Dr nazim beratli



Yüklə 0,7 Mb.
səhifə11/40
tarix23.01.2018
ölçüsü0,7 Mb.
#40277
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   40

KIBRIS İLE TİCARET


Kale içinde bulunan kırıntılar, o tarihte, Troya ile Yunanistan, Girit ve Kıbrıs'ın, ticari ilişkiler içinde olduğunu göstermektedir. Troya'nın dönemin en gelişmiş kenti olduğunu anımsatırsak, adamızın o çağın en gelişmiş yerleşim birimlerinden biri olduğu ortaya çıkar. Söz Troya ile Kıbrıs ilişkilerine gelince, ikinci Troya ile de adanın ticari ilişkilerinin olduğu görülür ki bu gerçek, bizi çok eski zamanlara, Tunç Çağı'na götürür. O dönemde kentin egemenleri Hititler olup, tarih, MÖ 20.yy'dır. Yani zamanımızdan dörtbin yıl önce, Kıbrıs Adası'nda, çevrenin en uygar kanti ile ilişkiler sürdüren insanlar yaşamaktaydı. Buradan yola çıkarak, adada, ta başlangıcından beri, çağdaşları ile boy ölçüşebilecek bir uygarlığın bulunduğunu ileri sürebiliyoruz. Üstelik bu uygarlık Atina'nın henüz barbar olduğu dönemlere uzanmaktadır. Yani, Antik Yunan'dan eskidir. Dahası, o Kıbrıslılar, katiyyen Hellen değillerdirler. Bunu ileri sürmemizin nedeni, biraz aşağıda anlaşılacaktır.

Önce Homeros ve sonra da Troya'nın gerçek oldukları anlaşıldıktan sonra, bu defa da ozanın nereli olduğu gündeme gelir. Homeros'un doğmuş olabileceği yedi kent sıralanır. Bunlar:

İzmir, Sakız, Rodos, Atina, Kolofon, Argos ve Salamis'tir... Yani, Homeros'un Kıbrıslı olabileceği de iddia edilir.

Ne var ki Atina, Argos, Rodos ve Argos hakkındaki iddia, hemen geri çekilir zira Homeros, İyonca yazmaktaydı. Hellence değil... O dönemde, Hellen bugünkü Atina çevresinde yaşayan bir topluluğun adı olup, İyonca gibi, Trakça,Frigçe, Lidya ve Likyaca, Karya dili gibi, bugün Hellence'nin etkisi altında unutulmuş diller konuşulmakta ve yazılmaktaydı. Hellenler'in bütün bu halkları özümsemesi, Atina'da Perikles'in devrinde, hepsini etkisi altına alan bir uygarlığın ortaya çıkması iledir. Kaldı ki, Homeros'da, savunulan ve mazlum görülenlerin, Troyalılar oldukları ortadadır. Ozanın hem kullandığı dil ve hem de eserlerinin içeriği, Aka işgalcilerine karşıdır. Demek ki, MÖ 9. yy sonrasında bile, Hellence henüz bölgenin ortak dili; Hellen kültürü de ortak kültürü değildi.

Homeros, başlangıçta ileri sürüldüğü gibi, Kıbrıslı değil; İyonyalı idi... Ama onun çağındaki Kıbrıslılar da henüz Hellen uygarlığının etkisi altında değillerdi.İşin ilginç tarafı, Homeros'un Hitit dönemindeki İkinci Troya'yı bilmemesidir. Demek ki Homeros zamanındaki ortak toplumsal bellek, öyle bin yıllık bir geçmişi anımsayacak kadar güçlü değilmiş. Oysa, daha o zaman, Kıbrıs o kent ile ticari ilişki kuracak düzeyde bir ada idi... Homeros'tan en az on yüzyıl daha eski bir uygarlığın beşiğidir bu ada...

Ama aslına bakarsanız o herkestir...

Yazdıkları ve insanlığa bıraktıklarıyla, Homeros bütün insanlığın ortak malıdır. Kral Oidipus, Elektra, Aşil, sayolamayacak ok kahraman ve karakter, yalnız başına kimindir ki? O insanı anlatıyor. Hırsları, korkuları, kompleksleri, yüceliği, küçüklüğü, kahramanlığı, alçaklığı ile, herhangi bir halk değil,tanrılar, hiç değil; insanın ta kendisidir onun anlattığı!

Kültür, insanlığın ortak zenginliğidir. Bunun en güzel kanıtı, İlyada'yı okumuş olan Osmanlı Sultanı Fatih'in, Atina'yı alıp Parthenon'a çıktığında, " Troya'nın intikamını aldım!" demiş olmasıdır...

Yine de ille sorarsa okur, " nereliydi ozan?" diye, İzmir diyelim...

BİZANSLI VALİ VE SİYATİK AĞRISI

Belden başlayıp, kalçanın tam ortasından geçerek, bacağın arkasından diz altına doğru uzayıp giden, ve genellikle, bel omurlarının daralıp, omurilikten çıkan sinir köklerini baskı altına almasıyla ortaya çıkan ağrıya, Siyatik Ağrısı denir. Bu ismin nedeni, bacağı uyaran ve tıbda Nervus İsciadicus, yani İsias'ın Siniri diye adlandırılan sinirdir. Tıp Fakültesinde okuduğumuz yıllardan beri, bunu biliriz de, İsias'ın kim olduğunu merak etmek, nedense aklımıza pek gelmezdi. Meğer bu İsias, Kıbrıslı imiş... O da önemli değil, kendisi tarih boyunca bizim Lefke'ye bağlı olan Maratasa'dan olmakla, hemşehrimiz de oluyor. Bu girizgahtan sonra, herhalde okur da bizimle birlikte, İsias denilen "ben-i adem"in kim olduğunu, merak edecektir.

Latin döneminin ünlü Kıbrıslı tarihçisi Maharias'tan öğrendiğimize göre, vaktin birinde, Bizans'ın ünlü asılzadelerinden biri, Lord Manuel Voutoumitis, Kıbrıs valiliğine atanır. Kendisi, birgün sabah, bizim de çok iyi bildiğimiz Maratasa vadilerinde ava çıkar. Bu bölgede, dağlar arasındaki patikalarda av peşinde dolaşırken, valinin karşısına bir keşiş çıkar. Valinin yolunu kesen bu keşiş, çekilip yol vermeyince, Manuel Voutoumitis, buna bir tekme yapıştırır. O anda, lordun bacağına bir ağrı saplanıp kalır. Ağrıyla birlikte, gözleri önünde beliren bir görüntüde de gidip keşişten af dilemediği takdirde, hiçbir hekimin, bu ağrıyı geçiremeyeceği, kendisine tebliğ edilir.

Ayni anda, keşişe de bizzat Meryem Ana'nın kendisi görünür. Ona da tebliğ edilir ki; vali af dilemeye gelecektir ama, onu affetmek için, kendisinden, Bizans sarayındaki bir tabloyu Kıbrıs'a getirip, keşişe teslim etmesi istenmelidir.

Zavallı vali, keşişin peşine düşüp, onu durdurur ve gözyaşları arasında, af diler. Keşiş, Manuel'i affeder ve ağrı, anında geçer. Daha sonra, bizim Mariefti (o bölgede Maratasalılar'a böyle denir), Manuel'e Meryem Ana'nın isteğini bildirir.

Manuel, durumu imparatora aktarmak üzere Bizans'a gittiğinde, bir de bakar ki; imparatorun kızı, ölüm döşeğinde. O kadar hasta ki, hiçbir hekim, derdine deva bulamıyor. Bu koşullar altında, imparatora bir resimden bahsetmek, imkansız. Ne var ki, keşişten söz etmek mümkün.

Kıbrıs Valisi, Bizans imparatorunun karşısına çıkıp, adada böyle marifetli bir keşiş tanıdığını, onu şehre getirirlerse, belki de prensesin iyileşebileceğini arzeder. İmparator, hemen adaya bir gemi gönderip, keşişi Bizans'a getirttirir. Manuel'in tahmin ettiği üzere, prensesin iyileşmesi için, keşişin ellerini cübbesinden çıkarıp, yatan kızın üzerine uzatması, yeter. Prenses, bir gül gibi açılarak, yatağından dışarı uğrar.

İmparator, keşişi hediyelere boğmaya hazırlanırken, o dizlerinin üstüne çökerek, ondan sarayındaki o resmi ister. İmparator, vermeğe hiç de hevesli olmadığı bu resmi, kızının hatırına, Maratasalı keşişe verir.

Resmi yapan, St. Luke'dur... Rumlar'ın deyişiyle Ayios Lukas... İsa'nın havarilerinden biri...

Keşiş, kıymetli hediyesiyle adaya döner. Maratasa dağlarında bir yere, bir kilise yaparak o resmi içine koyar.

O kilise, bugünkü Cikko Manastırı'dır. O Resim ise, şu anda da manastırda duran, Hristiyanlık dünyasının en kutsal üç ikonundan, biridir. Diğerleri, Sümela Manastırında olup, 1922'den sonra Atina'da saklanan ve kuzey Mora'daki Megaspelion Manastırında muhafaza edilen iki ikonadır.

Cikko Manastırı'nı kuran, St. Luke ikonunu alıp buraya getiren ve bacak ağrılarını kah getirip, kah tedavi eden bu Maratasalı keşişin adı:

Keşiş İsias'tır...

Nervus İsciadicus... Ya da İsias'ın Siniri... Siyatik ağrısının adı, meğer bizim Maratasalı'dan gelme değil miymiş?

Bugünlerde, hava acaip soğudu. Oturduğum ev, Kambo Deresinin denize döküldüğü yerdedir. Dağlardan hışım gibi inen kar soğuğu, bir boğaz oluşturan dere yatağından uğultularla inerek, vadinin öte yakasındaki Cikko'nun havasını getirir. Siyatik ağrım da bir azar ki, sormayın!

Rahip İsias'ı, Manuel Voutoumatis'i, Maharias'ı anımsarım. Bacağım zonk zonk attıkça, vadinin yukarılarına bakar, İsias'ın dolandığı orman kuytularına gidebilmek mümkün olsaydı, ve onu patikalardan birinde öylesine dururken yakalayabilseydim, önce bir tekme atar, sonra da peşine düşer af diler miydim, diye düşünürüm...

Kutsal bir adada yaşadığımı hatırlar, bir voltaren yutar, ağrıya katlanırım.

Rahip İsias'ın kurduğu Cikko Manastırından gelen soğuk, bana yaz meltemleri kadar, tatlı gelir.


Not: Efsane, Rupert Gunnis'in Historic Cyprus kitabından alınmıştır.




Yüklə 0,7 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin