredeyse elli yıldır burada bir yaşam kurduk, çocuklar torunlar yetiştirdik. Şimdi bizi öyle kolayca silkeleyip atamazsınız." Sanayi kentinden hizmet/bilgi kentine dönüşme vizyonu olan İstanbul'da vasıfsız işgücünün artık safra olarak görülmeye başlanmasına gelince: Üretimin tümüyle yok edilmesi akıl karı değil. Ayrıca ileri teknolojili endüstri ve hizmet sektörüne dönüşüm, istihdam yapısının da dönüşümünü gerektirecek. Endüstrinin başka yerlere gitmesi vasıfsız işgücünü de tümüyle beraberinde götürmeyecek. Bu kente göçmüş ikinci, üçüncü kuşakları yetiştirmiş olan işgücünün büyük bölümü için tersine göç gerçekleşmeyecek. Ayrıca hizmet sektörü sayısal olarak sanayi işgücünden daha az değil daha nitelikli işgücüne ihtiyaç duyar. Bu nedenle işsizlik ve sosyal patlamaları önlemek için işgücü kalitesini artırmaya yönelik eğitim boyutunu da içeren sosyal geliştirme projelerini de düşünmek gerekiyor. Ancak geçmişte nasıl en kolay ve en ucuz şekilde konut edindirme yolu olarak gecekondu teşvik edildiyse, mülkiyete dayalı olmayan sağlıklı ve güvenli konut politikaları yerine, kamu arazileri içinden çıkılmaz hukuki sorunlar yaratarak parçalanıp dağıtıldı ise, bugün yine kentsel dönüşüm meselesi de en basit ve en kestirmeci yaklaşımlarla ele alınıyor. Tasarım ve değişim değeri hesaplarından öteye geçemeyen kentsel dönüşüm projelerinde, insanların tepkileri, sosyal güvenceleri saydıkları yaşam alanlarını koruma çabaları, ya da zorunlu kalacakları yeni tercihlerin yaratabileceği işsizlik, evsizlik, sosyal ayrışma ve kutuplaşma sorunları hesaba katılmıyor.


BU HESAPTA BİR YANLIŞLIK VAR!

Ayrıca bu değişim değeri hesaplarında da sanki bir büyük yanlışlık var; yeni yasal düzenlemelerine amacı her ne kadar tarihi mirası korumak, deprem zararlarını azaltmak vs olsa da şu anda kent gündemindeki dönüşüm projelerinin hepsi potansiyel rantı çok yüksek olmasına karşın ekonomik, sosyal ve hukuki anlamda en güçsüz insanların yaşadığı yerlerden başladı. Bu öncelik yapılan matematiksel yanlışı daha çarpıcı bir biçimde gösteriyor. Projelerdeki tasarım sorunlarına, estetik sorunlara, koruma bilincindeki çarpıklıklara, "tarih icat etme" ve tarihi yanıltma sorunlarına girmeyeceğim. Ancak nasıl yapılırsa yapılsın bu alanlarda ortaya çıkacak olan rantlar o derece yüksek ki şu andaki değerlerini öyle üçe beşe değil, yerine göre yirmiye, otuza, belki çok daha fazlaya katlayacak değerler çıkacak ortaya. Projelerdeki bu değerleme hesaplarının gerçeği yansıttığına inanmak çok zor ve şu sorular akla takılıyor; ortaya çıkacak değer farkları gerçekten doğru hesaplanıyor mu? Hata payları hangi mertebelerde olabilir? Kamuoyu gerçek değerleri gerçekten öğrenebilecek mi? Bu büyük değer farkları nasıl paylaşılacak? Ne kadarı kamuya dönecek? İnsanlar yerlerinden edilip belki de ödeyemeyecekleri borç yükleri altına sokulurken ve bu ranttan onlara hiç pay düşmezken, kimlere düşecek? Yoksa buhar olup havaya mı karışacak?


DEPREMİNİ BEKLEYEN KENT

İstanbul bütün bu değişimlerin çarpıcı bir laboratuvar alanı ve bütün bu sorunlara ilaveten depremini bekleyen bir kent. Fiziksel ve sosyal olarak büyük oranda sağlıksız, niteliksiz ve afetler karşısında dayanmışız. Kentimizin sağlıklaştırılması ve değerlerinin korunması yönünde bir büyük kentsel dönüşüme ihtiyacı olmadığı söylenemez. Ancak doğal ve kentsel değerlerini daha fazla tüketmeden ve içinde yaşayan insanı yok saymadan bu değişimi yönetmek belki de dünyanın en zor, en karmaşık, en hassas ve her boyutuyla düşünülmesi gereken işi. Ama şu ana kadarki ele alışlara ve uygulamalara baktığımızda bu konunun ne kadar hafife alındığı görülebilir. Aslında korunması ve geliştirilmesi gerekirken yok edilmek istenen kamusal alanlara kadar uzanan bu kentsel dönüşüm furyasına bakınca 'hafife alma' ifadesi de hafif kaçabilir. İnsanı odağına almayan bu dönüşümün sonucunda ortaya çıkabilecek ayrışmanın, yabancılaşmanın ve güvensizliğin yaratacağı toplumsal tahribatı çok geç olmadan görmek zorundayız.
Yüklə 17,07 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin